MUHTEŞEM SULEYMANİYE
Osmanlı mimarisinde yapılacak abide eserler şehre hakim bir yere yapılır, bakılınca hemen goze carpacak yukseklikte inşa edilirdi. Takip edilen bu usul Sinan’ın eserlerinde daha belirgin olarak karşımıza cıkar. Suleymaniye camisini de İstanbul’un şehre hakim tepelerinden birisine inşa etmiştir. Şair Yahya Kemal Beyatlı bu yer secimini ne guzel ifade eder:
“Gorebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Secmiş İstanbul’un ufkunda bu kutsî tepeyi.”
18 Haziran 1550’de Şeyhulislam Ebussud Efendi’nin temele ilk taşı koyması ile başlayan inşaatın temel calışmaları uc yıl surmuştur. Zeminin, caminin ağırlığını taşıyabilmesi icin Halic’e kadar yirmişer metre aralıklarla buyuk bentler yapılmıştır. Buyuk yapıları, depreme karşı dayanıklı olması icin dilatasyonlu(1) yaparlar. Hayrete şayandır ki Sinan, Suleymaniye’yi dilatasyonsuz yapmıştır. Peki bu muazzam yapının depreme karşı dayanıklılığı nasıl sağlanmıştır? Bu sualin cevabı insanı hayrete duşurur. Sinan, caminin temelini, kubbesinin yerden yuksekliği kadar derin kazmıştır. İnsanı asıl hayret ettiren şey, bu derin temeli duz değil de kure şeklinde yapmış olmasıdır. Şayet cok şiddetli bir depremle karşılaşılırsa Suleymaniye’nin başına gelecek akıbet muhtemelen yıkılmadan yana yatmaktır. Rahmetli olmuş muhterem bir mimarımız Suleymaniye hakkında şoyle demektedir: “Eğer cok şiddetli bir deprem olursa Suleymaniye bir top gibi yuvarlanarak Halic’e duşer.” Sinan, deprem anında kubbenin duşmemesi icin de kubbeyi demir bir halatla cevreleyerek desteklemiştir. Deprem karşısında dayanıklılığı temin eden bir diğer unsur da temelinin ızgara sisteminde olmasıdır. Temel; icinde bir insanın rahatca yuruyebileceği yollardan oluşur. Bu yollardan caminin butun muştemilatına su dağıtan kanallara gidilebileceği gibi caminin orta kısmına da cıkılır. Bu sistem sayesinde caminin yazın serin, kışın sıcak olması sağlanmıştır. Maalesef gunumuzde, bu yolların dış avluda bulunan girişi taş kapaklarla kapatılmıştır. Caminin icine cıkan yerler de ortulmuştur. Bu muhteşem sistemin caminin klimatizasyonunun (kışın sıcak, yazın serin olmasının) yanında ses akustiğine ve hava sirkulasyonuna da katkısı vardır. Pencerelerin de hava sirkulasyonunda onemli yeri vardır. Oyle ki camide yanan kandillerin isi, oluşan hava akımı sayesinde ic avluya acılan ana kapının ustundeki is odasında toplanmış, boylece cami kirlenmemiştir. Ayrıca toplanan bu islerden en kaliteli cini murekkebi imÂl edilmiştir.
Camide ses akustiğini sağlayan en onemli unsur, Mimar Sinan’ın kubbeye yerleştirdiği, derinliği ve eni 50 cm olan 64 tane kuptur. Dış kubbe ile ic kubbe arasına bir metrelik boşluk bırakması da hem akustiğe hem de caminin klimatizasyonuna katkı sağlamıştır. Mimar Sinan, ses akustiğini ayarlarken caminin muhtelif yerlerinde nargile hopurdetmiştir. Koca Sinan’ın kadrini bilemeyen ve onu cekemeyen bazı kimseler bunu padişaha, “Sinan camide zevk u sefa peşinde” diyerek şikayet bile etmişlerdir. Sinan’ın, akustiği sağlamak icin Suleymaniye’de uyguladığı tekniklerin aynısını Ankara Kocatepe camiinde uygulamışlar, fakat başarılı olamamışlardır. Bu da gosteriyor ki aradan 400 yıl da gecse, teknik ve bilimde goz kamaştırıcı değişiklikler de olsa yine de Sinan’a yaklaşabilen bir mimar cıkmamıştır.
