Allah'ı bilme, tanıma, O'nu butun sıfatlarıyla oğrenme, hakkında bilgi sahibi olma.
MÂrifetullah, iki kelimeden meydana gelen bir tamlamadır. Bunlar "marifet" ve "Allah" kelimeleridir. Marifet; lugatta, herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkta yapılmış olan şey, bilme, biliş, vasıta, hoşa gitmeyen şey, tuhaflık manalarına gelmektedir. Bununla birlikte, marifet, Allah'ı O'nun isimlerini ve sıfatlarını, kudret ve iradesinin gecerliğini bilmek; alcak gonullu olmak manasını ifade ettiği gibi bilginler arasında ilim manasına da gelmektedir, ki onlara gore, her itim bir marifettir, her marifette bir ilimdir. Allah'ı Âlim (bilen) herkes ariftir, her arif de Âlimdir (Abdulkerim Kuşeyrî, Kuşeyri RisÂlesi, s. 427).
Genel olarak bu manalara gelmekte olan "marifet", Allah lÂfzı ile bir tamlama oluşturduğunda, yani "mÂrifetullah" denildiğinde ise "Allah'ın vucûd ve vahdaniyetinin bilinmesi" manasına gelmektedir.
MÂrifetullah, aslında, kişinin Allah'ı hakkıyla tanıması, bilmesi ve buna gore O'na bağlanması anlamında kullanılmaktadır. Zira, kişi, Allah'ı hakkıyla tanırsa, O'nun emir ve yasaklarına bağlanır. MÂrifetullah bilgisinde şu uc nokta yer almaktadır.
1. İzzet ve CelÂl sahibi olan Allah'ı ve O'nun birliğini bilmek, ululuğu ulu olan ve her turlu noksan sıfatlardan munezzeh bulunan zatından teşbihi red etmek ve uzaklaştırmak;
2. Allah'ın sıfatlarını ve bu sıfatların hukumlerini bilmek,
3. Allah'ın fiillerini ve bu fiillerin hikmetlerini kavramak (Hucvirî, Keşful-Mahcûb, İstanbul 1982, s. 92).
Cuneydî BağdÂdîye marifet ile ilgili bir soru sorulduğunda şoyle cevap verir: "Marifetten ve bunu elde etmenin sebeplerinden sordu. Marifet, gerek havasdan, gerek avamdan olsun bir tek marifettir. Cunku onunla bilinen şey birdir. Fakat bunun başlangıcı ve yukseği vardır. Havas, yukseğindedir. Gerci tam gayesine ve sonuna varamaz. Zira arifler katında maruf un sonu yoktur. Duşuncenin yetişmediği, akılların kapsayamadığı, zihinlerin algılayamadığı, gormenin keyfiyetine eremediği zatı marifet nasıl kapsar? Yaratıkları icinde O'nu en iyi bilenler, O'nun azametini idrakten, yahut zatını keşfetmekten aciz olduklarını en cok ikrar ederler. Cunku benzeri olmayanı idrakten Âciz olduklarını bilirler. Zira O, kadimdir, mÂsivası ile muhdestir. Zira O, kavîdir, kuvvetini bir kuvvet verenden almamıştır. Halbuki O'ndan gayrı her kavî, O'nun kuvvetiyle kavîdir. Zira O, oğretmensiz Âlimdir ve kendisinden başka bir kimseden bir fayda almamıştır. Her şeyi başkasından oğrenmekle değil, kendi ilmiyle bilir. O'ndan başka her Âlimin ilmi O'ndan gelir. Tesbih ve tenzih, bidayetsiz evvel olan, nihayetsiz baki olan kendinden başkasının bu vasfa hakkı olmadığı ve bu vasıfların kendinden başkasına yaraşmadığı Allah'a olsun"
Kur'Ân-ı Kerim'de; "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler" (el-En'Âm, 6/91) ayeti, mÂrifetullah bilgisine işaret ettiği rivayet edilmektedir. Nitekim Ebû Ubeyde'nin, ayeti "Allah'ı hakkıyla tanıyamadılar, bilemediler" şeklinde acıkladığını gormekteyiz (el-Kurtubî, el-CÂmi'li AhkÂmi'l-Kur'Ân, Beyrût 1965, VII, 37).
