Merhaba arkadaşlar.Yanan dede ya da Yaman dede ismini hic duydunuz mu bilmiyorum.Ama 2 sene oncesine kadar ben de bilmiyordum.Hristiyan bir ailenin cocuğu olarak doğup ileride muslumanlıkla şereflendi.Peygamber Efendimiz(sav)i tanıdığı andan itibaren ona karşı derin bir saygı ve muhabbet besledi.Onun bu aşkını bilenler artık ona Yanan dede demeye başladılar.Oğretmenlik yaparak gecimini sağlardı , oğrencileri tarafından cok sevilirdi.

YAMAN DEDE YANAN DEDE
MevlĂ‚nĂ‚’nın izinde bir aşk yolculuğu Yaman Dede’nin hikayesi...


Kendi ağzından anlatıyor:
Ruştiye birinci sınıfta iken 13 yaşımda idim. Bu sınıfta Arapca ve Farsca dersleri başlar. Butun dersleri sevmeme karşın Turk edebiyatı ile birlikte Arapca ve Farscaya pek duşkundum.
Ruştiye ikinci sınıfta ders yılının ortalarındayız. Farsca hocamız, Şeyh Sadi’nin Gulistan’ını okuturdu. Arada sırada başka manzumeler de yazdırırdı. Bir gun siyah tahtaya yazdığı birkac beyit kalbimi tutuşturmaya yetti. O beyitleri bugun gibi hatırlıyorum. Mesnevî’nin ilk beyitleri idi:
Bişnev in cun şikayet mî kuned
Ez cudĂ‚yîhĂ‚ hikayet mî kuned
Kez neyistÂn ta mera bubrideend
Ez nefirem merd u zen nalideend
Sîne hĂ‚hem şerha şerha ez firĂ‚k
TĂ‚ bigûyem şerh-i derd-i iştiyak.
Tahtaya yazılan ‘MevlĂ‚nĂ‚’ ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit sinemi hakikaten şerha şerha etmişti. O andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başladım. Şiddetle yakan fakat anne bûsesi kadar tatlı gelen alevler ic alemimi kaplamıştı.”
Yaman Dede, ya da Musluman olmadan onceki adıyla Diyamandi Keceoğlu, MevlĂ‚nĂ‚ ile tanışmasını bu etkileyici cumlelerle anlatıyordu. O İslam’ın tum kurum ve değerleriyle ikinci plana itilmeye calışıldığı bir donemde yaşadı. Kulturu, edebiyatı, tarihi, hĂ‚sılı her şeyiyle İslam ya da onun son temsilcisi Osmanlı’nın neredeyse lanetlendiği yıllardı Diyamandi Molla’nın İslam’ın ulvi ateşiyle yanıp tutuştuğu donemler... O sıradışı bir insandı. Kayserili bir Hıristiyan Rum genci olmasına rağmen Farsca derslerinde Mesnevî’den ve İslam klasiklerinden beyitler ezberler, din dersine gayrimuslim talebeler girmezken sınıfta oturur ve bir Musluman gibi ilmihal bilgilerini, Resulullah’ın (sas) hayatını, İslam’ın inanc esaslarını oğrenirdi.
Her şeye rağmen o zamanlar hayatta olan lisan zevki, şiir ve edebiyata olan duşkunluk, bu alanlarda uzman kıymetli zĂ‚tların o yıllarda hayatta olması kucuk Diyamandi’nin farkında olmadan İslam’a yonelmesindeki etkenler arasındaydı. Yine bir Rum genciydi; ama İslam’a duyduğu sevgi farkında olmadan gun gectikce artıyor, icinde filizlenmekte olan iman ciceği her gecen gun dal budak sarıyordu. İcin icin yanan bu ic yangını kimselereanlatamıyordu. Cevresi onu hĂ‚lĂ‚ Hıristiyan olarak biliyordu.
