Her mumin kendi cağının Ashab-ı Kehf’idir. İslam şeriatı ise onun mağarasıdır. Cektiği tesbihat ve zikirler ise onun dunya meta’sına karşı uykusudur. Birlikte hareket edip birbirlerinden imani anlamda kuvvet almaları da, onların cemaat hÂlinde olmalarıdır. Yani onların sırat-ı mustakimleridir.


Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de bizlere gecmiş kıssalardan haber verirken, onların duştuğu hatalara duşmememizi ve katından kendisine nimet verdiği kişileri ornek almamızı ister. (Fatiha, 1/6-7.) Ashab-ı Kehf’in kıssası de bu nimete eren bir genc topluluğunun kıssasıdır.

Yuce Allah, bircok ayet-i kerimede meselelere hikmet ile bakılmasını tavsiye eder. Bu yuzden sair yerlerde “kalp ile bakmak” tabirini kullanır. (Hac, 22/46.) Muminin kulluk vazifelerinden biri de, Allah’ın muradını anlamak ve bu yolda azimet gostererek, rıza-i ilahîye ulaşmaktır.

İşte boyle bir hikmet nazariyesinde, Ashab-ı Kehf’in hikÂyesine hikemi zaviyeden baktığımızda ise Kral Dekyanos, Ashab-ı Kehf, sığınılan mağara, Kıtmir adındaki kopek, mağaranın dışı; tum hepsinin bir hakikati temsil ettiklerini goruruz.

Butun bu simgeler, bir nakkaşın elindeki “Vav” harfi gibi ilmek ilmek hakikati arama mucadelesine giren mumin icin Âdeta işaret fişekleri hukmundedir. Cunku İslam, muminin dunya denilen metaya karşı ibret nazarı ile bakmasını ister. Yuce Allah’ın: “Ben kulumun zannına goreyim.” hadis-i kutsisini “her şeyin hayra yorulması gerektiği” şeklinde yorumladığımızda, her Musluman ferdin kendisine uğrayan nimet ve musibetlerden oturu, surekli bir hikmet arayışı icinde olması gerektiğini soyleyebiliriz… Bu minvalde Ashab-ı Kehf’in kıssası da bu arayış icindeki inananlar icin bir hikmet azariyesi, bir yol vesikasıdır.

Her mumin kendi cağının Ashab-ı Kehf’idir. İslam şeriatı ise onun mağarasıdır. Cektiği tesbihat ve zikirler ise onun dunya meta’sına karşı uykusudur. Birlikte hareket edip birbirlerinden imani anlamda kuvvet almaları da, onların cemaat hÂlinde olmalarıdır. Yani onların sırat-ı mustakimleridir. O mağaranın dışı ise, Allah’ın şeriatının ihlal edildiği dunyadır. Yanlarındaki Kıtmir ise onların nefisleridir.

“Her mumin kendi cağının Ashab-ı Kehf’idir.” dedik. Cunku sufli zevklerden uzak bir hayat, ancak muminlik sıfatı icerisinde mumkundur. Kişinin kendini zihnen koyacağı soyut bir mağara, onu butun sufli istek ve arzulardan alıkoyabilecektir. Nasıl ki, o gencler, Dunyanın belasını temsil eden Kral Dekyanos’a karşı mağaraya sığınmakla kurtulmayı umdularsa, muminde kendi hayat-ı ictimaiyesi icerisinde kendini Allah’tan gayrisi olan her şeyden uzak tutarak kendini zihnen kalp mağarasına kapatmalıdır.

İslam şeriatı, muminin mağarasıdır. Ancak şeriat gibi bir hukumler silsilesi, haram ile helal cizgisini birbirinden ayırabilir. Bu yuzden bu mağara olmadan helal ile haram cizgisi birbirinden ayrılmaz. Şeriat her ne kadar dunyevi hudutların olcusu olsa da gercek hudutları kişinin kendi kalbi belirler.

