VEFA
VefĂ‚ kelimesi sozlukte sozunu, va’dini, adağını (nezrini), yeminini tutma, yerine getirme; borcunu odeme, telafi, tazmin, sadĂ‚kat gibi anlamlara gelmektedir. Rağıb el-İsfehani’ye gore vefĂ‚nın zıt anlamı ‘terk etmek’tir. VefĂ‚ kelimesi Arapcadır ve Kur’an’da turevleriyle birlikte toplam altmış kadar ayette kullanılmıştır. Olum anlamına gelen ‘vefĂ‚t’, vefĂ‚ ile aynı koktendir.
VefĂ‚ kelimesi Kur’an dilinde temel olarak şu uc anlamda kullanılmıştır:
1) Sozunde durmak, sadakat, vefĂ‚lılık, kısaca ahde bağlı kalmak.
2) Olcude ve tartıda durust olmak, hile yapmamak, insaflı olmak.
3) Yaptığı iyi veya kotu butun işlerin karşılığını tam almak, hicbir emeğinin karşılıksız kalmaması; mu’min veya kafir, amellerinin karşılığını (sevap ve ceza olarak) tam almak.
Erbabınca malum olduğu uzere Arapca’da her fiil, ‘vezin’ denilen farklı kalıplarda farklı anlamlar kazanmaktadır. ‘VefĂ‚’ fiili de bu şekilde değişik vezinlerde kullanılmıştır. Mesela ‘evfĂ‚’ vezniyle soylendiğinde, va’dini yerine getirmek, yeminini tutmak, sozunde durmak anlamlarına gelmektedir. ‘Evfa fulanen hakkahu’ demek, birine hakkını tamamen vermek demektir. ‘EvfĂ‚’l keyle’, tamamlamak, tam olcmek demektir. Allah’ın mu’minlere canları ve malları karşılığında cenneti vĂ‚dettiği (sattığı) bildirilen Tevbe suresinin 111. ayetinde "Ahdine Allah’dan daha cok vefĂ‚lı olan kimdir?" buyurularak, gercek vefĂ‚nın bizzat Allah’a ozgu olduğu bildirilmiş olmaktadır. Al-i İmran suresi 76. ayette "Hayır, her kim ki ahdine vefĂ‚ gosterir ve ittika ederse..." buyurularak, ahde vefĂ‚ gostermek ovulmektedir. Fetih suresi 10. ayette, Rasulullah’a yapılan rıdvan bey’ati bağlamında, ona yapılan bey’atin gercekte Allah’a yapılmış olduğu ifade edilerek, Allah’a (yani burada Peygamber’e) yaptığı ahdine vefĂ‚ gosterenlere Allah’ın buyuk bir mukafĂ‚t vereceği mujdelenmektedir. Necm suresinin 41. ayetinde ‘evfĂ‚’ kelimesi ‘tam’ anlamında kullanılmıştır: ‘el-cezĂ‚u’l-evfĂ‚’, "eksiksiz/tam karşılık (mukafaat)" demektir.
VefĂ‚ kokunden turemiş ‘vĂ‚fin’ kelimesi sĂ‚dık, sadakatli, eksiksiz, tam, yeterli, uygun, yerinde anlamlarına gelmektedir. ‘Vefiyyu’, sozunun eri, verdiği sozu, vadi, yemini tutan, sĂ‚dık, guvenilir, tam, butun, tum anlamındadır. ‘TeveffĂ‚’ kelimesi ‘vefĂ‚t ettirmek’ anlamına gelmektedir, fakat ‘teveffĂ‚ fulanun hakkahû’ dendiğinde, "hakkını tamamen almak" manasını ifade etmektedir. Vefat etmek, sanki asla bağlı kalmayı, geldiği yere geri donmeyi cağrıştırmaktadır. Tıpkı "Biz Allah’a aitiz, ve biz O’na doneceğiz" ayetinde olduğu gibi... (2/Bakara, 156). ‘İstîfĂ‚’ sozcuğunun de vefĂ‚ ile aynı kokten olması ilginctir ve odeme, ifa etme, konuyu kapsamlı olarak işleme, tamamlama, bitirme anlamına gelmektedir. Şu halde, her ne pahasına olursa olsun, ‘bulunduğu gorevde kalma’ hırsı yerine, şartlar onu gerektirdiği zaman şahsiyetli bir şekilde istîfĂ‚ etmek de vefĂ‚lı bir davranış sayılmalıdır.
