
Oruc , imsak ile başlayıp yine “imsak” ile devam eden ve iftarla sonlandırılan bir ibadettir. Bu hÂliyle o, bedenin yapmak şeklinde bir eylemi olmak yerine terk etmek şeklinde bir tutumu olarak gozukmektedir. Kutlu Nebi, zihinlere yaklaştırmak ve gayesine matuf kılmak icin orucu somutlaştırmış, “Oruc bir kalkandır.” buyurmuştur. Kalkan, ilk bakışta savunma amaclı ve pasif gozuken bir silahtır. Onunla sahici bir korunma sağlayabilmek icin nasıl tutacağını bilmek ve sıkıca kavramak gerekmektedir. Bu tutuş aslında bir tutunuştur, saldırılar karşısında varlığını koruma ve idÂme ettirme adına bir vasıtaya sığınıştır.
Peki, oruc kimi, neye karşı koruyacaktır?
Hadisin devamındaki “Oruclu kişi, kotu soz soylemesin ve cahillik yapıp kavga etmesin. Şayet biri kendisiyle kavga etmeye veya sovmeye kalkarsa, ona karşı iki defa ‘ben orucluyum’ desin.” (Buhari, Savm, 2.) ifadesi, insana yonelen saldırıların sadece haricten olmadığına işaret eder gibidir. Oruc hatırlanıp muhataba karşı ilkten bir hatalı davranış sergilenmediğinde, kimin kazanacağı onceden belli olmayan bir kavga hic başlamamış olmakta, oruc kişiyi korumaktadır. Bunun gibi, muhataptan bir sataşma geldiğinde olculu bir tepki verilerek “ben orucluyum” denmesi de kişiyi korumaktadır. Tepkinin olcusuz olması hÂlinde tatsızlığın alevlenmesi ve karşılıklı zarar gorme soz konusu olabilecek iken, mumin, icinden gelen ve hatalı tepkiye sevk eden guduleri durdurmakta ve onları durdurmak icin de oruca sığınmış olmaktadır. Oruc, oncelikle icteki zararlı gudulerden, hırslardan, madde ile bedenin ruhu esir edici emellerinden ve şeytanın saptırmalarından kişiyi korumaktadır. Maneviyatımızın ic ve dış duşmanları tarafından yoneltilen saldırılara ve atılan oklara karşı oructan daha koruyucu bir kalkan yoktur.
Vahyin oğrettiği bir nefis terbiyesi ve irade eğitimi
İnsan, İslam fıtratı uzere doğmasına rağmen, maddenin cekiciliği ve cevrenin menfi telkinleri gibi sebeplerle, nefsine yerleştirilmiş bulunan iki zıt yetenekten biri olan kotuluğe meyledebilmekte ve sırat-ı mustakimde yurumekte zorlanmaktadır. İnsanı yoktan var eden Yuce Allah, onun yaratılışına koyduğu iyi ve kotuyu ayırt edebilme yeteneğinden ayrı olarak, teşrii ilkeler de vazetmiş ve hidayetin yollarını vahiyle ona gostermiştir. Vahiy goz ardı edildiğinde nefsin insanı surukleyeceği yer, kotuluktur. Bu yuzden Hz. Yusuf:
“Ben nefsimi temize cıkarmam, cunku Rabbimin merhamet ettiği haric, nefis aşırı derecede kotuluğu emreder.”
(Yusuf, 12/53.)
(Yusuf, 12/53.)
demişti.
Vahyin oğrettiği irade eğitimi ve nefis terbiyesi vasıtalarından en onemlisi oructur. Allah Rasulu, nefsin şehevi arzularına ket vurmak icin orucu onermiş (Buhari, Savm, 10.), ozelde ramazan orucunun hikmeti ise, bizzat Yuce Allah tarafından “sakınasınız/korunasınız diye size farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) biciminde acıklanmıştır. Sakınan insan, kotuluğe iten duyguların baskısını azaltıp iradenin gucunu arttırarak Rabbinin razı olmayacağı işlerden uzak durma hassasiyeti kazanmış bir nefsin sahibidir. Başka bir deyişle o takva sahibidir. Muminin takvası Allah’ın gazabına uğramaktan daha buyuk korkusunun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktan da daha buyuk bir dileğinin bulunmaması demektir. Nefsin bu ozelliklere sahip olması ise, uygun araclarla eğitilmesine ve eğitim icin de bir surece ihtiyac duymaktadır. Ramazan orucu, anlık değil bir surec olması bakımından bu eğitimi gercekleştiren bir ruhi olgunlaşma evresidir. Oruc ayında, gecmişte rutin şekilde devam eden hayata, kararlı bir irade ve taptaze bir bilinc katılmış olmaktadır. Bu irade ve bilincle oruc, ay boyunca peş peşe tekrarlandığında manevi kazanımlar pekişmekte ve ruhumuza takvanın silinmez izleri nakşedilmektedir.
Beden yanında ruhumuzun da var olduğunu unutmadan dengeli bir hayat surdurebilmek, maddeyi mana onunde duran kalın bir duvar değil manayı ve oteleri gorebilmek icin bir vasıta kılmak hususlarında hicbir ibadet oruc kadar etkili değildir.
