İNSAN evrenin en muhteşem varlığı. Hem varlık butunluğunun bir parcası, hem kendi varlığının farkında olan, ozgun olduğunu bilen, yaratıcı yetilerini etkin kıldığı zaman, var olanı bir anlamda yeniden yaratabilen bir varlık. Tanrı insana akıl gibi ustun bir yeti vermiştir. İnsan bir akıl varlığıdır.
İnsanın dışındaki diğer canlı varlıklar, programlandıkları şekilde var olurlar. Bilebildiğimiz kadarıyla sadece insan hem kendi varlığının, hem de etrafında olup bitenlerin farkındadır. Sadece insan kelime ve kavramlarla duşunebilir. Sadece insan yaratıcı yetilerle donatılmıştır. Bu bakımdan insan olmak, bir var olmanın otesinde, var olana katkıda bulunmak anlamına da gelmektedir. İnsan bilgi ve değer uretmek, kultur ve uygarlık yaratmak imkanına sahiptir. İnsan “oluş” halinde bir varlıktır. Varoluşsal olarak kendini ve Tanrı’yı ararken, kendini de inşa etmiş olur.
HER AN YENİ BİR İNSAN
İnsanın “oluş” halinde olduğu coğu zaman goz ardı ediliyor. İnsan hayatın hicbir evresinde tamamlanmış, bitmiş, mukemmele ulaşmış değildir. Bu “oluş”a, varoluş surecine, insanın kendisinin de katılması gerekmektedir. Akıl ve hur irade bunun icin vardır. Galiba, hayatın “sınav” olması ile ilgili her şey, işte tam burada başlıyor. İnsanın varlık sebebi, bilincli olarak kendini inşa etmesidir. İnsan kendini inşa ederken, kultur ve uygarlık yaratır, bilim uretir, felsefe yapar. Kısaca hazır bulduğu evrenin otesinde kendi zihninde yepyeni bir “dunya” yaratır. Her şeyi kendi yarattığı dunyadan ibaret zannettiği zaman, gerceklikle irtibatını, varlık butunluğune tutunma noktalarını kaybeder, boşlukta kalır; ruh sağlığını kaybeder. Kendi dunyasını yaratamadığı zaman, ya da yarattığı dunyanın farkında değilse, kendi varlığının farkında olamaz ve kaderci olur; sağlıklı olup olmadığını bile umursamaz. Varlık butunluğunu, kendi yerini doğru değerlendirebilirse, aklını etkin kullanmaya başlar, bilinc genişlemesi yaşar, aşkın alanı kavramaya başlar. İşte bunun icin Tanrı’nın insana en buyuk desteği olan vahiy, insanlık icin bir bilinc kaynağı/kavrayış aracıdır. (Casiye, 20).
TANRI İNSANDAN NE İSTER
Kur’an, insan aklını harekete gecirebilmek icin her yolu denemektedir. 300’e yakın ayette, duşunmez misiniz, ibret almaz mısınız, akletmez misiniz denilerek insan duşunmeye, aklını kullanmaya ve ilgi alanına girmesi gerekenleri anlamaya davet edilmektedir. Kur’an hemen her suresinde mutlaka aklı etkin kullanmakla ilgili bir vurgu vardır. Orneğin Casiye suresinde şoyle buyrulmaktadır: “Doğrusu goklerde ve yerde mu’minler icin nice ayet vardır. Geceyle gunduzun ardı ardına gelmesinde, Allah’ın gokten su indirerek onunla olumunden sonra yeryuzune hayat vermesinde ve ruzgarları estirmesinde de aklını etkin kullanan kimseler icin ayetler vardır.” (Casiye, 4-5) Rum suresinde insan duşunmeye şoyle davet edilmektedir: “Goklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun ayetlerindendir. Bunu anlayacak olanlar bilginlerdir. Geceleyin uyumanız, gunduzun lutfettiği rızkın peşinde koşmanız da O’nun ayetlerindendir. Fakat bunları ibret kulağı ile dinleyenler anlar.” (Rum, 22-23) Ornekleri coğaltmak mumkundur. Kısaca, aklı etkin kullanmak Allah’ın emridir. Allah insan aklına guvenmektedir. Aklı onyargılardan arınmış olarak etkin kullananlar, doğruyu bulabilirler. Hz. Muhammed de, aklı kullanmanın en ustun ibadet olduğunu belirtmiştir.
AKLI OLMAYANIN...
Hz. Muhammed bir hadislerinde “Aklı olmayanın dini yoktur” buyurmuşlardır. İslam acısından sorumluluğun on koşulu, akıllı olmaktır. Hz. Muhammed’in bilimle uğraşmanın kadın-erkek her Muslumana farz olduğunu soylemesi, İslam’ın geldiği donem goz onune alınırsa, ne buyuk bilim hamlesi olduğu kolayca anlaşılabilir. Hz. Muhammed bir yandan Allah’tan aldığı vahyin insanlara duyurmuş, diğer yandan aklı etkin kullanmanın bir ibadet olduğunu yaşayarak insanlara oğretmiştir. Onunla birlikte, bilgiye itibar eden, aklı etkin kullanan, oğrenmeye acık olan insanlar bir medeniyet yuruyuşu başlatmışlardır. Bilgi-ozgurluk ilişkisini sanıyorum Bedir savaşı sonrası esirlerin Muslumanlara okuma-yazma oğretmeleri karşılığında ozgurluğe kavuşmaları kadar guzel anlatan bir ornek zor bulunur.
Aklı kullanmak deyince Kant’ı hatırlamamak haksızlık olur. “Aydınlanma, insanın kendi sucu ile duşmuş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi sucu ile duşmuştur; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yurekliliğini gosteremeyen insanda aramalıdır Sapare Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini goster! ” Sanıyorum, sadece Muslumanların değil, butun insanlığın boylesi bir cesarete, daha otesi “aklını kendin kullan” seferberliğine ihtiyacı var…
Muslumanların var kalabilmeleri ve onurla yaşayabilmeleri, ozne olmalarına bağlıdır. Ozgurluk bilinci gelişmeden, aklı yeterince etkin kullanmak mumkun olmaz. Kendi aklını kendisi kullanmayanlar, bilgi ve değer uretemedikleri gibi, başkalarının oyuncağı olmaktan da kurtulamazlar. Kendi aklımızı kendimiz kullanma cesaretine kavuştuğumuz gun, kendi kaderimizi de, insanlığın kaderini de değiştirebiliriz.
Hurriyet Gazetesi 12. 07. 2013

http://www.hasanonat.net/index.php?o...kale&Itemid=54

__________________