1. Gelecekte olacağı soylenen şeyler, Allah'ın (celle celĂ‚luhu) bildirmesiyle soylenmiştir

Geleceğe ait dersi her şeyden once yine gelecek verebilir. Zaman, gelecekte gosterecekleri ve getirecekleri ile en mevsuk ve sağlam bir habercidir. Bir insan yaşamadan yaşayacağını yaşayamaz ve yaşayamadığı şeye bihakkın vĂ‚kıf olamaz. Bu yuzden, gecmişin belgesi coktur da, geleceğe ait herhangi bir belge yoktur. Gelecek adına, ancak isabet şansı cok zayıf olan tahmin ve zanlarda bulunabiliriz. Fakat, cok tabiî olarak ilm-i ilĂ‚hî noktasında durum hic de boyle değildir. İlm-i ilĂ‚hînin yanında gecmiş, hĂ‚l ve gelecek olmadığı gibi, butun bunlar ic ice bir nokta olarak kalır. Bu sebeple, gelecek adına zan ve tahminle değil de, kesin ve kat'î ifadelerle "Olacak, goreceksiniz..." deniyor ve soylenenler de aynen cıkmış ve cıkıyorsa, o zaman bunu ancak Allah'ın (celle celĂ‚luhu) bildirmesiyle acıklayabiliriz.

2. Zaman ve mekĂ‚nı aşmak, kalb ve ruhun derece-i hayatına girmekle mumkundur

Zaman ve mekĂ‚nı aşmak, ancak zaman ve mekĂ‚nla kayıtlı bulunmayan ruhla mumkun olabilir. Cunku ruh, zaman ve mekĂ‚nlar Ă‚leminden değil, emirler ve kanunlar Ă‚leminden olduğu icin, bizzat kendisi gittiği gibi, kılıfı ve elbisesini bile cok yerlere gonderip, temessul ettirebilir. Ayrıca, zamanın zaptına, mekĂ‚nın hapsine ve maddenin kesafetine bağlı bulunmayıp, serbest, Ă‚zĂ‚de ve aynı zamanda şeffaf ve latîf bir varlık olduğundan, ileride meydana gelecek hĂ‚diselerin onun ekranına aksedişi de başka turlu olacaktır. Elverir ki, kişi bedeninin baskısından sıyrılıp, kalb ve ruhun hayatına girerek ruhunu geliştirsin, inbisat ettirsin ve başka Ă‚lemlerle munasebet kurmaya biraz gayret sarf etsin.

3. Peygamberler ve evliyĂ‚ullah, ilmini Allah'a (celle celĂ‚luhu) havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir

EvliyĂ‚ullah, ilmini Allah'a (celle celĂ‚luhu) havale etmek suretiyle gelecekten haber vermişlerdir. En başta Ustad-ı Kull, KĂ‚inatın Fahri Efendimiz'in (sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem) bu turden haberleri coktur. Evet O, kıyamete kadar zuhur edecek hĂ‚diseleri bir televizyon ekranında seyrediyor gibi ummetine bir bir takdim buyurmuştur. Hz. Ali-Hz. Zubeyr Vak'ası (Cemel Savaşı), Hz. Osman'ın şehadeti ve Hz. Fatıma'nın vefatı, haber verdiği hĂ‚diselerden sadece birkacıdır.

Bu tur haberlerin bazıları acık ve tevile ihtiyac duyulmayacak kadar vĂ‚zıhdır. Bir kısmının hakikatine ise, ancak Kur'Ă‚n'ın muteşabihatı nev'inden tevil ve tefsirlerle yukselmek mumkun olabilir. Bir diğer kısmı da, ancak ehl-i tahkikin anlayabileceği turdendir. Daha sonra, ehlullahın bunlardan yaptıkları istihraclar ve bunlara dayanarak vardıkları hukum ve haberler ise, ya doğrudan Kur'Ă‚n'a ve AleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m'ın sunneti ve ifadelerine ya da mişkĂ‚t-ı nubuvvetin vesĂ‚yĂ‚sı altında kendi gonullerine ve ruh dunyalarına esip gelen ilhamlara dayanmaktadır. Bunların her biri, Efendimiz'in (sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem) ilm-i ledunnîsinden, gonul kabının hacmine gore bir şeyler doldurur ve bu suretle bazı hakikatlere nigehbĂ‚n olurlar.

