Manisa, İstanbul-İzmir arasında gidip gelenlerin icinden gecip gittikleri ve pek farkına varmadıkları bir ilimiz. Ankara-İzmir yolu da Manisa’nın merkezinden değil ama ilcelerinden geciyor. Yolun kenarında otobusten buyuk bir uygarlıktan kalan Sart’ı goruyoruz da gecip gidiyoruz. Kula’nın evlerini hep duyuyoruz da bir gidip gormuyoruz nedense.

Bu kez bir değişiklik yapmanızı ve Manisa ve cevresine biraz zaman ayırmanızı istiyoruz.

Kentin ilk kuruluşu M.O. 1194 yılına kadar eskiye gidiyor. Balıkesir yoresinde yaşayan Magnetler Troya Savaşları sırasında gelip buraya yerleşmişler. Sonra Lydia, Pers, Makedon, Roma ve Bizans egemenliklerini yaşamış. 1313’de Saruhan Beyliğinin eline gecmiş ve 77 yıl oyle kalmış. 1390’da Yıldırım Bayezıd tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Sonra tekrar Saruhanlıların ve 1410’da son ve kesin olarak Osmanlı egemenliğine girdi. Magnisa olan adı Manisa’ya donuştu. Beşi sonradan padişah olan 16 veliaht Manisa’da valilik yaparak devlet işlerinde “stajını” yaptı. Fatih Sultan, Kanuni Suleyman gibi buyuk padişahlar da bu şehzadelerin arasındadır. Bu nedenle Manisa “Şehzadeler Şehridir.”

Şehrin guneyinde 3 km uzaklıkta, Sandık Tepedeki Manisa Kalesi kenti kuran Magnetler tarafından yapılmıştı. İskender’in hazinesi bir donem bu kalede korunmuştu. İc kale eski kalenin yıkıntıları uzerine 1222’de Bizans tarafından yapıldı. Osmanlılar doneminde de onarım gordu. Kale icerisindeki cami Fatih Mehmet tarafından yaptırıldı.

Cami ve Turbeler

Minaresinden mesir macunu atıldığı icin mesir Camisi denilen Sultan kulliyesi ve camisini 1522’de Yavuz Selim’in karısı yaptırdı. Sultan Camisi’nin karşısındaki Muradiye Camisi (1583-1586) Mimar Ali Ağa tarafından yapıldı. Ustun mimari değerinin yanında kapısının ağac oymasının guzelliği ile dikkat cekicidir. Kentteki en eski Osmanlı eseri Ceşnigir Camisidir. Osmanlı oncesi Saruhanlı eseri Ulu Cami de kentteki en eski islam yapısıdır. (1366) Carşı mahallesindeki cami Fatih Mehmet’in azatlı kolesi Sinan tarafından yaptırıldı. (1474) Hukumet Meydanındaki Hatuniye Camisi 1471-1511 yılları arasında, Mutlu Mahallesindeki İvaz Paşa Camisi 1484’de yapıldı. Kentte cok sayıda turbe de bulunmaktadır.

Kentin 5 km doğusunda Akpınar mesiresinin yakınında bulunan Kybele Kaya Kabartması duzkaya ustunde, oturan bir kadını tasvir etmektedir. Buyuk figurun boyutları 8 x 10 metredir. Acıkhavada olduğu icin korozyonla yıpranmış fakat silindirik başlığı, iki elini goğsunde kavuşturmuş olması gibi ozellikleri secilebilmektedir. MO 13. yy’da yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Kybele kabartmasının guneybatısında “Yarık Kaya” olarak bilinen yerin yakınında biri kayaya oyulmuş evler ve taht bulunmaktadır. MO 7 ve 6. yy’a ait bu eserler Lydia uygarlığına aittir. Kybele’nin 2 km doğusunda ic ice iki odası bulunan kaya mezarı gorulmektedir.