Omer DUMLU
MARİFET:“Tanıma”,“Bilme”
MARİFETULLAH : “İlÂhî hakikatlara vukufiyet”, “Kalbî inkişaf”, “İlÂhî sıfat ve isimlerin tecellilerine tefekkurde erişilen mertebe.
“Butun ulûm-u hakikiyyenin esası ve nuru ve ruhu marifetullahdır.”
Allah’a inanan insanın kalbi imanla nurlanmıştır. Bu, kor gozun acılmasından, işitmeyen kulağın duymaya başlamasından cok ileri bir inkişafla ruhun, Rabbine kavuşması, ona inanması ve kendini onun mahlûku bilmesidir. Şimdi sıra, O’nu tanıma vadisinde mesafeler katetmeye gelmiştir.
Kur’an-ı Kerim, mu’mine daima marifet dersleri verir. Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yÂni Allah’ı tanımaktır. Rahman ve Rahim olarak.
“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” emriyle Allah Resulune (a.s.m.) ve onun şahsında da butun ummetine marifet sahasında mesafeler katetme emri verilmiş. Biz bu emirdeki Rab isminden dersimizi alarak, oncelikle kendimizde tecelli eden İlÂhî terbiyeyi okuruz. Kanımızı, hucremizi okuruz; yuzumuzu gozumuzu okuruz; kalbimizi ruhumuzu okuruz... Hepsini en guzel ve en faydalı bicimde terbiye eden Rabbimizin rahmetini, keremini okuruz.
Okudukca O’nun rububiyetine marifetimiz artar. O’nun rahmetine marifetimiz artar. İhsanını daha guzel, daha net, daha acık seyreder oluruz.
Âyetin devamına gecer, nutfeden yaratıldığımızı ibretle duşunuruz. Bizi her şeyimizle o kucucuk şifrede yerleştiren ve onu acıp her organımızı yerli yerine koyan Rabbimizin lutfuna, rahmetine hayran kalırız.
Geceriz Fatiha sûresine.. Rabbimizi, “Rabb-ul-Âlemin” olarak tanırız. O, bizim Rabbimiz olduğu gibi, butun hayvanlar, bitkiler Âleminin de Rabbi. Sema Âleminin, arz Âleminin de Rabbi. Melek Âleminin, cin Âleminin de Rabbi. Arşın, kursinin, cennet ve cehennemin de Rabbi. Bunları duşundukce, O’nun marifetinde daha da terakki ederiz.
İnsan marifetullahda ileri gittikce hem Rabbinin keremini, ihsanını, afvını ve ğufranını daha iyi anlar; hem de O’nun kudretini, azametini, celÂl ve kibriyasını. Boylece o mu’minin ruhunda muhabbetle mehafet, yÂni Allah sevgisiyle Allah korkusu birlikte inkişaf eder. Rabbini ne kadar cok severse, korkusu da o nisbette artar.
İnsan bir zÂtı sevdi mi, onun teveccuhunu kaybetme endişesi ruhunu sarar. Sevgiyle korkunun bu sentezine “hurmet” diyoruz. Hurmette sevgi hÂkimdir, ama korku da onun yanıbaşından ayrılmaz.
Allah’a kullukta da muhabbetle mehafet beraber yururler. Her ikisi de marifetin inkişafı nisbetinde ilerler, yukselirler.
Marifet, ucsuz bucaksız sema. Marifet, sonu gelmez yolculuk. Bir kul, butun sıfatları sonsuz olan Allah’ın marifetinde ne kadar ileri giderse gitsin, onunde yine sonsuz bir mesafe vardır.
