Hadiselerin İlmi (Olayların Bilimi)
Geleceği Bilme Merakı:
Kim geleceğini bilmek istemez ki? Bunun icin onemli bir parayı bile gozden cıkarabiliriz. Cunku geleceğe yonelik umutlarımız ve beklentilerimiz vardır. Bir şeylerin meydana gelmesi icin zaman, para ve emek harcamaktayız. Ama bunların gercekleşip gercekleşmeyeceğini bilememekteyiz.
Cağdaş hicbir bilim dalının bizlerin geleceğini bilmek adına bir iddiası yoktur. Ancak fal gibi bilim dışı uğraşlar geleceği bilme adına bir şeyler soylemekte, fakat insanlar haklı olarak bunlara da fazla kulak asmamaktadırlar. “Fala inanma, falsız da kalma.” sozunde fala karşı duyulan bir guvensizlik ve tereddut hemen dikkati cekmektedir.
Yuzyıllardır ruyalar gerceği bilmede bir pencere olarak değerlendirildi. Ama S. Freud ruyaları cağdaş bilimlerin aydınlığında masaya yatırdı ve onların birer arzu gercekleştirme edimi olduğunu ispat etti. Tabii Freud hak ruyaları goremediği gibi bunları da anlayacak seviyede değildi. Onun kastettiği ruyalar nefsani turdendi.
Biz bu calışmamızda bir bilimden soz edeceğiz. Bu, aslında yeni değil, eski bir bilimdir. Peygamberlerin, ermişlerin, dinde derinleşen insanların aşinası oldukları bir bilimdir: Hadiselerin ilmi (Olayların bilimi).
Hadiselerin İlmi Nasıl Bir Bilim Dalı Olabilir?
Evet, hadiselerin ilmi nasıl bir bilim dalı olabilir ki? Biz bu soruya başka bir soruyla karşılık veremeye calışacağız. Hava durumlarını tahmin, yani meteoroloji nasıl bir bilim dalı haline geldi? Oysa hava durumunu tahmin geleceği bilme iddiasıdır. Depremin olup olamayacağı nasıl bilimin konusu icerisine girdi? Yine deprem olacağına yonelik her iddia gelecek adına soylenmektedir. Gokte dunyamıza yaklaşan bir dev meteorun veya kuyruklu yıldızın dunyamıza carpıp carpmayacağı nasıl bilim dunyasını meşgul etmeye başladı? Tabii bunlar da, onlarcası da yersiz kaygı olarak tarihe gecen geleceğe ilişkin birer iddiadan başka bir şey olmadı. Bilim adamları tum bu konulardaki iddialarını kamuoyuna sunarken ciddi bir eda ile gozluklerini iki elleri ile tutup gozlerine yerleştirdiler, onlerindeki kÂğıttan bilim adına bazı cumleler okudular. Bu sırada bilim adına konuştuklarını da ozellikle vurguladılar.
Ama yine de hadiselerin ilmi diye bir bilim dalının olmayacağını savunabiliriz: Cunku başımıza gelen olaylar bir yasaya gore meydana gelmemektedir diye duşunebiliriz. Yururken ayağımızın kayması bir tesaduftur. Sutcunun sutu biraz gec getirmesi bir hadisedir ama nedeninin hadiselerin ilmi ile acıklanması olanaksızdır.
