“Ey insanlar! Allah’ın (kıyamet ve dirilişle ilgili) vaadi mutlaka gercekleşecektir, oyleyse sakın dunya hayatı sizi aldatmasın.”
(Fatır, 35/5.)

İnsanı bu dunyaya bağlayan guclu arzu ve guduler vardır. Bunlar, ifade yerinde ise insan tabiatına nakşedilmiştir. Onun butun hayatını bunlar şekillendirir. Gucu ve sağlığı yerinde olduğu muddetce, insan bu duygu ve durtulerin peşinden koşar durur.

İnsanın hayatını, neslini devam ettirme arzusu, zararlardan kendini koruma gayreti, aclık, susuzluk ve cinsellik bu durtulerden bazılarıdır. Yine dunya malına ve metaına sahip olma, kendini ispatlama, gosteriş ve şohret, başkalarını etkileme, onları yonetme, başarı ve ustunluk elde etme, saygınlık ve takdir gorme guduleri de diğer bazısıdır.

İnsanlarda bu duygu ve durtuler, farklı şekillerde tezahur eder. Mesela kimi insanın gayesi servettir; mal-mulk kazanmak onun en buyuk davasıdır. Kimisinin gayesi, şandır, şohrettir; omrunu bu uğurda tuketir. Kimisinin de makamdır, mevkidir; bunlara ulaşmak onun en buyuk ihtirasıdır. Kimisinin gayesi de, eş ve cocuktur; bunların otesinde bir hayali ve ideali yoktur. Bazen de bir insanda bu durtulerden bir kacı beraber bulunur.

Bu duygu ve durtulerle insan bu dunyada imtihan edilir (bk. Âl-i İmran, 3/14; Tevbe, 9/24; Teğabun, 64/15.)

Manevi tekÂmulunde o, bunları bir arac mı yoksa bir amac haline mi getirmektedir? Yine insan, bu duygu ve durtulerini denetleyebilmekte midir? (Naziat, 79/40.)

Yoksa butunuyle bunların gudumune girerek helal-haram demeden bir hayat mı surmektedir? (bk. Meryem, 19/59.)

Eğer insandaki bu durtu ve duygular, gayelerin gayesi haline gelirse, Rabbine karşı olan kulluk gorevinin onunde en buyuk engeli oluştururlar. Nitekim Kur’an bu durumu, insanın kendi arzu ve isteklerini tanrılaştırması şeklinde ifade eder. (Casiye, 45/23.) Bu, insanın duşuşe gecmesi ve alcalması demektir. Ancak insan, Allah rızasını kazanma yolunda bunları bir arac olarak kullanırsa, bu durumda da yucelir ve yukselir.

Kur’an, nefsani arzu ve heveslerine mağlup olan toplulukların durumlarını Hz. Peygambere hitaben şoyle anlatır:

“Bırak onları, yesin icsinler, zevklerini yaşasınlar, arzu ve emelleri kendilerini oyalayadursun. Yakında bilecekler!”
(Hicr, 15/3; ayrıca bk. Tevbe, 9/69.)

İnsanoğlu, coğunlukla gecmiş topluluklardan ibret almaz. Oysa ilk insandan itibaren, kendisi gibi milyarlarca insan bu toprakları yurt edinmişti. Onlar da doymak bilmeyen bir hırs ve tamahla dunyaya bağlanmışlardı. Ama sonunda dunya değirmeni onları da oğutmuştu. Toprak olup gitmekten kurtulamamışlardı.

Şimdi, onların yaşadıkları topraklarda yeller esmektedir. Artık isimleri unutulmuş, adları sanları tarihin derinliklerinde kaybolup gitmişti. Geriye, sadece korunmak icin savaştık ları kalelerin duvarları yahut sefa surdukleri sarayların sutunları kalmıştı.

Kur’an, gecmiş milletlerden bahseder. Onlar da medeniyetler inşa etmişlerdi. Kayaları oymuş, oralarda muhkem sığınaklar ve barınaklar yapmışlardı. (Şuara, 26/26.) Boylece hayatlarını sağlama aldıklarını duşunmuşlerdi.

Heyhat! Hepsi boşuna idi. Cunku topraktan gelmişlerdi, sonunda yine toprak olup gitmekten kurtulamamışlardı.

Gecmiş milletlerden dunyanın zevk ve keyfine kendilerini iyice kaptıranlar olmuştu. Pınar başlarında, ekinler ve salkım sacak meyve ağacları arasında hep boyle sefa sureceklerini zannetmişlerdi. (Şuara, 26/146-148.) İşte insanı Rabbinden uzaklaştıran esas sebep de, onun bu saplantısı değil miydi?