Resulûllah Efendimiz (a.s.m.), Mi’rac mûcizesinden once de, mahlûkat icerisinde tahkikî imanın son hududundaydı. Mi’rac ile, marifet semasına uruc etti. Rabbinin mulkunu kat kat gezdi. Cennetini, cehennemini gordu. Melekler Âlemini butun ihtişamı ile seyretti. O mukaddes ruhunu safha safha yucelten ve O’nu ulviyet mertebelerinde sur’atle yukselten bu bereketli seyahat sonunda, pÂk lisanından şu cumle dokulmuştu:
“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (senin lutfunla eriştiğim bu marifet mertebesine rağmen yine de) seni hakkıyla tanımayamadım, bilemedim.”
Bu mÂnÂyı ders veren bir Hadis-i Kudsi:
“Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir.”
Resulûllah Efendimiz (a.s.m.), “ben zaten semalara, cennete cehenneme ve onlarda vazife goren meleklere iman etmişim” demekle kalmayıp, Allah’ın emriyle o Âlemleri gezdiği gibi, biz de Onun bu sunnetine hic olmazsa tefekkurle uymalı, o Âlemlerde fikren gezmeli, İlÂhî sıfatların onlardaki geniş tecellilerini hayretle duşunmeli ve ruhumuzun İlÂhî marifetle her an biraz daha terakki etmesine calışmalıyız.
Allah’ın marifetinde ilerlemenin, yukselmenin yolu, bizim icin duşunmekten, okumaktan gecer. Bilhassa iman hakikatlarına ait ulvî dersleri.
“Basiret nuruyla bakanlar, muhabbet ve unsiyetin, Mahbubu devamlı olarak hatırlamakla kokleşeceğini, marifetin ise O’nun zÂtını, sıfat ve fiillerini daima duşunmekle mumkun olabileceğini bilmişlerdir.” “Marifet, fikrin devamı ile hÂsıl olur.” (İhya-yı Ulûm’dan)
Buna gore, “ben zaten iman ediyorum” diyerek tefekkurden uzak kalmak, insanı marifetullahda geri bırakır.
Etrafımızı cepecevre kuşatan mahlûklardan, meselÂ, bir yaprağa goz atalım. Biz o nazenin mahlûğu sadece rengiyle ve şekliyle tanırız. Onun hakkındaki marifetimiz, bilgimiz dar bir cercevededir. Ama, biyoloji eğitimi gormuş, bitki fizyolojisi uzerinde ihtisas yapmış bir başkası, onun hakkında makaleler doker, kitaplar yazar.
Dağ dendi mi, aklımızda sadece birkac kelime, yahut bir iki cumle canlanır. Onun hakkındaki bilgimiz, onu tanımamız bu kadar kısa, bu kadar yetersizdir. Bir maden muhendisinin bu husustaki bilgisi, marifeti ise kitaplara sığmaz.
Yaprak ve dağ; kÂinat kitabından ancak iki kelime. Ve insan bu muhteşem kitabın sadece bir yahut iki kelimesinde ihtisas sahibi olabiliyor.
Şimdi şoyle bir duşunelim: KÂinatın her yonuyle bilinmesi insan idrakini cok cok aşarsa, insanı hucre hucre, semayı yıldız yıldız, cenneti kat kat, cehennemi tabaka tabaka yaratan Allah’ın o sonsuz sıfatları hakkında insanın marifeti ne kadar noksan kalacaktır! Zaten O’nun mukaddes zÂtını hakkıyla bilmek, beşerin idrak sahası dışındadır.
Bir mu’min, omrunun butun dakikalarını marifetullahda her an terakki etmekle gecirse, sonunda soyleyeceği soz, “ben seni hakkıyla tanıyamadım” olacaktır.
Yine boyle bir omru, hep şukurle, hep ibadetle gecirse sonunda “ben sana hakkıyla şukredemedim, sana hakkıyla ibadet edemedim.” diyecektir.
Allah’ın cemali de sonsuz, celÂli de kemali de... Her mu’min bunlara iman eder. Ama marifet hususunda, aralarında buyuk farklılıklar var.