EvliyĂ‚ullah, gelecekle ilgili hakikatleri gorurken bazen mesafeyi tam ayarlayamadıklarından, neticede tespiti tam yapamazlar. Bazen de hĂ‚diseleri semboller hĂ‚linde gorurler.. Allah, (celle celĂ‚luhu) kendilerini bu turlu hĂ‚diselerin yorumuna muttali kılmadığı icin tevil ve tefsirde hataya duşerler. Onlar tefsirle alĂ‚kalı bir şey soyler; hĂ‚lbuki murad-ı ilĂ‚hî başkadır. Aynen ruya tabirlerinde olduğu gibidir bu. MeselĂ‚, ruyanızda bir elma gorur ve "Allah bize lutufta bulunacak, maddî-mĂ‚nevî tatlılık goreceğiz." der ve oyle tabir edersiniz. Oysaki, elmanın misal Ă‚leminde sembolize ettiği hakikat, heva ve hevesin kuvvetlenmesi de olabilir. Yine, ruyada bir eve Cebrail'in (aleyhisselĂ‚m) girdiği gorulur, ilĂ‚hî esintiler, yumun ve bereket gelecek diye beklenir; hĂ‚lbuki o, yuce bir ruhun obur Ă‚leme cağrılmasını temsil ve ifade ediyor da olabilir... Bu mevzuda verilebilecek misaller pek coktur.

Veliler icin de durum boyledir. Gelecek adına aldıkları sembolleri tevil ederler, fakat tevilleri aynen cıkmayabilir. Meseleyi bir cekirdek hĂ‚linde gorur, tevilini cekirdeğin ağac hĂ‚line gore yapar ve yanılırlar. Bu yanılma, peygamberler dışında herkes icin vĂ‚kidir. Peygamberlerde de benzer bir yanılma vukû bulacaksa, onu daha onceden Allah (celle celĂ‚luhu) duzeltir. Cunku peygamberler, ummetleri icin mutlak taklit edilmesi gereken onderlerdir. Eğer hataları hemen duzeltilmezse, bu hatalar butun bir ummete sirayet eder.

Gozu yaratıp -sınırlı da olsa- tenezzuhu icin uzanabileceği dunyaları var eden Allah (celle celĂ‚luhu), elbette gozun kumanda edicisi ruha da kendi Ă‚lemine has seyahatler yaptıracak ve ona madde otesine has misalleri, sembolleri, levhaları ve geleceğe ait sayfaları gosterecektir.

Muhyiddin b. Arabî, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan bir asır once yaşamış olmasına rağmen, Edirne Kutuphanesinde bulunan ve Efranî tarafından tercumesi yapılmış olan "eş-Şeceretu'n-Nu'mĂ‚niyye" adlı eserinde, Osmanlılar devrinde zuhur edecek pek cok hĂ‚diseyi aynen haber vermiştir. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan ve Şam'la Mısır'ın fethinden, Yavuz Selim'in Şam'a girmesiyle kendi kabrinin ortaya cıkarılacağına kadar bir duzine hĂ‚diseden rumuzlu bir şekilde bahseder. Yine aynı eserde, Hafız Paşa'nın dokuz ay muhasara etmesine rağmen Bağdat'ı alamayacağı ve fethin 40 gun icinde Dorduncu Murad'a muyesser olacağı anlatılır. Dunyaya gelmesinden asırlar once, Sultan Abdulaziz'in katledileceğini haber verir. Muhyiddin b. Arabî, bu eserinde Rus-Japon savaşından soz ettiği gibi, Muslumanların duşmanlarıyla muharebe edeceklerinden ve neticede galip geleceklerinden de bahseder. Turkler hakkında da "Turkler icin muzafferiyet ve saadet var." der.

Bitlisli Mustafa Muştak Dede, Divan'ında Ankara'nın başşehir olacağını 70 sene evvelinden haber vermişti. Şiirinin mısra sonlarına duşurduğu harfler, Osmanlıca olarak yan yana dizildiğinde "elif, nun, kaf, ra, he - انقره " Ankara'yı gosterdiği gibi, bu hĂ‚disenin savaşlar neticesi gercekleşeceğini ve Hacı Bayram'dan bahisle de, Ankara'nın başşehir olacağını gayet acık bir şekilde ifade etmektedir.

MevlĂ‚na, yedi yuz yıl evvel, "Cok kucuk canlılar goruyorum; ağızları var ve yiyiyorlar." diyerek mikrop veya bakterilere işaret ediyordu.

Yine asrımızda bir tefsirci, seneler evvelinden, 1971'de bir muhtırayla ordunun Turk siyasî hayatına vaziyet edeceğini haber verir. Kendisine "Ne zaman?" diye soranlara da cevabı, "12 Mart" olur. Aynı şahsın 1980 hareketini haber verdiği de soylenmektedir.