Eski kavimlerden bazıları, Peygamberlerin cağrılarını dikkate almamışlardı. Bizim hayatımıza sen karışamazsın, istediğimiz gibi ibadet eder, istediğimiz gibi yer, iceriz demişlerdi. Kendi elimizle kazandığımız mallara helal-haram deyip mudahale edemezsin (bk. Hud, 11/87, 91.), yine cinsel hayatımıza sınırlar koyup arzu ettiğimizi yapmaktan bizi alıkoyamazsın, demişlerdi. (bk. Hud, 11/79.)

Dunya Âdeta bir imtihan salonuydu. Asırlar boyunca imtihan olmak icin bu salondan niceleri geldi, gecti. Kimi kazandı, kimi kaybetti. Şimdi nobet sırası bizdedir. Dunya bize emanet, biz de dunyaya emanet edilmişiz. Allah’tan geldik, yine O’na doneceğiz.

İnsanın bu dunya hayatı adeta bir musabaka şeklinde gecer. Tabiatına yerleştirilen duygu ve durtuler insanı bu yarışa mecbur bırakır. Nitekim Kur’an bu noktada “tefahur” ve “tekÂsur” kavramlarını kullanır. Yani “birbirine ustunluk sağlama, ovunme”, “daha cok mal mulk ve evlat sahibi olma” yarışı. (Hadid, 57/20.)

İnsanlar, bu hayatta birbirine karşı ustunluk sağlama cabası icerisinde olurlar. Sahip oldukları imkÂnlar, makamlar ve unvanlar sebebiyle birbirine karşı ovunurler. Farklı seviyelerde de olsa, her bir insan bu duyguları kendi ic dunyasında yaşar.

Ancak insanın, bu dunya yarışına kapılıp asıl yarışı unutmaması gerekir. Bu asıl yarış da, şu ayette belirtildiği gibi, Allah’ın affına, bağışlamasına nail olmak ve sonsuz cennetlere kavuşmak icin yapılır:

“Rabbiniz tarafından verilecek bir mağfirete ermek ve cennete girmek icin yarışın.”
(Hadid, 57/21.)

“Yarışacak olanlar işte bu nimetlere ulaşmak icin yarışsınlar.”
(Mutaffifin, 83/26.)

İnsan, bu dunyada bir şeref ve izzet arayışı icindedir. Cocukluğundan itibaren beğenilmek ve takdir edilmek ister. İtibar ve saygınlık kazanmayı arzular. Bunun icin kariyerini yukseltmek, unvan sahibi olmak, yuksek makamlara gelmek, meşhur liderlerin ve ustatların yakın cevresinde bulunmak, onun arzuladığı şeylerdir.

İşte insan, bu dunyada itibar sahibi olma mucadelesi verirken, bir şeyi asla unutmamalıdır. O da; asıl itibar ve şeref Allah’a secde ve itaattedir. Evet, gercek ustunluk ve fazilet, ilahî buyruklara teslim olmaktadır. Nitekim şu ayet bu hakikati bizlere anlatır:

“Kim izzet ve şeref sahibi olmak istiyorsa, bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah katındadır.”
(Fatır, 35/10.)

İnsan, bu dunya hayatında hep yarınlara donuk yaşar. Gelecekle ilgili hayaller kurar, planlar yapar. Daima yarınları icin bir şeyler hazırlama gayretinde olur. Boylece geleceğini teminat altına almaya calışır. Cunku insanın en temel gudulerinden biri, varlığını surdurmektir.

Ancak insanın şu hakikati de aklından cıkarmaması gerekir: Yarından da ote bir “yarın” vardır. Bu yarın da, Allah’ın huzurunda hesap verme gunudur. Şu hÂlde dunyanın yarınlarına hazırlanmak, olum sonrası “yarın”a hazırlanmanın onunde bir engel oluşturmamalıdır. Aksine dunya yarınları, ebedî yarınlar icin bir sermaye olarak değerlendirilmelidir.

İşte, şu ayet de bu hakikati bizlere anlatmaktadır:

“Ey iman edenler!
Allah’ın azabına maruz kalmaktan korunun, herkes yarın ahireti icin ne gonderdiğine baksın.”
(Haşr, 59/18.)


Diyanet Aylık Dergi / Haziran 2015

__________________