Yururken ayağımızın kaymasını sakarlığımızla, ayakkabımızın altının veya yolun kaygan olması ile acıklayabiliriz. Yine sutcunun sutu biraz gec getirmesinin de birtakım ozel nedenleri olabilir. Sutcu gece gec vakitlere kadar televizyon seyretmiş veya eşi ile kavga etmesi sonucu zamanında uyumayıp gec kalkmış da olabilir. Bunun gibi yuzlerce mazeret duşunulebilir. Bunların hic birinin bizim burada sozunu ettiğimiz hadiselerin ilmi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Hadiselerin ilmi, meydana gelen her olayın geleceği işaret etmede ve aydınlatmada bir işlevi olduğu temel onermesine dayanır. Evet, olaylar nedensiz ve gelişiguzel oluşmazlar. Her olay onunde meydana geleceği olaylarla ilgili gizli mesajlar icerir. Her olay başka bir olaya gebedir. Olaylar olayları doğurur ama doğan her olay adeta cocuğun ebeveynine benzemesi gibidir. Daha doğrusu buyuk olaylar meydana gelmeden once prototip, ornek, kucuk bir model olarak kendilerini hissettirirler. Her buyuk olay oyle gokten zembille inmez, meydana gelmeden once bazı işaretlerle kendisini onceden belli eder, tıpkı buyuk bir savaş oncesinde devletler arasında elcilerin gidip gelmesi, liderler arasında soz dalaşının, meydan okumaların, kavgaların olması gibi bir durum yaşanır.
Hadiselerin ilmi, olayları tıpkı modern bilimlerin incelediği olay, olgu ve varlıklar gibi ele alır. Olayları neden kabul edip bazı sonuclara ulaşır. Bazen de buyuk olayları sonuc kabul edip kucuk olaylarda onun nedenlerini arar. “Aynı nedenler aynı koşullarda aynı sonucları meydana getirir.” bilimsel yasanın olayların bilimi icin de gecerli olduğunu savunur. Olayların “Su deniz seviyesinde 100 derecede kaynar.” onermesinde olduğu gibi değişmez bazı yasalara sahip olduğunu iddia eder.
Burada kucuk olayları neden buyuk olayları sonuc olarak kabul etmenin sadece bir yakıştırmaca olduğunu ve hadiselerin ilminde birer terimsel adlandırmadan kaynaklandığını belirtelim. Kucuk olaylar buyuk olaylara işaret ettiği zaman buradaki ilişki sadece haber vermektir. Yoksa asla o kucuk olay buyuk bir olayın nedeni değildir. Yukarıdaki orneği devam ettirirsek şoyle diyebiliriz. Hava yağışlı olduğu icin ayağımız duz zeminde kaymış olabilir. Coğumuz olayı boyle bir neden sonuc ilişkisi ile kapatabilir. Evet, ayağımızın kayması bir sonuc, yolun ıslak olması bir nedendir. Bu olay boyle bir neden sonuc ilişkisi ile bitirilmelidir. Sonucta yaralanma ve olum de olmadığına gore dosya kapanmalıdır. Bunun uzerinde daha da derinlemesine durmak, dananın altında buzağı aramaktır. Oysa hadiselerin ilmi bu basit olayı bir tarafa atmaz, bundan ileride karşılaşabileceği buyuk olayların sırrını cozmeye calışır, başına gelebilecek buyuk olayların haberini alır. Arkadaşının evine giderken ayağının kaydığını gorurse o arkadaşa karşı temkinli olur, onunla ilişkilerinde bazı aksilikler yaşayacağı kaygısını duymaya başlar. Cunku arkadaşının evine giderken yaşadığı o basit duşme olayı hadiselerin ilmine gore daha buyuk bir olayın prototipi, modeli, kucuk bir orneği olabilir. Evet, boyle bir durumda kişiye duşen en onemli care sadaka ile bu belayı def etmektir. Cunku hadis-i şerife gore sadaka bela ve musibetleri ortadan kaldırır. İkinci orneğimize gelince elbette sutcunun sutumuzu biraz gec getirmesi de o kadar onemli bir olay olmayabilir. Cok basit ve onemsiz bir şey olarak uzerinde duşunmek gereği de duymayabiliriz: “Ne var yani o da bizim gibi bir insandır. Biraz gec kalmışsa soyleyeceği bir mazereti vardır.” Ama hadiselerin ilmi onun mazeretini dinlemek istemez bile. Cunku hadiselerin ilmine gore onun sunduğu mazeretin hicbir onemi yoktur. Elbette mazereti yerinde ve doğru da olabilir. Hadiselerin ilmi sutcunun sutu gec getirmesinin bizim geleceğimiz ile ilgili bir mesaj icerdiğini iddia eder. Bu basit olay geleceğimizde onemli gorduğumuz bir olaya ilişkin onemli bir bilgi icermektedir. Bu basit ve kucuk olay o buyuk ve onemli olayın bir on temsilidir. Bu basit olayı cozersek o onemli olayı da kavramış oluruz. Ama hadiselerin yorumu ruyaların yorumu gibi bir uzmanlık işidir. Sutcu ilim adamını sut ruyada olduğu gibi ilmi temsil edebilir. Sutcunun sutu gec getirmesi onemli bir konuda gec bilgi sahibi olacağımıza işaret edebilir. Zaten soz konusu olay ruyada gercekleşseydi de aynı yorumu yapacaktık. Cunku hadiselerin ilmi ile ruyaların yorumu pek cok noktada birbiriyle cakışmakta, ortak ozellikler taşımaktadır.
