“Ey îmÂn edenler! Oruc sizden oncekilere, gelip gecmiş ummetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. «لَعَلَّكُمْ تَتَّقُون» Umulur ki takv sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183)
Demek ki Âhiret icin geldik. Âhiret imtihanı icindeyiz. Kulluk imtihanı icindeyiz. Demek ki her namaz, oruc, zekÂt, hayır-hasenat, hac-umre, guzel ahlÂk… Hepsinin husûsiyetlerinin toplanması lÂzım bir mu’minde.
Oructa da, burada da CenÂb-ı Hak “farz kılındı” buyuruyor, “diğer kavimlere farz olunduğu gibi. Umulur ki takv sahibi olursunuz.” AllÂh’ı seven, Allah’tan korkan, havf ve rec arasında yaşayan bir mu’min olursunuz…
Demek ki Rabbimiz, kulunun tezkiye olmasını istiyor. Kul temizlenerek gidecek dunyadan.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…Korkmayacak, uzulmeyecek.” (Yûnus, 62) AllÂh’ın lûtufları gelecek. Onun icin tezkiye olması zarûrî. İnsan, mukemmel olacak; mukemmel olan, muhteşem olan Cennet’e lÂyık hÂle gelecek.
Orucun da keyfiyeti ayrı. Oruc’ta AllÂh’ın verdiği nîmetlerin kul, kadrini hatırlayacak. Yarım gun ac kalıyor, AllÂh’ın kendisine lûtfettiklerine ne kadar muhtac?!
CenÂb-ı Hak toprakla gıdalandırıyor, sofralar kuruluyor. Denizde yaşayanlarla, onlarla, balıklarla sofralar kuruluyor. VelhÂsıl devamlı kula sofralar kuruluyor.
Demek ki burada, bir nîmeti hatırlayabilmek. CenÂb-ı Hak tavuğu bizim icin yarattı. O, yumurtasının farkında değil. Ne kadar protein var, farkında değil. Otlayan hayvanlar oyle, sutunu ictiğimiz…
VelhÂsıl kul, bir tefekkur edecek bu RamazÂn-ı Şerîf’te. AllÂh’ın nîmetlerini duşunecek. Bu nîmetlere nasıl bir teşekkur edecek, yarım gun ac kalmakla…
Tatlı su iciyoruz. CenÂb-ı Hak buyuruyor VÂkıa Sûresi’nde:
“Ya Biz diyor, gokten diyor, ona diyor, deniz suyu gibi tuzlu bir su indirseydik, o zaman ne yapardınız?” diyor. (Bkz. el-VÂkıa, 70)
Yani demek ki bu oruclu hÂlimiz bizim, AllÂh’ın nîmetlerini tek tek bize duşundurmesi ve tefekkurumuzun artması, RahmÂnî vitrinler seyretmemiz. Kalbimizi şeytÂnî vitrinlerden korumamız.
Ondan sonra orucun farz kılındığını, fakat CenÂb-ı Hak yine bir merhamet tecellîsi:
Eğer hasta olursa, yolcu olursa, tutamadığı gunler icin diğer gunlerde tutmasını emir buyuruyor.
Yani bir kolaylık gosteriyor. Yani CenÂb-ı Hak o kadar merhametli ki, orucu tutmayanların, gucu yetmezse; cok ağır bir şeker hastalığı var, doktorlar “tutma” diyor veyahut da yaşlandı, ihtiyarladı, tÂkat kalmadı, tutmaya imkÂnı yok; bu zaman da, bir fidye, yani bir muslumanın gonlune bir sevinc verme, bir muslumanı sevindirme, bir fidye vermek sûretiyle bunu telÂfi etme…
Yani tabi bunu kim birden fazla kişiye verirse o da cok daha ecirli olmuş oluyor. Fakat her şeye rağmen, yaşlılığa rağmen, vesaireye rağmen tutmanız da, o da sizin icin daha hayırlıdır buyruluyor. Tabi tÂkat yeterse. (Bkz. el-Bakara, 184)
Yani, burası Âyet-i kerîmenin cok ibretli. Yani oruc tutmaya gucu yetmeyenler icin fidye vererek, yani yapılamayan bir ibadetin bir gonul almak sûretiyle telÂfi edilmesi. Yani nasıl İslÂm’ın insana bir bakış tarzı.
Ondan sonra okunan Âyet; RamazÂn-ı Şerîf’in bir Kur’Ân’la, Kur’Ân’ın RamazÂn-ı Şerîf’te inmesi. (Bkz. el-Bakara, 185) Yani Kur’Ân’la RamazÂn-ı Şerîf’in buyuk bir izzet ve şeref kazanması. Buyuk bir mağfiret iklimi olması.
Tabi daha da ileride Kadir Gecesi gelecek. Kadir Gecesi de Kur’Ân-ı Kerîm’in ilk nÂzil olduğu, ilk Âyetlerin nÂzil olduğu bir gece olmuş oluyor. Bin aydan daha oteye geciyor, fazîlet bakımından.
Demek ki CenÂb-ı Hak ne kadar kullarını seviyor ki devamlı kullarına bir ikram hÂlinde. En son okunan Âyet de, orada CenÂb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’e:
“Kullarım Sana, Ben’i sorduğunda (CenÂb-ı Hakk’ı sorduğunda, azamet, kudreti, sıfatlarını sorduğunda, onlara): Ben onlara cok yakınım (de). Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm…” (el-Bakara, 186) buyuruyor.