Velilerin bu ve benzeri gelecekle ilgili ihbarlarını hangi fizikî gerceklikle ve hangi atom kanunuyla veya nasıl bir goz, ya da beyinle izah edebiliriz? Hayır.! Bu tur hĂ‚diseleri, geleceğe uzanan ruhun -Allah'ın (celle celĂ‚luhu) inayet ve izniyle- onceden haber alması dışında başka bir şeyle izah etmek mumkun değildir.

Telestezinin bir kolu olarak gelecekten haber verme meselesi, kĂ‚hinlerde, medyumlarda ve falla uğraşan kĂ‚fir kişilerde dahi gorulebilir. Bu mevzuda, dunya matbuatında anlatılan sayılamayacak kadar cok hĂ‚dise vardır. MeselĂ‚, Amerikan mecmuaları, Madam Gibson adlı bir kadının yıllarca dunya mukadderatına dair pek cok şeyleri onceden haber verdiğini neşrettiler. Bu kadın, Kennedy'nin olduruleceğini, Hindistan ve Pakistan'ın 1947 yılında ikiye ayrılacağını ve Albayın Pakistan'da kalacağını daha bu hĂ‚diseler olmadan evvel haber vermişti. Hatta Ankara'daki zelzeleden bile bahsetmişti. Kadın veli değil, fakat Hakk'ın izni olcusunde gayba ittılaı var. Bazı ruhlar, bu duruma musaittir. Bunlar trans hĂ‚line gecip, kendilerine has şeyler yapar ve soylerler. İster cin, ister şeytanla ve ister habis, ister tayyib bir ruhla olsun, fizik ve madde otesiyle temas kurar ve haber verirler. Her hakikati maddede arayan ve hep "tabiat, doğa" deyip duranlar, bugun dedikleriyle beraber catırdıyor ve maddeleriyle beraber yıkılıp gidiyorlar. Ruh ise, her yerde varlığını koruyor.

4. Hiss-i kable'l-vukû meydana gelmeden once bir hĂ‚diseyi hissetme; telepati (telestezi)

Her insanda, yakın veya uzak gelecekte olabilecek hĂ‚diseleri şimdiden hissetme duygusu az cok vardır. Birisini icinizden gecirirsiniz; bir de bakarsınız ki, birkac dakika sonra o kişi kapınızı calıyor. Yine, aklınızdan bir şey gecer, bir başkası onu hemen yapıverir. Aranızda belli mesafe olan bir insanla nasıl, neyle, hangi telsiz ve telefonla irtibat kurdunuz da bu hĂ‚diseler oluverdi? İşte yukarıda temas edildiği uzere, kişinin kendisiyle konuşmasını, yani nefsî konuşmayı yapan nasıl ruh ise, bu bağlantıyı kuran da ruhtan başkası değildir. Bunu madde ile izah etmek mumkun olamaz.

5. CenĂ‚b-ı Hak, kurbiyetine mazhar kıldığı kişinin goren gozu, işiten kulağı, tutan eli olur

Rusya bile telepatilerle uğraşmaktadır. İlk defa, "MĂ‚nĂ‚yı madde ile idam ettim." diye ilĂ‚natta bulunmuş olmasına rağmen, bugun Rusya, belki kapitalist dunyadan da once, telepatik yollarla haberleşme imkĂ‚nlarını değerlendirme calışmaları yapmaktadır. 20-50 kişilik bir biyofizik doktorlar heyeti, bu mevzuda bircok deneme gercekleştirmiş bulunuyor. Bunlar, 300 kilometre mesafede elektrik ve ışıktan tecrit edilmiş bir odada bulunan bir adamla muhabere yapma yolunu denemektedirler. Yabancı dinleme istasyonlarının tespit sahasına girme tehlikesi bulunmaksızın, denizaltılarında da aynı usulle haberleşme ve madde otesi, beden otesi kuvvetlerle muhabere imkĂ‚nlarını araştırmaktadırlar. Ve hedefledikleri nokta, 3000 kilometre otedeki kimse ile konuşup 30-40 sayfalık mesajlar almak, birinin orada dikte ettiklerini buradaki medyum vasıtasıyla aynı anda tespit etmek ve neticede yakalanma ve takip edilme tehlikesi bulunmadan, masrafsız bir casusluk şebekesi kurmaktır.