Filmlerde Hadiselerin İlmi:
Senaryo yazarlarına bu yonleri ile buyuk bir hayranlık duyarım. Onlar nasıl oluyor da Allah’ın bu evrendeki ve dunyadaki yuce kanununu yani olayların bilimini eserlerine farkına varmadan uygulayabiliyorlar. Dunya goruşu ne olursa olsun gercek bir sanatcının eserine olayların bilimine uygun olarak motifleri yerleştirmesi benim hem hayranlığıma hem de şaşırmama neden olmuştur. Bu durum bal arısına ilhamla yapacağı şeyleri bir program dahilinde sunan yuce Allah’ın insanı da ilhamının kapsamı dışında tutmadığı gerceği ile acıklanabilir. Aklı, bilinci olmayan bir bocek ilhamla şerefleniyorsa yuce Allah insana karşı daha comerttir kanımca. Sanatcılar arılar gibi bu ilhama antenleri acık kimselerden sadece.
Bahsedeceğim şeyler, sizlerin donup bakmayacağınız turden. Orneğin bir filimde baba askerdeki oğlundan mektup bekler. Ama mektuplar gecikir. Tam bu sırada durup durduğu yerden oğlunun fotoğrafı yere duşer. Bu gorunuşte onemsiz bir şeydir. Fizik kanunlarla izah da edilebilir. Ama film dilinde bu bir mesajdır. Oğlan olecektir. Nitekim cok gecmeden cocuğun olum haberi gelir. Bazıları şoyle duşunecektir: Bu senaryo yazarının izleyiciyi boyle bir acıya onceden hazırlaması icindir. O zaman senaryo yazarı bunu bilincli yapmaktadır. Senaryo yazarı izleyici buyuk bir şoka girmesin diye ona bu acı haberi sindire sindire vermek istemektedir. Ben bu duşunceye kesinlikle katılmıyorum. Senaryo yazarı bunu hem farkına varmadan, yani bilincsizce yapmıştır, hem de bu tam anlamıyla bir ilhamla gercekleşmiştir, yani olayların ilmi bir yasa gibi filme egemen olmuştur. Cunku benzer kanun hayatta da cereyan etmektedir. Kuşkusuz duvardan fotoğrafı duşen herkes olecektir diye bir kesin kanun yoktur. Fotoğrafın duvardan duşmesi olayların ilminde yuzlerce anlama gelir. Bu bir kelimenin cumle icerisinde değişik anlamlar kazanması gibidir. Orneğin ‘karartacağım’ kelimesi ‘Hayatını karartacağım.’ ile ‘Odamı karartacağım.’ cumlelerinde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Fotoğrafın duvardan duşmesi askerdeki oğlunun yaşayıp yaşamadığı kaygısını duyan bir baba icin olum haberi anlamına gelirken oğlunun yeni işinde yukselmesini bekleyen bir baba icin istediği goreve gelememe gibi başka bir olumsuz haber anlamını taşır.