Ayasofya’da kubbe tonozlarla desteklenirken Suleymaniye’de yarım kubbelerle desteklenmiştir. Bu tarz, camiye ayrı bir zerÂfet kazandırmıştır. Ayasofya ve bircok buyuk yapıtta kubbe dikey olarak yukselirken Suleymaniye’de yerden derece derece yukselir. Ceyrek kubbeler, yarım kubbeler ve nihayet buyuk kubbe. Butun bu kubbeler arasındaki tenasup insana bedii bir zevk verir. Ayrıca bu durum tasavvuftaki “kesrette vahdet, vahdette kesret vardır” sozunun mimariye aksetmiş halidir. Butun kubbeler vahide yani ana kubbeye kapanır ve oradan tekrar derece derece diğer yarım ve ceyrek kubbelere doner.
Camide, temsillerin de onemli bir yeri vardır. Mesela dort tane minare Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki 4. padişah oluşunu, on tane şerefe de Osmanlı’nın 10. padişahı oluşunu temsil eder. Kubbe Peygamber Efendimizi temsil eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) nasıl Allah’tan aldığı emirleri, Allah’ın sozlerini insanlara ulaştırmışsa kubbe de mihrapta okunan Kuran’ı (Allah’ın sozlerini) toplayıp yankı yoluyla insanlara ulaştırır. Camideki dort ana sutun dort halifeyi temsil eder. (Hz. Ebubekir, Hz. Omer, Hz Osman, Hz. Ali) Bu sutunların birisi Baalbek’ten, Saba Melikesi Belkıs’ın sarayının harabelerinden getirilmiş. Bir diğeri Mısır-İskenderiye’den getirilmiş. Diğer ikisinden birisi İstanbul’daki Kıztaşı semtinden diğeri de saraydan getirilmiştir. Camideki yeşil mermerler Arabistan’dan, beyaz mermerler de Marmara Adası’ndan temin edilmiştir. Kapılar abanozdandır. Avlu revakları somaki, granit ve mermerdendir. Her biri kucuk bir cami buyukluğundeki fil ayakları da, ahenk ve zarafetin tamamlayıcı unsurlarıdır. Caminin ic alanı Afrika’dan getirilen 300 devekuşu yumurtasıyla suslenmiştir. Orumceklerin camide ağ yapamayıp caminin temiz kalmasının sırrı da bu devekuşu yumurtalarıdır.
Camide dikkatimizi ceken bir diğer ozellik de, uzunlukların rasgele secilmiş olmayıp, hepsinin ebced hesabında belli bir karşılığının olmasıdır. Bu konuya bir ornek vermekle yetinelim: İstanbul’da minarelerinin uzunluğu farklı olan tek cami Suleymaniye’dir. Minarelerinin ikisi 66 arşın, diğer ikisi de 94 arşındır. “Allah” lafzının ebced hesabıyla karşılığı 66 dır. “Muhammed” lafzının ebced hesabıyla karşılığı da 94 tur. Allah ve Rasulunun sevgisini minarelerle de haykırmak isteyen ecdadımıza Allah rahmet eylesin. Ellerini goğe doğru acmış, dua eden insan siluetini andıran minareler, kim bilir nasıl zikrediyorlardır, nasıl dua ediyorlardır?..
Mimar Sinan, caminin temelini attıktan sonra temelin oturması icin bir yıl sureyle ortadan kaybolmuş ve bu zaman zarfı icinde de Bağdat’tan Arafata uzanan Ayn-ı Zubeyde denilen su yollarını tamir etmişti. Bir yıl sonra tekrar donmuş ve inşaata başlamıştı. Maddî imkansızlıklar sebebiyle inşaatın durduğunu zanneden İran kralı Şah Tahmasp, mucevherlerle dolu bir kutuyu, icinde kucumser ifadelerin de bulunduğu bir mektupla birlikte Kanuni’ye gonderdi. Bunun uzerine Kanuni, Mimar Sinan’a donerek: “Bu gonderdiği taşlar benim camiimin taşları yanında pek kıymetsizdir. Tez bunları oteki taşlara karıştırıp bina eyle!” dedi. İran sefirinin hayret dolu bakışları arasında Mimar Sinan taşları harca karıştırdı ve bu mucevherlerden oluşan harc caminin minarelerinin birisinde kullanıldı.
Yine caminin inşaatı sırasında yabancı krallardan birisi caminin mihrabında kullanılmak uzere kıymetli bir mermer gonderdi. Bu durumdan şuphelenen Sinan, mermeri yardırdı ve icine ustalıkla yerleştirilmiş olan hacı tespit etti. İbret olsun diye de bu mermeri herkesin basıp gececeği bir yere koydurdu. Ana kapıdan ic avluya cıkıldıktan sonra dış avluya acılan sol taraftaki kapının ağzında bulunan kırmızı renkli mermere dikkatlice bakılırsa hÂl o hac fark edilebilir.