Evet mesele, pozitif huviyette bile, en maddeci insanların elinde bu kadar husnu kabul ve itibar gormektedir. Bu demektir ki, nebinin mucizesini, velinin kerametini ve ruhun hissetme ve sezmesini inkĂ‚ra yol yoktur. Bu demektir ki, bu harikulĂ‚de şeylerden bir tanesi olsun devrimizde alĂ‚ka ve kabul goruyorsa, o hĂ‚lde, artık mucizeye sırt cevirmek imkĂ‚nsızdır. Universite mehĂ‚fil ve kursulerinde ve entelektuel cevrelerde her nasılsa kendine yer bulan birinin velinin kerametini ve hiss-i kable'l-vukûunu halusinasyon deyip reddetmesi, bundan boyle soz konusu olamayacaktır. Asrımızda mekanik fiziğin duvarları catırdamakta ve fizik eski kaideleri itibarıyla Ă‚deta yıkılmaktadır.

Kim bilir, belki de yakın bir gelecekte fizik ve tabiatın aslen kendi otelerinde bir kısım kuvvetlerin hĂ‚kimiyeti altında bulunduklarını goreceğiz. Tabiat, mĂ‚nĂ‚ ve kuvvetler karşısında mahkûm olup, bir oyuncak gibi kullanılacak ve madde kendi kalıpları icine sıkıştırılarak, kendisine kabiliyet alanına girmeyen bazı şeyler de yaptırılabilecektir. Evet, madde uzerinde ruh, melĂ‚ike ve madde otesi kuvvetler hĂ‚kimdir. Ruh asıl, madde ise ona tĂ‚bidir. Ve bu tenteneli perde, maddenin verĂ‚sı, mekĂ‚nla kayıtlı olmayan ruh tarafından muşĂ‚hede edilmekte ve ruh, her şeyin ozunu, yani icten gecenleri okumaktadır.

Bugun, butun dunyada ele alınır hĂ‚le gelmiş bulunan telepati, uzaklarla haberleşme ve gelecekten haber verme gibi vĂ‚kıalar, esasen kadimden beri Muslumanlar arasında bilinen şeylerdi. Fakat belli bir devrede biz, bunlara "Velinin kerametidir, yuksek ruhların keşifleridir." derken ezilip, buzuluyorduk. "Bu, velinin insanın icini okuması, aklından geceni soylemesidir." diye konuştuğumuzda, "Aman alaya alınmayalım!" diye korkuyorduk. Ve "Bu, bir velinin başka bir velinin dublesiyle ittisal peyda etmesidir; ruhlarının kontak kurup, birbiriyle haberleşmesidir." dediğimizde, hafife alınıyorduk. Şimdi ise, cok şey değişmiş ve inanmayan insanlar bile, bu ve benzeri meselelerden bahseder olmuşlar.. kitaplar, mecmualar bu kabîl şeyleri neşreder duruma gelmişlerdir. Evet, tekke ve zaviyelerde turuk-u Ă‚liyenin icinde inkişaf eden velilerin, daha vilĂ‚yet yolundaki ilk mertebeleri, kabirlerin keşfidir. Mezarın başına gelir, icabında oradaki insanın durumunu soyler veya dunyanın bir başka yerinde cereyan eden bir hĂ‚diseyi, soz gelimi bir vapurun batmakta olduğunu haber verir ve cevresini uyarır. Velilerin soylediklerinin, telepatiyle alĂ‚kası yoktur.

Misal olarak, cocukluğumda şahit olduğum, belki yuz vak'adan bir ikisini nakledeyim. Bir defasında, o muhterem Muhammed Lutfî Hazretlerinin yanına gitmiştim. Gozlerinde katarakt olduğundan, hic gormezdi.. yanımda daha başka kimseler de bulunuyordu. Tekkenin onune vardık ve kapılardan birinin aralığından iceri baktığımızda karpuzlar gorduk; hĂ‚liyle icimizde bir karpuz yeme arzusu uyandı. Kendisi bizi ne gordu, ne de geldiğimizi duydu. Zaten gormesine de imkĂ‚n yoktu; cunku, yukarıda soylediğim gibi, gozleri gormuyordu. Hemen kapıyı actı, iltifat ederek, "İceriye gelin; ben falanı cağırayım da, size karpuz getirip kessin." deyiverdi.

Maddî sıkıntı icinde olduğum bir başka gun, uc-beş arkadaşla yine yanına gittik ve elini opup oturduk; tabiî hĂ‚limi arz edemedim. Yanında ağniyadan bazı kimseler vardı. Ve şoyle dedi: "Ben şimdi bu talebeme, okuduğu Arapca kitaplardan bazı sorular soracağım; eğer bilirse, hepiniz ona 10'ar lira para vereceksiniz." HĂ‚dise 1953'te oluyor. O gun, okumakta olduğum Molla CĂ‚mi'nin baş tarafından hep en iyi bildiğim yerleri sordu. Maddî sıkıntı icinde bulunduğum bir sırada en iyi bildiğim yerleri sorması, bende kanaat-i kat'iye hĂ‚sıl etti ki, nasıl biz bir kĂ‚ğıt uzerindeki yazıları okuyorsak, veliler de kalbde mĂ‚nĂ‚ olarak tutup duran şeyleri oyle okuyorlar. Şimdi bunları madde ile izah etmenin imkĂ‚nı var mı?

