Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“Turkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin par*mağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; birinin ayağına carpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte huzun varsa, o kalp benim kalbimdir.”1
[Bu ifĂ‚deler; İslĂ‚m’daki kardeşlik hukûkunun, kĂ‚mil ruhlarda nasıl idrĂ‚k edildiğine dĂ‚ir, muşahhas bir misaldir. Yine bu ifĂ‚deler, şahsî menfaat hesaplarının ve dunyevî endişelerin dar hudutlarını aşarak, kendini ummetin saĂ‚det ve selĂ‚metine vakfeden fedĂ‚kĂ‚r mu’minle*rin gonul ufkunu sergilemektedir. Kendi varlık ve benliğinden gecerek, Allah ve Rasûlu’nde fĂ‚*nî olan sĂ‚lih kulların hĂ‚let-i rûhiyesini dile getirmektedir. Yine bu ifĂ‚deler;
“Mu’min kardeşinin der*diyle dertlenmeyen biz*den değildir.”2 hadîs-i şerîfinin hikmetiyle yoğ*rulmuş rakik kalplerin his*siyĂ‚tına tercumĂ‚n ol*maktadır.
Yaratan’dan oturu ya*ratılanlara şefkat ve muhabbeti kendisinde bir tabiat-i asliye hĂ‚line getirmiş olan buyuk velî*ler*den HĂ‚ce Ubeydullah AhrĂ‚r Hazretleri’ni, bir gun şiddetli bir uşume tutar. Ateş yakıp ısıtmaya calışırlar, fakat nĂ‚file. HĂ‚ce Hazretleri şiddetle titremeye devam eder.
Tam o esnĂ‚da Hazret’in bir murîdi, titreyerek kapıdan iceri girer. Murîd, oraya gelirken ici soğuk suyla dolu bir hendeğe duşmuştur. Hemen onu kurulayıp ısıtırlar. O ısınınca, HĂ‚ce Hazretleri’nin de uşumesi son bulur.
İşte mu’min, imkĂ‚nlarının ulaşabildiği her yerdeki din kardeşlerini kendisine zimmetli bilmeli, onların ıztırĂ‚bını sînesinde hissetmelidir. Zira en buyuk rehberimiz olan Rasûlullah (s.a.)’in ornek hayatı da, bu ahlĂ‚kın zirve tezĂ‚hurleriyle doludur. Nitekim O Rahmet Peygamberi, hayatı boyunca ummetinin kurtuluşu icin, nice ezĂ‚ ve cefĂ‚lara katlanmış, dertli gonulleri huzura kavuşturmadan, kendi gonlu aslĂ‚ huzur bulamamıştır.
Cerîr bin Abdullah (r.a.), şĂ‚hid olduğu bir hĂ‚*dise*yi şoyle anlatır:
“Bir gun erken vakitlerde Rasûlullah (s.a.)’in hu**zû*ru*nda idik. O esnĂ‚*da Mudar Kabîlesi’nden, kılıclarını kuşanmış, perişan bir topluluk cıkageldi. Gelenlerin uzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca cizgili, basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından gecirmişlerdi. Fakat yoksulluktan, neredeyse cıplak vaziyetteydiler.
Onları bu derece fakir gorunce Allah Ra*sû*lu’nun uzuntuden yuzunun rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra da cıkıp BilĂ‚l’e ezan okumasını emretti, o da okudu. Sonra BilĂ‚l kāmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrĂ‚d ederek şu Ă‚yet-i kerîmeyi okudu:
«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan zev*cesini var eden ve ikisin*den pek cok kadın ve er*kek meydana getiren Rabb’inize hurmetsizlikten sakının!.. Şuphesiz ki Allah, hepinizi gorup gozetmektedir.» (en-NisĂ‚, 1)
Sonra da şu Ă‚yet-i kerî*me*yi okudu:
«Ey îmĂ‚n edenler! Allah’*tan korkun, herkes yarın icin ne hazırladığına baksın!..» (el-Haşr, 18)
Daha sonra:
«–Her bir fert, altınından, gumuşunden, elbisesinden, bir olcek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. HattĂ‚ yarım hurma bile olsa sadaka versin!» buyurdu.