Başka bir filimde şoyle bir ana olay vardır: Bir kişi Almanya’ya işci olarak gitmek istemektedir. Ama bazı prosedurleri halletmesi gerekmektedir. İşi olacak gibidir ama film bu ya belki bir engel cıkabilir. Seyirci de onun gidip gitmeyeceği yonunde bir kaygı ve gerilim yaşamaktadır. Seyirci başkahramanın Almanya’ya işci olarak gitmesini ister, cunku olumcul bir hastalığa yakalanan cocuğu icin para kazanıp onu tedavi ettirmesi gerekmektedir. Fakat aksilikler olabilir. İşte bu durum izleyici icin gitgide artan bir kaygı ve gerilim merkezi oluşturur. Gun icinde Almanya’ya gidiş prosedurlerini halletmek icin caba gosteren başkahraman eve donerken halktan bir esnaf, babacan bir eda ile başkahramanımıza Almanya’ya gitme işinin akıbetini sorar. Başkahramanımız tam bu konuda gun boyunca yaptığı uğraşlardan soz ederken o esnafa cırağı seslenerek kendisini birisinin telefonda aradığını soyler. O da başkahramanımızı dinlemeyi bırakıp iceri koşar. Esnafın bu tavrı basit bir olaydır. Gorunuşte onemsizdir. Ama aslında olayların ilminde esnafın merakla başkahramanımıza sorduğu sorunun cevabını vermektedir. Nasıl o bir sorun nedeniyle başkahramanımızı dinleyecek zamana ve fırsata sahip olamamışsa başkahramanımızı Almanya’ya yollama işlemlerini yapan yetkililer de bazı sorunlar nedeniyle başkahramanımızı dinlemeyecek ve anlamayacaktır. Tabii Almanya’ya gitme işi de gercekleşmeyecektir.
Hadiselerin İlmi Kuran-ı Kerim’de Gecmektedir:
‘‘İşte boyle Rabbin seni sececek ve sana hadiselerin yorumuna dair ilimler oğretecek ( ve yuallimuke min tevili’l-ahadisi). (Yusuf suresi, 6)’’
‘‘Onu satın alan Mısırlı, hanımına dedi ki: ‘Buna guzel bak! Belki bize faydası olur, yahut evlat ediniriz.’ Bu suretle Yusuf’u orada yerleştirdik. Hem de ona olayları yorumlamaya dair ilimler oğretelim diye (ve li-nuallimehu min tevili’l-ahadisi)… (Yusuf suresi, 21’’
‘‘Ey Rabbim, Sen bana dunya mulkunden bir nasip verdin ve bana olayların yorumlamasını oğrettin (ve allemteni min tevili’l-ahadisi). (Yusuf suresi, 101)’’
‘Ahadis’ bizim dilimizde ‘hadiseler’ diye kullanılmaktadır. ‘Olaylar’ ile eşanlamlıdır. Belki olayların bir ilim konusu olamayacağını duşunen pek cok tefsirci ve mealci bu ibareyi ruyaların ilmi diye duşunmuş ve acıklamıştır. Halbuki ‘ruya’ Arapca bir kelime olup aynı surede de pek cok yerde gecmektedir. Hz. Yusuf (a.s) guneşin, ayın ve on bir yıldızın kendisine secde ettiklerini ruyasında gormuş, Mısır melikinin de ruyasını yorumlamıştır. Tum bu yerlerde ruya kelimesi kullanılmaktadır. Tum bunlar ahadis kelimesinin ruya kelimesinden başka bir anlamda kullanıldığını ve olaylar anlamına geldiğini acıkca gostermektedir.
Kuran-ı Kerim’in aşağı yukarı dortte biri kıssalardan oluşmaktadır. Kıssalar da olayların arka arka birleşmesinden meydana gelmektedir. Kuran-ı Kerim ayetleri nazil olmaya başladığında inancsız insanlar bu kıssalara dikkat cekerek Kuran-ı Kerim’e ‘eskilerin masalları’ diye ad vermelerine neden olmuştur. Belki bu ifade Kuran-ı Kerim’de en az on yerde gecmektedir. Bu da kÂfirlerin nazarında Kuran-ı Kerim’de gecen olaylar ve kıssaların onlar icin bir anlama gelmediğini, halk arasında soylenen efsaneleri andırdığını gostermektedir.