VefĂ‚ kelimesi Kur’an’da en fazla ahidlere bağlılık cercevesinde kullanılmıştır. ‘VefĂ‚’nın dışında başka sozcuklerle de, ahdine bağlı olmak, verdiği sozde durmak mu’minlerin en onemli ozellikleri olarak one cıkartılmaktadır. Bunlardan biri de ‘akit’ kelimesidir ve Maide suresi bir ultimatom gibi, "Ey iman edenler, akidlerinize bağlı kalın!" (evfû bi-l’uqûd) ayetiyle başlamaktadır. Ahidlerin en koklu olanı kuşkusuz, insanoğlunun, kendisini yaratan Rabbine olan kulluk ahdidir. Bakara suresinin 40. ayetinde İsrailoğulları’na hitaben, "Siz benim ahdime bağlı kalın ki ben de sizin ahdinize bağlı kalayım" (evfû bi-ahdî ûfi bi-ahdikum) buyurulmuştur. Burada genel anlamda İsrailoğulları’nın musluman kalmaları, Muhammed (a.s)a indirilen Kur’an’a iman etmeleri kastedilmiştir. Kur’an mu’minlerden, ahidleştikleri zaman ‘Allah’ın ahdine’ bağlı kalmalarını emreder, kuvvetlice yemin ettikten sonra yeminlerini bozmamaları konusunda uyarır. (16/Nahl, 91).
Kur’an, ahde vefĂ‚nın sorumluluk demek olduğunu beyan etmektedir: "Ahde vefĂ‚ gosterin. Cunku ahid bir mes’uliyettir." (17/İsra, 34). Bizden ahde vefĂ‚ istenmektedir; ahid de sorumluluk olduğuna gore, ‘sorumluluğunuzu bilin, ihlal etmeyin’ denmektedir. Şu halde ahdine vefĂ‚ gostermeyen insan, mes’uliyetsiz / sorumsuz bir insandır. Esasında bu ayetteki ‘ahid’ mefhumunu daha genel anlamda, insanın halife kılınması, insana yeryuzunde tevdi edilen emanet, insanın henuz yaratılmadan once Allah’a verdiği bağlılık sozu olarak anlamak da mumkundur. Allah’ın biz insanları kendi nefislerimize şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitabına karşılık bizim "Evet, Sen bizim Rabbimizsin" (QĂ‚lû belĂ‚) diyerek (7/A’raf, 172), bir anlamda Allah’a soz vermişliğimiz, Allah’ın Rububiyyetine bağlı kalacağımızı beyan ve taahhud etmişliğimiz, Allah’a olan ahdimiz olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla mu’min olmak, vefĂ‚lı olmak demektir. Sozune, ozune sĂ‚dık kalmak demektir. Nitekim Kur’an’da mu’minlerin ozellikleri tanıtılırken, "Allah’a yaptıkları ahidlerine bağlı kalırlar ve mîsĂ‚kı bozmazlar" ( yûfûne bi-ahdihim) (13/Ra’d, 20) ayeti, İsra suresinin 34. ayetiyle ilgili kastettiğimiz yorumun tam bir kanıtı niteliğindedir.
‘VefĂ‚’ fiilinin (mubĂ‚lağa bildiren) tef’ıl babından olan ‘veffĂ‚’ sîgası, ‘birinin hakkını tamamen vermek’ anlamına gelmektedir. Yani ‘veffĂ‚’ kelimesiyle, ‘vefĂ‚’nın, ‘birisinin hakkını tam olarak vermek’ anlamı daha bir vurgulanmış durumdadır. Bu sozcukle İbrahim Peygamber vefĂ‚lı, gorevini eksiksiz yerine getiren, gorevinin hakkını hakkıyla vermiş kişi olarak tanımlanmıştır. (53/Necm, 37). İbrahim Peygamber misali, salih ameller işleyen mu’minler vefĂ‚lı hareket etmektedirler. Asıllarına bağlı kalmışlardır. Oyleyse onlara da (Allah tarafından) vefĂ‚lı olunacaktır: "İman edip salih ameller işleyenlerin ecirleri tastamam bir şekilde verilecektir. Allah elbette zalimleri sevmez." (3/Al-i İmran, 57) Hatta mu’minlere ‘vefĂ‚lı’ muamele eden (Allah)ın buyukluğu gereği, biraz da fazladan ihsan edilecektir. (4/Nisa, 173; 35/Fatır, 30). Cunku bunlar, Allah’ın Kitabı’nı tilavet edenler, namazı dosdoğru ikame edenler, Allah’ın kendilerine verdiği rızıklardan gizli veya acık infak edenlerdir. (35/Fatır, 30).