Rivayete gore cami yapılırken birkac cocuk minareye bakar ve iclerinden birisi: “Yahu goruyor musunuz, minare eğri” der. O sırada oradan gecen Sinan bu sozleri duyar ve cocuğun yanına yaklaşarak: “Hakkın var, minare biraz eğri. Hemen bir urgan bulup, minareyi doğrultalım” der. Urganı minareye bağlatır ve guya duzeltiyormuş gibi işcilere cektirir. Sonra cocuğa donerek: “Duzeldi mi evlat” diye sorar. Cocuk da: “Tamam Efendim, şimdi duzeldi.” der. Olayı hayretle izleyen ve nicin boyle yaptığını soran kalfalara Sinan: “Eğer boyle yapmasaydım, minarenin eğri olduğu inancı cocuğun bilincine yerleşecek ve belki de bu cocuk ileride bir cok kimseyi minarenin eğri olduğuna inandıracaktı.” cevabını verir. Bu hikayeden Mimar Sinan’ın aynı zamanda iyi bir eğitimci olduğunu da anlıyoruz.
Caminin hatlarını Hattat Karahisari ve talebesi Hasan Celebi cizmiştir. Hattat Karahisari kubbeye Nur Suresindeki “Allah gokleri aydınlatmıştır” ayetini yazarken işine o kadar yoğunlaşmıştır ki son harfin son duzeltmelerini yaparken daha fazla dayanamamış ve gozlerinin feri tukenmiştir. Bu buyuk insan, bu cami icin canla başla calışırken iki gozunu de camiye hediye etmiştir. Caminin kalan hatlarını talebesi Hasan Celebi tamamlamıştır.
Camideki 138 parca pencerenin ustası da İbrahim Usta’dır. Ozellikle renkli pencerelerden giren ışık insanı buyulemektedir. Suleymaniye camiinin kursusunu yapan sanatkar ihlasla o kadar uğraşmış ki kursunun yapımı caminin yapımından uzun surmuştur.
Suleymaniye camiinin maddi ihtişamının yanında manevi sekinetinin, ruhani boyutunun on planda olmasının en onemli sebeplerinden birisi de mimarından hattatına, camcısından dulgerine, taşcısından marangozuna, tezhipcisinden boyacısına, cinicisinden doşemecisine, demircisinden işcisine hep ihlas ve samimiyetle calışmış olmasıdır. Suleymaniye camisi adeta maneviyatın taşa tahtaya işlendiği bir camidir. Ruhlarındaki estetiği taşa, tahtaya aksettiren binlerce işcisi ve mimarıyla yapılan bu caminin manevi boyutunu sonradan keşfeden Yahya Kemal: “Bir zaman hendeseden abide zannettimdi.” diyerek, bir zamanlar sadece muhendislik abidesi zannettiğini, sadece maddî ihtişamından haberdar olup manevî boyutunu fark edemediğini, manevî boyutuna ancak bu sabah vakıf olabildiğini “Suleymaniye’de Bayram Sabahı” isimli şiirinde ifade etmektedir.
İnşaatının uzaması, yaşı bir hayli ilerlemiş olan Kanuni’yi, caminin acılışını gorememe noktasında endişelendiriyordu. Bu arada Mimar Sinan’ın padişah nezdindeki itibarını kıskanan bazı paşalar vardı. Bunlardan bazıları padişaha: “Sultanım! Kubbenin duracağı şuphelidir!” derken kimileri de Sinan’a turbe inşa ettirmesini, turbenin, caminin tamamlayıcı bir unsuru olduğunu soylemişler, Sinan da turbe inşaatına başlayınca padişaha: “Hunkarım Sinan, camiyi bıraktı da kendisine turbe inşa etmekle meşgul, sizin işinizi ağırdan alıyor” diyerek, Sinan hakkında yalan haberler cıkarmışlardı. Bu soylentiler ustune sabrı busbutun tukenen Kanuni, ofkeli bir şekilde Sinan’a: “Mimarbaşı! Nicin benim camimle meşgul olmayıp muhim olmayan işlerle vakit gecirirsin? Ceddim Sultan Mehmet Han'ın mimarı sana ornek olarak yetmez mi? Bana, bu bina ne zaman biter, tez haber ver!” deyince Mimar Sinan, Sultan’ın bu hitabı karşısında şaşırmış ama sukunetle şu cevabı vermişti: “Saadetli padişahım! Devletinde inşallah iki ayda tamam olacaktır.” Sinan’ın bu cevabı karşısında bu sefer Kanuni şaşırmış ve neredeyse Sinan hakkında soylenen dedikodulara inanacak olmuştu. Cunku caminin daha epey vakit alacak işleri vardı ve iki ayda tamamlanması onlara gore hayalden başka bir şey değildi. Ancak bu iki aylık sure icerisinde Sinan gece gunduz calışmış ve camiyi ibadete acılacak hÂle getirmişti. 7 Haziran 1557 yılında caminin acılışı icin toplanan kalabalığın onunde Sinan, caminin anahtarlarını Kanuni’ye uzatmıştı. Kanuni ise anahtarı tekrar Sinan’a uzatarak: “Bina eylediğin beytullahı, sıdk-u safa ve dua ile senin acman evladır!” dedi. Sinan ise o an Hattat Karahisari’nin fedakarlığını duşunerek tevazu icerisinde: “Hunkarım! Dilerseniz camiyi acma şerefini, hatlarıyla camiyi suslerken gozlerini feda eden Hattat Karahisari’ye bahşediniz!..” dedi. Bunun uzerine Kanuni ve orada bulunanların gozyaşları arasında camiyi Hattat Karahisari actı.