Niobe Kayası (Ağlayan Kaya) Manisa-İzmir yolu uzerinde bulunan Muradiye Meydanı’nın 1 km kadar doğusunda gorulmektedir. Doğal aşınma sonucunda Caybaşı semtinde boynunu bukup ağlayan kadına benzeyen bir figur ortaya cıkmıştır. Antik donemde de biliniyordu ve bir cok efsaneye konu olmuştu. Artemis ve Apollon’un okları ile oniki cocuğunun oldurulduğunu gorup de acısından taş kesilen Niobe olduğunu soyluyor antik yazarlar.

Spil Dağı Milli Parkı

Manisa’nın kenar mahallelerinin sona erdiği yerde bulunan levha Spil tepesinin 27 km ileride olduğunu gosteriyor.

Yolda seyir tepeleri bulunuyor. 900 ve 1200 metrelerdeki seyir tepelerinden Manisa ovasının ve İzmir korfezinin etkileyici goruntusunu seyretmek keyifli olabilir. Tabii acık havada.

Atalanı bolgesinde Milli Park girişi icin ucret odeniyor. Vahşi atların serbestce dolaşabildiği bir alan olan bu bolgede şansınız varsa, evcilleştirilmemiş atlardan bir grupla karşılaşabilirsiniz.

Konaklama ve Yeme-İcme

Platonun ortasında Orman Bakanrlığı’na ait ağac evlerden oluşan 15-20 evlik kamp yeri var. Bu evler icin rezervasyon yaptırmak gerekiyor, kucuk bir bedel karşılığında. Evlerde yatak ve şomimine olduOrtası şomineli ilkel ama şirin kulubelerde nefis et-mangal yapılıyor. Kışın iceride, bahar ve yaz aylarında acıkta oturulabilir.

Dağdan iniş icin dağın guneybatı yamacından Kemalpaşa’ya Ankara-İzmir karayoluna inilebilir. Sadece 37 km suren bu yolculuk daha rahat ve kısa ama manisa cıkışındaki etkileyici manzara yok.

Akhisar

Tutunu ve uzumu ile unlu Akhisar, aynı adlı ovada kuruludur.

Kentin antik adı Thyatira idi. Kentin ortasında ve Tepe mezarlığı denilen yerde yapılan kazılarda Roma donemine ait olduğu sanılan sutunlu bir caddeye ait kalıntılar ortaya cıkarıldı.

Alrıca İncil’de, Anadolu’da sozu edilen 7 kiliseden birinin Thyatira-Akhisar’da olduğu belirtilir. İncil’in ilgili bolumunde şoyle denir: “Thyatira’daki kilise topluluğunun meleğine yaz. Gozleri ateşin alevi, ayakları tunc-gumuş alaşımı gibi olan Tanrı Oğlu şu sozleri bildiriyor: Yaptıklarını, sevgini, imanını, hizmetini ve katlanışını biliyorum.”

Akhisar ayakta kalan diğer eserler ise Osmanlı donemine ait: Ulu Cami, Yeni hamam ve Zeynelzade Kutuphanesi.

Ağlayan Kaya-Niobe Efsanesi

Bugun Spil dağının eteklerinde Ağlayan Kaya-Niobe Kayası olarak bilinen kayanın bir sanat eseri olup olmadığı antik cağdan beri tartışılır. Doğal aşınma sonucu başı onune eğik, ağlayan bir kadın gorunumu kazanmıştır. Eski Yunan yazarlarının yapıtlarında da sozu edilen kayanın Zeus’un taşa donuşturduğu Niobe’yi temsil ettiğine inanılır.

Niobe, Yunan mitolojisinde, Lydia kralı Tantalos’un kızı ve Yunanistan’daki Tebai kralı Amphion’un karısı ve yitirdiği cocuklarının ardından gozyaşı doken kahırlı anaların simgesiydi.

Efsaneye gore altı oğluyla altı kızı vardı ve yalnızca iki cocuğu (Apollon ve Artemis) olan Leto’dan daha doğurgan olmakla ovunuyordu. Bu gururu nedeniyle onu cezalandırmaya karar veren Leto, Apollon’a Niobe’nin butun oğullarını, Artemis’e de butun kızlarını oldurttu. Cocukların cesetleri 10 gun sonra tanrılar tarafından gomuldu. Frigya’daki evine donen Niobe, acılarını dindirmek isteyen Zeus tarafından Spylos dağının (Spil dağı-Manisa) yamacında bir kaya parcasına donuşturuldu.