(RasûlullĂ‚h’ın uzuntuden yuzunun sararması, ashĂ‚ba o kadar tesir etti ki) EnsĂ‚r’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan Ă‚*ciz kaldığı, hattĂ‚ kaldıramadığı bir torba getirdi. AhĂ‚lî birbiri peşine sokun edip, sadaka vermek icin sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gordum. Baktım ki Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efen*dimiz’in yuzu guluyor, sanki altın gibi parlıyordu…” (Muslim, ZekĂ‚t, 69)]
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“AllĂ‚h’ım! Eğer butun dun**yada Sen’in mah*lûkĂ‚*tına karşı benden daha şefkatli biri bulunursa, o vakit ben kendimden hayĂ‚ ederim!”3
[KĂ‚mil bir mu’minin kalbindeki Allah muhabbeti, butun fĂ‚nî muhabbetle*rin uzerindedir. Bununla birlikte seven, sevdiğinin sevdik*lerini de sevmek durumundadır. Yani bir kulda Allah muhabbeti kuvvetlendikce, CenĂ‚b-ı Hakk’a ya*kınlığı bulunan her şeyi de, yakınlık derecesi nisbetinde sevmeye başlar. Me**cĂ‚zî muhabbetleri aşarak “aşk-ı mutlak”a erişen engin gonullerde muhabbetin şumûlu -merkezinde HĂ‚lık TeĂ‚lĂ‚ olmak uzere- yakın ve uzak butun mahlûkĂ‚tı icine alacak şekilde, bir daire gibi sonsuza kadar genişler. Bu aşk, Yûnus Emre Hazretleri’nin:
Yaratılanı hoş gor,
Yaratan’dan oturu…
mısrĂ‚larında ifĂ‚de ettiği gibi, -Allah duşmanları hĂ‚ric- butun yaratılanları, Yaratan’ı hurmetine, şefkat, merhamet ve muhabbetle kucaklayabilme ufku kazandırır. Artık o Hak Ă‚şıklarının elinden, dilinden, hĂ‚linden ve kālinden, insanlar, hattĂ‚ hayvanlar ve nebatlar bile sadece iyilik, guzellik, hayır ve fayda gorur.
Bunun icindir ki muhabbetullĂ‚h’ta zirveleşen kĂ‚mil mu’minlerin gonul iklimleri, icinde butun mahlûkĂ‚tın huzur bulduğu, birer şefkat ve merhamet dergĂ‚hı mevkiindedir.]
Ebû’l-Hasan Harakānî Haz*retleri buyurur:
“İlĂ‚hî! Butun şartlar altında Sen’in ve Ra*sûl’unun kolesi, mu’*minlerin hizmetcisiyim!”4
“En buyuk kerĂ‚met; yorgunluk ve bezginlik hissetmeden AllĂ‚h’ın mahlûkĂ‚tına hizmet etmektir.”5
[KĂ‚mil bir îmĂ‚nın ilk mey**vesi merhamet, onun en bĂ‚riz tezĂ‚huru de Allah rızĂ‚sı icin mah*lûkĂ‚ta “hiz*met”tir.
Butun varlıkların yara*tı*cısı ve sahibi CenĂ‚b-ı Hak’tır. AllĂ‚h’ı seven, O’nun mahlûkĂ‚tını da sever. Sevmek ise, ici boş bir sozden ibĂ‚ret değildir. Gercek bir muhabbet, sevdiğinin derdiyle dertlenip onu kendine zimmetli bilmek, onun uğrunda cĂ‚n u gonulden fe*dĂ‚kĂ‚rlık gostermek ve elin*deki nîmetleri onunla seve seve paylaşabilmektir. Zahmet ve meşakkatlerle test edilmeyen, maddî-mĂ‚nevî fedĂ‚kĂ‚rlıklarla ispat edilmeyen bir muhabbe*tin gercekliği veya derecesi mec*hul kalır. Bu itibarla, Allah rızĂ‚sı icin O’nun mah*lû*kĂ‚tına yapılacak fe*dĂ‚*kĂ‚*rĂ‚*ne hiz*metler, Allah muhab*be*tinin en guzel bir fiilî ifĂ‚*de*sidir.