Suleymaniye camiini kulliyelerinden ayrı duşunemeyiz. Caminin maliyetinin 6-7 misli kadar kulliyelere harcandı. İmaret (aşevi), kervansaray, daruşşifa, tabhane, tıp medresesi, diğer medreseler, subyan mektebi, darul hadis mektebi, hamam ve dukkanlardan oluşan kulliye caminin ihtişamına uygun ve caminin goruşunu engellemeyecek tarzda inşa edilmiştir. Ayrıca caminin kıble istikametindeki bahcesinde Kanuni’nin turbesi, Hurrem Sultan’ın turbesi ve darulkurra yer almaktadır.
Avrupa’da son asırlara kadar buyuk yapıtlar icin bahce duzenlemesi yapılmamış, yapının yanına ağac dikilmemiştir. İlahi sanat eserlerini kendi mimarisinin tamamlayıcı unsuru olarak goren Sinan, Suleymaniye’nin bahcesine cınar ağacları diktirmiştir. O hicbir zaman ağacı, batılılar gibi kendi eserine rakip olarak gormemiştir.
Eseri kadar tevazusu da muhteşem olan Sinan, kendi turbesini caminin avlusuna yaptırmamıştır. Gayet sade olan turbesi, caminin dışında, şu anda İstanbul Muftuluğunun bulunduğu yerin hemen yanındadır.
Mimar Sinan, Şehzadebaşı camisi icin cıraklık eserim, Suleymaniye camisi icin kalfalık eserim, Selimiye camisi icinse ustalık eserim demektedir. Nice baş mimar Sinan gibi bir kalfa veya Sinan gibi bir cırak olmak istemez ki...
Bizler de ecdadımız gibi uretici ve yapıcı insanlar olmalıyız. Tuketen ve yıkan insanlardan oluşan memleketler kısa zamanda harap olurken ureten ve yapan insanlardan oluşan memleketler imar olur. Mehmet Akif ne guzel der:
“Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu en colpa herifler de emin ol, becerir.
SÂde sen gosteriver “İşte budur kubbe!” diye,
İki ırgatla iner şimdi Suleymaniye...
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhÂt o zaman,
Bir Suleyman daha lÂzım yeniden, bir de Sinan!..”
Allahu Teala, bizleri de ecdadımız gibi yapıcı ve uretici eylesin. Yıkıcı ve tuketici eylemesin. Ecdadımıza, hassaten Kanuni Sultan Suleyman ve Mimar Sinan hazretlerine rahmetiyle muamele eylesin. Amin. n
Dipnot:
(1) Mesela tren yolu yapılırken raylar biteviye tarzda yapılmaz. Belli bir mesafede kesilir, araya birazcık boşluk konulur ve tekrar yeni bir raya başlanır. Şayet boyle yapılmazsa kışın yapılan ray yazın havaların ısınması ile genleşir ve yılan gibi kıvrılır, bozulur. Keza yazın yapılan raylar da kışın soğuğun etkisiyle kısalarak catlama yapar. İşte bunun gibi buyuk yapıların da temelini dilatasyonlu yaparlar. Birbirlerine cok yakın olan fakat birbirlerinden bağımsız calışan temeldeki bu bolmeler bir deprem anında da işe yarar. Zira yapının bir kısmının cokmesi diğerine zarar vermez. Mesela yapının sağ tarafına gelen bir hasar bina dilatasyonsuzsa butun yapının yıkılmasına sebep olurken dilatasyonlu binanın sadece sağ tarafının yıkılmasına fakat diğer kısımlarının yıkılmadan durabilmesine imkan verir.
__________________
SUleymanİye Camİİ GenİŞ Bİlgİ
Dini Bilgiler0 Mesaj
●20 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- SUleymanİye Camİİ GenİŞ Bİlgİ