Din derslerinde ayetler, hadisler ezberleyen, Arapca ve Farsca hocalarından ozel dersler de alan Diyamandi, liseyi birincilikle bitirir. Universite tahsili icin İstanbul’a hareket eder. İstanbul’da Hukuk Fakultesi’ne kaydolan “Yamandi Molla”, okulu bitirdikten sonra devlet kademesinde gorev alır. Bu sırada ozel hocalardan edebiyat ve İslamî ilimler okumaya devam eder. Kendi ifadesine gore artık hidayeti bulmuş, lisana dokemese bile kalpten Kelime-i Şehadet-i coktan kabul etmiş ve gizli Musluman olarak yaşamaya başlamıştır. Meşhur Mevlevi dedelerinden Ahmed Remzi Dede’den Mesnevî okur. Mesnevî’de MevlĂ‚nĂ‚’nın mikrobu, aşıyı haber verdiğini gorunce aşkı ve hayranlığı kat kat artar. Mikroplardan bahseden beyit şoyledir:
ZerhĂ‚ dîdem dehĂ‚ nîşĂ‚n cumle bĂ‚z,
Ger begûyem horde, şĂ‚n gerdad dirĂ‚z
(Ağızları hep acık zerreler gordum/ Onların ne kadar kucuk olduğunu soyleyecek olsam uzun gider.)
Genc Diyamandi MevlĂ‚nĂ‚’nın hayata gozlerini yumacağı tarihi bir beyitte ebced hesabı ile ifşa ettiğini de gorunce artık ona cok daha buyuk bir muhabbetle hayran olur. Bu Mesnevî’nin 28’inci beytidir:
Her ki, o ez hem zebanî şud cudĂ‚
Bî nidĂ‚ şud gerci dĂ‚red sad nidĂ‚
(Her kimse ki, soyleştiği kimseden, muhatabdan uzak duşer/ Yuz sesi, yuz dili olsa da sessiz ve dilsiz kalır)
Ebced değeri Hazret-i Pir’in hicri vefat tarihi olan 672’dir. MevlĂ‚nĂ‚, yine bir başka beytinde “Birinci ‘ibret’te benim icin ağlayacaksınız” demiştir. “İbret” kelimesinin ebced değeri de yine 672’dir.
Ankara Radyosu’nda ceşitli Mevlevi buyuklerinin hayatını anlatan sohbet programı yaptı. Bu programlar, o donemin edebiyatseverlerinin dikkĂ‚tini cekti. Kısa surede bu cevrelerde kendine kıymetli bir yer edindi.
-------------------------------------------------------------------------------------------
Muslumanlığını îlanı
Azınlıklara mensup kız ve erkek liseleri olmak uzere ceşitli okullarda Turk Edebiyatı ve Farsca okutan Yaman Dede, devlet hizmetinden ayrılır, eğitimciliğin yanı sıra serbest avukatlık yapmaya başlar.
Anadolu’nun ceşitli illerinde MevlĂ‚nĂ‚ ve Mesnevî konulu konferanslar verir. Ancak halen gizli bir mumindir. Namazını en kuytu semtlerin kucuk mescitlerinde kılmakta, Ramazan aylarında oruclarını gizli gizli tutmaktadır. Kızı ve eşi onun İslam’la şereflendiğinden habersizdir. O gunleri anlattığı notlarında, “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruclar tuttum; ama ailem bunu hic bilmedi!” şeklinde anlatır. Avukatlıktan cok zamanını okuldaki derslerinde gencliğin MevlĂ‚nĂ‚’yı ve manevi aşkı tanımasına sarf etmektedir.
15 Şubat 1942 tarihi onun icin donum noktası olur. Bu tarihte resmi olarak adını ve dinini değiştirir ve Mehmet Abdulkadir Keceoğlu adını alır. Ailesi de artık durumu oğrendiğinden onun icin ızdıraplı bir donem başlamıştır.
--------------------------------------------------------------------------------------------
Ceketini alır ve evden ayrılır
Uskudar’daki evinde Musluman olduğunu 1942’nin bir Şubat gecesi cok sevdiği kızı ve eşine acar. Karısı ve kızı o an “eyvah” diyerek feryadı basarlar. Haber Patrikhane’ye kadar ulaşır. Donemin metropolitleri din adamları, ya Hıristiyanlığa geri donmesi ya da karısından boşanması konusunda Yaman Dede’ye baskı yaparlar. Dede, zor bir karar alır. Yerde dizlere kadar kar, havanın bıcak gibi kestiği soğuk bir şubat gecesi ailesine: “Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın uzulmeyiniz. Aşk, ızdırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve icindekiler size kalsın. Elveda!” der ve dediği gibi ceketini alır ve ayrılır.
