31 Ekim 2016 tarihinde, evrimci internet sitesi BBC News’de “hayatın başlangıc sırrının cozumune artık daha yakın olduğumuzu” iddia eden bir yazı yayınlandı. Amac, tarih boyunca Darwinizm’in en buyuk acmazı olan “hayatın başlangıcı” sorusuna Darwinist bir acıklama getirilebildiği izlenimi verebilmekti. Darwinistler, kesinleşen bu hezimetin ardından adeta bir “kurtarma operasyonuna” girişmişlerdi.
Yazının daha başında bu yazının yaratılış gerceğine ideolojik bir itiraz olarak hazırlandığı acıkca belirtiliyordu.
“Hayat nasıl başladı? İnsanlık tarihi boyunca hemen herkes doğaustu guclerin bunu yaptığına inandı. Farklı bir yaklaşım duşunulmedi. Bu artık doğru değil. Gectiğimiz yuzyıl boyunca bazı bilim adamları hayatın ilk nasıl ortaya cıktığını acıklamaya calıştılar. Kendi laboratuvarlarında rastgele yeni bir hayatı ortaya cıkarmaya gayret ettiler. Bugune kadar bunu başaran olmadı, fakat uzun bir yol kat ettik. Bugun hayatın kokeni uzerine calışan bilim adamlarının coğu doğru yolda olduklarından emin, deneyleri de bu guvenlerini destekliyor.”
Anlaşılacağı uzere Darwinistler, ellerinde hala bir kanıt olmadığını daha baştan itiraf etmekte, fakat “cok yol kaydettikleri” bilgisiyle, bir algı operasyonu oluşturmaya calışmaktaydılar. Bilindiği gibi, kanıtlanmamış bir iddiaya inanmak, bilimsel değil ideolojik bir yaklaşımdır. Yazıyı kaleme alan Marshall, “Yeryuzunde Hayatın Başlangıcı Sırrı” başlığı ile okuyucularına bir sırrı acıklayacağı imajını vermiştir. Bir yandan ceşitli bilimsel iddialar sıralamakta, bir yandan da bunların neden evrimsel anlamda gercekleşmeyeceğine değinerek tarafsız bir yaklaşım vermeye calışmıştır. Ancak yazının sonunda yine bu one surduğu sahte delillere dayanarak “evrimsel anlamda hayatın başlangıcını anlamaya şimdi daha yakın olduğumuz” yonunde bir cıkarım yapmıştır. Oysa, hikayeden ibaret olan sozde delillerin kanıtlanmış hic bir dayanağı bulunmamaktadır. Tek yapılan varsayımlarla, “şu ya da bu gercekleşmiş olabilir” şeklinde bir kısmı hayali, bir kısmı da o gunlerin şartlarına uygun olmayan iddialarda bulunmaktır.
Soz konusu iddiaların bilimsel gecersizliğine değinecek olursak:
Abiyogenez: Delili olmayan bir senaryo
dnaHayatın nasıl başladığının acıklanması evrim senaryosunun en karanlık yonlerinden biridir. Abiyogenez, yani cansız maddelerden canlı oluşumu konusunda, evrimcilerin hicbir acıklaması yoktur. Cizilen sozde evrim ağaclarında ilk hucre oncesi donem, siyah bulutsu gosterilerek bu doneme ait bir bilginin olmadığı kabul edilmiş olmaktadır. Hatta bu tur sorulardan kacmak icin “Evrim ilk hucre oluşumundan sonraki turlerin ceşitlenmesi aşamalarını ele alır; bu ilk hucre meselesi abiyogenezin konusu, evrimin değil” gibi ifadelere başvurulmaktadır. Hatta evrimci Richard Dawkins’in bu konuda yine itiraf niteliğindeki acıklamasında, hayatın dunya dışından gelen “kendi kendini kopyalayan hayali bir molekul” ile başlamış olabileceğini soylemesi de, hayatın dunyada tesadufe dayalı olarak ortaya cıkmasının imkansızlığının kabulu niteliğindedir. (https://www.youtube.com/watch?v=vO6R5mTXcRI) Bundan 4 yıl once Dawkins kendi vakfına ait internet sitesinde, “hayatın nasıl başladığına dair teori uretme” uzerine 2 milyon pound odullu bir yarışma acmıştı. Boyle bir araştırma yarışmasının acılması da evrim teorisinin temelini oluşturan hayatın başlangıcının bugune kadar acıklanmak bir yana, teorisinin bile henuz oluşturulamadığının bir kanıtıdır.