Bir Mumin İcin Kuran-ı Kerim Kıssaları (Belli Olaylar Butunu) Ne Anlama Gelmektedir:
Kuran-ı Kerim’in ayetleri 23 yılda azar azar indi. Gecmiş peygamberlerin kıssaları da peygamberimizi teselli kabilinde verilmiştir. Kıssaların işlevi sadece bu teselliyle bitmemekte, peygamberimize (s.a.s) olayların belli bir yasayla geliştiğini, gelişiguzel olmadığını beyan ediyordu. Kuran-ı Kerim’de kıssası en cok ve en ayrıntılı zikredileni Hz. Musa’nınkidir.
Yuce Allah Firavun’u, İsrail oğullarını anlatırken peygamberimize ve sahabelere onların yaşadığı olayların birer tabiat kanunu gibi kendileri icin de gecerli olduğunu bildiriyordu. Bunlardan bazıları şunlardır:
İsrail oğulları şayet Firavunun zulmune boyun eğerlerse bundan kurtulmaları mumkun değildir.
İsrail oğulları Hz. Musa’ya (a.s) tabi olup vaat edilen topraklara giderlerse Allah onları Firavun’un zulmunden kurtaracaktır. Bunun icin denizin yarılması gibi mucizeler bile gorulebilecektir.
İşte yuce Allah, peygamberimize (s.a.s) bu ilahi kanunları, yani hadiselerin ilmini anlatmaktadır. Nitekim Mekke’de zulum altında bulunan peygamberimiz ve sahabeler Medine’ye hicret edince kurtulmuşlar ve kendi devletlerini kurmuşlardır. Butun bunların meydana gelmesinde Hz. Musa (a.s) kıssasının sactığı umitlerin, ilahi yasaların buyuk bir katkısı olmuştur.
İnsanın Kuran-ı Kerim’deki kıssalara bakış acısı ilahi yasalar biciminde olmalıdır. Yoksa, Allah (c.c.) gostermesin, Mekke kodamanlarının ‘eskilerin masalları’ bicimdeki kufur anlayışına duşulebilir.
Yusuf Kıssasında Hangi Olaylar, Hangi İlahi Yasalara İşaret Ediyor:
Yeter ki Kuran-ı Kerim’deki kıssaların, olayların değişmez ilahi yasalara işaret ettiğini kabul edelim. Hemen binlerce yılda binlerce insanın yaşayarak elde edebilecekleri buyuk bir hikmeti bir anda elde ederiz. Bu hikmet bizi derin bir imana da sevk eder. Bu gerceğin farkında olan bir insan, bir anda dunyanın en akıllı ve ferasetli (uzak goruşlu) kişisi olur. Kuran-ı Kerim bu kıssaları ile bitip tukenmez bir ilim ve hikmet kitabıdır. İnsanın yaşadığı hayatı, olayları daha derinlemesine kavramasını sağlar.
Yusuf kıssası Allah tarafından kıssaların en guzeli olarak vasfedilmiştir. Bu surede insanın gunluk hayatında karşılaşabileceği pek cok olayın neden ve sonuc ilişkisi, ilahi yasalara işaret edilerek verilmiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
Bir işte birisi kabiliyetli birini kıskanıp ona komplo kurup onu etkisiz hale getirmek istediğinde yuce Allah (c.c.) gorunuşte onu galip kılsa da hakikatte mutlaka onu mağlup edecektir. Bir gun o kotuluk yapan kişi komplo kurduğu kişiye muhtac olacaktır. Maddi veya manevi olarak.
Birisi iffetini koruduğunda karşı taraftan iftira gelse de sonunda mutlaka aklanacaktır.
İffetini koruyup bu yolda mucadele eden kişi, her ne kadar biraz sıkıntı cekse de sonunda aklanıp yuksek makamlara gececektir.
Eğer bir insan bu ilahi kanunlardan şuphe ederse Kuran-ı Kerim’deki bu kıssalardan da, dolayısıyla hadiselerin ilminden de kuşku duyacaktır. Boyle birisi olayların ilahi bir yasayla değil de gelişiguzel oluştuğunu, geliştiğini duşunmektedir. Kotu kişilerin yaptığı şeylerin yanlarına kaldığını sanmaktadır.