Uskudar, Selamsız Yokuşu’ndan iskeleye iner. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınlar. Sabah ilk vapurla Karakoy’deki avukatlık burosuna gecer. Birkac gece burada yatıp kalkar. Dostlarının, oğrencilerinin evlerine misafir olur bazı geceler. O artık “Bahtiyar Bir Surgun”dur.
---------------------------------------------------------------------------------------------
Talebeleri her şeyiydi
Bundan sonra İstanbul İmam Hatip Okulu ve Y. İslam Enstitusu’nde de Farsca dersleri vermeye başlar. Bugun her biri kendi branşında otorite olan Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Prof. Dr. Emin Işık, İstanbul eski Muftusu Selahaddin Kaya, Osman Nuri Topbaş gibi pek cok oğrenci Farscayı ondan oğrenir. MevlĂ‚nĂ‚’yı onun ağlayarak anlattığı derslerden tanırlar. Allah, Resûlullah, MevlĂ‚nĂ‚, Konya, aşk deyince hemen ağlamaya başlayan Yaman Dede, bu kuşağın zihninde derin izler bırakır. Dostlarının tanıştırması ile ilkokul oğretmenliğinden emekli Hatice Hanım’la evlenen Dede, eski hanımı ve kızını zaman zaman telefonla arayarak hediye ve ikramlarda bulunmayı omur boyu ihmal etmemiştir. Hatice Hanım ise 31 Aralık 1985’te vefat etmiştir.
--------------------------------------------------------------------------------------------
Hasta yatağında gelen vecd
Bir gun Konyalı merhum Dr. Ali Kemal Belviranlı, dostları diş hekimi Nuri Yılmazgil, Fevzi Ozcimi ve M. Şevket Eygi’yle birlikte Dede’yi hasta yatağında ziyaret eder. Dedeye, “Yanan Kalbe Devasın Sen” naatını bestelediğini soyler Ali Kemal Bey. Dede pek memnun olur ve misafirler koro halinde rast makamında bestelenen naatı okurlar. Once hıckırıklara boğulan dede, birden yatağından fırlar, cezbeye gelerek, semazenler gibi donup kendini duvardan duvara gozyaşlarıyla vurmaya başlar. Olan olmuştur. Yorgun ve bitkin hĂ‚li gitmiş, vecd haliyle donmeye başlamıştır. Muhtereme refikası Hatice Hanım iceri girerek: “Ne olur, lûtfedin. Devam etmeyin. Hastadır, yakında kalb krizi gecirdi, boyle bir hĂ‚le tahammulu yoktur.” der. O ziyaretten sonra cok gecmeden de fani dunyadan ayrılır (3 Mayıs 1962).
Sevenlerinin omzunda Kadıkoy Osmanağa Camii’nden Cicekci Camii’nin hemen kapı karşısındaki Karacaahmet Mezarlığı’nın Eski Uskudarlılar Mezarlığı bolumu 8. Ada girişine kadar omuzlarda taşınır ve hemen soldaki bolume defnedilir. Fatihalar yoldaşı, mekĂ‚nı Cennet olsun. Amin.
---------------------------------------------------------------------------------------------
Yaman Dede (Diyamandi Keceoğlu) (1887-1963)
Yaman Dede, 1887 tarihinde Talas’ta doğdu. Babası bir Ortodoks ve iplik/pamuk tuccarı olan Yuvan, annesi Afurani Hanım’dır. Yaman Dede’nin ilk adı Diyamendi Keceoğlu’dur. Yaman Dede ilkokulu Ortodoks mektebinde okudu. İdadinin ucuncu sınıfında, Farsca dersinde MevlĂ‚nĂ‚’nın şiirleri ile tanışan Yaman Dede, MevlĂ‚nĂ‚’ya derin bir aşkla bağlandı. 1907 yılında İstanbul’a gitti. İcindeki derin hislerle İstanbul’da Galata Mevlevihanesi’ne devam etti, Ahmet Celalettin Efendi’nin Mesnevî derslerinden ve Kayserili Ahmet Remzi (Akyurek) dedenin sohbetlerinden istifade etti.