Adeta bir ilkeler orgusu olan Kur’an’da ‘vefĂ‚’ konusu da ilkeli bir bağlamda işlenmiştir. Allah’ın vefĂ‚sını celbetmek, kulların kendi vefĂ‚lılıklarına bağlıdır. Allah (İsrailoğullarına "Siz ahdinize bağlı kalın, ben de ahdime bağlı kalayım" (ve evfû bi-ahdî ûfi bi-ahdikum) buyurmaktadır (2/Bakara, 40). Demek ki vefĂ‚lı olmak karşılıklıdır ve şarta bağlıdır. Butun mesele, insanın, verdiği sozlere ihanet etmemesi, aslına ve ozune yabancılaşmaması, Allah’la, Rabbi ile daima barışık olması, Rabbi’ni unutmamasıdır. Eğer O’nu unutursa, Allah butun alemlerden mustağni olduğu ve insan ise daima Rabbi’ne muhtac olduğu icin, kaybeden insan olacaktır.
İnsanın yeryuzu hilafeti dışında, ‘Allah’ın ahdi’ ne anlama gelebilir? Kur’an, yetimin malına durust davranmayı, onu haksızca kendi uhdesine gecirmemeyi, olcuyu ve tartıyı durustce ve adil bir bicimde yapmayı ve yalancı şahitlik yapmamayı vb.. ‘Allah’ın ahdi’ olarak ele almakta ve ‘Allah’ın ahdi’ne bağlı kalmayı (vefĂ‚yı) emretmektedir. (6/En’am, 152). Bu demektir ki, yetim malı yemek, olcu ve tartıda hile yapmak, yalancı şahitlik yapmak, Allah’a verilen ahde vefĂ‚ gostermemektir, ahdi bozmaktır. ‘Ahde vefĂ‚’ bağlamında, yetim malını haksızca yememek ve olcu-tartıyı durust bir şekilde yapmak, mu’minlere defaatle hatırlatılan dînî bir gorevdir. Şuayb Peygamber’in, kavmi Medyen halkına tebliğ ettiği bu ahlaki ilke, bizler icin de emir niteliğindedir. Şuayb Peygamber kavmine, "...olcuyu ve tartıyı tam yapın" (fe-evfû’l-keyle ve’l-mîzan) (7/A’raf, 85) derken, neden vefĂ‚ kelimesinden tureme ‘evfû’ sozcuğunu kullanmıştı? Cunku satıcı, aldığı para karşılığında, satmayı vĂ‚dettiği mallardan, olcerek ya da tartarak, aldığı paranın ederi kadar bir miktarı alıcıya vermeyi taahhud etmiş demektir. İşte bu taahhudune / vĂ‚dine sadakat gostermeli, yani vefĂ‚lı olmalıdır. Bunu yapmayan, vefĂ‚sız bir insandır. Dolayısıyla, butun ticarî hırsızlar aynı zamanda vefĂ‚sız insanlardır demek doğru bir tanımlamadır. Bu ahlaki ilke, 11/Hud suresinin 85. ayetinde hemen hemen aynı sozlerle tekrarlanmaktadır.
Peygamberler gercek vefĂ‚kĂ‚r insanlardır. Yusuf’un kardeşleri kıtlık yıllarında, erzak almak icin Yusuf’un bulunduğu saraya gelmişler ve yalvarmaklı bir dille, "bize olcuyu tam yap ve biraz da bağışta bulun" demişlerdi. Hem olcuyu tam yapmasını (vefĂ‚), hem de fazladan ihsanda bulunmasını talep ettikleri o kişi, bir zamanlar kendilerinin tam bir vefĂ‚sızlık ettikleri, olsun diye kuyuya, olume attıkları kardeşleri Yusuf’dan başkası değildi. Yusuf onları tanımıştı ve tıpkı dedesi İbrahim gibi davranarak, kendisine vefĂ‚sızlık etmiş olan kardeşlerinden, istedikleri ‘vefĂ‚’yı esirgememişti.