Bazen olur, bir kese kĂ‚ğıdıyla incir getirilir.. ne incirlerin sayısını bilir, ne de yanında oturanların. "Herkese ucer tane dağıtın." denir ve dağıttığınızda bakarsınız ki, tam denk gelmiş. Dorder tane dağıtsanız olmaz. Yine, "Şurada bulunan bardakları getir, herkese birer bardak cay ver." der; bardakları getirir, cayı dağıtırsınız; bir de gorursunuz ki, herkese bir bardak cay duşmuştur.

Bu tur hĂ‚diseler bir tane olsa, "rastlantıdır" dersiniz ama bir mecliste belki elli defa cereyan ediyorsa, artık ona "tevafuk - Hak tarafından rast getirilmiş." demek icap eder. Kurbiyet-i ilĂ‚hiyeye mazhar olan kişilerin -kudsî hadisin ifadesiyle- "CenĂ‚b-ı Hak goren gozu, işiten kulağı ve tutan eli olur."[1] Bu bir mazhariyet meselesi ve bir ihsan-ı ilĂ‚hîdir.

6. Medyumluk ve yogilik, madde otesi ruhî tecrubelerdir

Bilhassa inanmamış dunyada gorulen madde otesi ruhî tecrubeler, daha cok medyumluk, yogi veya ruh cağırma şeklinde kendini gostermektedir. Ruh infisalleri ve trans hĂ‚lleriyle başka ruhlarla temasa gecme, geleceğe ait haberler verme, eşya ve hĂ‚diselerle oynama ve iddialarına gore, ruh cağırma, ateşte yurume, vucuda şiş gecirme, dili kesip tekrar yerine yapıştırma ve altı ay bir şey yemeden-icmeden yaşama gibi tecrubeler, bu turden ve cok duyulan hĂ‚diselerdendir.

Ruh, cismaniyetten ve madde dunyasından alĂ‚kasını kestiği nispette guc kazanır. Bu sahada kaydedilen tecrubeler, yalnızca medyumlara ve yogilere mahsus olmayıp, oteden beri Hıristiyan mistiklerde, Yahudi ruhanîlerde ve hatta Budizm, Brahmanizm ve Konfucyanizm gibi dinlere tĂ‚bi olanlarla, dunyanın pek cok yerinde hĂ‚lĂ‚ varlığını surduren ceşitli mezhep ve tarikat sĂ‚liklerinde de muşĂ‚hede edilegelmiştir. Hepimiz, bazı mecmualarda bu kabîl şeyleri gorup, okumuşuzdur. Bu turden hĂ‚diselerin İslĂ‚m tasavvufunda da cereyan ettiği vĂ‚kidir. MeselĂ‚, Rifaiye tarikatında, yogilerin yaptığı turden eza, cefa ve acı cekme.. vucuda şiş sokulduğu hĂ‚lde kan akmaması ve hicbir yara izinin kalmaması.. avuca, hatta ağza konan kor ateşin yakmaması gibi tecrubelerin yaşandığı vĂ‚kidir. Tabiî ki ateşin yaktığı, şişin acı verdiği ve kanın aktığı durumlar da olabilir.

Butun bunlar, insanın belli Ă‚lemlerle butunleşmiş olmasına ve o sahada gelişmesine bağlıdır. İnsan, ruhla munasebeti, bir başka ifadeyle, mukaddes ve ulvî bildiği guc ve kuvvetle temas kurabildiği olcude maddesine tesir edecek buudların ustune cıkar. Ruh, o buudlarda maddeyi tesir ve hĂ‚kimiyeti altına alır ve artık ruhun kendi alfabesini kullandığı bu konuşma şeklinde ateş yakmaz, şiş kanatmaz, acı duyulmaz; altı ay yemek yenmese de aclık hissedilmez. Cunku onun uzerinde mekĂ‚n kaydıyla birlikte zaman kaydı da kalmamıştır.

Ruh, bedenden infisali ve trans hĂ‚liyle uc buudlu mekĂ‚na tĂ‚bi olmadığı gibi, dorduncu-beşinci buudları da aşabilir. Bu durumda zaman ve mekĂ‚n seli onu fazla muteessir edemez. Cağın fizikcisi meseleyi izah ederken, "Ben kendimi senin uc buudlu mekĂ‚nının dışında da hissediyorum." der.