Demek ki CenÂb-ı Hak zaman ve mekÂndan munezzeh. Zaman ve mekÂn yok. CenÂb-ı Hak her an, bir hudut da yok. 8 milyar insan var, hepsinin yanında. Denizde trilyon, trilyon balık var, hayvanların yanında. Karadaki hayvanlar var, yanında. Melekler var, yanında. Cinler var, yanında. Yani yanında olmayan, yarattığı hicbir varlık yok. CenÂb-ı Hak hepsinin yanında. Sonsuz bir azamet. İnsan muhayyilesinin cok cok otesinde.
CenÂb-ı Hak Kehf Sûresi’nin sonunda;
“Ağaclar kalem olsa, denizler murekkep olsa, onlar misli olsa, onlar biter, AllÂh’ın kelimeleri bitmez.” buyruluyor. (Bkz. el-Kehf, 109)
Demek ki CenÂb-ı Hak bir tefekkure bizi sevk ediyor. Fakat bir şart koşuyor. Ben yanındayım diyor, duÂlarını kabul ederim diyor. Fakat şartı da:
“…O hÂlde (kullarım da Bana itaat etsinler) davetime uysunlar…” (el-Bakara, 186)
Emir ve nehiylerime uysunlar. Yani farzlar, farzlara dikkat. Sunnet-i Seniyye’ye gayret etme, nÂfilelere gayret etme, bunun mukÂbili, haramlardan kacınma. Bu şekilde olacak, CenÂb-ı Hak o kullarının da kendi yakınlık, kullarına ancak yakınlık istiyor. Yani Rabbimiz kuluyla dost olmak istiyor.
Dostluk nedir? İki kalp arasında bir cereyan hattıdır.
YÂkub -aleyhisselÂm-’ın 12 oğlu vardı, en cok kendi hususiyetlerini Yusuf’ta gordu, Yusuf -aleyhisselÂm-’da. Ona karşı muhabbeti arttı.
Bir kulda da CenÂb-ı Hakk’ın cemÂlî sıfatları tecellî ederse, o kul CenÂb-ı Hak’la bir yakınlık olmuş oluyor. MukÂfat olarak da
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…Korkmayacaklardır, uzulmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyruluyor.
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“…Ancak AllÂhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o gunde fayda bulur).” [eş-ŞuarÂ, 88-89]) buyuruyor.
Rafine olmuş, tertemiz bir kalple CenÂb-ı Hak huzûruna davet edecek bizi.
VelhÂsıl RamazÂn-ı Şerîf’te boyle bir mubÂrek ayın icindeyiz -elhamdulillÂh-. Bir lûtuf ayı.
Gecen sene bazı dost-ahbap vardı, onlar bu sene yok. -İnşÃ‚allah- son Ramazan’ımız olmaz. Fakat sanki son Ramazan’ımız gibi CenÂb-ı Hak hepimize bir aşk, şevk, vecd ihsÂn eylesin -inşÃ‚allah-.
Âyetlerde de:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“…Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)
Hayrımız, şerrimiz, her hÂlimiz…
Yine:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
(“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
O, şah damarından yakındır, CenÂb-ı Hak. İcimizdeki duşunceleri bir biz biliyoruz, bir de CenÂb-ı Hak biliyor, başka kimse bilmiyor. Fakat CenÂb-ı Hak biliyor. Yani gizleyecek bir yer yok.
“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.
Namaz da bir Mîrac hÂline gelecek, CenÂb-ı Hakk’a yaklaşacağız.
VelhÂsıl bizim CenÂb-ı Hakk’a yakınlığımız; O’nun emir, nehiylerine dikkat etmemiz olcusundedir. Bu emir ve nehiyleri, ihlÂsla, buyuk vecd ve duygu derinliği icinde îf etmeye gayret etmek zarûrîdir. Nitekim şoyle buyruluyor…
“Benim kalbim temiz” diyor bazı kişiler. CenÂb-ı Hak da onlara Ankebût Sûresi’nde:
“İnsanlar imtihandan gecirilmeden, sadece «îmÂn ettik» demeleriyle kurtulacaklarını mı zannediyor?!” (el-Ankebût, 2) buyuruyor.
Demek ki kalp temiz. Eğer kalbin temizse, CenÂb-ı Hakk’ın sana bu kadar ikram ve izzeti karşısında, bu kadar lûtufları karşısında bîgÂne kalırsan, o kalp nasıl temiz olur?!.
VelhÂsıl CenÂb-ı Hak bizden samimiyet istiyor. Guzel niyet istiyor. Ve bu dunyanın imtihan dunyası olduğunu unutmamamızı arzu ediyor.
CenÂb-ı Hak -inşÃ‚allah- bu, kendisine dost olan kulların muhtevÂsında bir hayatımız olmasını, Rabbimiz lûtfuyla, keremiyle ihsÂn eylesin -inşÃ‚allah-.
Osman Nuri Topbaş
__________________
Oruc ve TakvÂ
Dini Bilgiler0 Mesaj
●35 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Oruc ve TakvÂ