İzmir’e 60 km uzaklıkta, Manisa zirvesinde bir doğa harikası

SPİL DAĞI, KAR VE YILKI ATLARI

İlker Unsever

Biz egeliyiz. Kar gormediğimizden, fotoğraflardaki kar manzaralarına bakarken icimiz gider. Kırk yılda bir İzmir’e kar yağdığında coluk cocuk yollara dokulur, ucuşan beyazlıkların altında neşeyle koştururuz. Başka da bir şey yapamayız. Cunku bizim “kar yağıyor” dediğimiz olay daha yere değmeden suya donuşen cinsten bir yağıştır. Bu kar budalalığımızı yenmek icin kimimiz Uludağ’a gider, coğunluğumuz da TV’de seyirle yetiniriz. Ama cok azımızın aklına, burnumuzun dibinde ustelik yaz başına kadar karla kaplı yerlere gitmek gelir. Gercekten de İzmir’e hepsi hepsi 120 km uzaklıktaki Bozdağ ya da sadece 60-70 km uzaklıktaki Spil Dağı gibi olağanustu yerleri duyarız ama gidip gormeyiz.

İşte ben tipik bir akdenizli olarak pazar gunumu koltuk ve masa arasında uyuma ve yeme faaliyetleri ile gecirmeyi duşunurken, buyuk kızımın cevre dağlarla ilgili atlatılması kabil olmayan soru bombardımanına tutuldum.

Cevaplandırmak gidip gormekten her nasılsa daha zor geldiği icin, ağzımdan “Spil Dağı’na cıkmaya ne dersiniz? Hem kar topu oynar, piknik yaparız” sozleri dokuluverdi.

Sonrasını siz duşunun. Cocuklar sevincten ortalığı birbirine kattı, apar topar yola cıktık.

İzmir-Manisa yoluna yoneldik. Cok rampa ve virajlı olsa da 3 şeritli ve oldukca bakımlıdır. Sabuncubeli olarak adlandırılan 40 km uzunluğundaki bu yolun bitiminde Manisa’nın sanayi bolgesi başlar.

Manisa’ya girer girmez Spil butun ihtişamı ile gorundu. Ben “işte Spil’ der demez başladılar “geldik mi” demeye. “Ya oyle bir sapak yoksa” veya “ya o sapağı gectikse” korkusu “Ağlayan Kaya-Niobe” levhası ile son buldu. İzmir istikametinden Manisa’ya girince yaklaşık 2 km sonra sağa ayrılan ulu ağaclı dere kıyısı yolu takip edince kendimizi Spil’in eteğindeki Ağlayan Kaya-Niobe’nin yanında bulduk.

Mitolojik efsane ile butunleşen, yaklaşık 30 m. yuksekliğindeki bir kadın başı siluetinin goze benzeyen kısmından sular akıyormuş. Gerci biz orada iken su falan akmıyordu ama su aktığı soylenen yerde nem ve yosun varlığı mitolojik efsaneyi doğruluyordu.

Efsaneyi merak edenler icin bir tabela vardı ama efsaneyi kaleme alanlar cumle, nokta, virgul gibi kavramların yanısıra bilgi ve anlatım yeteneğinden de yoksun oldukları icin yazıyı okumak ve anlamak icin gecirdiğimiz dakikalara acıdık.

Ağlayan kayanın hemen yanında levhasından Belediye’nin yaptığırdı bu defa anlaşılan kucuk bir anfitiyatro mahalle cocuklarının oyun sahası olarak kullanılmaktaydı.

Yola devam ettik. Manisa’nın kenar mahallerinin sona erdiği yerde bulunan levha Spil tepesinin 27 km ileride olduğunu gosteriyordu. Yukseldikce Manisa ovasının muhteşem goruntusu, virajlarda karşımıza cıkıveren Spil’in sarp yamacları ile karışmaya başladı. 900 metrede bulunan seyir tepesine ulaştığımızda Manisa artık bulutlar arasında şoyle boyle seciliyordu. 1200 metrede bulunan seyir tepesinde ise İzmir Korfezi Seyir Alanı yazıyordu ama bulutlardan hic bir şey gorunmuyordu.

