[B]1- Davetciliği
Kur'Ă‚n-ı Kerim'de Hz. Peygamber "Allah'ın davetcisi"[527] olarak vasıflandırılmış; ona yuklenen gorev de "oğut ver", "davet et", "tebliğ et", "ikaz et" gibi emirlerle ifade edilmiştir. Kendisine uyarma (inzĂ‚r) ve mujdeleme (tebşîr) gorevi verilmiş; uyaran (nezîr), uyarıcı (munzir), ve mujdeci (mubeşşir, beşîr) olarak nitelendirilmiştir.[528] Butun insanlara mujdeci ve uyarıcı olarak gonderildiği, dolayısıyla peygamberliğinin evrensel niteliğe sahip olduğu belirtilmiştir.[529]
Hz. Peygamber, en yakınlarından başlayan, daha sonra butun Arap Yarımadası'nı kapsayan, hatta yarımadanın sınırlarını aşan davet faaliyetlerini peygamberlik gorevi boyunca surdurmuş ve bu hususta buyuk başarı elde etmiştir. Onun uyguladığı davet metotları tutarlı, mantıklı, sistemli, gercekci ve başarıya goturucu ozelliğe sahiptir. Bu suretle once etrafında inanclı bir kitle, daha sonra da başlattığı davet faaliyetlerini başka ulkelere taşıyacak toplumu oluşturmuştur. Kendisi, Allah'ın elcisi sıfatıyla komşu ulkelerin devlet başkanlarına davet mektupları gondermiştir. Bu faaliyetiyle, sonraki yuzyıllarda hızla gelişecek olan evrensel davet calışmalarını başlatmıştır.
Hz. Peygamber'in davetinin başarıya ulaşmasının ceşitli etkenleri vardır. Bunların başında, bizzat kendisinin, davet ettiği dine samimiyetle bağlanması ve bu dinin prensiplerini kendi hayatında uygulamış olması gelmektedir. Gercekten o, İslĂ‚m'ın insanlara yuklediği yukumluluklerin hicbirinden kendisini haric tutmamıştır. Farzları once kendisi uygulamış, yasaklara once kendisi uymuş ve en yakınlarına tatbik etmiştir.
Hz. Peygamber'in davet faaliyetlerinin başarıya ulaşmasının etkenlerinden biri de umitsizliğe ve karamsarlığa kapılmaksızın calışmalarını daima sabır, azim, inanc ve kararlılıkla surdurmuş olmasıdır. O, davet calışmalarında sosyal ilişkilerini aralıksız bir şekilde surdurmuş ve bu ilişkilerden buyuk olcude istifade etmiştir. Orneğin musluman olanların yanısıra, henuz İslĂ‚m'a girmemiş bulunan akraba ve cevresiyle ilgisini de ısrarla devam ettirmiştir. Toplum uzerindeki etkilerini goz onune alarak, kabile başkanlarına ozel ilgi gostermiştir. Davetini sunmak uzere toplantılar duzenlemiş, carşı, pazar, panayır ve ev gibi, insanların toplu olarak bulunduğu her yerde tebliğ faaliyetini surdurmuştur. İslĂ‚m'a davet icin hic kimseyi hakir gormemiştir.[530]
Hz. Peygamber muhataplarını tanımaya buyuk onem verir, onların duygularını, isteklerini ve fert olarak ozelliklerini dikkate alır, kendilerine değer verir, ilgi gosterir, yakınlaşma teminine gayret ederdi. Muhataplarıyla ortak noktalarda birleşme esasından hareket ederdi. Faaliyetlerinde af, musamaha, yumuşaklık, şefkat ve merhameti; kin, ofke ve zorbalığa tercih ederdi. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in İlĂ‚hî bir lutuf sayesinde insanlara yumuşak davrandığı belirtilir; kaba ve katı kalpli olduğu takdirde cevresinden dağılıp gidecekleri uyarısında bulunulur.[531]
Hz. Peygamber insanların kusurlarını yuzune vurmazdı; eleştirilerini isim vermeden yapardı. Cunku kişinin hatasını yuzune vurmak, mahcup olmasına ve toplumdan uzaklaşmasına yol acabilir. Muhataplarının farklı tepkilerine karşı daima azim ve umitle davetine devam etmiştir. Ozellikle Mekke doneminde daveti kabul etmeyen kabilelerden kimisi kaba, kimisi kibar, kimisi kacamak bir şekilde olumsuz cevap vermiştir. Fakat o, sebatla, umitsizliğe kapılmadan, azimle gayret gostermiş, her fırsatta davetini tekrar etmiştir.
Peygamberimiz hicbir kimseyi İslĂ‚m'ı kabule zorlamamıştır. Cunku onun gorevi insanları zorla dine sokmak değil; İslĂ‚m'ı tebliğ etmek ve uyarmaktır. İnsanları zorla İslĂ‚m'a dahil etmek, arzu edilenin aksine sonuclar doğurur; İslĂ‚m'ın son derece karşı cıktığı ve istemediği munĂ‚fıklığı yaygın hale getirir, insanları iki yuzlu yapar. Halbuki İslĂ‚m samimi olmaya, samimi olarak inanmaya buyuk onem verir. Hz. Peygamber'in, davet faaliyetlerini yuruturken takip etmiş olduğu metot insanları guzel oğutle İslĂ‚m'a cağırmaktır. Bu esaslar doğrultusunda hareket eden Hz. Peygamber, hicbir Yahudiyi, Hristiyanı veya başka bir din mensubunu dinini terkedip İslĂ‚m'a girmesi icin zorlamamıştır. Bilakis onları zorlamaksızın İslĂ‚m'a davet etmiş; kabul etmedikleri takdirde kendilerine belli şartlar cercevesinde din ve vicdan ozgurluğu sağlamıştır. Kur'an-ı Kerim'de insanların iman etmeleri icin zorlanamayacağı, hatta Hz. Peygamber'in bu konuda, sorumluluk duygusuyla gucunun yettiğinin otesinde kendisini zorlamasının bile uygun olmadığı[532] ifade edilmektedir.
Peygamberimiz calışmalarında hicbir zaman şahsî menfaat arzusu gozetmemiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de onun uyarma ve mujdeleme gorevinin karşılığı olarak bir ucret istemediği bildirilir.[533] Onun vefatından sonra da Muslumanlar İslĂ‚m'a daveti, kendilerinin kacınılmaz gorevlerinden biri olarak kabul etmişlerdir.[534]
Burada, bir davetci olarak Hz. Peygamber'de Allah TeĂ‚lĂ‚'nın bulunmasını istediği bir niteliğe işaret ederek bu bahsi bitirmek istiyoruz. Muddessir Sûresinde "Kalk ve (insanları) inzĂ‚r et. Rabbini buyuk tanı" hitĂ‚bıyla insanları dine davet etmesi emrolunduktan sonra Hz. Peygamber'den "elbisesini temiz tutmasının" emredilmesi, davet acısından konuya bakıldığında son derece dikkat cekicidir. Âyet-i kerîmede gecen ve temizlenmesi istenen "elbise"den maksadın ne olduğunu izah hususunda amel, kalp, nefis, beden, ahlak, din ve elbise şeklinde,[535] kişinin maddî ve manevî yonunu kapsayan geniş yorumlar yapılmıştır. Bununla birlikte, maksat ne olursa olsun, gerek beden ve kıyafet, gerekse kalp ve ahlak temizliğinin iletişim acısından onemli olduğu ortadadır. Bu hitaba muhatap olduğunda artık Hz. Muhammed Allah'ın elcisidir, İslĂ‚m'a davetle emrolunmuştur, Ă‚yet-i kerîmede maddî ve manevî temizliğe dikkat etmesi vurgulanmıştır.