CenĂ‚b-ı Hak Kur’Ă‚n-ı Ke*rîm’de bizlere EnsĂ‚r ve Mu*hĂ‚*cirler’i ornek gosteriyor. Sa*hĂ‚be-i kirĂ‚m, yaşadıkları zamanın zorlu şartlarında, aylarca suren meşakkatli yolculuklar yaparak, AllĂ‚h’ın dînine hizmet icin, Cin’e, Semerkand’a gitti. Kendilerine ne bir yorgunluk geldi, ne de bir bezginlik... Allah yolunda hizmet ettikce CenĂ‚b-ı Hak gonullerine ayrı bir inşirah, genişlik, ferahlık, şevk ve huzur hĂ‚li ihsĂ‚n eyledi. Yani ummetin derdine dermĂ‚n olma yolunda zahmetlere katlanıp hizmet ettikleri icin, CenĂ‚b-ı Hak onlara her iki cihanda rahmet, saĂ‚det ve huzur bahşeyledi.
Farkında olsak da olmasak da aslında hepimi*zin aradığı, rûhumuzun boyle bir huzur ve sukûna kavuşmasıdır. Bu da, Hakk’a ibadet vecdiyle îfĂ‚ edilen hizmetlerle elde edilebilecek, derûnî bir hazinedir.
Hakîkaten Allah yolunda yapılan samimî hizmetlerde buyuk bir sır vardır: Allah TeĂ‚lĂ‚, dînine hizmet eden ve kullarının sıkıntılarıyla meşgul olan kimselerin şahsî sıkıntılarına kefil olur. Butun meşguliyeti, şahsî menfaatinden ve kendi derdinden ibĂ‚ret olan bencil ve egoist kimseleri ise, şahsî dertleriyle baş başa bırakır…]
Ebû’l-Hasan Harakānî Haz*retleri buyurur:
“Sabahleyin kalkan Ă‚lim ilminin, zĂ‚hid de zuh*du*nun artmasını ister. Ebû’l-Hasan ise, bir kardeşinin kalbine sevinc ve neşe verebilme derdindedir.”6
[Bir kişi Rasûlullah (s.a.) Efendimiz’e gelerek:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! İnsanların AllĂ‚h’a en sevgili olanı kimdir ve amellerin AllĂ‚h’a en sevgili olanı hangisidir?” diye sormuştu.
Rasûlullah (s.a.) Efendimiz şoyle cevap verdi:
“−İnsanların Allah TeĂ‚lĂ‚’ya en sevgili olanı, insanlara en faydalı olanıdır. Amellerin AllĂ‚h’a en sevgili olanı ise, bir muslumanın kalbine su*rûr vermen, onu sevindirmen veya bir sıkıntısını defetmen veya borcunu odeyi*vermen veya aclığını gidermendir. Şu muhakkak ki, bir kardeşimle onun ihtiyacını gidermek uzere yurumek, benim icin, Medîne’deki şu Mescid’imde bir ay îtikĂ‚f yapmamdan daha sevimlidir…
Kim kardeşiyle birlikte onun ihtiyacını gormek icin yurur ve o ihtiyacı karşılarsa, Allah TeĂ‚lĂ‚, insanların ayaklarının kaydığı gun, onun ayağını sĂ‚bit kılar.” (Heysemî, VIII, 191)
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.) şoyle buyurmuştur:
“Allah bir kuluna hayır murĂ‚d ettiğinde, onu insanların ihtiyaclarını karşılama yolunda istihdĂ‚m eder.” (Suyûtî, II, 4/3924)
Unutmamak îcĂ‚b eder ki, kalpler nazargĂ‚h-ı ilĂ‚*hî*dir. Gonul alarak o ilĂ‚hî nazargĂ‚hı ihyĂ‚ edebilmek, CenĂ‚b-ı Hakk’ın rahmet ve muhabbetine vesîledir. Oyle ki bĂ‚zen, CenĂ‚b-ı Hakk’ın beraber olduğu kırık bir kalbi tesellî etmek, nice nĂ‚file ibadetten daha fazîletli olur.