Madde kabuğunu kırarak sivrilen boyle ruhlara, kendi Ă‚lemlerine has ve kendi makamlarına yaraşır manevralar sayesinde, Ă‚deta şeffaflaşmalarına yakışır bir ton ve edada tabiî hĂ‚diseler harikulĂ‚de ve olağanustu yanlarıyla inkişaf eder. Gunumuzde cok yaygın misallerinden birkac tane arz edelim:

Mesaj de La' mecmuasında anlatıldığına gore, bir medyum, altı yedi kişilik bir ilmî heyetin yanında ellerini onundeki masaya koyunca, karşıdaki masa hareket edip gezinmeye başlıyor.

Bornova'da, cadırda biri, masanın uzerindeki buğdayları yukarıya doğru cıkarmaya başlıyor. Orada bulunanlardan bazıları okumaya gecince "Dumen bozuldu.. aranızda kotu niyetliler var." diyor.

Bir zamanlar Ankara'da doktorların dikkatini ceken Dr. Watson, hipnoz yapıp herkesi uyutuyor ve artık onlara istediğini yaptırıyor; "Kollarınızı kaldırın!" diyor, kaldırıyorlar.. "İndirin!" diyor, indiriyorlar..

Ruh ve KĂ‚inat adlı kitapta Bedri Ruhselman yazıyor: "Bir doktor şoyle bir şey anlatıyor: Eşim hastaydı; ağırlaşınca uc bulutsu şey eve inip onun başında dikildi. O esnada kendinden ayrı bir vucut belirdi; bu vucut, eşimin ense kokune bir kordonla bağlıydı ve cırpınıp duruyordu. Bu vizyonu tam beş saat seyrettim. Nihayet kordon koptu ve bir an şaşalayan ruh, daha sonra yukarılara doğru yukseldi. O anda eşim dunyaya gozlerini yummuş bulunuyordu."[2]

Medine cephesinde carpışan Ordulu Fenni Bey anlatıyor: "Medine'de muhasara altında idik. Beşiktaş'taki evimle haberleşmek mumkun değildi. Bir gece ruyamda evimizde ateş ve duman gordum. Uyanınca, ara sıra gayb Ă‚lemini muşĂ‚hede eden medyum bir erim vardı, onu cağırdım. "Trans hĂ‚line gir, Beşiktaş'taki falan eve git ve muşĂ‚hedeni anlat." dedim. Dediğimi yaptı. Gozleri kapalı "Şimdi şuraya geldim, şimdi buradayım; evin kapısını caldım, icerden yaşlı, başı ortulu, kucağında cocuk bir kadın cıktı." diye anlatmaya başladı. O kadının annem olduğunu anlamıştım. Ere "O kadına, evde ne var ne yok diye, sor." dedim. Cevap olarak, "Dun hanımının vefat etmiş olduğunu." soyledi.

Cennetim taht-ı kademinde olan validem nakletmişti: "Allah (celle celĂ‚luhu) deyince yemekten iştahı kesilen, Muhammed (sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem) deyince 24 saat gozyaşı doken bir kadının vefat hastalığında tam bir sene boyunca başında kaldım. Vefatına birkac dakika kala, "Su hazırlayın" dedi. İstediğini yaptık, abdest aldı. Kocası da evdeydi ve sapasağlamdı. Kadın, gencliğindeki gibi bir kahkaha attı ve "Dunyadan daha nasibimizi almamışız. Bu perşembe akşamı ikimizin cenazesi de evde kalacak." dedi. Sonra, bir tuy gibi başı yastığa duştu ve biz onu uzatırken, obur odadan bir feryat yukseldi. Beyi de vefat etmişti...

Yogilerin, yani bir kısım Hint fakirlerinin icra edip gosterdikleri seremoniler hakkında okuyucu en az bizim kadar malumat sahibidir. Bu mevzu, televizyon programlarından mecmua ve gazetelere, oradan da halk arasındaki soylentilere kadar oylesine intişar etmiş ve her kesimin malı olmuştur ki, 8-10 yaşındaki cocuklar bile bunları birbirlerine nakledip durmaktadırlar. Burada sadece, Alman televizyonu ZDF-İkinci kanalında neşredilen ve daha sonra kitap hĂ‚line getirilip, satışa sunulan "Terra X" isimli belgeselden bir gosteriyi nakletmek isterim. Spikerin "En ileri derecede acı denemesi, acıya tahammul alıştırması..." diye anons yaptığı gosteri, şu şekilde cereyan ediyor: Ağızdan cıkarılan dile, yukardan aşağıya uzunca bir şiş sokulur. Keskin bir kılıcla dil ağzın icinden kesilip bu şişe takılır ve ne ağızdan, ne de dilden kan akmadığı gozlenir. Dil, bir muddet bu hĂ‚lde kaldıktan sonra yerine yapıştırılır ve şiş dilden cıkartılır: Sonra da spiker hayret icinde ilĂ‚n eder: "İlim, henuz bunu cozemedi."