2- Doğruluğu
Oncelikle belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber bir doğruluk abidesi idi. Aynı zamanda doğru insanlardan oluşan bir toplum oluşturmak onun en buyuk hedefiydi. Bu bakımdan once kendisi doğruluk orneği olmuştur. Gercekten doğruluk, onun hayatının her safhasında gorulen bir haslettir. Onun ici ile dışı, ozu ile sozu birdi. Bir başka ifade ile olduğu gibi gorunur, gorunduğu gibi olurdu. Soyledikleri ile yaptıkları arasında uyumsuzluk yoktu. Doğruluğu ile insanlara ornek olduğu gibi bu konudaki sozleriyle de ummetini doğruluğa sevketmeye gayret gostermiştir. Kaynaklarda onun doğrulukla, doğruluğun faziletiyle ilgili yuzlerce sozu mevcuttur.
Hz. Peygamber bireyden doğru olmasını isterken, diğer insanlara da doğruluğun telkinini emretmiştir. Bu konudaki bir sozu şoyledir: "Doğru olunuz; doğruluğa yoneltiniz".[536] "YĂ‚ Resûlallah! İslĂ‚m hakkında bana oyle bir soz soyle ki, onu senden sonra hic kimseye sormayayım" diyen bir kişiye "Allah'a inandım de, sonra da dosdoğru ol"[537] demiştir. Bu sozunde dosdoğru olmayı, Allah'a imandan hemen sonra dile getirmesi ve doğrulukla Allah'a iman arasında bağlantı kurması dikkat cekicidir. "Yaşlandınız yĂ‚ Resûlallah" denildiğinde "Beni Hud ve VĂ‚kıa sûreleri yaşlandırdı"[538] demiştir. Cunku Hûd Sûresinde "Seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol"[539] buyurulmuştur. Yukarıdaki Ă‚yet-i kerîmeye ve bu konudaki daha başka Ă‚yet-i kerîmelere gore doğru davranmak ona ve butun Muslumanlara Allah'ın emridir.
Doğruluğu hayatında uygulayan Hz. Peygamber'in bu yondeki tavsiyeleri de toplum uzerinde tesirli olmuştur. Onun doğruluğu konusunda dostları, duşmanları, muhalifleri, hasılı herkes sozbirliği etmiştir. Ebû Sufyan henuz Musluman olmadığı bir sırada bir Suriye seyahati esnasında Bizans İmparatoru Herakleios, Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında bilgi almak uzere kendisini huzuruna cağırdığında, onun ozelliklerini sayarken, doğru olduğunu ve doğruluğu emrettiğini ifade etmiştir.
Doğruluğun zıddı olan ikiyuzluluk, yalancılık, sahtekĂ‚rlık gibi kotu huylar bireyler arasında sağlıklı ilişkiler kurma imkanını ortadan kaldırır. Hz. Peygamber de daima, insanlara bu huylardan şiddetle kacınmalarını soylemiştir. Yalan soylemeden, hile ve sahtekarlık yapmadan mutlu bir hayat surulebileceğinin somut orneğini kendi hayatında gostermiştir. Bunun yanında insanlara da bu doğrultuda emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. Doğrulukla celişen davranışların her ceşidini kotu gormuştur. Bir cocuğu "Gel sana şunu vereceğim" diyerek cağırıp da sonra bir şey vermemeyi bile aldatma ve yalan saymış; bu tur davranışlardan kacınılmasını istemiştir.[540] Şu olay, bu hususa guzel bir ornektir. Bir gun Hz. Peygamber Abdullah b. Amr XE "Abdullah b. Amr" 'ın evinde misafir iken, annesi onu bir şey vereceğini soyleyerek yanına cağırır. Hz. Peygamber cocuğa ne vermek istediğini sorar. Annesi hurma vereceğini soyler. Bunun uzerine Hz. Peygamber "Eğer aldatıp bir şey vermeseydin sana bir yalan yazılmış olurdu"[541] buyurur.
Doğruluğun iyiliğe, iyiliğin cennete gotureceğini, yalanın kotuluğe, kotuluğun ise cehenneme surukleyeceğini veciz bir şekilde vurgulamış, yalandan şiddetle kacınılmasını istemiştir. Sorulan bir soru uzerine Muslumanın korkak olabileceğini, cimri olabileceğini, ama asla yalancı olamayacağını ifade etmiştir.[542] Kaynaklarda onun doğruluğun fazileti ve yalanın kotuluğu ile ilgili yuzlerce sozu bulunmaktadır.
Hz. Peygamber asla hĂ‚inlik yapmamıştır. Bir sozunde hĂ‚inlikten Allah'a sığındığını dile getirmiştir.[543] En azılı duşmanlarına bile hĂ‚inlik duşunmediği gorulmektedir. Mekke'nin Fethi'nde, goruldukleri yerde oldurulmelerine izin verilenler arasında bulunan Abdullah b. Sa'd b. Ebû Serh'i bağışladıktan sonra sahĂ‚bîlere soylediği soz dikkat cekicidir. Bununla ilgili olayın gelişmesi kısaca şoyledir: Abdullah once Musluman olup hicret etmiş, vahiy kĂ‚tipleri arasında yer almış, ancak daha sonra irtidat edip Mekke muşriklerinin yanına donerek onların İslĂ‚m aleyhindeki calışmalarını desteklemişti. Mekke'nin Fethi'nde olduruleceğini anlayınca sut kardeşi olan Hz. Osman'a sığındı. Yaptıklarından pişmanlık duyduğunu belirterek ondan kendisi icin Hz. Peygamber'den eman dilemesini istedi. Neticede Hz. Osman'ın ricası uzerine Hz. Peygamber onu affetti ve bîatını kabul etti. Abdullah, Hz. Osman'la birlikte Hz. Peygamber'in yanından ayrıldıktan sonra onu oldurmek uzere fırsat kollayan bazı sahĂ‚bîler, eman vermeden once kendilerine onu oldurmeleri yonunde nicin işarette bulunmadığını sordular. Bunun uzerine Hz. Peygamber "İmĂ‚ etmek hĂ‚inliktir. Peygamber'e îmĂ‚ etmek yakışmaz"[544] dedi.