VefĂ‚nın bir diğer anlamı da, butun insanların, yaptıkları amellerinin karşılığını ahirette mutlaka alacaklarıyla ilgilidir. Nasıl ki mu’minlere hak ettikleri mukafĂ‚tı eksiksiz ve hatta fazlasıyla vermek bir vefĂ‚ ise, kafirlere, Allah’ın lanetini celbetmiş olanlara, hak ettikleri cezayı tam vermek de Allah’ın vefĂ‚sı gereğidir: "O gun Allah onlara hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah’ın hic şuphesiz hak olduğunu bilip anlayacaklardır." (24/Nur, 25)
Dunya hayatını ve onun zînetlerini isteyenlere, yapıp etmelerinin karşılığı da tastamam verilecek, hicbir şekilde eksiltilmeyecektir. (nuveffi ileyhim a’malehum) (11/Hud, 15; ayrıca bkz, 11/Hud, 111; 46/Ahkaf, 19). Ayetten oyle anlaşılıyor ki, bu insanlar arzu ettikleri sonuclara ulaşmaları konusunda, onları azab-ı ilahiden engelleyecek herhangi bir fiili mudahale soz konusu değildir. Cunku onlar dunyada iken yeteri kadar uyarılmışlardı. Geriye kalan, dunya ve zînetine yonelik amellerinin karşılığını, hem de kendi istekleri gereği tastamam almalarıdır. Bu da onlara gosterilecek en iyi ‘vefĂ‚’dır... Fakat bu insanların ahirette, ateşten başka nasipleri yoktur. (11/Hud, 16). Cunku bundan başka bir sonuc istemiş değillerdi... Cenabı Allah, tıpkı onceki ataları gibi, Allah’ın dışında bazı ilahlara tapan putperestlere, hak ettikleri cezayı eksiksiz, tam olarak verecektir. Bu bizzat Allah’ın vadidir. "Biz onların paylarını eksiksiz olarak vereceğiz." (İnna le-muveffûhum nasîbehum) (11/Hud, 109).
Kafirlerin amellerinin hicliğini serap temsili ile acıklayan ayette (24/Nur, 39), ’serap’ ile, Allah’ın, kafirlerin hesaplarını tam goreceği, yani vefĂ‚ kavramı arasında kurulan ilgi, olağanustu derecede icazlı, carpıcı ve ilgi cekicidir:
"Kafirlere gelince, onların amelleri, coldeki serap gibidir: Susayan kişi onu su zanneder. Fakat yanına gelince orada hicbir şey bulamaz, orada sadece Allah’ı bulur. Allah ise onun hesabını tam gorur. Zaten Allah cok cabuk hesap gorendir!" (24/Nûr, 39). Bu ayet kafirlerin amellerini, tıpkı serap gibi tamamen bir ‘hic’, bir hayal değerinde gormektedir. Onların kafirce amelleri onlara ahirette hicbir fayda sağlamayacaktır. Allah ise, vefĂ‚sı, yani herkese hakkını tam olarak vermesi gereği onlara hak ettikleri karşılığı (cehennemi) verecektir. Eğer kafirler Kur’an’a kulak verselerdi bu ayet onlara şu gerceği oğretecekti: Kafirlerin, ‘vefĂ‚’ anlayışları tıpkı coldeki serap gibidir. Serap, colde susuzluktan kavrulan bir adamın hayal ettiği, gorduğunu sandığı bir kurtuluş hayalidir. Fakat maalesef, hayalinin boşa cıkması onun susuzluğunu bir kat daha artırmıştır. Dunya hayatında, tıpkı Semûd kavminin dokuzlu cetesi gibi (27/Neml, 4, tam bir şeytanî duzenle, ahbap-cavuş ilişkisi icinde halkına zulmeden ceteler, yeri geldiğinde birbirlerini harcamaktan asla cekinmezler. Bunların arayışları (susuzlukları) asla bitmeyecektir. Cunku ancak îman insanı tatmin eder (susuzluğunu giderir). Kafirlerin susuzluğu, ac gozluluğu olunceye kadar devam edecektir. Onların gozunu ancak toprak doyuracaktır. İşte bu ahbap-cavuş ceteler, tam hayallerine ulaştıklarını sandıkları anda, bir şekilde onu kaybetmekteler. Yani serapla karşılaşmaktalar. O anda birbirlerini vefĂ‚sızlıkla suclamaya kalkışmaktalar. Halbuki her ikisine de ‘vefĂ‚lı’ olan birisi vardır, O da Allah’dır. Tam o anda karşılarında Allah’ı bulacaklardır. Allah asla vefĂ‚sızlık etmez, etmeyecektir. O’nun hesap gormesi cabuktur.
