Kur'Ân-ı Kerim'in Allah kelÂmı olduğunu ispat eden butun deliller ve Efendimiz'in (sallallÂhu aleyhi ve sellem) peygamberliğini tasdik eden butun huccetler, aynı zamanda ruh, cin, melek ve şeytanın varlığı hakkında da delil ve burhandırlar. Onları inkÂr edemeyen, bunları da inkÂr edemez. Zira bu mevzular, hem Kur'Ân-ı Kerim'de, hem de Efendimiz'in (sallallÂhu aleyhi ve sellem) mubarek sozlerinde ceşitli vesilelerle ele alınıp incelenmiş ve varlıkları bizzat onlar tarafından tasdik edilmiştir. Evet ruh, melek ve cin meselesi, işte boyle muhkem ve sağlam delillerle teyid edilmektedir.
Melek ve cinlerle, cinlerin başı şeytanın varlığıyla alÂkalı başka hicbir delil olmasa bile, cok mevzuda olduğu gibi bu meselede de KÂinatın Efendisi (sallallÂhu aleyhi ve sellem) ve Kur'Ân, delil olarak yeter. Zira on dort asırdır, ne Kur'Ân'ın, ne Resûlullah'ın (sallallÂhu aleyhi ve sellem) tek bir sozu yalanlanmadığı gibi, aksi de ortaya konamamıştır. İlim adına sabit ve değişmez kabul edilen ne kadar kanun bulunmuş, ne kadar keşif yapılmışsa, hemen hepsinin fezleke ve aslının Kur'Ân'da bulunup, on dort asır once haber verildiğini goruyoruz. O hÂlde, melek ve cinin varlığı, bizim varlığımız gibi kesin, Kur'Ân ve Efendimiz'in (sallallÂhu aleyhi ve sellem) doğruluğunun kat'iyeti kadar da kat'îdir. İnanmayıp inkÂra sapanlar, ancak kibir, gurur, inat, peşin fikir ve Kur'Ân'a, İslÂm'a duşmanlıklarından dolayı bu garip ve anlaşılmaz duruma duşmektedirler.
2. Bu varlıkları gormememiz, yokluklarına delÂlet etmez
İnsanın gormesi, umum varlığa nispetle cok sınırlıdır. Dolayısıyla insan, gormediğine "yoktur" deyip gecemez. Nice şeyler var ki, varlığını bildiğimiz hÂlde onları goremiyoruz. Gormemek, yokluğa sebep teşkil etmez. Dun mechulumuz olan bircok mesele, bugun artık malumumuz olmuştur. Fakat bildiklerimiz, bircok bilmediğimize kapı acmış olduğundan, biz yine bilinmeyenlere yelken acmak mecburiyetindeyiz. Mevzuumuzla alÂkalı varlık icin de aynı şeyleri duşunmemizde hicbir mÂni yoktur...
3. Bu varlıklar, bizim gorgu, bilgi ve muşÃ‚hede buudlarımızda değildir
Ruh, melek, cin ve şeytan, bizim buudlarımızda değildir ki gorebilelim. Biz, bizde mevcut organlarla ancak kendi buudumuza girenleri gorur ve duyarız. Nitekim, olcu birimleri dahi varlığın hususî durumuna gore değişmektedir. Mesafe, ağırlık ve yoğunluğun olcu birimleri hep farklı farklıdır. Ateşin hararet derecesini, onun icine elini sokmadan ya da hararet olcme aleti kullanmadan oğrenmeye calışanın durumuyla, fizik otesi ve maddî olmayan varlıkları maddî vasıtalarla gorup tutmaya, tutup tespit etmeye calışmak birbirine benzetilebilir. İkisi de, hedefe varmada yanlış yol takip etmektedir.
4. Kucuk kÂinat olan insanda ruh, buyuk kÂinatta melek gibidir
KÂinatta hÂkim olan mÂn ve ruhtur, madde değil.. ve yine, ilk yaratılan da madde değil, anti-maddedir. Evvel nur, ruh ve madde icin kalıp olabilecek mahiyetler var edilmiştir. Bu, en kucuğunden en buyuğune kadar butun varlık icin boyledir.. ve varlık, daha sonra belli bir zaman icinde o kalıplara gore şekillenmiştir.