Hz. Peygamber her zaman sozunde durmuştur. Diğer ahlĂ‚kî faziletlerde olduğu gibi bu konuda da ummeti icin ornek bir yaşayış surdurmuştur. Verdiği sozde durmayı imandan saymış, aykırı davranmayı ise munafıklık alĂ‚meti kabul etmiştir. Cunku verdiği sozde durmamak, sozune guvenilmez olmak, imanın ozunde bulunan doğruluk vasfı ile celişmektedir. Kendisi birine soz verdiği, vaad veya taahhutte bulunduğu zaman onu yerine getirirdi. Antlaşmalara uyardı. Aşağıda anlatacağımız olay onun antlaşmalara riayete ne derece onem verdiğini gayet guzel bir şekilde gozler onune sermektedir: Ebû Basîr adlı sahĂ‚bî Musluman olduğu icin Kureyş muşrikleri tarafından hapse atılır. Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra bir yolunu bularak kacar ve Medine'ye Hz. Peygamber'in yanına gelir. Muşrikler Ebû Basîr'in kendilerine iade edilmesi icin derhal Medine'ye iki adam gonderirler. Peygamberimize hitaben bir de mektup yazarlar. Mektubu Ubey b. Ka'b'a okutan Hz. Peygamber daha sonra Ebû Basîr'i cağırarak, Hudeybiye antlaşması gereğince kendisini Kureyşlilere teslim etmek zorunda olduğunu bildirir. Ebû Basîr ise teslim edilmemesini ister. Fakat Peygamberimiz "Bildiğin gibi biz Kureyş muşriklerine soz verdik. Dinimizde vefasızlığa yer yoktur" der. Ancak muşriklere verdiği sozde durmaya ozen gosterirken Muslumanı da gucendirmez; Allah'ın ona ve onun durumundaki Muslumanlara bir cıkış yolu gostereceğini soyler.[545] Yine Hudeybiye'de gelişen bir başka olay bu hususa guzel bir ornektir: Hudeybiye'de antlaşma metni imzalandıktan sonra Kureyş heyetinin başkanı Suheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Musluman olduğu icin atıldığı hapisten kacarak ayaklarındaki zincirleri suruyerek Muslumanlara sığınır. Antlaşma gereğince Hz. Muhammed (s.a.s.), Kureyşlilerle yaptığı antlaşmaya sadık kalacağına dair Allah adına soz verdiğini belirtip kendisine sabır tavsiye ederek onu babasına iade eder.[546]
3- Luzumsuz Davranışlar Karşısında Tutumu
Hz. Peygamber, tabiatları gereği bazı kimselerin sergilediği kaba ve luzumsuz davranışlardan hoşlanmazdı. Muslumanlar Bedir Savaşı'na giderken yolda bir bedevîye rastlarlar; ondan bilgi almak isterler. Fakat adamda bilgi olmadığını gorurler. Peygamber'e selam vermesini isterler. Adam icinizde peygamber var mı diye sorar. "Evet" derler. Selam verir. "Eğer sen peygamber isen bu devemin karnındakini bana bildir" der. Orada bulunan Seleme b. SelĂ‚me, "Onu Peygamber'e sorma, bana gel ben sana haber vereyim" der ve bazı şeyler soyler. Seleme'nin bu davranışı Hz. Peygamber'in hoşuna gitmez. Adama karşı kaba ve fĂ‚hiş şeyler soylediğini belirtir.[547] Aynı sahĂ‚bînin Bedir savaşından Medine'ye donerken sarfettiği bazı sozler karşısında Hz. Peygamber'in takındığı tavır da anlamlıdır. Bedir savaşı esnasında Medine'de kalan Muslumanlar Hz. Peygamber'i ve mucahitleri kutlamak icin karşılarlar. Seleme b. SelĂ‚me'nin "Bizi ne icin kutluyorsunuz? Allah'a andolsun ki biz, bağlanmış develer gibi sacları dokulmuş ihtiyarlarla karşılaştık ve onları boğazladık" şeklinde munasebetsizce sozu karşısında tebessum eder; Muslumanların başarısını kucumsememesi yolunda ona şu sozu soyler: "Kardeşim! Onlar eşrĂ‚f ve reislerdir".
Bu rivayetler, Hz. Peygamber'in luzumsuz davranışlardan hoşlanmadığını ortaya koyduğu gibi, bazı sahĂ‚bîlerin Hz. Peygamber karşısında son derece serbest davrandığını, Hz. Peygamber'in de onları kırmadan, sert davranmadan cevaplar verdiğini gostermektedir. Birinci olay, cĂ‚hiliye Arabının peygamber anlayışını ve bir peygamberden beklentisini ortaya koyması acısından da ayrıca dikkat cekicidir.
4- NezÂketi
Hz. Peygamber nĂ‚zik ve kibar bir kimseydi. Bu niteliğini hayatı boyunca aile fertlerine, diğer Muslumanlara, Medine'de kendisini ziyarete gelen heyetlere, davette bulunduğu şahıslara ve mektup gonderdiği kimselere karşı davranışlarında gormek mumkun olduğu gibi, bunun dışında, muşriklere karşı davranışlarında muşahede etmek de mumkundur. Sozgelimi Umretu'l-KazĂ‚ esnasında uc gunluk muddet dolunca, Hz. Peygamber, Ebtah mevkiine kurulmuş olan deri cadırında ensardan Sa'd b. UbĂ‚de ile birlikte otururken Kureyş muşriklerinden Suheyl b Amr ile Huveytıb b. AbduluzzĂ‚, onun yanına gelirler. Antlaşmaya gore uc gunun dolduğunu hatırlatarak Mekke'den cıkmasını isterler. O esnada Sa'd b. UbĂ‚de Suheyl b. Amr'a kızar ve ona şu sozleri soyler: "... Burası ne senin ve ne de babanın toprağıdır. Resûlullah buradan ancak antlaşmaya uyarak gonul rızasıyla cıkar". Bunun uzerine Peygamberimiz tebessum eder. Sa'd'a donerek "Konak yerimizde bizi ziyarete gelenleri incitme" buyurur ve sahĂ‚beye hareket emri verir.[548]
5- Hayata İyimser Bakışı
Hz. Peygamber hayata iyimser bakar ve etrafındakilere de oyle tavsiye ederdi. Yuzunden tebessum eksik olmazdı. En sıkıntılı anında bile uzuntusunu belli etmez, yanındakilerin icini karartacak tavır sergilemezdi. Halbuki o, Mekke doneminde muşriklerin eziyetlerine ve Medine doneminde de ceşitli saldırılara ve suikastlere maruz kalmış, sıkıntılarla karşılaşmıştır. İnsanoğlu icin en buyuk felaketlerden biri olan savaşlarla, silahlı saldırılarla defalarca karşı karşıya gelmiştir. Ac kaldığı zamanlar olmuştur. Butun bunların yanında, altı defa evlat acısı yaşamıştır. Hz. Fatıma haric, diğer butun cocuklarını sağlığında iken kaybetmiştir. Kaynaklar bize kızlarının ve oğlu İbrahim'in vefatında son derece uzulduğunu ve gozlerinden yaşlar aktığını naklederler.[549] İbrahim'in vefatı esnasında karşısındaki dağa donerek şunları soylemiştir: "Ey dağ! Benim başıma gelen senin başına gelseydi yıkılıp giderdin. Fakat biz, Allah'ın emrettiği gibi 'biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na doneceğiz,[550] hamd Ă‚lemlerin Rabbi Allah'a mahsustur'[551] deriz".[552] Bu soz, onun karşılaştığı gucluklerin, cektiği sıkıntıların boyutunu; bunun yanısıra sabrının, metanetinin, teslimiyetinin derecesini ve beşerî yonunu ortaya koyması bakımından dikkat cekicidir.
Hz. Peygamber aile fertlerine olduğu gibi, sahĂ‚beye de cok duşkundu; onların başına gelen musibete kendi başına gelmiş gibi uzulurdu. Sozgelimi Bi'rimaûne'de, yetmiş kişilik tebliğ heyetinin muşrikler tarafından hĂ‚ince katliama uğramasına son derede uzulmuştur. Butun bu uzuntu ve sıkıntı verici olaylar onun dunyasını karartmamıştır. Tam tersine metanetini daima muhafaza etmiştir. Hicbir zaman umitsizliğe kapılmamıştır. Hayata iyimser bakışı onun en onemli ornek davranışlarından ve ozelliklerinden biridir. İyimserlik ve yuksek moral, başarıya ulaşmanın ve ornekliğin temel unsurlarındandır. İnsanların, morali bozuk, hayata kusmuş birisini ornek almak istemeyecekleri tabiîdir.