Yûnus Emre Hazretleri, bir gonlu ihyĂ‚ edebilmenin Allah katındaki yuce kıymetini ne guzel hulĂ‚sa eder:
Yûnus Emre der hoca,
Gerekse var bin hacca,
Hepisinden iyice,
Bir gonule girmektir!
ŞĂ‚h-ı Nakşibend Haz***ret*leri de, gonulleri ihyĂ‚ hizmetinin Ce*nĂ‚b-ı Hakk’a yakınlıkta mustesnĂ‚ bir ye*ri bulunduğunu şoyle ifĂ‚de eder:
“Hak dostları, halkın yukunu ve zahmetini, onların ahlĂ‚kını guzelleş*tirmek icin ceker*ler. Hakk’ın nazarının bulunmadığı hicbir kalp yoktur. O kalbin sahibi bu*nu ister bilsin, ister bilmesin! İşte ehlullah, bu sebeple halkın yukunu cekerler ki, gonul almaya muvaffak olsunlar da, o kalpteki nazar-ı ilĂ‚hîden kendilerine de feyz gelsin!”7
VelhĂ‚sıl İslĂ‚m; nefsĂ‚nî kay*gıları aşarak icti*mĂ‚*î*leş*me*yi, diğergĂ‚mlığı, ummetin dertleriyle dertlenmeyi, gonulleri huzura kavuşturacak hizmetlerde bulunmayı telkin eder. Din kardeşinin derdine derman olmanın, AllĂ‚h’ın rızĂ‚sını celbeden buyuk bir ictimĂ‚î ibadet olduğunu hatırlatır. Bu itibarla bir mu’min, huzur vereceği kalplerden yukselecek samimî duĂ‚lara muhtac olduğunu, hicbir zaman hatırından cıkarmamalıdır. Bu hakîkati, MĂ‚ruf-i Kerhî Hazretleri’nin şu kıssası ne guzel ifĂ‚de eder:
MĂ‚ruf-i Kerhî Hazretleri’nin nĂ‚file oruc tuttuğu bir gun idi. İkindi vaktine yakın, pazardan gecerken bir sakanın (sucunun):
“–Bu sudan icene Allah rahmet ve bereketiyle muĂ‚mele eylesin!” diye duĂ‚ ettiğini gordu ve icĂ‚bet edip sonradan kazĂ‚ etmek uzere orucunu bozdu. Yanındakiler:
“–Efendim, orucunuzu nicin bozdunuz?” dediler.
MÂruf Hazretleri:
“–Sakanın duĂ‚sındaki berekete nĂ‚il olmak istedim.” buyurdu.
VefĂ‚tından sonra kendisini ruyĂ‚da gorup:
“–Allah sana nasıl muĂ‚mele etti?” diye sordular.
“–Sakanın o hĂ‚lisĂ‚ne duĂ‚sı bereketiyle Rab*b’im beni bağışladı. Bana merhametiyle muĂ‚*mele buyurdu.” karşılığını verdi.]
