– Bizi boylesine mahzun bırakışına tahammulu kalmamış bir kulun, bîcare feryadıdır bu. Aldırmasan da, bu varlığı sevmesen de bir kerecik olsun dinle ey Sevgili. Bak, aşığın firakınla ne hale gelmiş.
Dinle guzeller guzeli. Seni sevebilmek nasıl bir şeymiş:
Sen, gecelerde ışığımsın, karanlığımı boğan ziyasın, yastığımı ıslatan gozyaşım, ama en cok da elimi uzatıp uzatıp bulamadığımsın.
Senden bu kackınlara kalan; Bomboş, yaralı ve kelepceli eller, gozler ağlamaktan yosun tutmuş, kayalara carpmaktan nasır tutmuş binlerce virÂne yurek. Vuslatla orulu bir “gel” olmazsa senden, işte onlar da bitti bitecek. İstediğim: Gelsin o nuref şÃ‚n gunlerden kucuk bir ışıltı. İstersen yıldızların yetişsin feryadıma, benim gonlumun Âsumanı karÂrdı. Bunca yıldır, Senin yokluğunun ıztırar cığlıklarıyla inliyor ve hasretinin hacÂletiyle iki buklum oluyoruz.
Oysa Yakub’un gecesi Seninle dağıldı. Yusuf ruyaları hep sana yordu, Yunus Sana yetişmek icin saklandı balığa, İsa hatırına cağrıldı semÂya. Gel ey Bedir’in kahramanı, Uhud’un huzun kaynağı, Taifin mecnun gibi ardına duşup aradığı. Kalbimdeki ifritten yapılmış putların İbrahim’i, duşlerimin şehrÂin bakışlı guzeli, ey Efendiler Efendisi.
Sultanım, keşke ben de o gul cağında yaşasaydım. Sen, elbiseni eline alır dikersin, ben o yamalı elbisede iğne olmak isterdim. Ellerim gunahlardan kirlenmiş olsa bile, sonra nur ellerin değince, gunah kirinden temizlenirim.
Hadice-tul Kubra olmak isterdim. Sana hayran olup gonul veren, her derdine ortak olan buyuk Hatice... Sonra utandım bu hayÂlimden bile; “Sen kim, onun gibi vefakÂr olmak kim” diye.
O opulesi ayağının altında taş olmak isterdim, bastığı taşta bile gul bitiren ayağının altında. Sonra, yine başımı kumlara gomdum umitsizce; “Taşlar bile gul değince gulşene donuyor. Sen ise ey mucrim, yalnızca gunaha gebe...”
Sonra doyamadığın Âminen olup, ne cok isterdim Seni sallamayı uyumadan gecelerce...
Biliyor musun ey Nebi, yağmur yağınca Seni hatırlayıp ben de ağlıyorum. Cunku rahmet bahanesiyle goklerin de Sana ağladığını biliyorum. O yağmurla kalbimin kara zemini, gunah toprağı yıkanıyor ve orda acan gulun adını Muhammed koyuyorum. Yaprağına şebnem misali selavatlarımı serpip. Mekke’de acan. Medine’de uyuyan Gule, yani Sana gonderiyorum.
Kurumuş bir dal gibi sarayının kapısında kelepceli ellerim.
Sen yeter ki bir kez olde, sırtımda bir cıkındadır kefenim.
Gel ey îman-ı BillÂhın miftahı, caresiz duşkunlerin sığınağı, cÂmid bedenlerin hayat ufleyicisi. Uyandır hepimizi kutlu Peygamberim, Sen ki iflas etmiş insanlığın mubelliği.
d230s012r1.jpg
Ne zamandır bu kolelerin nezafet yuklu cemaline visali?
Ne vakit Seni duşunsem, kor gozlerimi yeşil bahcene dikerim. Coller, sarp kayalar ve nefsim arada, ama ben yine de gel demeni beklerim. HayÂlimi gezdiririm On dort asır evvelinde.
Simsiyah bir perde gibi, ortulur ellerim yuzume, dalga dalga tullenir icimde ah-u vahım. Şefaatin yetişsin o dehşetli gunde, tukendi benim dermanım. Percemimde bir zebÂni eli, dilimde bir kekemelik. Her yanı zalimlerin hay-huyu sarmış. Bizi ise felÂhımız olan yÂri, Seni bekledik.
Keşke bir cocuk olsaydım; Seni goren ve gul yaprağı ellerinden open. Mutlaka Sen de başımı okşardın, ellerin ki billur pınarlar gibi cağlayan, ne olurdu bir damlasına vasıl olup ben de kansaydım.