‘VefĂ‚’nın bir diğer turevi olan ‘vuffiye’ kelimesi de bir kimsenin, hak ettiği karşılığı tam olarak alması demektir: "Her nefis kazandığının karşılığını tam olarak alacaktır ve onlar asla haksızlığa uğratılmayacaklardır." (3/Al-i İmran, 25) "Her nefis işlediği amelin karşılığını tam alacaktır." (ve vuffiyet kullu nefsin mĂ‚ amilet) (39/Zumer, 70) Bu fiilin geniş zaman sigasıyla kullanılan tuveffĂ‚ bicimi de birkac ayette aynı anlamı vurgulamak uzere kullanılmıştır. "Her nefis, kazandığının tam karşılığını alır" (tuveffĂ‚ kullu nefsin bi-mĂ‚ kesebet) (2/Bakara, 281; 3/161); "Ve her nefse, işlediği amellerin karşılığı tam olarak verilir, asla haksızlığa uğratılmazlar" (ve tuveffĂ‚ kullu nefsin bi-mĂ‚ amilet ve hum lĂ‚ yuzlemûn) (16/Nahl, 111). "Kıyamet gununde ecirleriniz tastamam verilecektir." (Ve innema tuveffevne ucûrakum yevme’l-qıyameh) (3/Al-i İmran, 185).
Mu’minler "Hayır olarak" ve "Allah yolunda" her ne infak ederlerse karşılığı, kendilerine tastamam olarak odenecek ve asla haksızlığa uğratılmayacaklardır. (2/Bakara, 272; 8/Enfal, 60) "Sabredenlere ecirleri hesapsızca odenecektir." (39/Zumer, 10)
Şu halde mu’minlere, hak ettikleri ecirlerinin verilmesi, kafirlere de hak ettikleri cezanın tam olarak verilmesi bir vefĂ‚dır.
Mu’minler, tıpkı Rableri’nin kendilerine vefĂ‚lı olması gibi, kendileri de hem Rablerine hem de insanlara vefĂ‚lı olmalıdırlar. Sozlerinde durmalıdırlar. Adaklarını yerine getirmelidirler (76/İnsan, 7), ahidlerine bağlı kalmalıdırlar. (2/Bakara, 177). Sozune sĂ‚dık olmak, ahdine vefĂ‚ gostermek, verdiği sozde durmak, dun dediğini bugun inkar etmemek, birtakım maslahatlar gozeterek sozlerini tevil etmemek, az bir paha (metĂ‚un qalîl) karşılığında ‘değiştim’ diyerek, doğru bildiklerini terk etmemek mu’minlerin en onemli ahlaki ilkeleri olmalıdır. Kufur, nifak, fısk, dalalet, haram ve gunah uzerinde vefĂ‚ olmaz. Bunlardan kacınmak ancak vefĂ‚dır. Olcude, tartıda durust olmak, sozune yuzde yuz guvenilir olmak, yetimin, fakirin, calıştırdığı insanların vb.. hakkını yememek, butun insanların muslumanlardan bekledikleri ahlaki davranışlardır. Her zaman olduğu gibi bugun de bunlara insanlığın ihtiyacı vardır. Gercek vefĂ‚yı mu’minler gostermelidirler. Diğer insanlar mu’minlerden vefĂ‚yı oğrenmelidirler.