Kadere, Hayır ve Şerrin Allah’tan Geldiğine İman Hadiselerin İlmi ile Anlamlı Olur, Derinleşir:
Bugun insanların imanlarında en cılız oldukları konu kaderdir. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiği hususudur. Coğu kişi kendisini Musluman gorduğu halde aslında iradeye o kadar onem veriyor ki ehlisunnet itikadının dışına cıkmaktadır.
Guc ve kuvvet Allah’tandır. Hayrı ve şerri yaratan da Allah’tır. Bir olayı meydana getirmek istesek de bu ancak yuce Allah’ın izni ve yaratması ile olmaktadır. Allah iyiliği de kotuluğu de yaratandır. Ama iyiliklerden razıdır. Kotuluklere rızası yoktur. Kişi yaptığını sandığı kotuluklerden niyeti nedeni ile mesul tutulmaktadır.
Başımıza gelen kotu şeyler, Allah tarafından yaratılmaktadır. Ama kotulukler karşısında mucadele etmemiz, meşru haklarımızı korumamız da gerekmektedir. Yoksa aksi durum kotuluklere rıza gostermek olur. Allah kotu şeylerin başımıza gelmesini ya derecelerimizin yukselmesi icin ya da daha once yaptığımız bir gunaha karşılık olarak yaratmaktadır.
İyilikleri, iyi şeyleri Allah’ın lutf u ihsanı olarak gormek gerekir.
İşte hadiselerin ilmi ile kader bu temel esaslar icerisinde değerlendirilmelidir. Kader ile ilgili temel bilgileri edinmeden ve bunda derinleşmeden hadiseleri değerlendirme kişiyi psikolojik olarak hasta kılar ve saplantılı takıntılı bir duruma sokar. Boyle birisinin hayatı cekilmez olur.
Hadiselerin İlmi İnsanı Saplantılı Takıntılı Bir Psikolojik Rahatsızlığa Sevk Etmez mi?
Yazımızın başındaki ornekleri bir hatırlayalım: Ayağımızın kayması bir tesaduf değildi. Geleceğe donuk bir anlama sahipti. Sutcunun sutu gec getirmesi de boyleydi. Şimdi bu bilgiler inancsız bir insanı saplantılı takıntılı bir nevroza surukler. Cunku anlamları olumsuzdur. Boyle birisi bu tur olaylarda donup kalır, hayatını zorlaştırır. Ne yapacağını bilemez. İnsanların buyuk kısmı boyle ceşitli saplantılara takıntılara sahiptir. Bunları aşmak icin zamanlarının ve enerjilerinin coğunu harcarlar.
Hadiselerin ilmi bilgisine sahip olan birisi de şayet inanc bakımından (ozellikle kader konusunda) zayıfsa bu saplantılı takıntılı durumu daha da artacaktır.
S. Freud saplantılı takıntılı nevroza genellikle dindar ve zeki insanların duştuğunu belirtir. Bu duşuncenin haklı yanları vardır. Ama Freud’un dindar kabul ettiği kesim Allah’ın varlığını kabul eden kişilerle Hıristiyan ve Yahudilerdir. Bir muminin Allah’ın izni ile boyle bir psikolojik hastalığa yakalansa bile onu uzerinde kısa zamanda atmaması mumkun değildir. Zekiliğe gelince buna tamamen katılıyorum. Bu insanlar hadiselerin gelişiguzel doğmadığını, gelişmediğini zekÂlarıyla kavramış durumdadırlar. Ama bundan ne Freud’un psikanalizi ile ne de zekÂlarıyla kurtulabilirler. Bu ancak mumin vasıflarına sahip olmakla, Allah’a tevekkulle ve bu konularda gelişmekle atlatılabilecek bir psikolojik rahatsızlıktır.
Hadiselerin ilmi ile uğraşmada mumin derecesindeki kişiler, imanları ve Allah’a tevekkulleri ile şeytanların vesveselerinden korunabilir. Yoksa bu niteliği olmayan kişileri hadiselerin ilmi ile uğraşmak şeytanların oyuncakları kılar. Bundan kurtulmaları da mumkun olmaz.