Ebû’l-Hasan Ha*rakā*nî Hazretleri buyurur:
“Bir din kardeşini incitmeden sabahtan akşa*ma cıkan bir mu’min, o gun akşama kadar Ra*sû*lullah (s.a.) Efendimiz ile beraber yaşamış gibidir. Eğer bir mu’mini incitirse Allah TeĂ‚lĂ‚ onun o gunku ibadetini kabûl etmez.”8
[Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Andolsun size kendiniz*den oyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntı*ya uğramanız O’na cok a*ğır gelir. O, size cok duşkun, mu’min*lere karşı raûf ve rahîmdir (cok şefkatlidir, merhametlidir).” (et-Tevbe, 128)
Gorulduğu uzere CenĂ‚b-ı Hak, Kur’Ă‚n-ı Ke*rîm’de Peygamber Efendimiz’in ummetine karşı “raûf ve rahîm” yani cok muşfik ve merhametli olduğunu bildiriyor. Hakîkaten Rasûlullah (s.a.) Efen*dimiz, ummetine cok duş*kundu. Onların dertleriyle dertleniyor, onların sıkıntıya uğramasından derin bir ıztırap duyuyordu.
Dolayısıyla Ă‚rif gonuller nazarında ummet-i Mu*hammed’den birini incitmek, Rasûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz’i incitmek gibi ağır bir curumdur.
Ayrıca hadîs-i şerîfte9 bildirildiği uzere, Rasû*lullah (s.a.) Efendimiz’e vefĂ‚tından sonra da ummetinin amelleri arz edilmektedir. Efendimiz (s.a.), gorduğu hayırlı ameller icin sevinip hamd etmekte, gunahlar icinse uzulup Allah’tan mağfiret dilemektedir. Bu sebeple Efendimiz’i uzmemek icin O’nun ummetini incitmemek ve gunahlardan uzak durmak elzemdir.
Bu hakîkatlerle gonlu yoğrulmuş Ă‚rif zĂ‚t*lardan biri olan HĂ‚ce Muhammed Lûtfî (Alvarlı Efe) (r.aleyh) bir şiirinde şu guzel nasihatlerde bulunur:
Hazer kıl, kırma kalbin kimsenin cĂ‚nını incitme!
Esîr-i gurbet-i nĂ‚lĂ‚n olan insĂ‚nı incitme!
Tarîk-ı aşkta bîcĂ‚re-i hicrĂ‚nı incitme!
Sabır kıl her belĂ‚ya, hĂ‚ne-i RahmĂ‚n’ı incitme!
Felekte hĂ‚sılı insĂ‚n isen, bir cĂ‚nı incitme!
GunahkĂ‚r olma, Fahr-i Âlem-i ZîşĂ‚n’ı incitme!..
VelhĂ‚sıl kĂ‚mil bir mu’min, nazargĂ‚h-ı ilĂ‚hî o*lan bir gonlu, bile bile aslĂ‚ incitemez, hic kimseye zarar veremez; bilĂ‚kis maddî ve mĂ‚nevî butun imkĂ‚nlarıyla herkese ve her şeye faydalı olmaya gayret eder. Kimseye bĂ‚r olmaz, herkese yĂ‚r olmaya calışır. Yani kimseye yuk olmadığı gibi, insanların yukunu hafifletir, etrafına dĂ‚imĂ‚ huzur ve rahmet tevzî eder...]
Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“İlĂ‚hî! İnsanları incittiğim zaman, beni gorur gormez yollarını değiştiriyorlar. (Sen ise Rabbim, ne kadar sonsuz bir merhamet sahibi*sin ki) Sen’i o kadar incittiğimiz hĂ‚lde, Sen yine de bizimle beraber*sin!”10
[CenĂ‚b-ı Hak, sonsuz rahmet, şefkat ve mağfireti sebebiyle, kullarının pek cok hatĂ‚ ve kusurlarını affeder. Onları isyana daldıkları anda helĂ‚k edebilecek kuvvet ve kudrete her zaman sahip olmasına rağmen, sayısız tevbe fırsatı lûtfedip ıslahları icin muhlet verir. Yine Allah TeĂ‚lĂ‚, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’inde en cok, RahmĂ‚n, Rahîm, SettĂ‚r, GaffĂ‚r gibi cemĂ‚lî sıfatlarını bildirerek, biz kullarına da bu ahlĂ‚k ile ahlĂ‚klanma telkininde bulunur.