Sen, sevginin zirvesi, şefkatin doruk noktasıydın. Utancımdan koreldi benim bakışlarım, gul cemÂlin şifadır ey Gul-i RÂnÂ! Ey her saniye yağan, ama farkedemediğimiz rahmet sağanağı! Senin gectiğin iklimler cennet yamaclarını kıskandıracak hale gelir, etrafındakiler de firdevsinden nasiplenirdi. Hazreti Enes yıllarca, hic olmazsa teselli bulmak icin ruyalarına konuk etmişti Seni. Benim de sabrım tukendi, dermanım kesildi, tahammulum de son damlasını sızdırdı.
Actım ellerimi, yalvardım o lutufkÂr Rabbime; “Ey olmazları olduran, mahluku divana durduran, engelleri kaldıran, bir ‘ol’ demesiyle engelleri kaldıran Kerîm Rabbim! O’nun ashabı O’nu gorup sevdi, herşeyini uğruna feda etti. O da bizim icin; “Beni gormeden sevecek ve iman edecek olan kardeşlerimi cok ozluyorum” diyormuş. Bak işte, bu bahar yoksulu kullarının uzerinden Onsuz nice seller gecti. Ama hicbiri de O’nun aşkını silemedi. Değil gul yuzu, kokusundan bile mahrumken, her gece hayalini kurduk. Goremedik belki, ama gormeden sevdik.
Gul kokulu Efendim! Hem anamız, hem babamız, hem de bu hiclik yatağı bedenimiz Sana kurbandır” dedik.
Sabahın grisinde yalvardım MevlÂma; “Allah’ım! Seher kuşları Seni zikrederken, melekler durmuş divanına, ben dilekcemi sunup Seni tesbih ederken, yerlerin ve goklerin aydınlanışını kullarına nasıl gosteriyorsan, bana da guneş yuzlu Efendimi, vuslat rehberi Sultanımı bir kez olsun ruyada oyle goster ya Rabbi,” dedim. KÂinatı var eden dualarımı kabul etmişti. İşte gorundun Efendim, ikibin dordun ayazında bir bahar mevsimi indi. O oyle bir Allah ki tum perdeleri silmişti. Yureğim kanter icinde seyrettiğim Sendin, kozlenmiş ruhuma soğuk sular serpildi. Bir adım attın evimize, acuclarımıza cennetten bek gulleri derildi.
“Bakın, bakın dedim etrafımdakilere; “Şu Gul, beni de yanında goturmez mi, ayağına kapanıp yuzyıllarca olsam kole?” İşte o an yalvardım geceye, hic gunduze kavuşmasın diye. Yalvardım gozlerime, sakın ola ki uyanmayın diye, hasretinden Âm bu gozler, en guzel ruyayı goruyordu işte.
Ey Gullerin Sultanı! Hicabımdan ses cıkarmadan sana yalvardım tum kalbimle “ne olur, ne olur bir kere nazar et şu kuluna” diye... Her gozumu kapatışımda hayÂlimde canlanırsın y Nebîyyallah; Uzerinde tırnağına kadar uzanan beyaz bir elbise. O hoş dalgalı sacların, sanki gonul vÂdilerinden kopup gelen bir gece. Hafif kısa sakalların ne guzel yakışmıştı nur otesi nur cehrene... Bizler, yağı tukenmiş bir suru lÂmba, Sen ufkumuzu aydınlatan guneşin gok kubbesi. Heryer karanlık, vîrÂne, dertler ust uste yığılmış. Acı şiirler gibi feryat sardı lÂl olmuş dillerimizi.
Gel Efendim! Gunahlarımı hedef al, karanlığı silen billur gozlerine.
Gel ey Zubbe-i alem, Sensiz kabristÂn evlerimize. Cıkıp gel y Habiballah, kolelerini derdinle yakma, gul bahcelerimizi gor de, Sana olan baharımızı anla... Bırak, bırak ey Gul, kanasın gonul yaralarım, cunku ben o yaralarla ÂşinÂyım. Varsın beni, sana kole bilsin alem, bırak da sende yok olsun varlığım.
Ey Sultan-ı LevlÂk! Diliyorum ki gul cemalini bir kez daha goreyim, ellerin bir yana dursun ayaklarının altından opeyim!..

Kaynak :Nesrin KARTAL -ALTINOLUK DERGİSİ
__________________