6- Alcak Gonulluluğu
Tarih boyunca insanlık, eline gecirdiği maddî veya manevî gucle, kendi cinsine, hatta Allah'a bile kafa tutan nice iktidar sahibi tanımıştır. Ancak, hem maddî ve hem de manevî guce sahip olan Hz. Muhammed (s.a.s.) farklıydı. O bir sozunde "Ben ne bir kralım, ne de zorbayım; bilakis Kureyş'ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum"[553] demiştir. Bu sozuyle halktan biri olduğunu vurgulamıştır. Kendisi Kelime-i ŞehĂ‚det'de de ifadesini bulduğu şekliyle "Allah'ın kulu ve elcisidir". Bu ozellik, onun butun hayatına yansımıştır. Sozgelimi bir topluluğa girdiğinde boş bulduğu yere oturduğunu goruyoruz. Gercekten, hayatını bir "devletli" gibi değil sıradan bir "Allah'ın kulu" olarak yaşamıştır. Debdebesiz, sade bir hayat tarzını secen Hz. Peygamber'in hayatında "peygamberliğin kişisel bir menfaat icin kullanıldığı da gorulmuş değildir."[554]
Yaşlı sahĂ‚bî Mahreme b. Nevfel bir gun Hz. Peygamber'in kendisine gelen elbiseleri dağıttığını duyar. Oğlu Misver'i yanına alarak Hz. Peygamber'in evinin onune gelir. Ona Hz. Peygamber'e seslenmesini soyler. Fakat cocuk cekinir. Bunun uzere Mahreme "Evladım, o bir zorba değildir"[555] diyerek cocuğu rahatlatır. Mahreme b. Nevfel'in bu sozu, Hz. Peygamber'in, icinde yaşadığı toplum tarafından nasıl algılandığını acıkca gostermektedir. Arnaldez'in tabiriyle o, "Hicbir zaman despot olmamıştır."[556]
Musluman olmadan evvel bir Hristiyan ve İslĂ‚m duşmanı olan, daha sonra bir heyetle Medine'ye gelen Adiy b HĂ‚tim et-TĂ‚î, Hz. Peygamber'in yanında akrabasından bir kadın ve cocukların bulunduğunu gorunce, onda İran ve Bizans krallarının niteliklerinin bulunmadığını anlar.[557] Hz. Peygamber, Adiy b. HĂ‚tim'i evine gotururken, kendisini durdurup sıkıntısını anlatan yaşlı bir kadının uzun muddet derdini dinler. Evine vardıklarında ici lif dolu deri minderini misafire verip kendisi yere oturur. Onun bu davranışından oturu Adiy b. HĂ‚tim "Vallahi bu bir kral değildir"[558] değerlendirmesini yapar ve sonunda musluman olur.
7- Aşırılıklar Karşısındaki Tutumu
Hz. Peygamber aşırılıklıklardan hoşlanmaz, bu tur davranışlardan uzak durur, hicbir zaman ifrata kacan duygu ve duşuncelerin etkisi altında kalmaz, sahĂ‚bîleri de bu konuda ikaz ederdi. İslĂ‚m'a soz getirebilecek, insanları usandıracak, İslĂ‚m'dan nefret ettirecek davranışları, İslĂ‚m'ın temel prensiplerini zedeleyici hareketleri hic hoş karşılamazdı. Bu tur olaylar kendisine intikal edince uzulur ve hatta ofkelenirdi. Bu gibi durumlarda acık tavır takınır ve boyle davranışlarda bulunanları uyarırdı. Bu konudaki tutumuna birkac ornek verelim. SahĂ‚bîlerden birisi cemaate namaz kıldırırken uzun sûreler okuyarak namazı iyice uzatır. Bu durumu cemaatten birisi Hz. Peygamber'e iletir. Bunun uzerine Hz. Peygamber ayağa kalkarak topluluğa karşı şu veciz konuşmayı yapar: "İnsanlar! İcinizde halkı nefret ettirenler var. Herhangi biriniz imamlığa gecip de halka namaz kıldırırsa namazı uygun bir şekilde kısa kessin. Zira onlar arasında hasta, yaşlı ve işi-gucu olanlar vardır". Olayı anlatan sahĂ‚bî, Hz. Peygamber'i o gunku konuşması esnasındaki kadar ofkeli hic gormediğini soylemektedir.[559]
Sakîf heyeti Medine'ye gelip Musluman olunca, iclerinden heyetin en genc uyesi olan Osman b. Ebu'l-As'ı kendi kabilesine vali ve imam tayin eder. Ona şu tavsiyede bulunur: "Sen imamlık yaptığında halka namazı hafiflet, namazı itidal uzere kıldır. Halkın en zayıf olanlarını, iclerindeki yaşlıların, kucuklerin, zayıfların ve işguc sahibi olanların durumlarını goz onunde bulundur".[560]
Hz. Peygamber, helal olan iki durumdan birisini secmek gerektiğinde kolay olanını tercih ederdi. İbadetlerde fıtratı, yani yaratılışı ve insanın yeteneklerini zorlamazdı. Mekke'nin Fethi'nde Peygamberimizin yanına bir adam gelerek "Ben, Allah sana Mekke'nin fethini nasip ederse Beytulmakdis'de namaz kılmayı adadım" der. Peygamberimiz "Burada kılman daha faziletlidir" karşılığını verir. Hz. Peygamber'in hanımı Meymûne de "YĂ‚ Resûlallah! Şayet Allah sana Mekke'nin fethini nasip ederse Beytulmakdis'de namaz kılmayı adadım" der. Peygamberimiz ona da şunu soyler: "Senin buna gucun yetmez...". Bunun uzerine Meymûne "Onumde ve ardımda muhafızlarla giderim" deyince "Sen buna guc yetiremezsin. Beytulmakdis'in kandillerinde yakılacak yağ gonder. Oraya gitmiş gibi olursun" der. Meymûne, Beytulmakdis'in kandillerinde yakılmak uzere yağ satın alınması icin her yıl Kudus'e para gonderirdi.[561]
Hz. Peygamber, ibadetlerin îfĂ‚sında da insan takatını zorlamayı hoş karşılamazdı. Enes b. MĂ‚lik'in anlattığına gore bir gun Hz. Peygamber Mescid'e girdiğinde iki direğin arasına cekilmiş bir iple karşılaşır. "Bu ip nedir"? diye sorar. "Bu Zeyneb'in ipidir. Namazda ayakta durmaktan yorulunca bu ipe tutunur" derler. Hz. Peygamber bunun uzerine şoyle buyurur: "Hayır, bu ipi cozunuz. Sizden biriniz zinde ve dinc olduğu muddetce namaz kılsın. Yorulunca da hemen otursun".[562]
8- Guvenilir Oluşu
Guzel ahlĂ‚kın en onemli ozelliklerinden olan guvenilirlik, aynı zamanda peygamberlerin genel niteliklerindendir. Hz. Peygamber, gencliğinden itibaren guvenilir olarak tanınmıştır. O, yirmi beş yaşlarında iken Mekke'de sadece "el-Emîn" diye anılıyordu. 35 yaşında iken, KĂ‚be'nin tamiri esnasında Hacerulesved'in yerine konulmasında Kureyş kabilesi arasında cıkan anlaşmazlıkta meselenin halledilmesi, ertesi gun KĂ‚be'ye ilk girecek şahsa bırakılmıştı. Tam o esnada Hz. Muhammed (s.a.s.)'in geldiğini gorunce "el-Emîn" geliyor diyerek sevinmişlerdi. Onun "el-Emîn" lakabıyla anıldığına dair kaynaklarda daha pekcok ornek vardır.