1909’da İstanbul Hukuk Mektebi’ne girdi. 1913 yılında mezun olup Beyoğlu 1. Hukuk Mahkemesi’nde gorev aldı. 1932 yılında bu gorevden istifa edip serbest avukatlığa başladı. İstanbul’un ceşitli liselerinde oğretmenlik yaptı. Yaman Dede 1942 yılında İslamiyet’i kabul etti, Mehmet Kadir Keceoğlu adını aldı. Şaire Yaman Dede adını Diyamandi’den cevirerek Ahmet Remzi Dede vermiştir. Yaman Dede, 1947 yılında emekli oğretmen Hatice Hanım’la evlenmiştir.
Olunceye kadar her yıl Konya’ya gidip MevlĂ‚nĂ‚’yı ziyaret eden Şeb-i Arus gunlerine katılan Yaman Dede’ye yakın dost ve arkadaşları, icinde taşıdığı manevi aşktan dolayı “Yaman Dede” demeyi uygun bulmuşlardır.
--------------------------------------------------------------------------------------------
Guzel sozleri
- Allah hep lûtfeder. Kahır gibi gorunmesi bizim bakışımızın kotuluğundendir.
- Doktorun ustalığına guvenirsek verdiği ilac acı da olsa, tatlı da olsa alırız. Allah’ın nimetlerini seviyor, belalarına kızıyorsak O’na guvenmiyoruz demektir!
- Namaz kılmak!... Aman Allah’ım o ne buyuk nimettir! Kanımla, gozyaşımla abdest alabilsem, kızgın sac ustunde namaz kılabilsem. Yanarak, kavrularak namaz kılabilsem. Namaz kanadını acmadıkca hakikate ucamazsınız!
- Namazın bir saniyesi yanında tum kainat bir saman copu bile olamaz.
- Dinlerin hakikĂ‚tine inenler, Allah’a yaklaşırlar. Hıristiyan ve Yahudiler dinlerini iyi inceleseler yolları mutlaka Aşk-ı Muhammedi’ye cıkar.
----------------------------------------------------------------------------------------------
Ahmet Kahraman anlatıyor:
“Yaman Dede 1959-1960 doneminde Farsca dersimize geliyordu. Bir gun dersler bitti, okuldan cıktık. Taksim’e doğru gidiyorum. Alman Sefareti (elciliği) civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var. Halsiz, mecalsiz, başı hafifce sağ one duşmuş, boynu bukulmuş, oyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve: ‘Hocam, hayırdır, gecmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız?’ dedim. Baktım Hoca ağlıyor. ‘Hocam nicin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?’ dedim. Şoyle cok ince, cok tiz, cok gevrek, ipil ipil dokulen bir sesle: ‘Hayır yavrum hayır!’ dedi. ‘Resulullah (sas) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor.” (Bkz, Yaman Dede Belgeseli, Mustafa Ozdamar, shf: 191)
--------------------------------------------------------------------------------------------
Fahri Duran Hoca Yaman Dede’yi anlatıyor
1982’de hacdan karayoluyla donuyoruz. Halep’te Zekeriya Aleyhisselam’ı ziyaret etmek istiyoruz. Camiye girdik, her direğin dibinde bir adam var. Sesli sessiz kimisi Kur’an okuyor, kimisi ilahi, kaside filan derken, bir de baktık ki, o direklerden birinin dibinde bir adam, bir Arap, Turkce bir kaside soyluyor ama, yakıyor kavuruyor etrafı. Soylediği kaside şu:
Yak sinemi ateşlere, efgĂ‚nıma bakma
Ruhumda yanan ateşe nîrĂ‚nıma bakma
Hic sonmeyecek aşkıma imanıma bakma
Ağlatma da yak, hal-i perişanıma bakma! Allah, Allaaah. Şaşırdım kaldım. Neyse sonra, adam kasideyi bitirince yanına vardım, bu kasideyi kimden oğrendiğini sordum. “Turk musunuz?” dedim. Arap’mış. “Peki bu kasideyi nereden oğrendiniz?” dedim. “Burada, Suriye’de.” dedi. Allah Allah, dedim, bu kaside bizim Yaman Dede’mizin. Siz kimden oğrendiniz?”
“Urfalı bir TIR şoforu var, o belletti bana.”