Biz Muslumanlar ise, on dort asır evvelinden bu ve benzeri pek cok hĂ‚diseye vĂ‚kıf ve Ă‚şina bulunuyoruz. Hz. Muavviz'in (radıyallĂ‚hu anh) Bedir'de kopan kolu, eczahane hukmundeki o nurlu elin Sahibi (sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem) tarafından yerine yapıştırılıyor ve hicbir iz kalmıyordu.[3] Uhud'da KatĂ‚de b. Numan'ın (radıyallĂ‚hu anh) cıkan gozu, yine aynı el tarafından yerine konup şifa buluyordu.[4] Ve tabiî bunlar, harikalar kuşağının son sınırında cereyan eden mucizelerdi...

7. Ruh cağırma seansları, madde otesi bilinmeyen, gorulmeyen kuvvetler ile irtibat kurmaya calışma ameliyesidir

Gunumuzde ruh cağırma seansları, hızla coğalmaya başlamıştır. Hatta o kadar ki, sokaktaki halk bile ruhla uğraşmakta ve masa ustu fincan oyunları, mahalle genclerinin evlerine kadar girmiş bulunmaktadır. Bunların neticesinde materyalizm cokmeye yuz tutmuş ve materyalistler, fizik otesinde fizik kanunlarına hukmeden daha başka kanunların varlığına inanmaya başlamışlardır...

Entelektuel seviyede, bilhassa ruhî aclıklarının ve ibadetten mahrum oluşun getirdiği mĂ‚nĂ‚ susamışlığını gidermeye calışan sosyete cevrelerinde vakit gecirmek icin tertiplenen poker partilerinin yerini şimdi ruh cağırma seansları almaktadır. Bugun Avrupa, Amerika ve hatta Rusya'da bu mevzuda kaydedilen gelişmelerin dile getirdiği bir hakikat var. Bu insanlar ne istiyor ve nelerle uğraşıyorlar? Madde ile mi? Hayır! Tamamen madde otesi, bilinmeyen, gorulmeyen kuvvetler ve ruhanî varlıklarla irtibat kurmaya calışıyorlar. Bu yolla, bugune kadar izah edemedikleri pek cok hĂ‚disenin izahını bulabileceklerini umit ediyorlar. Eğlenmenin, heyecanlı seanslarla vakit gecirmenin otesinde, maddenin ve fiziğin cozemediği, tabiat otesi pek cok problemin hallinin yine tabiat otesinde bulunabileceği duşuncesiyle inadı bırakıp, ruh cağırma seanslarını evlerden laboratuvarlara ve universite kursulerine taşıyorlar. Rusya'daki telepati calışmalarının yanı sıra, İngiltere'de doktorların ulser tedavisiyle alĂ‚kalı ilacları bir yana atıp, hipnoterapi usuluyle ruhî mekanizmayı harekete gecirebilecek telkin yoluna muracaat etmeye başlamaları, bu sahada kayda değer gelişmelerden sayılabilir.

Bir mu'min anlatıyor: "Ankara'da bir savcı arkadaşımla MevlĂ‚na'nın ruhunu cağırdık. Yeşil kisvesi ve Mevlevî kulĂ‚hıyla karşımıza dikilen şahsı ikimiz de gorduk. Fakat, yuzunu kacırıyordu. İhtimal ki, gelen şeytandı ve bize yuzunu gostermek istemiyordu."

Bir psikiyatrist de, bu mevzuda şahit olduğu bir hĂ‚diseyi şoyle anlatmıştı: "Samsun'da bir eve ruh cağırma (cin veya şeytan cağırma) celsesine davet edildim. Bu işi yapan, evin kucuk kızıydı. Bir masanın uzerine fincanlar ve harfler dizdi; ısrarlı cağırmalardan sonra birinin geldiğini oğrendik.. ve gelen, ismini fincanın hareketleriyle yazıyordu: Belma! Kucuk kızın eli fincanla beraber hareket ediyordu. Biz gelene, "Musluman mısın?" diye sorduk, "hayır" dedi. "Nerelisin?" sorumuza ise, "Mersinliyim" cevabını verdi. "Bir Musluman yok mu, gelsin konuşalım!" dedik; gitti, cağırdı ve bu defa masanın uzerinde bir başka isim yazıldı: "Ayşe" Ona yaşını sorduğumuzda "7-8" cevabını verdi. "Nerelisin?" dediğimizde ise, guneyden bir şehir ismi soyledi. Hangi kitabı okuduğunu sorduğumuzda, "Hanımlar Rehberi" diye cevap verdi.