Mekkeliler, kendisine kıymetli eşyalarını teslim ederlerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.) bu emanetlere asla ihanet etmez ve sahiplerine sağlam bir şekilde iade ederdi. Emanetlere en zor anında bile hainlik yapmamıştır. Bilindiği uzere Medine'ye hicret edeceği gece muşrikler, oldurmek maksadıyla onun evini kuşatmışlardı. Evini terketmeden once, yanında bulunan emanetleri Hz. Ali'ye teslim etmiş ertesi gun sahiplerine vermesini istemiştir. Burada dikkat cekici bir husus vardır. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Hz. Ali'ye teslim ettiği bu malların muşriklere ait olduğu anlaşılmaktadır. Cunku o sırada Muslumanlar Medine'ye hicret etmişlerdi. Mekke'de birkac Musluman kalmıştı.
İslĂ‚m dininin başarıya ulaşmasında Hz. Peygamber'in guvenilir oluşunun payı buyuktur. Şayet davranışlarıyla guven vermeyen birisi olsaydı insanlar onun etrafında toplanmazdı.
Hz. Peygamber şahıslara, şahısların mallarına ihanet etmediği gibi, kamu malına da ihanet etmemiştir. Nitekim Huneyn Savaşı'ndan sonra ganimetlerin toplandığı yerde durmuş ve eline devesinin horgucunden bir tuy alarak şunları soylemiştir: "İnsanlar! Benim sizin ganimetinizde gozum yoktur. Hatta şu tuyde bile".[563] SahĂ‚bîlere daima guvenilir olmayı telkin ederdi. Emanetin zıddı olan hiyanetin cirkin bir davranış olduğunu soylerdi. SahĂ‚bîler de Hz. Peygamber'i emîn olarak tanımışlar ve sonsuz bir guvenle kendisine bağlanmışlardır.
Hz. Peygamber, iman ile guvenilir kimse olmak arasında sıkı bir bağ bulunduğunu bildirmiştir. Bu hususla ilgili sozlerinden birkacı şoyledir: "Kişinin kalbinde iman ve kufur bir arada bulunmaz. Guvenilirlik ve hĂ‚inlik de bir arada olmaz".[564] "Mu'min, insanların kendisine guvendiği kimsedir. Musluman, dilinden ve elinden Muslumanların sĂ‚lim olduğu kişidir. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a andolsun ki, kotuluklerinden komşusunun emîn olmadığı kimse cennete giremez".[565] "Emanet(e riayet)i olmayanın imanı yoktur".[566]
Guven duygusu, toplumun her kesiminde ve her alanda bulunması gerekir. Anne babanın cocuğa, cocuğun anne babasına; eşlerin birbirine; Ă‚mirin memura, memurun Ă‚mire; işcinin işverene; işverenin işciye; satıcının muşteriye; muşterinin satıcıya guven duyduğu bir toplum sağlıklı bir yapıya kavuşmuş olur.
Burada Hz. Peygamber'in cok onem verdiği alışverişteki guven uzerinde kısaca durmak gerekir. Oncelikle belirtmek gerekir ki, alışverişin ozu karşılıklı guvendir. Alışverişte guven ortadan kalktığı ve guvensizlik yaygınlaştığı zaman insanlarda her şeyi şuphe ve ihtiyatla karşılama duygusu gelişir. İnsanlar arasındaki manevî bağlar zayıflar. Cekingenlik ve sevgisizlik meydana gelir. Kendisini aldatan veya aldatmaya calışan insana karşı kimsenin sevgi ve saygı duymayacağı ve hatta nefret edeceği kesindir. İnsanlar, sozune ve işine guvenilmeyen kimselerle irtibat kurmaktan cekinirler. Şayet bu kişi ticaretle uğraşıyorsa alışveriş yapmaktan, muşteri ise mal vermekten, sanatkar ise iş sipariş etmekten kacınır. Dolayısıyla bu tur kişilerin mallarına ve calışmalarına rağbet azalır, kazancları artmaz. İşte Hz. Peygamber'in "hainlik fakirlik getirir" sozundeki incelik burada yatmaktadır. Ama tersi olursa, yani herkes birbirine guvenirse kazanc, uretim ve tuketim artar. Bu da bolluğa ve zenginliğe vesile olur.
Ticaretle uğraşanların topluma yaptığı hizmetler inkar edilemez. Cunku herkes malın uretildiği yere kadar gidip ihtiyacını karşılayamaz. Nitekim Hz. Peygamber ticaret erbabının kişiye ve topluma yaptığı hizmetler nedeniyle buyuk manevî mukafatlara erişeceğini mujdelemiştir. Her turlu aldatmayı, hileyi ve karşıdaki insana zarar vermeyi yasaklamıştır. O, bir gun yiyecek maddesi satan birinin yanına uğrar. Elini urunun icine daldırdığında parmakları ıslanır. Sonunda urunun ustu, yani muşterinin goreceği kısmın kuru, alt kısmın ise yaş olduğu anlaşılır. Tahılın sahibine "Bu ne"? diye sorar. Satıcı, yağmur yağdığını soyler. Bunun uzerine Peygamberimiz şunları soyler: "Islak kısmı, insanların gorebilmesi icin yiyeceğin uzerine neden koymadın? Bizi aldatan bizden değildir".[567]
Guven duygusu bir milletin kendi bireyleri arasındaki ilişkilerinde onemli olduğu gibi, uluslararası ilişkilerde de onemlidir. Kendisine guvenilmeyen bir ulusun uluslararası ilişkilerde, ekonomiden siyasete hicbir alanda başarıya ulaşması mumkun değildir. Hz. Peygamber sadece Mekke'de, Medine'de veya daha geniş anlamıyla Hicaz bolgesinde ticaret yapan bir işadamı değildi; bilakis uluslararası ticaretle uğraşan bir tĂ‚cirdi. Uluslararası ticarette de telkin ettiği guven sayesinde, Hz. Hatice'nin kervanını yonettiği Suriye seferinde beklenmedik kĂ‚r elde etmiştir. Bu sebeple Hz. Hatice ona vadettiği ucretin iki katını vermiştir. Bu da guvenilen bir ticaret adamının kazancının artacağına guzel bir ornektir.
