“İNSANLAR UYKUDADIRLAR, olunce uyanırlar” der Rasulullah (sav) ve ekler “Olmeden once olunuz”. İlk hadis-i şerif bize yaşadığımız hayatın mana itibariyle bir ruya olduğunu soyler. İkincisi ise ruya icinde uyanık ve şuurlu olmamızı, akıp giden hadiselere kendimizi bırakmamamızı oğutler. Bu tıpkı ruyası icinde ruyasını tabir eden, “şu şuna işaret eder”, “şunun anlamı şu olmalıdır” diyen, hatta ruyası icinde belli derecede olayların akışını kontrol edebilen kişinin durumuna benzer. Elbette insanların ekseriyeti icin ruya icinde ruyanın kontrolunun mumkun olmadığı bir vakıadır. Bu yuzden insan ruyada yaptıklarıyla sorumlu tutulmaz. Bu kontrolsuzluk hali zamanımızda eskiye nazaran daha fazladır. Kanaatimce sebebi, bizim ruyaya pek de ehemmiyet vermeyen modern ve maddeci, pozitivist anlayışın kısmen tesiri altında olmamızdır. Hem dunyamızı sarıp sarmalayan gafletten mumkun mertebe sıyrılabilen, hem de ruyaya bakış acısını değiştiren, herkesin bu şuur halini kısmen de olsa yakalayabileceğine kesinlikle inanıyorum. İnsanın şuurla insani kemalat mertebelerinde yukselişi ruyalarının mahiyetini de, onlar icerisinde yapıp ettiklerini de değiştirir.

Yusuf suresinde “tevil’ul ehadis” kavramı Mubarek Kitap tarafından onumuze surulur. Bu tam tercumesiyle “hadiselerin yorumlanması” kabiliyetidir. Hz. Yusuf’a verilmiştir. Alim ve Hakim isimlerine bakmaktadır. Bircok mealde ve tefsirde aslında “ehadis” terimi bizim de Turkce’de kullana geldiğimiz “hadiseler” kelimesi olduğu halde, ruya yorumu bilgisi olarak cevrilmiş ve onunden ve ardından gelen ruya yorumlarına bağlanmıştır. Burada zahiren bir celişki var gibi gorunmektedir. Ayetlerin devamında “ru’ya” ve “ahlam” tabirleri uykuda gorulen şeyler manasında kullanılmıştır. Bunlardan “ruya” misal aleminden gorulen sayfalara, “ahlam” ise bilincaltı karmaşık ruyalarına bakar. İnsan hayatının “uyanık” bolumlerinde ise bu iki kavramı ilkinde şuurla (ru’ya), ikincisinde gafletle (ahlam) muhatap olunan hadiseler nev’inden anlamak mumkundur. Yine “ru’ya” kelimesinde tek bir goruş ve tevhid cağrışımı varken, “ahlam” tabiri Arapca duzensiz coğuldur ve tesadufi olmayacak kadar kesrette boğulan bir nazara işaret eder. Arapca’da bu konuda bu iki kelimenin dışında bir başka tabir kullanılmamaktadır. Oyle ise burada incelemek istediğimiz “tevil’ul ehadis” kavramı sadece ruya tevili olmamalıdır.

Hz. Yusuf’un yaptığı işlere, başına gelen imtihanlara, aldığı sorumluluklara, ve başarıyla yuruttuğu vazifelere bakılınca gercek ortaya cıkar. Ona Alim ve Hakim isimleri dahilinde “hadiseleri” yorumlama, doğru hukum verme, olanı biteni ferasetle sezme, anlama, oncullerini ardıllarını, sebep sonuc zincirini, mulkunu melekutunu fark etme, işaret ettiği asıl manayı gorme yeteneği bahşedilmiştir. Bu tefekkur ve tefsirden ve analizden başka onları da kapsayan daha derinlikli bir bakış, kaderin sayfalarına, Esma’nın nakışlarına bir goz atış, ilahi maksatlara nazar ediş zaviyesinden bir yetenektir. Sadece akılla değil, akleden bir kalple, iman kuvvetiyle bakmak, gaybdan indirilen ilham sağnağından(bu peygamberlerde kuşkusuz daha ust bir mertebe olan vahiydir) pay kapmaktır. Ayrıca “ehadis kavramı cokluk cağrışımı yapmasına karşın gramatik olarak onu tamlayan “te’vil” terimi kesretten vahdete gecmeyi, cokluğa butuncul bir bakışı anlatır. Ruya yorumu da bundan bağımsız değil, “tevil’ul ehadis”in icinden bir şubedir.