Mumin birisi ise buyuk olayların olumsuz işaretleri karşısında aktif bir rol oynar. Oncelikle her işe yuce Allah’ın (c.c.) adı ile başlar. Bu zaten o işin hayırla sonuclanacağına acık bir işarettir. Peygamberimiz (s.a.s) besmelesiz işin sonunun hayır olmayacağını belirtmiştir. İş besmele ile başlandığında gorunuşte olumsuz gibi gorunse de sonunda mutlaka mumin kişinin lehine cereyan eder. Bunun lehte cereyanı coğu kez ahrette gorulecektir. Ayrıca işe başlarken Allah’tan hayır ister. Boyle olumsuz işaretler aldığı zaman Allah’a sığınır ve dua eder. Başkalarının dualarını almaya calışır. Selamla insanların şerlerini engeller. Bunun yanında boyle olumsuz bir işaret aldığında bu niyetle sadaka veya Allah icin yapılacak bir hayırlı işle bunu def etmeye gayret eder. Gerekirse adak adar. Adağını da mutlaka zamanında yerine getirir. Sozunde durur. Vaadinde durmamanın bir munafıklık alameti olduğunu bilir. Kafasını bunlara pek takmaz. Sonunda galip gelecek olanın inananlar ve doğrular olacağını bilir. Her daim tovbe ve istiğfar eder. Hatalarının bedelini odemeye calışır. Yuce Allah’a (c.c.) guvenir ve tevekkul eder.
Kaldı ki bir muminin nazarında uğursuzluk yoktur. Her hadise mumin icin hayırdır. Başa gelen bela ve musibetler de sabırla ibadete donuşur. Peygamberimiz (s.a.s) pek cok hadis-i şerifle varlıkları, olayları uğursuz olarak yorumlamayı yasaklamıştır. Onun icin bir mumin hadiselerin ilmine gore olumsuz bir işaret karşısında bunun mutlaka kendisi icin hayırla neticeleneceğini bilir. Allah’a sonsuz guvenir. Yuce Allah’ın geceden gunduzu, oluden diriyi cıkaracağını bilir. Hakkın şerleri hayreyliyeceğinden emindir. Başa gelen olumsuz şeyler muminlerin gunahları icin birer kefarettir. Bela ve musibetler tovbe etmeye vesiledir. Tovbeler, şayet nasuh tovbe olursa, Allah’ın izni ile bu gunahlar sevaba cevrilecektir.
Hadiselere değil Besmeleye, Selama, Duaya, Sadakaya Onem Verelim:
Mumin bir kişinin saplantılı takıntılı nevroza yakalanması duşunulemez bile. Cunku o her hadiseyi daha başlamadan, hatta daha işaretleri bile gorunmeden once besmele ile damgalamıştır. Yatağından besmele ile kalkar. Her işte besmele ile hayatın en ufak hadiselerini bile damgalamaya devam eder. Besmelesiz hicbir işe girişmez. Yuce Allah’ın adı ile başlanan iş mutlaka hayırla sonuclanır. Bunu bir an, bir saniye bile unutmaz. İnsanlardan gelebilecek bela ve musibetleri de onlara verdiği selamlarla engeller. Evine selamla girip selamla cıkar. İşine de. Selam buyuk bir duadır. Her hayırlı iş oncesi dua da onun başka silahıdır. Kısacası mumin kafasını hadiselere, olumsuzluklara, uğursuzluklara yormaz ve takmaz. Hadiselerin ilmi onu saplantılı takıntılı nevroza değil buyuk bir hikmete ve ilme surukler. Yuce Allah’tan (c.c.) daim haline şukur ve sabır gibi nimetlere sevk eder. Allah’ın rızasını gaye olarak gorur. Yuce Allah’ın (c.c.) besmele, selam, dua, sadaka gibi hadiseleri hayra ceviren, donduren asıl guc kaynaklarına yapışır. Allah’a tevekkulunde kuşkuya duşmez. ‘Gevşemeyin, uzulmeyin, inanmışsanız mutlaka siz en ustunsunuz. (Ali İmran suresi, 139)’
Elbette bir boks macında taraflar birbirlerine darbeler vuracaktır. Ama onemli olan, macın sonudur. Hakemin galip kişinin elini kaldırmasıdır. Dunya bir imtihan yurdudur. Odul ve ceza yurdu değildir. Asıl mukÂfat ahrettedir. Mumin dunyada gerek derecesinin artması gerekse gunahlarına kefaret olması icin hayattan bazı darbeler alabilir. Ama ona mutlaka dunyada da bazı galibiyetler verilir. Yuce Allah muminleri dunyada aziz kılmada cimri davranmaz.