Varlıkta bir kader, matematik(î

MeselÂ, eğer dilinden anlasaydık ve dilimizden anlasaydı -belki de anlıyordur- bir cekirdeğe: "Sen ne olmak istiyorsun?" diye sorduğumuzda, "ağac" diyecek ve neticede ağac olacaktır. Ne mevsimlerin değişmesi, ne uzerinden ceşitli devrelerin gecmesi, ne de bulunduğu yerden başka bir yere nakledilmesi, onu bu sozunde yalancı cıkarmayacaktır. Cunku onun ağac olması, bir kanundur. Şimdi bizler, bu cekirdekteki ağac olma kanununu izah edebiliyor muyuz? Hayır. Oyleyse, inkÂr mı edeceğiz? Elbette ki hayır.
Gozle gorulmeyecek letafette bir yapıya sahip olan ruzgÂr ve kasırga, ağacları kokleyip savuracak ve catıları ucuracak guc ve kuvvete sahiptir. Şimdi bizler, her yıl yuzlercesine şahit olduğumuz bu vak'alardan sonra, ruzgÂrdaki guc ve kuvveti, sırf gormediğimizden oturu inkÂr mı edeceğiz?
Elektrik, belli bir sisteme bağlandıktan sonra, duğmeye basan kim olursa olsun, koca bir fabrikayı, dev gibi makineleri calıştırır da, biz ondaki bu potansiyel gucu ancak eserinden anlarız. Oysaki, ondaki bu gucu, şimdiye kadar kimse gormuş değildir. Fakat, gormediğini inkÂr eden safderunlardan başka, ondaki bu gucu inkÂr eden de cıkmamıştır.
Zerrelerden kurelere kadar mevcudiyeti herkesce kabul edilen itme-cekme kanunu da boyledir. Bu kanun sayesindedir ki, kÂinattaki nizam ve Âhenk devam etmektedir. Şimdi, neticesini gorduğumuz, fakat bir turlu kendisini muşÃ‚hede edemediğimiz bu kanunu inkÂr mı edeceğiz?
Misalleri coğaltmak mumkundur. Fakat neticede varlık ve hÂdiselerin bize diyecekleri şudur:
"Arkadaş! Sen bize takıldın kaldın. Biz sadece tenteneli bir perdeyiz.. ve bize verilen emirleri yerine getiririz. Bizim ustumuzde de bir kısım nezaretciler var; onların adları da, ruh ve melektir. Siz, kendi Âleminize sarkmış dallar olarak bizi goruyorsunuz; ancak, esas vucud ve kuvvet, ruha ve meleğe aittir, onlarda gorulen de Hakk'a. Evet, unutmayın ki, kucuk bir kÂinat olan insana ruh nezaret eder, buyuk bir insan olan kÂinata da melekler!.."
5. Butun kÂinat, hayat ve şuur sahibi varlıklar icin hazırlanmıştır
Hayat maddeye değil, madde hayata hizmet etmektedir. Topraktan havaya, ondan guneşe ve ruzgÂra, derken kÂinatta cari butun kanunlara ve bu kanun ve nizamlarla temin edilen Âhenk ve duzene kadar ne varsa hepsini teker teker ve topluca tetkik ettiğimizde goruruz ki, butun bunlar, yeryuzunde canlıların, bilhassa şuur sahibi varlıkların yaşamasına zemin hazırlamak icindir. KÂinatta israf yoktur. Eğer hayatla neticelenmeseydi, butun bu masrafların abes ve israf kabul edilmesi gerekirdi. Cunku, hayat olmayınca hicbir varlık ve varlığa ait hususiyetin de mÂnÂsı kalmayacaktır. Hayat olup, şuur bulunmasa, o zaman da her şey renksiz ve karanlık olacaktır. Oyleyse butun kÂinat, hem hayat, hem de şuur sahibi varlıklar icin hazırlanmıştır. Ve yine madem şu dunya, bu kadar kucukluğuyle beraber, bunca şuur ve hayat sahipleriyle doludur; dunyamızdan binlerce defa daha buyuk olan şu yıldızlar da, elbette kendi şartları icinde şuurlu hayat sahibi varlıklarla dolu olacaklardır. İşte o varlıklar da melekler, cinler ve ruhanîlerdir.
6. Hayat, maddeye bağlı değildir
Eğer hayat maddeye bağlı olsaydı, bir fil ve gergedanın pireden daha hızlı ve seri, daha hassas ve daha duyarlı olması icap ederdi. Hatta, en ince hislerle en keskin duyguların sinekte değil de, bir dağda bulunması gerekirdi. Everestler yerinde dururken, bir kuş, dunyayı kucuk bir bahcesi hÂline getiremezdi. Demek madde, sabit ve pasif; buna karşılık, mÂnÂ, ruh ve hayat ise faal ve aktiftir. Hayat, ic ve oz; madde ise kışır ve kabuktur. Başka değil, madde, ancak hayata hizmetkÂrdır. O hÂlde esas olan, gorulenler değil, aksine gorulmeyenlerdir...