Hayatın icinde olanlar da aslında bizim irademizden bağımsız olarak vucuda gelirler. Kontrol edebildiğimiz kısım cok cuz’idir. Coğunlukla olaylar silsilesi bazen teker teker, bazen bir anlamlı butun oluşturan parcalar halinde gelip onumuze dikilir ve okunmayı beklerler. Onlara ferasetle bakmak, dikkatle okumak, manasını fehmetmek, işaret ettiği yere başımızı cevirip bakmak, ona gore kendimize ceki duzen vermek, ikaz ise istifade, mujde ise ferahlanma hissetmek ama her halukarda hayra yormak icap eder. Bu da tıpkı ruya icinde ruyasını tabir eden adamın hali gibidir. Bunu becerebilmek hassasiyetini yitirmemiş, safiyetini bozmamış, muhabbetle keskinleşmiş bir kalbin işidir. Zira ancak akleden bir kalp kesretten bir vahdet cıkarabilir, Rabbul Alemin’i bunyesinde taşıyabilen bir kudretle hadiseleri, isimleri cem edebilir. Olayları parca parca goren salt akıl ise vahdeti bozar ışığı karanlığa tebdil eder, gorup goreceği sadece ızdırap veren bir tek sahne olur. Gecmiş ve geleceğe nufuz edemez, kendi dışına cıkıp alem kadar buyuyemez, bu yetenek sadece kalbin ehliyet alanına verilmiştir. Kalbin bilgeliği ise muhabbette saklıdır. İcinde sezgiler, duygular, hayaller, nereden olduğu bilinmeksizin bilişler bulunur. Rabbul Alemin’e, O’nun yarattığı hayata, takdirine, secimlerine ve butun bunlar icin secip ayırdığı kuluna yani kendinize muhabbetiniz varsa, olanı biteni muhakkak doğru okursunuz.

Tevil butuncul bir okuma olduğu icin, sadece kendi merkezinizden hayatı okumak değildir. Aynı zamanda başkalarının nokta-i nazarından da hayatı okuma cabasıdır. Zira hakikat bize gelirken onu kendi rengimize boyarız. Renklerin cem’i beyazı verdiği gibi nokta-i nazarların cem’i de hakikati verir. Bu da yine muhabbetle mumkundur. Kadim zamandan beri gelen her vahyin ısrarla oğutlediği gibi “kardeşinizi kendiniz gibi sevemezseniz” beyaz ışığa yani hakikatin saf haline asla ulaşamazsınız. Bu empati ile akıl yurutmeyle, istatistikle, sosyolojik araştırmalarla yapılabilecek bir şey değildir, ama sevgi ile hemencecik başkası oluverirsiniz. Hz. Ebu Bekir(ra)’ın “Allah’ım bedenimi oyle buyut ki cehennemi kaplasın benden başkasını iceri alamasın” seslenişinde boyle cem eden bir sevgi vardır. Bu sevgi nedeniyle alemler kendisi icin yaratılan (sav) tarafından “Bir dunya Ebu Bekir icin yaratılırdı” buyurulmuştur. Yine bu sebeple Hz. İbrahim (as) tek başına bir millettir. Bu potansiyel hepimizin icinde cekirdek nev’inden de olsa mevcuttur. Ustelik bir fantazi olarak değil, hayatı anlamak, hakikate muhatap olabilmek icin gerekli olduğundan icimize koyulmuştur.

Yine aynı sebepten ruyalar da hayatın kendisi gibi size olan muhabbetinden emin olduğunuz birine tabir ettirilirse daha doğru okunabilirler. Cunku bir başkası sizden daha iyi “hem siz hem başkası” olmayı becerebilir. Bazen eşiniz, cocuğunuz yahut bir arkadaşınız size gelir ve başlarından gecen iyi yahut kotu bir olayı anlatırlar. Buna bir ruya tabiri gibi yaklaşır, dikkatle dinler sembol ve hadiselerin, karşımızdaki kişinin duygulanımlarının, kafa karışıklıklarının uzerinden evvel emirde “hayırdır inşallah” diyerek yorumlayabilirseniz, parcaları toplayıp karşınızdakinin evini (yani ic dunyasını) derleyebilirseniz anlamın ışığına vasıl olursunuz. Boyle bir tevilden sonra karşınızdaki de sizin elinizden cıkmış bir derlenip toparlanmışlıkla hadiseleri okur ve boğulduğu kesretten vahdete ulaşır. İşin en guzel tarafı da boyle bir cabada kader tarafından asla yalanlanmazsınız, yaşanan hadise aynen yorumlandığı gibi olur.