“Allah Allah, dedim, bizim Dede’nin manzumesi Halep’te, Zekeriya Aleyhisselam’ın camiinde hic Turkce bilmeyen guzel sesli bir Arap’ın ağzından yakıyor, kavuruyor etrafı. Subhanallah, subhanallah.” (a.g.e, shaf: 235)
İşte Yanan dede'nin Paygamber Efendimiz(sav)e olan derin sevgi ve muhabbettini kelimelere doktuğu o guzel şiiri :

Dahilek Ya Resulallah(sav)

Gonul hûn oldu şevkınden boyandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h
Nasıl bilmem bu nîrĂ‚na dayandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h
Ezel bezminde bir dinmez figĂ‚ndım yĂ‚ ResûlallĂ‚h
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Yanan kalbe devĂ‚sın sen, bulunmaz bir şifĂ‚sın sen
Muazzam bir sehĂ‚sın sen,dilersen reh-numĂ‚sın sen
Habîb-i KibriyĂ‚sın sen,Muhammed MustafĂ‚’sın sen
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Gul acmaz, cağlayan akmaz, İlĂ‚hî nûrun olmazsa
Soner Ă‚lem, nefes kalmaz,felek manzûrun olmazsa
FirĂ‚k ağlar, visĂ‚l ağlar,ezel mestûrun olmazsa
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Erir cĂ‚nlar o gul-bûy-ı revĂ‚n-bahşın hevĂ‚sından
Guneş titrer, yanar dîdĂ‚rının, bak, ihtirĂ‚sından
PerîşĂ‚n bir niyĂ‚z inler hayĂ‚tın muntehĂ‚sından
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Susuz kalsam, yanan collerde cÂn versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
Alevler yağsa goklerden ve ben messeylesem duymam
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Ne devletdir yumup aşkınla goz, rĂ‚hında cĂ‚n vermek
Nasîb olmaz mı SultĂ‚nım haremgĂ‚hında cĂ‚n vermek
Sonerken gozlerim Ă‚sĂ‚n olur Ă‚hında cĂ‚n vermek
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Boynu buktum, perîşĂ‚nım, bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu Ă‚teşden doner pĂ‚yinde tezkîri
Ne dem gonlum murĂ‚d eylerse taltîf eyle Kıtmîr’i
CemĂ‚linle ferah-nĂ‚k et,ki yandım yĂ‚ ResûlallĂ‚h.

Şiirde gecen bazı kelimelerin anlamı :
Dahilek: Sana sığındım
Hûn: Hor ve zelil olmak
Şevk: Arzu
NîrĂ‚n: Narlar,
ateşler
Bezm:Sohbet meclisi
FigĂ‚n: Bağırıp,
cağırma
CemÂl: Guzellik,
yuz guzelliği
Ferah-nĂ‚k: Neşeli,
sevincli
Muazzam: Buyuk
SehÂ: Comertlik
Reh (rÂh): Yol
Reh-numÂ: Yol gosteren
Habîb-i KibriyĂ‚: Hz.
Peygamberimizin ozel
sıfatlarından
Felek: Gok, devir
Manzûr: Bakış
FirĂ‚k: Ayrılık
VisĂ‚l: Kavuşma
Mestûr: Ortu
Bûy: Koku
RevÂn: Giden
DîdĂ‚r: Gorunme, yuz
İhtirĂ‚s: Arzu
MuntehÂ: Sona erme
Messeylesem: Dokunsam
HaremgĂ‚h: Kişinin
kendisine ozel, herkesin
giremediği yer
ÂsĂ‚n: Kolay
Leb: Dudak
PÂy: Ayak, takat, iz
Tezkîr: Hatırlamak
Taltîf: İltifat, değer
Kıtmîr: AshĂ‚b-ı Kehf’in kopeğinin adı

Bu ne guzel aşk,ne guzel muhabbet değil mi?Peygamber Efendimiz(sav)e olan sevgimizin,saygımızın,bağlılığımızın en guzel orneklerinden birisi de Yanan dede'dir.Tum baskılara rağmen İslamiyete dahil olmakla şereflenen Yanan dede gercek muslumanlığın da ne olduğunu gosterecek bir ornek insandır.O'nu saygıyla muhabbetle anıyoruz ve gonlundeki Peygamber aşkı inşallah bize de nasip olur diyoruz.

__________________