‘Butun işlerin sonu Allah’a aittir. (Hac suresi, 41)’
Hayırlı İşleri Hadiseler Doğurmaz, İslam’ın Beş Şartı Hayırlı İşlere Vesile Olur:
Hadiselerin ilmi ile insanın saplantılı takıntılı nevroza duşme tehlikesi soz konusu olmakla birlikte bu durum itikatta da bozulmalara neden olabilir. Hadiselere takılıp kalmamak gerektiğini, hele uğursuz olarak nitelenen durumların dince yasaklandığını daha once belirtmiştik.
Muminin hedefi sadece ahrette cenneti yaşamak değil bu dunyada da gonul huzurunu bulmaktır. İslam’ın beş şartı insanı bu dunyada buyuk bela ve musibetlere karşı korur. Namaz ve oruc bedenin ve ruhun sağlığını temin eder. Hac ve zekÂt ise mal mulkun guvenliğini, coğalmasını sağlar. Hayırlı hadiseleri bunlar doğururlar. Ahrette cennet bunlarla kazanıldığı gibi dunya hayatında da gonul huzuru ancak ibadetlerle elde edilebilir. Bir mumin bakışını hadiselere değil, Allah’ın rızasının gizli olduğu ibadetlere cevirir.
Namazda okunan Kuran sureleri, ozellikle Fatiha suresi butun hayırlı işlerin kaynağı gibidir. Bu başlı başına buyuk bir devlettir.
Gunahlar olumsuz, uğursuz hadiselere neden olurlar. Bunların bir kısmı dunyada kişilere hissettirilir. Tabii dunya bir imtihan yurdu olduğu icin bunlar gozlerden saklanır. İc dunyadaki cehennemi gozler pek goremez. İnsanların başlarına gelebilecek bela ve musibetlere en buyuk onlem, zamanında yapılacak tovbe ve istiğfardır.
Hadiselerin ilmi gunahlarda ısrar eden kişileri ancak saplantılı takıntılı nevroz kılar.
İlk İnen Ayet de Hadiselere Besmele Damgasını Vurmaya İşaret Etmektedir:
Peygamberimize (s.a.s) inen ilk ayet gayet duşundurucudur: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! (Allak suresi, 1)’ Ortada bir kitap yokken peygamberimize (s.a.s) neyi okuma emredilmişti? Bundan sonra inecek ayetler mi kastedilmişti? Bu elbette duşunulebilir. Demek ki, Allah’ın adı bir şifredir. Okuma onun adı ile başlamayınca hayırlı olmamaktadır. Ayetler gereği şekilde anlaşılmamaktadır. Ama ayeti sadece bu kucuk olaya indirgemek doğru değildir. Hayatımız ile bir kitap yazıyoruz. Nitekim yuce Allah bu kitabı (amel defterlerini) kıyamet gunu bizlere takdim edecektir. Kitaptaki her kucuk işin bile Allah’ın adı ile başlaması bizleri sevindirecektir. Besmele ile başlanan butun işlerin hayırla sonuclandığını goreceğiz.
Yuce Allah (c.c.) hayatımızın her kucuk, buyuk işine besmele ile başlamayı ve bu konuda uyanık olmayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________
Hadiselerin İlmi (Olayların Bilimi)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Hadiselerin İlmi (Olayların Bilimi)