Bir tek misal:
Her mu’min CenÂb-ı Hakk’ın mekÂndan munezzeh ve her mekÂnda hazır olduğuna inanır. Butun mekÂnları ve onlarda meydana gelen butun hÂdiseleri birlikte yaratan ZÂtın, mekÂndan munezzeh ve her mekÂnda hazır olduğuna akıl da şehadet eder. Ama bu imanın, bu şehadetin kalblerde, duygularda, hislerde icra ettiği tesir noktasında, mu’minler arasında cok farklılıklar vardır. Bu hakikatı sadece sorulduğunda hatırlayan bir mu’min ile, bu imanını ruhunda hÂkim kılan ve her an İlÂhî murakabe altında bulunduğunun idraki icinde sozlerini, fiillerini ve hallerini daima kontrol altında tutan bir diğer mu’minin bu noktadaki marifetleri birbirinden cok farklıdır.
İslÂm’da tevhid esasdır. Her mu’min Allah’ın bir olduğunu bilir. O’nun eşi, benzeri, yardımcısı olmadığına iman eder. Bu, gercek bir marifettir. Ama bu marifette de nice dereceler var. “Vahdehu”nun şu tefsirine bu nazarla bakalım:
“Allah birdir. Başkasına muracaat edip yorulma. Onlara tezellul edip boyun eğme. Onların arkasına duşup zahmet cekme. Onlardan korkup titreme. Cunku Sultan-ı kÂinat birdir, herşeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin hazinesi O’nun yanındadır.” (Mektubat)
İşte bu ulvî makama ermede mu’minler arasında nice dereceler var.
İnsan, Allah’ın azametine marifet kazandıkca, ruhu huzur ve huşû ile dolar.
Onun irade sıfatına olan marifeti terakki edince, Âkıbetinden daima endişe eder. Zira, O’nun iradesine mÂni olacak bir başka irade bulunmadığına yakînen inanmıştır.
O’nun kibriyasını duşundukce, nefsinin zillet ve hakaretini daha iyi anlar; ona buyuklenme fırsatı vermez.
Herbiri sonsuz kemalde bulunan butun İlÂhî sıfatlar ve isimleri de bunlara kıyas ettiğimizde Allah’ın marifetinde terakki etmenin sonu olmadığını daha iyi anlar, bu vadide insanlar arasında bir bakıma sonsuz farklılık bulunduğunu daha iyi idrak ederiz.
İnsanın yaratılış gayesinin ibadet olduğunu beyan eden İlÂhî fermandaki bu ibadet kelimesini, buyuk Âlimlerimiz marifet olarak tefsir etmişler. İnsanın yaratılış gayesi Allah’ı tanımak ve bu vadide daima ilerlemektir, demişler. Bu mÂn gercekten de ruhumuzu tam tatmin ediyor.
Bilindiği gibi cennette, namaz, oruc, hac, zekÂt gibi ibadetler yok. Ama, marifette terakki, orada, cok daha ileri seviyesiyle, yine hukmunu icra edecek. Burada, bir bardak suda Allah’ın rahmetini okuyan, O’nu Rezzak olarak tanıyan bir mu’min, orada cennet ırmaklarından icecek, Rabbinin rezzakiyetini cok daha guzel anlayacak, daha geniş dairelerde tefekkur edecek.
Burada semayı seyreden gozler, orada Arşı seyredecekler.
Ba’s hÂdisesiyle insanlar yeniden yaratılırken, cennetin butun lezzetlerinden faydalanabilecek ve cehennemin o hayallere sığmaz acılarını cekebilecek bir mahiyete kavuşacaklar.
İşte, mu’min, bu yeni yaratılışıyla, cennette dunyadakinden cok daha fazla lezzet alacak; tefekkuru, hayreti, şukru ve marifeti de o nisbette artacaktır.
Bu dunyadaki nimetler, cennettekilerin yanında golge gibi. O halde, oradaki marifet de bu dunyadakinden o derece ileri olmalı.
Prof. Dr. Alaaddin Başar
__________________
MÂrifetullah
Dini Bilgiler0 Mesaj
●32 Görüntüleme