7. KÂinatta cereyan eden hÂdiseleri hayalî kanunlara veremeyiz
Farazî ve itibarî bir cekim kanunu, dev gibi mucessem kureleri sırtına alamaz. Binlerce şey uzerinde imzası bulunan dimağa ait vazifeler, beynin o muthiş fonksiyonları goz ardı edilerek, gorunurdeki sebep olan kimyevî reaksiyonlara verilemez. Oyleyse, kanunları ellerinde tutan meleklerin ve beyne kumanda eden ruhun varlığını kabule mecburuz. Melek ve ruh dururken, butun bunları hayalî kanunlara ve cozulup giden maddeye vermek, makul bir izah değildir.
8. Melek, cin ve ruhî meselelere izah getiren pek cok hÂdise vardır
Dunya canlılarla dolu, her canlı ise, kendi hayat şartlarına munasip cihazlarla donatılmış durumdadır. Karada yaşayanlar, denizde yaşayanlar, kısaca butun canlılar, kendi Âlemlerine uygun organizmalara sahiptirler. Bu canlıların, iclerinde bulundukları şartların dışına sıcrayıp da başka bir Âleme intikalleri mumkun değildir. İnsan ne kadar ustun cihazlarla bezenmiş olursa olsun, iğne kadar bir balığın hayatını yaşayamaz. Ancak belli cihazları taklit edip kullanmak suretiyle, gecici olarak onların Âlemini ziyaret edebilir.
Etrafımız, binler ceşitte yaratıklarla sarılı.. buzullarda yaşayanlar, colde hayat surenler, oksijenini havadan alanlar, sudan temin edenler, topraktan biten şeyleri yiyenler, bizzat toprağı yiyerek gecinenler, surunerek yuruyenler, gok kubbede kanat cırpıp pervaz edenler veya suda yuzenler; daha neler ve neler!..
Evet, şu kucucuk dunyada, diğer sistemlere nispetle nokta bile olamayacak kadar şu kucuk yerkurede binlerce ceşit hayat ve yaşama şekilleri mevcuttur. Yeryuzunde vaziyet boyle iken, acaba dunyadan cok daha buyuk yıldızların, sistemlerin, guneş ve gezegenlerin, oralardaki şartlara uygun canlı ve şuurlu sakinleri yok mudur? Bir cırpıda verilecek "hayır" cevabı elbette ki yanıltıcı olur. Cunku henuz insanlık, oralara ait şartların icine girip de araştırmada bulunmuş değildir. Okyanusların icine girip de, oradaki canlıları gormemekten gelen bir inkÂrla, başka dunyalarda olabilecek canlıları inkÂr etmek arasında fark yoktur. Denizde boğulmadan yaşayan canlılar olduğu gibi, ateşte yanmayan canlılar da olabilir. Ve oyle bir canlı icin en guzel mesken de, herhÂlde dunya değil, guneş ve guneş gibi yıldızlar olacaktır. Kaldı ki, dunyada bile ruhî guc ve istidatlarından dolayı ateşin yakamadığı nice insanlar vardır. Dolayısıyla, hayat şartlarını sadece kendi dunyamıza kıyas edip, diğer yıldızları şuur sahibi canlılardan hÂlî ve boş kabul etmek, hic de doğru değildir.
Bir kimyacı ile konuşsanız, bir fizikci, astrofizikci ile sohbet etseniz, bir biyolog, zoolog, jeolog ve arkeologla fikir alış verişinde bulunsanız ve tıp sahasında biraz derinleşseniz veya boyle biriyle goruşseniz, karşınıza ne inanılmaz Âlemler, ne inanılmaz hayat şartları ve ne maceralı seyahatler cıkacaktır.
Bilmediğiniz veya en azından "ayne'l-yakîn"ine eremediğiniz bu gibi mevzularda size anlatılanları kabul etmeseniz bile, hemen inkÂra da sapmamak, tutulacak en mÂkul yoldur. Cunku konuşanlar, kendi sahalarında ihtisas yapmış kimselerdir. Meseleyi mevzuumuzla irtibatlandıracak olursak; bizzat yaşamış, gormuş veya gorenlerden dinlemiş olarak melekleri anlatan, cinlerin hayat hikÂyelerini nakleden ve ruhî meselelere izah getiren binlerce ve yuz binlerce o sahanın mutehassısı vardır ve onlardan nakledilen yuzlerce hÂdise biliyoruz. Anlatılanlar o kadar coktur ki, meseleye kat'iyet kesbetmiş nazarıyla bakılabilir. O hÂlde, bu mevzuda anlatılanlara da inanmak veya en azından inkÂr etmemek icap etmez mi?