Mu’minler olarak bizler de, gucumuz nisbetinde ilĂ‚hî ahlĂ‚ktan hisse alarak CenĂ‚b-ı Hakk’a yakın bir kul olmaya gayret etmeliyiz. En buyuk orneğimiz ve rehberimiz olan Rasûlullah (s.a.) Efendimiz’in hayatı, bu hususta sayısız misallerle doludur:
Nitekim O Rahmet Peygamberi, kendisini taşlayan TĂ‚iflilerin helĂ‚k olmaları icin bedduĂ‚ etmek yerine, hidĂ‚yetle şereflenmeleri icin duĂ‚ etmişti. Amcası Hazret-i Ham*za’yı şehîd eden Vah*şî’yi ve onu azmettiren Hind’i da*hî affetmişti. Muhtereme kızı Hazret-i Zeyneb’i hĂ‚*mi*leyken mızrağıyla iterek devesinden duşuren, boyle*ce onun, hem yavrusunu hem de bir muddet sonra hayatını kaybetmesine sebep olan azılı İslĂ‚m duşmanı HebbĂ‚r bin Esved’i dahî, îmĂ‚n ile huzûruna geldiğinde affetmişti. Yıllarca muslumanlara kan kusturan Mekkeli muşrik*leri, kısas olarak kılıctan gecirebilme gucune sahip olduğu Mekke fethinde, umûmî bir af îlĂ‚n etmişti. Bunun gibi af ve merhamet misalleri, sayılamayacak kadar coktur.
Kendisini en cok Rah*mĂ‚n ve Rahîm esmĂ‚sıyla tanıtan AllĂ‚h’ın kulları olan bizler de, Rahmet Peygamberi Hazret-i Muhammed (s.a.)’in ummeti olarak, bu ilĂ‚hî ve nebevî ahlĂ‚kı yaşamaya gayret etmeli, Allah rızĂ‚sı icin musĂ‚mahakĂ‚r ve affedici olmalıyız. Şahsımıza yapılan hatĂ‚ ve kusurları sîneye cekip, ofkemizi yutmalıyız. Bunları Allah katından gelen birer imtihan bilip, sabır ve af fazîletlerini sergileyerek, CenĂ‚b-ı Hakk’ın rızĂ‚sını kazanmaya calışmalıyız.
Asr-ı saĂ‚dette yaşanan şu hĂ‚dise, bu hususta bizlere ne kadar da yuksek bir gonul ufku telkin etmektedir:
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.), Mıstah isimli bir faki*re devamlı olarak yardımda bulunuyordu. Kızı Hazret-i Âişe’yi hedef alan İfk HĂ‚disesi’nde Mıstah’ın da iftirĂ‚cılar arasında yer aldığını gorunce, bir daha ona ve Ă‚ilesine iyilik yapmayacağına dĂ‚ir yemin etti. Hazret-i Ebû Bekir’in yardımı kesilince Mıstah ve Ă‚ilesi perişan bir hĂ‚le duştu. Bunun uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:
“İcinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler, akrabĂ‚ya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dĂ‚ir yemin etmesinler; affetsinler, bağışlayıp gecsinler. AllĂ‚h’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah cok bağışlayıcıdır, cok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)
“Yeminlerinizden dolayı AllĂ‚h’ı(n adını), iyilik etmenize, takvĂ‚ sahibi olmanıza ve insanların arasını duzeltmenize mĂ‚nî kıl*mayın! Allah her şeyi işi*ten ve her şeyi bilendir.” (el-Bakara, 224)
Bu Ă‚yet-i kerîmelerin nu***zûlunden sonra Ebû Bekir (r.a.):
“–Ben elbette AllĂ‚h’ın be**ni bağışlamasını isterim!” dedi. Ardından yemin kef*fĂ‚reti vererek, yapmış olduğu hayra devam etti. (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 34; Muslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546)
Yine bir Ă‚yet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak:
“O takvĂ‚ sahipleri ki, bol*lukta da darlıkta da Allah icin harcarlar; ofkelerini yu*tarlar ve insanları affederler. Allah da muhsinleri (guzel davranışta bulunan ihsan sahiplerini) sever.” (Âl-i İmrĂ‚n, 134) buyuruyor.