BBC News sitesinde yer alan makalede gecen bir takım iddiaları tek tek ele alarak değerlendirelim.
Bilimsel olarak ruhun olmadığının kanıtlanması yanılgısı
Yazara gore tam bir materyalist anlayışla ruhun varlığı reddedilmiştir. Buna delil olarak da 19. yuzyılın başlarından itibaren canlı hucreyi oluşturan bir takım molekullerin laboratuvar ortamında elde edilmeye başlaması gosterilmiştir. Urenin, amonyum siyanattan eldesinin de bu akımın başlangıcı olduğunu dile getirilmiştir.
Bunun uzerine, 1859’da Darwin’in Turlerin Kokeni kitabıyla hayatın olağanustu ceşitliliğinin ortak bir atadan geldiğinin kanıtlandığı, boylece ruh kavramının bilimsel olarak sona erdiği iddia edilmiştir.
Gunumuz bilimsel keşiflerinden haberdar bir kişinin, ruhun olmadığına dair sunduğu sozde kanıtlarının basitliği anlaşılır gibi değil. “Evrim teorisi ortaya atıldı boylelikle ruhun varlığı meselesi ortadan kalktı” gibi ilkel bir mantık, bir kanıt değil, oldukca curuk bir iddiadır. Oncelikle evrim teorisi her yonden cokuşe uğramış bir teoridir. Ne biyolojik hayatın varlığı ne de Darwinistlerin en buyuk acmazı olan ruhun varlığı konusunda bir acıklama getirebilmiş değildir; getirmesi de imkansızdır. Buradaki iddiaya donecek olursak, fiziki vucudumuzu oluşturan tum materyal doğal olarak inorganik maddelerden yani atomlardan elde edilir. Amonyum siyanattan ure elde edilmesi sadece basit bir kimyasal keşiftir. Bu maddenin oluşumu icin zaten organik bir yapıya ihtiyac yoktur. Organik yapıların temelini oluşturan protein, şeker, yağ ve nukleik asit molekulleri ise canlı hucrelere ihtiyac duyar. Hucre dışında, bilincli bir laboratuvar ortamında uretilemez. Kaldı ki, laboratuvar ortamında uretildiğini varsaysak bile bu durum yine ruhun varlığını ortadan kaldıracak bir delil değildir. Hucrenin her bir organeli, her bir proteini tam bir şuurla hareket etmektedir. Buna verebileceğimiz pek cok ornek vardır. İşte bu şuurun kaynağı metafizik bir guc olmadan acıklanamaz. Bu yuzden canlılığı sadece madde ile acıklamak mumkun değildir.
Darwinistler, eğer ruhun varlığı konusuna girmeye yelteneceklerse, şu durumda, sadece elektrik sinyallerini rengarenk bir dunya olarak algılayan, gozu olmadan goren, kulağı olmadan işiten varlığın kim olduğunu acıklamak zorundadırlar. Bu konuyu gormezden geldikleri surece, ruhun varlığı karşısında caresiz olduklarını da kabullenmiş durumdadırlar.
Makalede yer verilen sozde evrimci bilim adamlarının ideolojik bakış acıları da oldukca ilginc. Yazar bunu kendisi de acıklamakta ve Alexander Oparin, J.B.S. Haldane gibi hayatın kokenini evrimci mantıkla acıklamaya calışan insanların hepsinin ateist ve komunist bir anlayışa sahip olduğunu acıkca belirtmektedir. Almanya Osnabruck Universitesi’nden Armen Mulkidjanian’a gore, “Sovyetler Birliği’nde bu goruşler sevinc icinde kabul goruyordu cunku Tanrı’ya [haşa] ihtiyac duymuyorlardı. Batı dunyasında ise bu yonde duşunen kişilerin tamamı solcu ya da komunistti veya benzer goruşteydiler.”
Darwinistlerin hayatın nasıl başladığını acıklama cabaları
Darwin’den başlayarak Oparin ve Haldane ile devam eden hayatın ilk oluşumuna dair teorileri, ilk olarak deneyle kanıtlama girişimi, bilindiği gibi unlu Miller-Urey deneyidir. Miller dunyanın başlangıcında var olduğunu tahmin ettiği dort kimyasalı cam test tuplerinde birleştirdi. Tuplerin icinde kaynar su, hidrojen gazı, amonyak ve metan bulunuyordu. Uyguladığı soğuk tuzak yontemi ile glisin ve alanin amino asitlerini elde etti. Elde etiği sadece cansız maddeden oluşan iki molekulden ibaret olmasına rağmen bu vasıfsız deney, yıllarca, buyuk bir iştahla evrimcilerin hayatın kokenini acılama yontemi olarak kullanıldı. Ancak oluşturduğu sozde ilkel atmosferin yanlış olduğu daha sonra anlaşıldı. Daha sonra gercekleşen bir kac girişim olsa da, artık kimse hayatın kokenini bu yontemlerle ispatlama cabasına girmedi. bilimsel pek cok keşfin ardından ise hayatın zannedilenden cok daha kompleks olduğu goruldu. Canlılar, sadece kimyasalları taşıyan cantalar değillerdi; her hucre bir şehir kadar kompleksti. Bu nedenle bunları sıfırdan inşa etme duşuncesi hayal bile edilemeyecek duzeydeydi.