Ne var ki son yıllarda kimi muslumanlar, gerek birtakım kamu mallarına ve gerekse ‘inancsız’ olarak gordukleri kişilerin mallarına ve menfaatlerine yonelik ‘darul harpteyiz’ gibi gerekcelerle vefĂ‚sızlık yaptılar. Elektriği kacak kullanmak, toplu taşıma araclarına biletsiz binmek vs.. bunun tipik ornekleri oldu. Bu davranış tıpkı bir zamanlar Benî İsraîl’in, "Ummilere karşı bize sorumluluk yoktur" sozleriyle, Mekke Araplarının mallarını haksızca yemeyi helal sayan anlayışına (3/Al-i İmran, 75) benzemektedir. Beni İsrail’in bu tutumu nasıl batıl ve vefĂ‚sızsa –ki Yahudiler bu zihniyetlerinden hicbir şey değiştirmediler-, ‘muslumanım’ diyen insanların bu tutum ve davranışları da batıl ve vefĂ‚sızlıktır. Rabbimiz Allah yukarıda andığımız ayetlerde olcuyu tartıyı tam yapmayı, insanların mallarını eksiltmemeyi acıkca emretmektedir. (7/A’raf, 85; 11/Hud, 85; 26/Şuara, 183) Bu ayetlerin ucu de Şuayb Peygamber’in, kavmine yonelik uyarılarıdır. Fakat hicbir musluman, Allah’ın Medyen halkından istediğini bizden istemediğini iddia edemez.
Peygamberimiz Muhammed (as.), kafir de olsalar, kavminin hicbir menfaatine goz dikmediği gibi, bilakis, kıtlık yıllarında Mekke halkına Medine’den erzak gonderdiği rivayet edilmektedir. İslami vefĂ‚ budur, musluman ahlakı da budur. VefĂ‚ İbrahim’e, Yusuf’a, Muhammed (a.s)a ve diğer butun Rasullere yakışır, onların izinde yuruyen mu’minlere de yakışır.
Kafirlerin ise vefĂ‚lı olmaları, kelimenin gercek anlamında ve genel olarak mumkun değildir. Gorece olarak, mesela sozlerinde duruyor olabilirler. Bazıları olcu ve tartıda hile yapmıyor olabilir. Fakat burada cok dikkatli olunmalıdır: İsmet Ozel’in bir şiirinde "Verem olmak uretimi duşurur..." diye bir soz gecmektedir. Evet verem olmak kotudur, ama uretimi duşurduğu icin... Bu kısacık bir mısra ciddi bir kapitalizm eleştirisidir. Bence kafirlerin gorece ‘durustluklerini’ bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Kafirler, ‘kufur ettikleri’ icin yani, Allah’a ait gerceklikleri orttukleri icin, nihai anlamda vefĂ‚sızdırlar. Bilhassa bugun, dunyaya hukmeden global ‘Şebeke’nin vefĂ‚ diye bir kavrama inandıklarını duşunmek bile abestir. Kafirlerin ‘vefĂ‚’ dedikleri aslında cıkar ilişkileridir. ‘Şebeke’nin uyeleri icin vefĂ‚dan ziyade, pastadan alacakları pay onemlidir.
İnancları, itikadları, ideolojileri, bilgi ve gorguleri, hatta hayatları Kur’an’ın o eşsiz temsilinde olduğu gibi ‘orumcek ağı’ gibi olanlar vefĂ‚’dan ne anlasınlar! Onlar ruz-ı mahşerde gercek vefĂ‚’yla karşılaşacaklar. VefĂ‚’nın ne olduğu onlara tastamam gosterilecek... VefĂ‚nın ne olduğunu o gun bihakkın oğrenme fırsatı bulacaklar... Zira o gun onlar, butun yapıp ettikleri zulumlere rağmen, butun entrikalarına, cevirdikleri dumenlere rağmen, zerre kadar zulum gormeyecekler, hak ettikleri onlara tastamam verilecek... Almaları gerekeni, hak ettikleri karşılığı (cezayı) eksiksiz olarak alacaklar. Bu, Allah’ın vadidir. Allah onlara haksızlık etmeyecek. Yani vefĂ‚sızlık etmeyecek! Allah’ı vefĂ‚lı bulacaklar! Kendileri bu dunyada iken, olum kendilerine hic gelmeyecekmiş gibi yaşayanlar, gasbettikleri her turlu imkanlarla, zayıf insanlara zulmedenler, onlara her turlu kotuluğu reva gorenler, Allah’ın da sozunde durduğunu, O’nun asla vefĂ‚sızlık etmediğini, vĂ‚dettiği cezalarını hakkıyla verdiğini aynel yakîn ve hakkal yakîn goreceklerdir.
_________________
Aldanma insanların samimiyetine
Menfaatleri icin gelirler vecde;
Eğer ALLAH vadetmemiş olsaydı cenneti,
O'na bile etmezlerdi secde
__________________
Ayetlerle Temel Kavramlar
Dini Bilgiler0 Mesaj
●32 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Ayetlerle Temel Kavramlar