Oruca tutunmak, tertemiz oze donuştur, araya giren engelleri kaldırıp fıtrata tutunuştur. Oruc bir nevi, insanın insanlığına tutunması, gozune inen perdeleri sıyırıp hemcinsleriyle aynı şuurda buluşması, insanlık ailesinin ortak sevinc ve kederlerinden haberdar olup iyiliğe sarılmasıdır.
İbadetler, zirvelere ulaştıran vasıtalar gibidir
İbadetlerin birtakım gayeleri vardır. İbadetler sabır ve azim gerektirirler fakat asla insanın sırtında bir yuk olmayıp belki insanı alıp otelere ve yukseklere goturen vasıtalara benzerler. Onların doğru hedefe goturduğunde şuphe yoktur. Cunku salih amellerin kurtuluşa gotureceğini bildiren, el-Hadi ismiyle musemma olan Yuce Allah’tır:
“Servet ve oğullar, dunya hayatının susudur; bÂki kalacak salih ameller ise Rabbinin nezdinde hem sevapca daha hayırlı hem de umit bağlamaya daha layıktır.”
(Kehf, 18/46.)
(Kehf, 18/46.)
“…Oruc tutan erkekler, oruc tutan kadınlar; iffetlerini koruyan erkekler, iffetlerini koruyan kadınlar; Allah’ı cokca anan erkekler, cokca anan kadınlar; işte bunlar icin Allah buyuk bir odul hazırlamıştır.”
(Ahzab, 33/35.)
(Ahzab, 33/35.)
Oruc ibadetine sarılarak fani Âlemin aldatıcı serabından manevi iklime yonelen insan, denizde bir kurtuluş gemisine sığınan gibidir. Her yıl bir defa gelen oruc ayı, mumini gunahlardan kurtarıp baştanbaşa temizler, kalbini, zihnini ve ruhunu eritir, saflaştırır ve sonunda insan yepyeni bir dunyaya gozlerini acar. Allah Rasulunun beyanıyla,
“Kim ramazanda Allah’a inanarak ve mukÂfatını yalnızca Allah’tan bekleyerek oruc tutarsa, gecmiş gunahları bağışlanır.”
(Buhari, İman, 28.)
(Buhari, İman, 28.)
Ramazan ile gercekleşen bu değişim bayramla bitmez, kazanılan ruhi tecrubeyi butun bir yıla yaymak uzere bir başlangıc olur.
Oruc mumine, bedeni ve maddeyi yeniden anlamlandırmayı oğretir, tabiatın ve icinde bulunduğumuz Âlemin gercekte ne olduğunu ve bize ne soylemek istediğini değerlendirme fırsatı sunar. Her maddi varlığın giderek yokluğa karıştığı şu dunyada, oruc ayı her yıl bize gelerek aczimizi ve faniliğimizi hatırlatır, olumun bulunmadığı bir hayatın ve sonsuz saadetin ufuklarını gosterir.
Oruc, nefse dur diyerek ruhun onunu acmakta ve daimi kulluğa hazırlamaktadır. Oruclu, gun boyu yapıp ettikleriyle Yuce Allah’ın gozetiminde olduğunu bilir ve Allah’ı goruyormuşcasına ibadet etmenin, kısacası ihsan şuurunun doruklarında yaşar.
Oruc ac kalmaktan ibaret değildir. Gelibolulu Mustafa Ali, orucu aclık sanıp ramazan gunu oruc bilincine aykırı davrananların, ağzı bağlı herhangi bir canlıdan farklı olmadıklarını belirtmekte (RiyÂzu’s-sÂlikîn, 1998, s. 53-54.) ve muteakiben şoyle demektedir:
Aclıgı savm anlar o dîvÂneler
TÂat-i Hak sırrına bigÂneler
…
Savm odur ey sÂlik-i rûşen-derûn
Curm u gunehden ola az masun
Oruc, muminin istikbalini aydınlatan bir ışıktır
TÂat-i Hak sırrına bigÂneler
…
Savm odur ey sÂlik-i rûşen-derûn
Curm u gunehden ola az masun
Oruc, muminin istikbalini aydınlatan bir ışıktır
Oruc bazı bedensel davranışları ket vurmanın otesinde kişiliği eğitmekte ve ruhumuzu geleceğe hazırlamaktadır. Aslında oruc, aktif bir eylemdir. Evet, oruc bir sabır eğitimidir ve hadiste buyrulduğu uzere
“Oruc, sabrın yarısıdır.”
(Tirmizi, Deavat, 67.)
(Tirmizi, Deavat, 67.)
Fakat sabır sadece şimdiki zamana veya geriye donuk pasif bir eylem değil, geleceğe yon veren bir kılavuzdur. Bu yuzden Rasul-i Ekrem Efendimiz,
“Namaz nurdur, zekÂt burhandır, sabır ışıktır.”
(Muslim, Tahare, 1.)
(Muslim, Tahare, 1.)
buyurmuştur.
Sabır, kalbi aydınlatan bir ışıktır. Sabırlı kişi, doğru ve aydınlık yolda onunu gorerek yuruyen kişidir. Sabretme erdemini gosterebilenlerin gercekleştirdikleri işlerin akıbeti aydınlık olur. Onlar sabrederek mahrum olanlar değil, sabrın ışığıyla geleceklerini aydınlatanlardır. Sabırla oruc tutanlar, savunmada kalıp pasif duruş sergileyenler değil, dindarlıklarının geleceğini sapasağlam inşa edenlerdir.
Diyanet Aylık Dergi / Haziran 2015
__________________