Bugunun şartlarında laboratuvar ortamında kontrollu koşullar alltında tek bir protein dahi elde edememişken, bunun bir cok yıkıcı etkiye sahip doğa şartlarında oluştuğunu iddia etmek son derece akıl dışıdır. Miller deneyine bu kadar sahip cıkılmasının nedeni de, deneyin bir sonuc vermiş olması değil, elde başka bir girişim olmadığındandır.
İlkel hucre yoktur
Canlılığın ortaya cıkışını tesadufe dayalı gelişmelerle acıklamak zorunda kalan sozde evrim teorisinde, ilk hucrenin nasıl oluştuğu evrimciler icin tam bir acmazdır. 3.8 milyar yıl once fosil kanıtlarına rastladığımız ilk hucrenin her turlu ozelliği ile bir anda ortaya cıktığının kabulu Yaratılış anlamına geldiğinden, evrimciler bu acık bilimsel gerceği kendilerince ortadan kaldıracak senaryolar oluştururlar. Bu senaryolara gore, tum ozellikleriyle karşımıza cıkan bu hucreden cok once, “ilkel” sayılacak sozde organik molekuller ve hucreler olmalıdır. Ancak bu sozde ilkel ata, hicbir zaman bulunamamıştır. Dahası, evrimciler bu surecin nasıl işlediği konusunda bir fikir birliğine sahip değildir; olamaz da... Cunku her bir hipotez, bir canlı hucresinin tam ve eksiksiz olarak o sırada var olmasını şart koşmaktadır. Ama soz konusu Darwinistler, gun gelip birilerinin ilk hucrenin ortaya cıkışını acıklayacağı umuduyla ideolojik fikirlerine sıkıca sarılmaya devam ederler.
Bir hucrenin hayatını devam ettirebilmesi icin mutlaka sahip olması gereken bazı ozellikleri vardır. Bu ozelliklerden biri eksik olduğu zaman diğer ozelliklerin bulunması da anlamsızlaşır; cunku boyle bir durumda hucre icin olum kacınılmazdır. Burada kabaca bahsedeceğimiz ozellikler bile, detaylarında onlarca yuzlerce ayrıntıya sahiptir. Bu detaylardan birinin dahi eksik olması imkansızdır. Gunumuzde sık rastladığımız genetik hastalıklar, bu şekilde cok kucuk ayrıntılardaki bozukluklardan kaynaklanır ve bunların sonucları ciddi hastalıklar veya olumdur. Bu sebeple ilk var olan hucre de, eksiksiz olmak zorundadır.
Bir hucrede olması şart olan temel ozellikler şunlardır:
Hucreyi dış ortamdan ayıracak bir hucre zarı
Hucresel faaliyetlerin devamı icin gerekli olan enerji sağlayacak bir sistem
Hucrenin bilgisini saklayacak ve gelecek nesillere aktaracak genetik materyal
Burada genelleyerek saydığımız bu uc ozellik dışında hucre sindirim, boşaltım, hucre iskeleti, taşıma sistemi vb. pek cok hayati fonksiyona da sahiptir. Temel fonksiyon olarak saydığımız bu uc yapıyı tek tek ele alalım.
Hucre zarı tek başına oluşamaz
Dışarıdan bakıldığında bir hucreyi yapısal olarak tanımlayan en hayati yapı hucre zarıdır. Hucre zarı, hucrenin hayati yapıtaşlarının iceride topluca tutunabilmesi icin şarttır. Bunun farkında olan evrimciler, hucre icin lipid molekullerinden oluşan bir zarın gerekliliğini soylerler. Ancak burada unutulan nokta lipidlerin de organik molekuller olduğudur. Hucre zarı, yapısında yer alan her bir lipid molekulu onlarca basamak reaksiyon sonucu oluşan ve doğal olarak oldukca kompleks bir sistemle ortaya cıkmıştır. O halde zarın oluşumu icin de yine, onceden hazır lipidlere ihtiyac vardır. Dolayısıyla, bunları da hazır edecek başka bir hucreye ihtiyac vardır.