Sonra, orada bulunan arkadaşlardan biri dedesinin ruhunu cağırdı, fakat gelmedi.. ısrarlı cağrılardan sonra "geldim" dedi. Adını sorduğumuzda soylemedi; fakat usulunce ısrar edilip sorulduğunda "şeytan" diye cevap verdi. Hepimiz donakaldık. Doğrusu, Hz. Âdem'den (aleyhisselĂ‚m) beri insanlığın bu en buyuk duşmanı karşısında irkildik ve ne yapacağımızı şaşırdık. Bir aralık aklıma geldi ve "Seni cağırmadık, niye geldin?" dedim. Fincanlarla "İşte geldim" diye yazdı. "Allah'a inanır mısın?" dedim; "Hayır!" dedi. "Peygambere inanır mısın?" diye sordum; "İnanmam!" diye cevap verdi. Aklıma geldi; "Sana Meyvenin Altıncı Meselesini okusam dinler misin?" dedim; "Evet!" yazdı. Okumaya başladım:

"Nasıl bir fabrika şoyle işler, boyle calışır, lambaları vardır vb... Oyleyse, bu bir muhendisi gosterir." diye okuduğumda "Evet" diyor; "Oyle de, şu kĂ‚inat eczahanesindeki nebatat, otlar, meyveler Allah'ı (celle celĂ‚luhu) gosterir!" dediğimde, "Hayır!" diyordu. Boyle "Evet" ve "Hayır"larla bizi cok uğraştırdı. Sonunda, "Sana Cevşen okuyayım mı?" dedim; "Oku!" dedi. Ben okumaya başlayınca, fincan kızın parmağı altında fıkır fıkır oynamaya durdu.. elimi uzerine koydum, parmağımın altından kacıyordu. Bir aralık şoyle yazdı: "Bırak şu gırgırı!" Ben devam ettim; sonra dayanamadı, sukut etti ve canı sıkılıp, cekti gitti."

Evet, pek cok kimsenin duyduğu veya şahit olduğu, ya da yayın organlarından takip ettiği bu kabîl o kadar cok hĂ‚dise var ki... Esasen maddenin iflas edip rafa kaldırıldığını ve ruhun maddeye hĂ‚kim olduğunu ilĂ‚n etmemiz icin, bize bu misallerden bir teki dahi yeter. Zira cuz', kulle, parca butune delĂ‚let etmektedir.

Şimdiye kadar ele almaya calıştığımız ruhu geliştirmek suretiyle gelecek adına ruhla kontak olma.. keşif ve keramet.. hiss-i kable'l-vukû.. telepati.. icten gecenleri okuma.. medyumluk ve yoga.. ruh ve cin cağırma gibi hĂ‚diselere her mu'min, ruhunun gucu ve kuvvetiyle Allah'ın (celle celĂ‚luhu) izin verdiği olcude muttalî olabilir. Bunlar bazıları icin uc aylık bir calışmayla elde edilebilecek şeylerdir. Fakat, huner bunları elde etmek, havada ucmak veya cinlerle oynaşmak değildir. Bizim icin asıl olan, Allah'ı (celle celĂ‚luhu) ve Resûlu'nu (sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem) tanıyıp sevmektir. Kur'Ă‚n ve ondaki guzellikler bize kĂ‚fi ve vĂ‚fidir. Dine, imana hizmet etmek, bu yolda nesiller yetiştirmek ve ruhlarımızı, namzet bulunduğu ebed icin hazırlamak bizim icin en birinci gaye olmalıdır. Diğerleri, cok da uzerinde durulacak ve kendileriyle meşgul olunacak turden meseleler değildir.

[1] BuhĂ‚rî, rikĂ‚k 38.
[2] Dr. Bedri Ruhselman, Ruh ve KÂinat, 1/201-204.
[3] Kadı IyĂ‚z, eş-ŞifĂ‚, 1/324; AliyyulkĂ‚rî, Şerhu'ş-ŞifĂ‚, 1/656.
[4] el-Heysemî, Mecmeu'z-zevĂ‚id, 6/113; el-HĂ‚kim, el-Mustedrek, 3/295; İbn HişĂ‚m, es-Sîratu'n-nebeviyye, 3/87; el-Beyhakî, DelĂ‚ilu'n-nubuvve, 3/251; Kadı IyĂ‚z, eş-ŞifĂ‚, 1/321, 322.

__________________