9- Adaleti
Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle ayakta durur. Herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması, fertlerin birbiriyle kaynaşmasına vesile olur. Haksızlık ve adaletsizlik ise huzursuzluğa yol acar. Cunku hic kimse bir başkası tarafından hakkının ciğnenmesinden hoşlanmaz. KurĂ‚n-ı Kerim'de adalet uzerinde cok durulmuştur. Adaletten yoksun olan kişi ile adĂ‚letli kimse bir misalle mukayese edilmiştir. Buna gore adaletten yoksun olan kişi dilsiz, bir şey beceremeyen ve hicbir şeye yaramayan bir koleye benzetilmiş; boyle bir kişinin, doğru yolda yuruyerek adĂ‚let vasfını kazanmış bir kişiyle bir tutulamayacağı bildirilmiştir.[568] Bir hak konusunda hukum verilirken hakkın kendi lehine hukmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hukmedilmesi halinde bu hukmu tanımayan insanların zalim oldukları bildirilmiştir.[569] Kişisel cıkar, akrabalık, zenginlik, fakirlik, kin, duşmanlık taraflardan birinin soylu veya aşağı tabakadan olması, bedenî ve rûhî bakımdan kusurlu olması gibi durumların bir hakkın ihlĂ‚lini, ortbas edilmesini, Ă‚dil davranmamayı, adalet ilkesinden sapmayı mazur gostermediği ifade edilmiştir.[570] Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber insanlar arasında adaleti gercekleştirmekle emrolunmuştur.[571]
Hz. Peygamber faaliyetlerinde daima adaleti esas almıştır. İbn Sa'd, Hz. Peygamber'in İslĂ‚m'dan once de anlaşmazlıklarda hakemliğine başvurulan birisi olduğunu kaydetmektedir.[572] Nitekim KĂ‚be hakemliği meşhurdur. O, insanlar arasında fark gozetmemiştir. Peygamberliği doneminde de başkalarının gelişiguzel istek ve telkinlerinden etkilenmeden İlĂ‚hî emirlerin gosterdiği doğrultuda hareket etmiştir. Kaynaklarda onun adaletle ilgili cok sayıda sozu mevcuttur.
Peygamberimiz hak hususunda titiz davranır, kimsenin canına ve malına zarar vermeyi ve uzerine kul hakkı gecmesini istemezdi. İstemeden zarar verdiği olursa, bir ozur dilemekle halledilebilecek veya buna gerek duyulmayacak durumda bile, şayet kendisinden bir kısas talebinde bulunulursa seve seve bu isteği yerine getirirdi. Bedir Gazvesi'nde savaştan once elinde bir okla İslĂ‚m ordusunun saflarını duzeltirken, Sevad b. Gaziyye adlı sahĂ‚bînin safı bozduğunu ve biraz ileri cıktığını gorur. Karnına okla dokunarak hizaya gecmesini ister. Bunun uzerine SevĂ‚d, "YĂ‚ Resûlallah canımı acıttın! Şuphesiz Allah seni hak ile gonderdi; kısas uygulamama musade et" der. Hz. Peygamber karnını acarak kısas uygulamasını soyler. SevĂ‚d hemen onu kucaklar ve oper. Peygamberimiz nicin boyle yaptığını sorduğunda, "YĂ‚ Resûlallah! Goruyorsun, oldurulmemekten emin değilim. Seninle son temasımın cildimi cildine değdirmek olmasını istedim" der. Peygamberimiz de ona hayır dileğinde bulunur.[573] Gorulduğu uzere SevĂ‚d b. Gaziyye'nin asıl hedefi kısas uygulamak değildir. O, Hz. Peygamber'e sevgisini bu şekilde dile getirmek istemiş ve onun bedeninden hikmet beklemiştir. Peygamberimiz aslında işin bu ciheti uzerinde pek durmamış, ona iyilik dilemekle yetinmiştir. Ancak sevgisini bu şekilde gostermek isteyen adamı kırmamıştır. Bu olaydan cıkarılması gereken bir sonuc da Hz. Peygamber'in onun asıl niyetini bilmediği ve zahire gore hareket ettiğidir. Fakat bu rivayette bizim asıl dikkat cekmek istediğimiz husus, Hz. Peygamber'in adalete ve kul hakkına verdiği onemdir. O, uzerine gecen bir kul hakkını, her zaman ve her yerde, en sıkıntılı anında bile, savaş icin orduyu tanzim ettiği bir sırada olsa dahi odemeye hazır olduğunu gostermiştir.
Bu konuda bir ornek daha vermek istiyoruz. Huneyn Savaşı'na katılan bir sahĂ‚bî anlatır: "Ben devemin uzerinde Hz. Peygamber'in yanında ilerliyordum. Ayağımda sert pabuc vardı. Devem Peygamber'in devesini sıkıştırdığında pabucumun kenarı Resûlullah'ın baldırına dokunarak rahatsız ediyordu. Bunun uzerine Resûlullah ayağıma kamcı ile vurarak "Canımı yakıyorsun, arkamdan yuru!" dedi. Ben de onun yanından savuştum. Ertesi gun Resûlullah beni istemiş. Kendi kendime "Beni dun ayağını incittiğim icin aramıştır" dedim. Yanına geldim. Bana "Sen dun benim ayağımı incitmiş, canımı yakmıştın. Ben de senin ayağına kamcı ile vurmuştum. Seni bunun karşılığını odemek icin cağırdım" dedi ve bana seksen koyun verdi".[574]
Taif kuşatması kaldırılıp Ci'rĂ‚ne'ye donulurken Resûl-i Ekrem'in kamcısı deveye her vurduğunda, onun terkisinde giden Ebû Zur'a el-Cuhenî adlı sahĂ‚bîye değer. Hz. Peygamber bir ara donup şoyle bir bakar ve "Yoksa kamcı sana mı değiyor"? diye sorar. Ebû Zur'a "Evet" cevabını verir ve bunun onemi olmadığını belirtir. Ci'rĂ‚ne'ye varıldığında Hz. Peygamber Ebû Zur'a'ya hediye verir.[575]
Hz. Peygamber'in sahĂ‚be arasında meydana gelen hukuk ihlallerinde taviz vermediği ve adaleti sağladığı gorulmektedir. Kaynaklarımızda bununla ilgili cok sayıda ornek yer almaktadır. Enes b. Nadr adlı sahĂ‚bînin kızkardeşi Rubeyyi,' bir kadının dişini kırar. Dişi kırılan kadının yakınlarına diyet teklif edilir. Ancak kabul etmeyip kısas isterler. Durum Hz. Peygamber'e bildirilir. O da kısas uygulanmasını emreder. Bunun uzerine Enes b. Nadr Hz. Peygamber'e gelerek "Vallahi Rubeyyi'in dişi kırılamaz" diyerek itirazda bulunur. Hz. Peygamber bunun Allah'ın emri olduğunu ve uygulanması gerektiğini belirtir. Fakat o sırada dişi kırılan kadının yakınları kısastan vazgecerek diyete razı olurlar.[576]
Hz. Peygamber adaletin zıddı olan zulmu her vesile ile kotulemiştir. Kaynaklarımızda onun bu hususla ilgili cok sayıda ikazı yer almaktadır. Bunların en meşhurlarından birisi şudur: "Musluman Muslumanın kardeşidir, ona zulmetmez..."[577] Bu sozuyle o, Muslumanların kardeş olduğunu dile getirdikten sonra, Muslumanın en başta gelen vasfının kardeşine zulmetmemek, haksızlık yapmamak olduğunu bildirmiştir. Muslumanların birbirine haksızlık yapmamasını istediği gibi, aynı zamanda muĂ‚hide zulum yapılmamasını da emretmiştir. Kendisi haksızlığa uğrayanı daima korumuş, mazlumun korunmasını ve ona yardım edilmesini istemiştir. Zulmun uhrevî zararlarını da acıklamıştır.[578]
10- Hoşgorusu
Hoşgoru, literaturumuzdeki deyimiyle musĂ‚maha, gormezliğe gelme, aldırmama, bir sucluya karşı şiddet gostermeyip geciverme, katlanma[579] gibi anlamlara gelir.