Hadiseler biz onlara ne anlam yuklersek o olurlar. “Ruya ucan bir kuştur, tabir edildiği uzere yere iner” hadisine de bu cercevede bakmak gerekir. Yine Mubarek Kitapta Hz. İsa’nın mucizelerinden soz edilirken onun bir camurdan kuş yapması, ve ona uflemesi mucizesi anlatılırken, M. Esed Arap dilinin kuş kelimesine yuklediği anlamlara bakarak, bunun bir talih, kader tasarımı olduğunu ve Hz. İsa’nın nefesinin de vahiy olduğunu, “Kaderinizi vahiyle canlandıracağım, talihinizi Ruh’ul Kudus’le dondureceğim”* demeye getirdiğini ayetin muteşabih maksatlarına değinirken anlatır. O halde pek ala ucan bir kuş olan ruyayı bizim kaderimiz olarak yorumlamak mumkundur. Zira hic şuphe yok ki Rasulullah’ın kudsi sozleri de “Ben sizin en fasihinizim” demesinden de anlaşılacağı gibi kat kat anlamlar taşımaktadır. Bu da İsa (as) gibi olmasa da icinde vahyi taşıyan bir nefesle hadiselere uflediğimizde onları canlandıracağımıza, anlamlandıracağımıza, hayra tebdil edeceğimize işaret etmektedir. Bu nefes Allah’ın “min ruhi” (ruhumdan) dediği ve insana uflediği nefesten bir cuz olsa gerek. Camurdan kuşlara can vermek, butuncul bir hakikat okumasından sonra olayların gidişatına bir dua nefesi ile yon vermek demektir.

Kendi yaşadığınız olayların tabir ve tevili başkalarınınkine nispetle daha zordur. Zira tabir edebilmek icin hem manaya dokunmak, hem de onun icinde boğulmamak gerekir. Oysa biz coğu zaman yaşadıklarımızın icinde duygularımızla boğuluruz. Ya bir neşe ile sarhoş olur, ya bir kederle gozyaşlarına boğuluruz. Her iki halde de gozlerimiz bulanıklaşır, olayları ferasetle okuyamaz, dışına yukselip bakamaz oluruz. Bu sebeple insan insana muhtactır. Her birimiz ozellikle de bize muhabbeti olan insanların hayatımıza bakışına, olaylarımızı yorumlayışına, bize nasihatlerine şiddetle ihtiyac duyarız. Bazen hic şuphesiz, tıpkı ruya tabirinde olduğu gibi yaşanılan olayın anlamını sadece biz bilebiliriz. Bazen hicbir surette başkalarına anlatamayız. Ama yanımızda eve her getirdiğimiz olayı guzelce tabir eden, bizi hayırlı olana yonelten, ne yapacağımıza karar verirken elimizden tutan bir sevdiğimizin olması, telefon acıp “Geliyorum” dediğinizde hemen derdinizi dinlemeye hazır bir dostumuzun bulunması buyuk bir nimettir. Boyle bakılınca ruya tabir etmeyi bilen bir dost bize zannettiğimizden daha cok yardım eder. Yine boyle bakılınca ruya terapisi denilen alanda yetkin isimlerin sozleri daha iyi anlaşılır. Sufilerin insanın seyr-i sulukunde ruyaya cok ehemmiyet vermeleri de yerli yerine oturur. Zira bir insana ne kadar değer verirseniz, onun hayatını o kadar derinlikli okursunuz.

Hic kimse “Ben ruya gormuyorum, yahut hatırlamıyorum” dememelidir. Hepimiz zaten gunde 24 saat ruya uzereyiz. Bunda bir teşbihten daha yuksek bir hakikat vardır. Muhim olan bunun farkına varmaktır. Eğer yaşanılan hadiselerin de ruya nevinden olduğunu bilirsek, ne neşeli anlar sarhoş edici, ne kederli anlar boğucu olacaktır. O zaman cennet nevi ruyalar yahut cehennem nevi kabuslar gorduğumuz zamanlardaki gibi etkilensek de şuurumuzu kaybetmeden, bu olay bana ne diyor diye sormayı başarabiliriz. Cunku bazen gorulen ruyalar gibi yaşanan olaylar da bizzat suretinden cok otede manalara işaret ederler. Bizi “Hayy Allah! Bu buna mı delalet ediyormuş?” dedirtir ve şaşkına ceviriler. Biz İlimce ve Hikmetce buyudukce, uzerimizde bu isimlerin tecellisi arttıkca ruyalar gibi, hadiseleri de yorumlamakta da mahir olabiliriz inşallah. Kanaatimce hayatın kendisi ile ruya arasında en fazla bir uzun metraj film ile bir kısa film arasındaki fark kadar fark vardır.


*Ali İmran 49. ayet.
Mona İslam

__________________