9. Dunyamızda hayat vardır; diğer yıldızlarda da başka turden bir hayatın olması, her zaman mumkundur
Meseleye bir kıyas-ı temsilî ile yaklaşmaya calışalım: Emsalsiz ve sayısız hazineleri ve eşsiz sanat harikaları bulunan bir sultan duşunun. Bu sultan, saraylardan bir şehir kurmuş ve o muhteşem şehrin bir koşesinde de kulubecik şeklinde kucuk bir hane yaptırmıştır. Bu kucucuk binada buyuk bir faaliyet olduğunu, muhtelif hayat şartlarının mevcudiyetini ve ceşit ceşit yiyeceklerle kapların dolup dolup boşaldığını muşÃ‚hede ediyoruz. Bir de gozumuzu o muhteşem saraylara ceviriyoruz; fakat ortada kimseyi goremiyoruz. Şimdi bizim bu goremeyişimizi hangi sebebe bağlamak daha uygundur: Goz zaafımıza mı? Sekenelerinin bizden saklanışına mı? Yoksa kimsenin olmayışına mı?
Şu muhteşem şehirde binlerce sarayın boş ve hÂlî olup, sadece şu haneciğin binlerce canlıyla dolu oluşunu kabul mÂnÂsına gelen bu son goruş, elbette aklı başında birinin kabul edebileceği bir goruş değildir. O hÂlde, ya goz zaafımız o sarayların sekenesini gormeğe mÂnidir ya da o sekene, bilemediğimiz hikmetlerle bizden gizlenmektedir.
Dunya, misalimizdeki bu hane, kÂinat ise o muhteşem şehir; yıldızlar da, o şehirdeki debdebeli saraylar. Şu dunya haneciğinde bunca ışık, renk ve ses cumbuşunu seyreden adam, nasıl olur da o muhteşem ve debdebeli yıldız saraylarını boş ve hÂlî kabul edebilir. Hayır, oralarda da hayat vardır ve oraların da şuurlu sekenesi mevcuttur! Bizim onları gormeyişimiz, onların olmamasını gerektirmez. Bu, ya bizim gozumuzdeki zaaftan ya da onların başka bir buudda saklanışlarındandır.
Esasen biz, yerkurenin kendine de canlı nazarıyla bakıyoruz. Evet, insanın cesedini bir ruh idare ettiği gibi, dunyamızı da nezaret mÂnÂsıyla melekler sevk ve idare etmektedir. Bu kaide, butun gokyuzu cisimleri icin de gecerlidir...
10. Dunya bahcesinin bulbulleri gibi kÂinattaki butun guzellikleri terennum eden bulbuller vardır
KÂinattaki guzellikleri terennum eden bulbuller vardır. Bu bulbuller, dunya bahcemizin bulbulleri gibi, sema bahcesinin yıldızdan cicekleri uzerinde şukur ve hamd mÂnÂsına gelen terennumlerle şakır dururlar. Bazen cismanî bir varlığı kendilerine mesken yapar ve kudretin cisimlerde cilvelenişini seyredip kendilerinden gecerler. Bazen de koca bir galaksinin zikirlerini CenÂb-ı Hakk'a takdim ederler. Onlar ebedî kulluktadırlar ve onlar ancak kullukla ayakta durur ve yaşarlar!.. İşte onlar ruhanîlerdir, meleklerdir.. ve onlar, şekillerini kulluktan secmişlerdir
11. Melek, cin ve ruhanîlerin mevcudiyetini peygamberler ve veliler haber vermiş, filozof ve ilim adamları ispat etmiştir
Ruh, melek ve cin gibi varlıkların bir ferdinin ispatı, butun nev'in ispatı demektir. Bu hususta cuz', kullu gosterir. Evet, bir veya birkac insanda bobrek gordukten sonra diğerlerinde gormediğimiz hÂlde, her insanda bobrek olacağı kanaatine varırız.. ve gosterilen bir hayvanla, o cinsin yeryuzunde mevcut olduğuna kanaat getiririz...