Dağın platosuna geldiğimizde uzerlerindeki karın ağırlığıyla yıkılacak duruma gelen cam dalları arasından gorduklerimiz aklımızı başımızdan almaya yetmişti. Her yer beyaz, daha doğrusu bembeyazdı.

“Atalanı” denilen bolgeye geldik. Orman Bakanlığı gorevlilerine kucuk bir giriş parası odeyip yarım metre karla kaplı alana girdik. 5 dakika gecmemişti ki, buraya neden “Atlanı” dendiğini anladık. İleride karların arasında 10-15 at geziniyordu. Bunu gorunce durduk ve motoru susturduk. Fotoğraf makinamı kapıp kendimi karların icine attım. Bata cıka atlara yaklaştım. Olağanustuydu. Yılkı atları beyazlıklar arasında birbirlerine sokulmuş, karlar arasından ot bulmaya calışıyorlardı. Buyulenmiştim. Kendimi onlara yaklaşmaktan alıkoyamıyordum. Bu atlar başkaydı. Duruşları, bakışları alıştığımız gibi değildi. Yorgun ve bitkin gorunuyorlardı ama onları başkalaştıran gururlu duruşlarıydı. Doğaya ve insana meydan okurcasına, daha yok olmadıklarını, kimseye hizmet etmeden, kimseden yardım almadan yaşayabildiklerini haykırıyorlardı sanki. Makinenin deklanşorune bastım, bastım. Beni iyice farketmişlerdi ama kacmadılar. Goz goze kalakaldık. Ta ki iğrenc bir korna sesi, sessizliği yırtana kadar. Geriye donduler ve ormanın icinde kayboldular.

Kardan daralan yol ancak bir aracın gecişine izin verdiği icin yolu kapattığımızı hatırlatan bir mercedesin korna sesiydi bu. “İyi dileklerimi” ardı ardına sıralayıp arabaya dondum ve yola devam ettik.

Bizimkiler gordukleri karşısında mutlu, karların arasında yuvarlanmak icin sabırsız ve cıvıl cıvıldılar.

Konaklama ve Yemek

Platonun ortasında Orman Bakanlığı’na ait ağac evlerden oluşan 15-20 evlik kamp yeri var. Bu evler icin Orman Bakanlığı’na cok kucuk bir bedel yatırılıyor ve rezervasyon yaptırılıyor.

Evlerde yatak ve şomine var. Odunu bol. Ancak talep cok ve yer ayırtmak da oyle kolay olmuyor.

Biz biraz daha ileri gitmek istedik ama pişman olduk. Cunku kara saplanmıştık ve kurtulmak icin epey uğraşmak zorunda kaldık.

Oksijenin bolluğu ve Mart guneşinin ısıttığı hava hepimizi acıktırmıştı. Ortası şomineli, ilkel ama şirin kulubede nefis etler, dağın harika suyu, sarıya calan kaymaklı yoğurdu ile karnımızı doyurduk. Fiyatlar da keseye uygundu doğrusu.

Sıra karlarda yuvarlanmaya gelmişti. Cocuklarla karlarda yuvarlandık, kar topu oynadık ve kardan adam yaptık. Hazırlıksız ve donanımsız kar seruvenimizin sonu gelmişti. Ama bizi bir surpriz bekliyordu. Geliş yolumuzda trafik kilitlenmişti.

Yemek yediğimiz kulubenin sahibinin onerisini dikkate alarak dağın cıktığımız kuzeybatı yamacı yerine guneydoğu yamacından doğrudan Kemalpaşa’ya, Ankara-İzmir karayoluna indik. Sadece 37 km suren bu yolculukta yol daha guzel, cok daha kısa idi ama Spil’in muhteşem goruntusu ve Manisa’nın inişteki Osmanlı şehzadelerini hatırlatan dokusu yoktu. Eve geldiğimizde henuz akşam olmamıştı.
__________________