Hucre zarının lipid yapısı sadece yağda cozunen kucuk molekullerin serbestce zardan gecişine izin verir. Ancak su, suda cozunen maddeler ve buyuk molekullerin gecişine izin vermez. Hucre zarında bu molekullerin iceri veya dışarı hareketini kontrollu şekilde sağlayan protein yapılı kapılar ve kanallar bulunmalıdır. Protein ise DNA veya RNA yapısından yine yuzlerce proteinin yardımıyla sentezlenmek ve hucre zarına taşınmak zorundadır. Oyleyse bu durumda da tam fonksiyonlu bir hucreye ihtiyac vardır.
Hayati fonksiyonların devamı enerji gerektirir
Bir hucre icinde hemen hicbir mekanizma enerji olmadan calışamaz. Hucre zarı taşıma sistemi, protein uretilmesi, bolunme vb. gibi her sistem enerjisiz kaldığında anında durur. Bu da olum demektir. Dolayısıyla ilk hucrede enerji ureten sistemin varlığı şarttır. Enerjinin depolanıp kullanılır hale getirilmesini sağlayan temel mekanizma fotosentezdir. Guneş enerjisi ile glukoz elde edilir. Glukoz da glikoliz ile ATP’ye donuşturulur. Fotosentez en az kırk ayrı reaksiyon, glikoliz de 10 ayrı reaksiyon gerektirir. Bu basamakların her birinin ayrı enzimlerle katalizlendiğini duşunduğumuzde nasıl kompleks bir yapıyla karşı karşıya olduğumuz acıktır. Boyle bir sistem mutlaka “ilk hucrede” bulunmalıdır. Boylesine kompleks bir yapıya sahip olan “ilk hucre” ise, kesinlikle “ilkel” değildir. Zaten en eski fosil hucrelerin (3.8 milyon yıllık siyanobakteriler)dahi fotosentez yaptığı bilinmektedir.
RNA hucreden once var olamaz
DNA’nın proteinlerin uretilmesi icin kullanılması sureci son derece karmaşıktır. Bu da hayatın kokenini evrimle acıklamak isteyen herkes icin buyuk bir sorun teşkil eder. Cunku bu kadar kompleks bir yapının nasıl başlamış olabileceğini hayal etmek bile imkansızdır. Hayatın kokenine dair yapılacak herhangi bir izahın, DNA, RNA ve ribozom organellerinden oluşan bir kompleksin nasıl var olduğunu ve calışmaya başladığını da acıklaması gerekir.
Bu sebeple sureci sadeleştirmek adına İngiliz kimyager Leslie Orgel tarafından ilk once, DNA ve proteinin olmadığı, sadece RNA molekullerinin var olduğu savunuldu. Bu molekul, DNA gibi kendini kopyalamalı ve protein gibi katlanarak enzimatik aktivite de gostermeliydi. Konu hakkında geniş provokasyonlarına rağmen bu iddianın oluşumuna temel oluşturacak bir kanıtı yoktu. Bu iddia, tamamen felsefi bir duşunceydi; ama elinde hicbir tutunacak dalı olmayan evrimci cevrelerden buyuk ilgi gordu. Oysa yalnız başına bir RNA molekulunun bir anda var olduğunu varsaysak bile, başka hicbir organeli olmayan, daha doğrusu bir hucresi olmayan RNA molekulu nasıl işlev gorup hayatta kalacaktı?
Burada hatırlanması gereken bir başka konu daha var. RNA dediğimiz yapı, yani ribonukleik asit, riboz denilen 5 karbonlu bir şeker, purin veya pirimidin yapısında bir nukleik asit bazı icerir. Bu uc yapının da organik yapılar olarak yine bir hucre icinde yapılmak zorunda olduğu duşunulduğunde, RNA bazlı senaryo tumuyle cokmuş olur.
Dahası, yaşayan hucrelerde kendini kopyalayan bir RNA’ya rastlanmış değildir. Yani bu iddia tamamen hayal urunudur. RNA’yı oluşturan yapılar, aynı proteinler gibi, su iceren ortamda bir araya gelip birleşemez, ribozom ve enzimatik faktorler olmadan oluşamazlar. Molekuler biyoloji calışmaları ile tanınan John Sutherland bunu şoyle acıklıyor:
RNA kimyasının bazı kilit noktaları calışmıyor. Her bir RNA nukleotidi şeker, baz ve fosfattan oluşur. Fakat şu kanıtlandı ki, şeker ve bazı birleşmeye ikna etmek imkansız.