HÂlbuki konumuzu teşkil eden melek, ruh ve cin gibi varlıkların binlercesi, yine binlerce insan tarafından nakledilmiştir. Hayatlarında hic yalan soylememiş yuz yirmi dort bin peygamber ve milyonlarca evliyÂ, aynı adetlere bÂliğ başka kimseler, binlerce defa melek ve ruhanî gormuş, onlarla goruşmuş.. aralarında gecen muhavereleri, goruşmeleri başkalarına nakletmiş ve bu nakledilen şeyler kayda gecirilerek bize kadar intikal ettirilmiştir. Şimdi, haklarında yalan muhal olan ve yalan uzerine ittifakları mumkun bulunmayan yuz binlerce, hatta milyonlarca insanın, muhtelif zaman ve mekÂnlarda herhangi bir mesele hakkındaki ittifaklarında şuphe ve tereddute yer kalır mı? Ve boyle bir meselede tereddut eden insana acaba insan denilir mi?
Ayrıca, hemen her zaman akıl ayağıyla yurumeyi şiar edinmiş yuzlerce filozof ve ilim adamının bilerek veya duyarak bu meseleyi kabullenmiş bulunmaları da, aynı meseleyi teyid etmesi bakımından uzerinde durulmaya değer...
12. İnsanın mahiyetindeki iyilik ve kotuluk kuvvelerini temsil eden iki kutup vardır: Melek ve şeytan
KÂinatta her şeyin kendini zıddıyla gosterip, yine zıddıyla hissettirdiğini belirtmiştik. O hÂlde diyebiliriz ki, kÂinatta hayırların teşvikcisi ve alkışcısı meleklerin karşısında, bir de şerlerin ve kotuluklerin susleyicisi ve ufleyicisi şeytanlar vardır ve gereklidir de.
Allah (celle celÂluhu) iyiyi, guzeli, hayrı ve salih amelleri seven Mutlak Kemal ve Cemal Sahibi'dir. Buna karşılık, yine yaratanı kendisi olmakla birlikte, şerre, kotuluğe asla muhabbet ve rızası yoktur. Kotuluklerin kaynağı, ozu, teşvikcisi, susleyicisi, hayale vesvese şeklinde sokanı ve iradesiyle insanı baştan cıkarıp, Allah'ın (celle celÂluhu) şerleri yaratmasına sebebiyet veren zakkum ruhlu bir varlık vardır ki, o da şeytandır. Şeytan, hicbir şey yaratmaz, yaratamaz. Hayrın da, şerrin de yaratanı Allah'tır (celle celÂluhu). Ancak Allah (celle celÂluhu), şerre ve kotuluğe razı olmadığı gibi, kullarına zulmedici de değildir; yani, kulunun elini kolunu bağlayıp, ona cebrî olarak gunah işlettirmez. Allah'ın (celle celÂluhu) selim ve salim fıtratta yarattığı insan, şeytanın hile ve suslemelerine kapılıp, iradesiyle fıtratını bozar ve kotuluk işler; Allah'ın (celle celÂluhu) yarattığı şer de, işte insanın işlediği ve bizzat faili olduğu bu şerdir.
Nasıl butun iyilikler, ahlÂkî guzellikler ve faziletlerle serfiraz insana "Melek gibi" deniyor, oyle de yırtıcılıkta sırtlanları utandıran ve her zaman ahlÂkın en kotusune acık bulunan hain, sinsi fikirli, zulum ve tahakkumden zevk alan ve butun kotuluklerde başı ceken insanlara da "Şeytan gibi" denir. Bu benzetme neyi ifade etmektedir? Hayalî bir yakıştırma mıdır sadece? İnsanlar, kendileriyle hayvanlar arasında bile ortak bircok yonler bulmuşlar ve bunlar, deyimler ve mefhumlar hÂlinde halkın terminolojisine girmiştir. Alexis Carrel'in Avrupa insanı icin yaptığı "insan..!" formulunun ne olduğunu bir araştırınız! Ve Soz Sultanı bir zatın dediği gibi, asrımızda cokları terzinin elbisede yaptığı ters-yuz ameliyesine tÂbi tutulsalar, karşımıza cok değişik şekiller cıkacaktır: Tilkiler, tavşanlar, ...lar! Oyleyse Kur'Ân'ın, behÂim sınıfını dahi geride bırakacak, altların altı ve dort ayaklılardan da aşağı sozum ona insanlardan bahis acmasından[1] hareketle, derecesine gore her insanda dış Âleme ait mÂkes bulmuş bir mahiyet cizgisi, bir değişim noktası bulunabileceğini soyleyebiliriz. Evet insan, mahiyetinde hayvanî karakterlerden cekirdekler taşır. Veya tersinden soylersek, her bir hayvan nev'i, mahiyet ve mÂnÂsıyla, insanın gelişmiş veya gelişmekte olan bir duygu ve kabiliyetinin temsilciliğini ve teşhirciliğini yapmaktadır. Aslan, insanın cesaretini temsil ediyor; cesur insanlara bu sebeple "Aslan gibi" deriz. Kurt, sırtlan ve benzerleri, insanın saldırgan tarafını tutmuş gidiyor; "Canavar ruhlu insan" diyoruz. Uysal ve mutevazi olanlar, koyun ve kuzuya teşbih olunurlar. Yılan denince, akla hemen zehir ve ağır dilliler gelir. Bulbul icin kafiyeler duşmede kalemler dilsiz kalır.. ve insanlık Âleminin bulbulu ise, Hz. Muhammed Mustafa'dır (sallallÂhu aleyhi ve sellem).