Demek ki AllĂ‚h’ın kullarını affede affede, ilĂ‚hî affa lĂ‚yık hĂ‚le gelmemiz îcĂ‚b ediyor. Bunun icin de, hic kimseyi incitmemeli, bizi incitenlerden de -AllĂ‚h’ın rızĂ‚sını umarak- incinmemeye gayret gostermeliyiz.
Hak dostlarından Mahmud SĂ‚*mi Ramazanoğlu Haz*ret*le*ri’nin genclik yıllarında mĂ‚nevî tahsile yonelmesine vesîle olan şu hĂ‚dise, ne kadar hikmetlidir:
SĂ‚mi Efendi Hazretleri, DĂ‚*ru’l-Fu*nûn’un Hu*kuk Fa*kul*te*si’ni pek yuksek bir dereceyle bitirmiş, artık memleketi Adana’ya donmeyi duşunurken, bir gun Bayezid meydanında bir Allah dostuyla karşılaşır. SĂ‚mi Efendi’nin gu*zel hĂ‚*li*ni pek be*ğe*nen bu zĂ‚t, kısa bir tanışma faslının ardından:
“–Sizi yeni bir tahsile başlatmama musĂ‚ade eder misiniz?” der ve onu Koca Mustafa Paşa semtinde bulunan KelĂ‚mî DergĂ‚hı’na goturur. Yolda hasbihĂ‚l ederken o Allah dostu, SĂ‚mi Efendi’ye der ki:
“–EvlĂ‚dım! Senin bu zĂ‚*hirî tahsilin kĂ‚fî değil! Sana, kişiyi iki cihan saĂ‚detine kavuşturacak esas tahsili tavsiye edeyim. Bu yeni başlayacağınız irfan mektebinin ilk dersi, kimseyi İNCİTMEMEK’tir; son dersi de aslĂ‚ İNCİNMEMEK... Yani HĂ‚lık’ın şefkat nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış tarzı kazanarak -her ne hĂ‚l olursa ol*sun- hic kimseye kırılmamak! Affedebilme olgunluğunun zirvesine erebilmek...”]
CenĂ‚b-ı Hak, bu mĂ‚*ne*vî olgunluktan gonullerimize hisseler lûtfeylesin. Yaratan’dan oturu yaratılanlara şefkat, merhamet, muhabbet ve hizmeti, gonullerimizin huzur ve saĂ‚det hazinesi kılsın.
Âmîn!..
Dipnotlar : 1) AttĂ‚r, Tezkiretu’l-EvliyĂ‚, s. 604. 2) HĂ‚kim, IV, 352; Heysemî, I, 87. 3) Ebû’l-Hasan Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 247. 4) AttĂ‚r, Tezkiretu’l-EvliyĂ‚, s. 616. 5) NĂ‚me-i DĂ‚nişverĂ‚n-ı NĂ‚sırî, I, 297. 6) AttĂ‚r, Tezkiretu’l-EvliyĂ‚, s. 611. 7) SalĂ‚haddîn bin MubĂ‚rek el-BuhĂ‚rî, Enîsu’t-TĂ‚libîn, s. 100. 8) AttĂ‚r, Tezkiretu’l-EvliyĂ‚, s. 628. 9) Bkz. Heysemî, IX, 24. 10)AttĂ‚r, Tezkiretu’l-EvliyĂ‚, s. 616.
__________________
Hak Dostlarından Hikmetler Ebû’l-Hasan Harakānî (r.aleyh)-1
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Hak Dostlarından Hikmetler Ebû’l-Hasan Harakānî (r.aleyh)-1