KONUŞURKEN VE YAZARKEN DAHİ İSRAF ETMEYİNİZ!


Ses, nefes, murekkep, kalem, enerji, vakit vb israflar…

Ahir zamanda insan omru kısalacaktır. O donemde ilim ortadan kalkacak, insanlar okumayı ve dinlemeyi terk edecekler. İlmin ortadan kalkması nedeniyle, ilmin boşluğunu zann, umniyye, kuruntu, vesvese, onyargı, taassup ve şahsi fikirler alacaktır. Bu donemde, gecmiş asırlardaki pekcok alimin de uyardığı gibi uzun kitaplar, uzun konuşmalar, uzun nasihatler ve uzun tebliğ ve makaleler insanlar tarafından ilgi gormeyecektir. İnsanlar dunyanın bitmez tukenmez koşturmaları ve dunyaya endeksli uzun emellerinin peşinden suruklenirken hayatlarında okumaya ve dinlemeye yer acmayacaklardır. Bu realiteyi dikkate alarak uzun kitaplar yerine muhtasar kitaplar, uzun konuşmalar yerine ozlu ve yeterli konuşmalar, uzun cevaplar yerine gereksiz teferruatlardan arındırılmış cevaplar, uzun nasihatler yerine ozlu ve hikmetli nasihatler ile insanlara hitap etmek daha yararlı olacaktır. Gunumuzde var olan bir gerceğin altını cizerek hareket etmelidir. O da, "insanların geneli okumayı ve dinlemeyi sevmiyor" hakikatidir. Bu hakikati tersinden okuyup amactan sapmak yerine şu şekilde tefsir edebiliriz. Bazı insanların azı cok az, bazılarının coğu da az. Yani insanlara az ve ozlu konuşalım ama; kiminin azı bizimkinden de az olabiliyor. Bu gerceği dikkate alarak, bir konuyu derli toplu, uzatmadan, anlaşılır olsun ve herkes okusun diye birkac sayfa halinde yazdığımız halde o kısa yazıları bile okuyanların sayısı gercekten azdır. Bir konuda aşağı yukarı 3-5 sayfalık bir yazı yazdığımızda sozde universite okuyan ya da mezun olmuş kişiler "daha kısa olsa daha iyi olur" diyebilmektedirler. Oysa daha kısa olsa konunun esasını teşkil eden acıklamaları cıkarmak gerekir. Bunu da yaparsak ortaya tuyleri yolunmuş bir kuş cıkar! Halihazırda durum boyle iken, konuşurken ya da yazarken uzattıkca uzatan, gereksiz detaylara giren, bunlarla da yetinmeyip bir meselede diyecekleri bitince başka konulara geciş yapan kimselerin ne demek istediğini kimse anlamamaktadır. Hatta kendileri bile konuştuklarını biraz duşunurlerse cok karmaşık bir konuşma olduğunu fark edeceklerdir.

Konunun daha iyi anlaşılması icin kucuk bir ornek verebiliriz.
Mesela; her gun karşılaşan Muslumanlar birbirlerine selam verme konusunda tartışıyorlar. Mesele meseleyi acıyor, konu uzayıp gidiyor... Nedeni de, "sen bana selam vermedin" tarzı sozler... Bu durumda uzun uzun konuşmak fayda vermiyor. Konuşulduğunda karşımızdaki susmuş olsa da anlatılanların gereğiyle amel etmiyor; yine bildiği gibi yapıyor. Bu meselede bir cumle yeter aslında... Selam vermek Sunnettir; selam almak farzdır. Selam'da acele etmek mustehabdır. Bunların bilindiğini farz edersek, şunları dememiz yeterlidir: KUCUK BUYUĞE, AYAKTAKİ OTURANA, BİR KİŞİ İKİ KİŞİYE, AZ OLAN COK OLANLARA, BİNİTLİ YAYAYA, AYAKTA OLAN OTURANA, YUKSEKTEKİ ALCAKTAKİNE VE TALEBE HOCASINA SELAM VERİR.

Meseleyi ozetlemiş gibi gozukmemize rağmen, bu cevap bile kimilerine gore uzun olabilir. Bazen "KUCUK BUYUĞE SELAM VERİR" demek bile yeterlidir. Bu soz bile insanlar arasındaki nice ihtilaflara son verir. Eğer uygulanırsa... Bazen bu tek cumle bile anlaşılmaz. "Yani buyukler selam vermez mi?" diyenlerle bile karşılaşırsınız. Elbette selam vermede acele etmek cok sevaptır. Ama oncelik kucuğe aittir. Onda bir hareket yoksa elbette buyuk olan kimse selam verecektir. Allah’ın fazlı buyuktur. Her ne kadar selam almak farz olsa da, selam veren kimse de bu farzın işlenmesine vesile olduğu icin, Allah dilerse selam verene de hayr’a musebbib olduğu icin selam alanın sevabının bir mislini verir. Bir kişiye selam verildiğinde o kimsenin selamı alması farz-ı ayn'dır. Bir topluluğun selam alması ise farz-ı kifÂye'dir. Yani farzın yerine gelmesi icin, bir toplulukta bir kişinin selamı alması yeterlidir. Tabii ki dilerse herkes de selama icabet edebilir. Bize duşen Kitab ve Sunnet’e uymaktır. Rabbimizin ikram ve lutufları sonsuzdur.

Demek istediğimiz şudur ki, hakikatleri insanlara acıklarken gereksiz detaylardan sakınmalıdır. İnsanların ihtiyaclarına odaklanmalıdır. Gerekirse bir cumlelik hakikat, hayatın değişik merhalelerinde defalarca tekrar edilecek olsa da, soylenmelidir. Hakkı soylemekten bıkmamak ve vazgecmemek gerekir. En onemlisi de hakkı bÂtıl ile karıştırmamak gerekir. Konuşurken ve yazarken muhatapların psikolojilerini dikkate almak icap eder. Genele hitap eden yazı ve konuşmalarda insanların genel psikolojileri dikkate alınır. Birebir, ozel konuşmalarda ise muhatabın kendine has olan psikolojisi dikkate alınarak konuşulur. Konuşmalarda edebiyat yapmak icin, cumleleri hitabete ya da belağata feda etmemek gerekir. Cumleleri Allah icin secmeliyiz ve soylemeliyiz ki, o cumlelerde bir ruh olsun. İnsanların sectiği cumle yapıları, kendilerinin psikolojilerini ve duşunce yapılarını ortaya koyar. Bir cumleden samimi olan ile samimi olmayan, merhametli olan ile merhametsiz olan, yumuşak huylu ile, sert ve kırıcı olan, adil ile zalim, alim ile cahil, Musluman ile kÂfir belli olur… Hatta cumle yapılarından erkek ile bayan dahi belli olmaktadır. Bu kadar onemli olan konuşmaya ve yazmaya onem vermemek basiretsizlik ve hikmetsizlik olur.

Unutmayınız ki, anayol veya kestirme yol var iken kimse uzun yoldan hedefe gitmez.

Biz de konuşmadan, yazmadan, sormadan once duşunelim. Duşunerek konuşalım, duşunerek yazalım, duşunerek soralım ve duşunerek dinleyelim…

Selam ve dua ile.
__________________