Atı cok severiz. Atın yurdu, yuvası, evi barkı ve istirahat edeceği bir doşeği yoktur. Dur durak bilmez, yorulmaz ve hedefine varıncaya kadar koşar da koşar.. nihayet "catladım" der, durur ve kalır orada, mechul asker gibi. Maddeten ucak ve fuzeye binmek, hicbir nebiye nasip olmamış ama ne gam; kuheylanımız, Burak misillu ruzgÂr olup, Yaratıcı'sının ismini, sırtında taşıdığı Nebi, sahabi, sultan, komutan ve erlerle denizler otesi dunyalara ulaştırmıştır. Halid'i, Sa'd'ı, Eyyub'u, Tarık'ı, Ukbe'yi ve nice nice Mehmed'leri (radıyallÂhu anhum) sırtına almış, zemin ve zamana nal vurup, tarih yuklu asumana şeref cakmıştır... Suvarisinde o ruh, kuheylanında da o ruh bulunup, iki yuce nev'in temsil ettikleri mÂnÂda kontak hÂsıl olunca denizler kara, ulkeler de koy ve kasaba oluvermiştir.
At, ruhuyla beraber gitti.. şimdi, sirklerde ve hipodromlarda o. Ya suvarisi? Kim bilir, hangi semerler altında! Tekevvunde olanlar var gerci; zaten butun umidimiz de onlar.
Devam edersek, kinde deveyi, inatta keciyi, kıskanmamakta eti haram kılınan hayvanı, ithal kalıplı kalp bir kalb ve iciyle dışıyla garplılaşmış kafalar icin yarasaları duşunun!. Veya megafon tipe bakıp, yabancı ağızlardan cıkacak her soluğa kulak veren mukallitliğiyle maymunu hatırlayın! Evet, insan ruhunda dalgalanan, kalb ve kafa dunyasında boğuşan, oynaşıp duran binlerce Âlî ve denî duygu ve duşuncelerle, aynı tur his ve karakterlerin yanında, bunları temsil eden et-kemik giymiş, iyi ve kotu ruhların ortaya koyduğu ahlÂkî davranışlar, daima birbiriyle carpışan iki ana kuvveti karşımıza cıkarmaktadır: İyilik ve kotuluk. Ve daima besleyen, susleyen, teşvik eden ve temsil ettikleri mÂnÂları insanda aksettiren iki kutup: Melek ve şeytan.
İnsan, kÂinatın kucuk bir fihristidir. Biri ağac, diğeri cekirdek; birinde olan, diğerinde de var. Kalb, Arş-ı A'zam; beyin, Kursî; hafıza, Levh-i Mahfuz; sevme-nefret, dÂfia-cÂzibe; ofkelenme, fırtınalar ve dalgalar; neşe ve sevinc, Guneş ve bahar; ic canlanma ve yıkımlar, Kuasar ve karadelikleri, atom ve guneş sistemi; kan damarları, nehir ve ırmaklar.... Oyle de, ilhamlar, ulvî duygular ve iyiliklerle melekler; vesveseler, cirkin hisler ve kotuluklerle şeytan! Yani bunlar, insandaki bu duygu, duşunce ve vesveseleri temsil etmektedirler. Umuma mal olmuş bir teşbih vardır: Melek gibi insan, şeytan gibi adam...
[1] Bkz.: A'rÂf sûresi, 7/179; FurkÂn sûresi, 25/44.
__________________