Yine bilinen biyoloji kitabı Alberts de bu durum şu şekilde anlatılır:
Doğada kendi kendini kopyalayabilen RNA molekulleri bulunmamasına rağmen, bilim adamları bunları laboratuvarda imal edilebileceklerinden eminler. (Molecular Biology of The Cell fifth edition Alberts p 402)
Evrimciler acısından, genetik materyal olmadan kurgu yapmak son derece anlamsız olacaktır. Genetik materyal hucreye ait bilgileri icerir. Bir DNA olmadan hucreye ait diğer yapıların bilgisi saklanamayacak ve gercek bir hucre bolunmesi de gercekleşemeyecektir. Genetik materyal varlığı da yukarda acıkladığımız gibi bircok farklı sistemlerin bir arada olmasına ihtiyac duyar. Bu da bir anda Yaratılış olmadan gercekleşemez. Aslında bu yazıda, savunulan fikirlerin neden gercekleşemeyeceğine dair itiraf niteliğindeki acıklamalar da yapılmıştır. Genetik materyalin gerekliliği şoyle vurgulanmıştır:
Hucre duvarına sahip olan ancak geni olmayan bir hucre, cok fazla bir şey yapamayacaktır. Yavru hucrelere bolunebilse de kendisi hakkında hicbir bilgiyi yavrulara geciremeyecektir.
Hayat bir anda başlamıştır
Gorulduğu uzere sozde evrim teorisine somut kanıt bulamayan evrimcilerin teorik zeminde bile hipotezlerine kanıt uydurma cabaları başarısızlıkla sonuclanmıştır. Fosil kayıtlarında gorulduğu uzere ilk hucre 3.8 milyar yıl once bir anda fosil kayıtlarında belirir. Gunumuzde incelediğimiz hucrelerde bulunan tum ozellikleri ile birlikte ortaya cıkmış ve değişmeden varlığını surdurmuştur. Bundan oncesinde ise yer katmanlarında hayatın varlığına dair hicbir belirti yoktur. Yarı gelişmiş, sozde evrimleşmeye calışmış hucre kalıntıları yoktur. Yukarıda detaylarıyla acıkladığımız gibi, tam fonksiyonlu bir hucrenin varlığı haricinde canlının hayatını surdurmesi mumkun değildir. Adım adım gelişen bir hucre modeli imkansızdır.
Tesadufe dayalı işlediği one surulen doğal seleksiyon, yeni bilgi ortaya cıkarma yeteneğine sahip olmadığından proteinler ve genler gibi bilgi iceren yapıların oluşumunu acıklayamaz. Geriye ne kalır; tesaduf iddiası. tTesaduf iddiası ise insanlık tarihi boyunca ortaya atılmış en mantıksız, en gulunc, en aciz iddiadır.
Acıklanması gereken asıl konu, hayatın son derece karmaşık mekanizmasını geliştirmek icin ihtiyac duyulan bilginin nereden geldiğidir. Evrimcilerin iddia ettiği şekilde malzeme cantanızda atomlar, doğa kanunları ve tesadufler olsa da, yaşam nasıl ortaya cıkmıştır? Bu kompleks ve duzenli bilgi nasıl ortaya cıkmıştır? İşte bu soru, Darwinistler icin cevapsızdır; bu soruya evrim ile cevap bulmaya calıştıkları surece de cevapsız kalacaktır.
BBC News’in one surduğu duşunceler modern dinsiz kulturun efsaneleridir. Acıktır ki soz konusu yazı, Darwinistlerin yaşadıkları buyuk yenilgiyi bertaraf edebilmek adına giriştikleri zavallı bir cabadan ibarettir.
Biz hicbir zaman cansız maddenin yapıtaşlarının kendi başlarına kompleks ve işlevsel bir yapıyı inşa ettiklerini gormeyiz, bu ancak insandan da ustun bir aklın ve zihnin yonlendirmesiyle gercekleşir. O Akıl ise tum acıklığıyla karşımızdadır ve yarattığı her detayda Kendisini gostermektedir. O Akıl, alemlerin Rabbi olan Yuce Allah’tır.
Gokleri ve yeri altı gunde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan cıkanı, gokten ineni ve ona cıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı gorendir. (Hadid Suresi, 4)
__________________
Darwinizmin En Buyuk Acmazı: Hayat Nasıl Başladı?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●33 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Darwinizmin En Buyuk Acmazı: Hayat Nasıl Başladı?