Muminin cektiği evrat ve zikirler, onun dunya metaına karşı uykusudur. Ancak ibadet ve zikir gibi eylemler, şeytanın desiselerine karşı kişiyi uyanık tutabilir. Ve ondan gelen hilelerle baş edebilir... Yani Ashab-ı Kehf, aslında o mağarada bedenen gozleri, kulakları ve tum vucut organları uykuya yattığında, Allah indinde kalpleri ile uyanık kaldılar. Bu yuzden her mumin kendi zaman dilimi icerisinde gerek iş hayatında, gerek arkadaş ilişkilerinde, gerekse aile icinde, ilişki kurduğu insanların hukukuna tecavuz etmeyip, kendisine isabet edeni şukran-ı nimet olarak karşılamalıdır. Bununla birlikte kotuluğun azalıp, hayrın coğalması icin de emri bil maruf nehyi anil munker gorevini ustlenmelidir. Bu aynı zamanda bir kulluk vazifesidir. Mumin boyle yapmakla, kendini dunyaya karşı uykuda, ahiret yurduna azık hazırlama noktasında ise uyanık tutmuş olacaktır.

Ashab-ı Kehf’in tek değil de, bir toplulukla hareket etmeleri de onların cemaat oluşudur. Ancak cemaat olmak gibi bir birliktelik, kişiyi gunah sarnıcının etrafından uzak tutar. Cunku Peygamber Efendimiz cemaat olmayı teşvik ederek: “İki kişi bir kişiden hayırlıdır. Uc kişi iki kişiden hayırlıdır. Dort kişi uc kişiden hayırlıdır. Cemaat olmanız gerekir. Muhakkak ki, Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir. Allah (c.c.) ummetimi ancak hidayet uzere cem eder, toplar. Bilin ki, cemaatten uzak duran her kişi ateşe duşer.” (Camiu’s-Sağir, 1/95.) diyerek, cemaat hÂlinde bulunmanın kişinin imanına kuvvet vereceğini ve cemaat hÂlinde olanların sapıklığa duşmeyeceğini tefrikaya duşmeyeceğini bizlere bildirir.

O hÂlde Allah’a giden yolda bir yol tutturmak, yordam belirlemek icap eder. Bu da ancak ummet bilinciyle bir arada bulunmakla mumkundur. Bu noktada mumin, kendi sırat-ı mustakimi icerisinde kendini muhafaza edebilmeli; ortak akıl ve hikmet birikintilerini kendisine azık yaparak hayatına yon verebilmelidir. Nitekim Ashab-ı Kehf’e, mağaraya sığınma cesareti veren, birlikte olmalarıydı. İnsan bir olup cemaat olursa o vakit dunyanın butun desise ve tehditlerine karşı koyabilir; ona karşı yekvucut durabilir. İşte boyle bir zamanda Muslumanların kendi inancları doğrultusunda yaşamaları tıpkı mağradaki genclerin bir arada bulunup birbirlerinden destek almaları gibidir.

O mağaranın dışı da Allah’ın şeriatının ihlal edildiği dunyadır. Mumin haramların rahatlıkla işlendiği ortamlardan uzak durmalı, harama rıza gosterenlere muhabbet beslememelidir. Tum havatırını helal dairesine cekmelidir. Kendisini, Allah’ın muhabbeti dışındaki tum malayani şeylere kapatmalı, o şeylere kuskun olmalıdır. Ta ki, Allah’ın hukmu o beldeye, o sıla yurduna gelene kadar... Cunku Allah’ın emirlerinin ciğnendiği bir toplumda, o toplumun muhabbet duyduğu şeylere muhabbet duymak, mumine kalben zarar verir. Onu ahiret yurduna giden yolda sekteye uğratıp, yolculuğunu yavaşlatır.

Ashab-ı Kehf’in yanındaki Kıtmir ise onların nefislerini temsil eder. Nefis ki, zevki ve rahatlığı ister. Ama Ashab-ı Kehf bir bekci gibi nefislerini kalp mağaralarının dışında tutarak, kendi ihyalarını sağlamış oldular. Yuce Allah’ın ayet-i kerimede belirttiği gibi Kıtmir’in yuzu dunyayı temsil eden dışarıya doğru değil, kalbin zikir alanı olan mağaraya doğruydu. (Kehf, 18/18.)

İşte Kur’an-ı azimuşşan, inmeye başladığı gunden bu zamana, kendisine yol soranlara karanlıkları aydınlatan lamba gibi dunya hayatının tum yollarını inananlar icin aydınlatıyor ve ahiret yurduna selametli bir kapı acarak her daim zamanın idrakine kendisini okutuyor ve okutmaya devam ediyor. Hasihat almak isteyenlere bir yol bir uyarıcı olarak her cağda kendisini hikmet nazarı ile okuyana, bir taakkul kapısı acıyor.

Diyanet Aylık Dergi / Haziran 2014

__________________