Hoşgoru, toplum hayatında son derece gerekli bir davranış bicimidir. Cunku insanlar farklı inanc, duşunce ve davranışlara sahiptirler. Bir konuda dayanakları, amacları, hedefleri ve yontemleri coğu zaman farklı olduğu icin her zaman ve her konuda uzlaşmaları mumkun olmayabilir. O sebeple, birbirlerinin duşunce ve davranışlarına hoşgoru ile yaklaşmaları gerekmektedir.
Hoşgoru, cağımızın olumlu anlamda yukselen değerlerinden birisidir. Nitekim 1995 yılı, Turkiye'nin girişimi ile "Hoşgoru Yılı" ilan edilmiştir. Hz. Peygamber'in hoşgorusunu anlamak, cağımızdaki hoşgoru anlayışı ve uygulamalarının onun uygulama alanına koyduğu hoşgorunun neresinde bulunduğunun anlaşılmasına da yardımcı olacaktır. Hz. Peygamber bizzat hoşgoru anlamındaki musĂ‚maha kelimesini pek cok sozunde kullanmış ve faaliyetlerinde hoşgoru prensiplerini uygulamıştır. Halbuki hoşgoru, Batı'da, Asr-ı Saadet'ten bin yıla yakın bir zaman sonra, XV. yuzyıldan itibaren bir felsefî kavram olarak kullanılmaya başlamıştır.
Hoşgoru Hz. Peygamber'in faaliyetlerinde onemli bir ilkedir. Bu ilkenin temelini de "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Mujdeleyiniz, korkutmayınız" sozleriyle atmıştır. Dinin kolaylık olduğunu[580] acıklamıştır. Hoşgoru ve kolaylık dini olan İslĂ‚m'la gonderildiğini bildirmiştir.[581] Bazı kişilerin "Allah katında hangi iş daha ustundur?" şeklindeki sorularına cevap verirken, Allah'a imandan sonra saydığı hususların icine hoşgoruyu de dahil etmiştir.[582] Hoşgorunun cennete girmeye vesile olacağını bildirmiştir.[583]
Hz. Peygamber hoşgoruyu bireyler arasında tek taraflı değil, karşılıklı uyulması gereken bir davranış bicimi olarak gormuştur. Haksızlığa yol acılmaması, bir kişinin surekli hoşgoru bekleyen, diğerinin ise hoşgoru gostermek zorunda kalan durumuna duşmemesi ve toplumun tum bireyleri arasında hoşgorunun hakim olması icin "Hoşgorulu davran ki sana da hoşgoru ile davranılsın"[584] buyurmuştur. Bu soz, aynı zamanda hoşgoruye aynıyla karşılık verilmesi ve hoşgorunun istismar edilmemesi gerektiğini de ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber kaba ve genel Ă‚dĂ‚ba aykırı davranışlar karşısında fevrî hareket etmez, bunları olgunlukla karşılardı. Bir gun uzerinde Necran mamulu yakası sert bir elbise bulunduğu halde yururken, yanına yaklaşan bir kişi Hz. Peygamber'in elbisesini hızlıca ceker. Bunun sonucu elbisesinin yakası boynunda iz bırakır. Adam bununla yetinmez ve "Ey Muhammed! Senin yanındaki Allah'ın malından bana vermeleri icin emret"! der. Hz. Peygamber adama doner ve guler; onu cezalandırma yoluna gitmez. Arkasından da ona istediğini vermeleri icin emir verir.[585]
Yine bir gun bedevînin biri Mescid-i Nebevî'ye kucuk abdestini yapar. Orada bulunanlar bu adamı cezalandırmak isterler. Hz. Peygamber onlara mudahele ederek adamın abdest bozduğu yere su dokmelerini ister ve "Siz zorlaştırıcı olarak değil, kolaylaştırıcı olarak gonderildiniz"[586] der. Bu olayda Hz. Peygamber'in, uygunsuz davranışta bulunan kişiye hoşgoruyle davranmasının yanında, sahĂ‚beyi de eğittiği ve konuyla ilgili genel prensipleri hatırlattığı gorulmektedir.
Hz. Peygamber'in, aile bireylerine ve yakın cevresine hoşgorusu takdire şayandır. Eşlerine, cocuklarına, yanında buyuyenlere ve hizmetinde bulunanlara hoşgorulu davrandığını daha once gorduk. Bunun yanısıra geniş toplum kesimlerine de hoşgoru gostermiştir. Sozgelişi yakınlarına karşı işlenen cinayetlerin ve kendisine karşı tertiplenen suikastlerin faillerini affetmiştir.
Hz. Peygamber başka din mensuplarına hoşgoru gostermiş, onlara saygılı davranmıştır. Orneğin hicretten sonra Medine'de muşrik Araplar ve Yahudilerin de katılımıyla Medine Sozleşmesini imzalamıştır. Gayr-i Muslimlere inanc, fikir, mal ve can guvenliği tanınmıştır. Onlara tanıdığı ibadet hurriyeti konusunda bir orneği burada hatırlatmak gerekir. Hıristiyan Necran heyeti bir ikindi vakti Medine'ye gelerek Mescid-i Nebevî’ye girmişlerdir. Hz. Peygamber ashabı ile henuz ikindi namazını kıldığı sırada ibadet vakitleri gelen Hristiyanlar doğuya yonelerek ibadet etmeye hazırlanmışlardır. Bazı sahĂ‚biler onların ibadet etmesine engel olmak istemişler, fakat Hz. Peygamber onların serbest bırakılmasını ve ibadetlerini yerine getirmelerine musade edilmesini emretmiştir. Ehl-i kitaba dahil olan zumreler, yani Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusîler, şayet İslĂ‚m'ı kabul etmeyip kendi dinlerinde kalmak isterlerse devlete cizye adlı yıllık bir vergi odedikleri takdirde canları, malları, ırz ve namusları ile din ve mabetleri himaye altına alınmıştır. Gorulduğu uzere bu uygulamada sadece hoşgoru ile yetinilmemiş, bunun cok otesinde himaye, koruma, garanti altına alma, teminat verme gibi hususlar devreye girmiştir. Bu alandaki uygulamalar daha sonraki donemlerde de devam etmiştir. Hz. Peygamber'in Ehl-i kitaba karşı hoşgorusunu Hristiyanlarla ilişkiler, Yahudilerle ilişkiler ve toplum yapısı ile ilgili bolumlerde anlattığımız icin aynı konu uzerinde burada uzun uzadıya durmak istemiyoruz.
Katlanma olmaksızın hoşgorusuz hayat gecmeyeceği tabiîdir. Hoşgoru, tahammulun de otesinde hĂ‚kim, egemen, guclu olduğu zamanda hak tanımak, affetmek şeklinde gercekleşirse daha da anlamlı olmakta ve onem kazanmaktadır. Bu cercevede, Mekke'nin Fethi'nde Hz. Peygamber'in yaptığı hoşgoru onemlidir.
Şuphesiz her şeyin hoş goruleceği de soylenemez. Bireye ve topluma karşı işlenen oyle ağır suclar gorulmektedir ki, bunların hoş gorulmesi mumkun değildir. Bu bakımdan Hz. Peygamber'in, yeni bir toplum duzeni kurmaya, toplumsal duzeni sağlamaya ve barışı korumaya yonelik bazı uygulamaları, hoşgorusuzluk olarak değil, yukarıda cizilen cercevede değerlendirilmelidir. Peygamberimiz bu tutumuyla, hoşgoruyu safdilliğe varan bir davranış bicimi olarak gormediğini de ortaya koymuştur. Ayrıca her şeyi hoş gormek, yanlış bir hoşgoru anlayışının doğmasına, hoşgorunun bir sığınma aracı olarak kabul edilmesine ve kotu alışkanlıkların yaygınlaşmasına sebep olabilir.
Hoşgoru toplumsal barış ve uzlaşmaya katkıda bulunur. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı, kavgasız, cekişmesiz, birbirinin duşuncelerine, goruşlerine, inanclarına saygılı bireylerden oluşan huzurlu bir toplum oluşmasına vesile olur. Ki, boyle bir toplum yapısı, Hz. Peygamber'in en başta gelen hedefiydi. Hz. Peygamber sadece yanlışa goz yummakla yetinmemiş, doğru olanı da gostermiş, aynı yanlışın tekrarlanmaması icin gayret gostermiştir. Cunku aksi takdirde goz yumma, giderek sabrı taşıran, bireyin ve toplumun huzurunu bozan noktalara ulaşabilir. Başlangıctaki hoşgoru daha sonrası icin birikim oluşturabilir.
Hz. Peygamber'in hoşgorusu Batılı araştırmacıların da ilgisini cekmiştir. Mesela onunla ilgili ozel bir eser kaleme alan İngiliz subayı Bodley, cok yonlu bir insan olan Hz. Muhammed (s.a.s.)'in insanların zaaflarını hesaba kattığını ve bu zaaflara karşı musamaha gosterdiğini, insanların ihtiraslarını anladığını[587] vurgular. Hoşgoru, kolaylaştırma ve ılımlı politikanın onun başarısına damgasını vurduğunu dile getirerek bu konuda şunları soyler: "Ebû Cehil'in oğlu İkrime'nin İslam'ı kabul etmesi, itidal ve kolaylığı haklı gosteren bir zaferdi."[588] Bodley, Hz. Peygamber'in hoşgoru cizgisini hemen her ortamda izlediğini, itidalden en sıkıntılı zamanlarında bile ayrılmama cabası icinde bulunduğunu[589] ifade eder.
11- Comertliği
Comertlik, mal ve imkanı gonullu olarak ve karşılık beklemeden gerekli yerlerde ve gerektiği olcude başkalarının yararına harcamaktır. Hemen belirtmek gerekir ki, İslĂ‚m dini comertliği insanın sahip olması gereken temel erdemlerden birisi olarak kabul etmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de comertlik Yuce Allah'ın sıfatları arasında gecmekte (Kerîm),[590] O'nun ikram sahibi olduğu belirtilmektedir.[591] Yine Kur'an-ı Kerîm'de, comertliğin tezahurlerinden olan yardımın, kendi canı cekmesine rağmen, karşılık beklemeden,[592] gosteriş yapmadan, kimseyi incitmeden, başa kakmadan,[593] sahibinin yanında değer taşıyan maldan[594] yapılması istenmiştir.
Her konuda Yuce Kur'an'ın prensiplerini uygulayan Hz. Peygamber de soz ve davranışlarında comertliğe gerekli değer ve onemi vermiştir. Oyle ki o, kendisini cok yakından tanıyan sahĂ‚bîler tarafından "insanların en comerdi" olarak tanıtılmış,[595] comertliğinin ramazan ayında daha da arttığı[596] belirtilmiştir.
Kaynaklar onun comertliğini yağmurla mukayese ederler ve hayır konusunda yağmurdan daha comert olduğunu kaydederler.[597] Buradaki karşılaştırma dikkat cekicidir. Nasıl ki yağmurdan herkes, sozgelişi her dine mensup olan, her yaştan, zengin-fakir butun insanlar istifade ederse, onun comertliğinden de her kesimin faydalandığını soylemek mumkundur. Hz. Peygamber'den istenen bir şeye yok dediğinin vaki olmadığı, varsa verdiği rivayet edilir.[598]
Comertlik, servet edinme duygusuyla karşılıksız harcama ve iyilik yapmaktan kacınmayı ifade eden "cimrilik" ile, kişinin kendine ait veya sorumluluğu altındaki mal veya imkĂ‚nı gereksiz yere harcamayı ifade eden ve "İsraf" diye adlandırılan iki aşırılığın ortasında bulunur. Kur'an-ı Kerîm'de musrifler kotulenip israf reddedilirken, israf ve cimrilikten uzak olarak dengeli harcamada bulunanlar ovulur.[599] Kur'an-ı Kerim'de insanlar hayra, ihsana, yardıma teşvik edilirken, cimrilik gosterenlerin bu davranışlarının kendileri icin iyi olmadığı ve bilakis fena olduğu,[600] Allah'ın cimrileri sevmediği,[601] cimriliğin zararının, cimri insanın bizzat kendisine dokunacağı,[602] cimrilikten korunanların kurtuluşa ereceği,[603] cimrilik edenin duştuğu zaman malının kendisine fayda sağlamayacağı[604] bildirilir.
Hz. Peygamber cimriliği kotulemiş, bu sıfattan Allah'a sığınmıştır.[605] Kendisinin cimri olmadığını da acıkca ifade etmiştir. İnsanlar hakkında duşunulebilen kucuk duşurucu huylardan birisinin cimrilik olduğunu bildirmiştir.[606] Cimrilik duygusuyla imanın bir arada bulunamayacağını soylemiştir.[607] Bir hadisinde, mal hırsını demir zırha benzetmiş, comert insanla cimri insanın şu şekilde mukayesesini yapmıştır: Comert insandaki yardım duygusu mal hırsını yenip kişi comertlik yaptıkca uzerindeki zırh genişler. Boyle bir kişide mal hırsının ve cimrilik duygusunun baskısı gittikce azalır. Comert kimse aynı zamanda başkalarının sıkıntılarını hafifletmiş olmaktan dolayı huzura kavuşur. Buna mukabil cimri insandaki mal hırsı, kendisini, gittikce sıkan bir zırh gibi rahatsız eder. İnsanların sıkıntı icinde bulunduklarını gormekten dolayı da vicdanen rahatsız olur. Buna rağmen cimriliği yuzunden vicdanını rahatlatacak iyilikler yapamaz. Boylece cimrilik duygusu kendisini tam bir psikolojik baskı altına alır.[608] Hz. Peygamber cimrilik sebebiyle gecmişte bazı milletlerin helak olduklarını şu sozleriyle bildirmiştir: "Cimrilikten sakının! Cunku cimrilik sizden oncekileri helĂ‚k etmiş; onları birbirinin kanlarını dokmeye, haramlarını helal saymaya sevketmiştir".[609]
Hz. Peygamber, ceşitli alanlarda kaynak ve imkĂ‚n savurganlığını, yani israfı onlemeye yonelik cabalarda bulunmuştur. "Yiyiniz, iciniz, tasadduk ediniz, giyininiz. Fakat israf etmeyerek ve kibirlenmeyerek"[610] buyurmuştur. Abdest alırken bile suyun israf edilmemesini istemiştir.[611] Kişinin zamanını, en iyi bir şekilde değerlendirme imkĂ‚nına sahip bulunduğu donem olan gencliğini, yani bir bakıma işgucunu, servetini, ilim gibi kaynak ve imkĂ‚nlarını nasıl kullandığından sorguya cekileceğini[612] bildirmiştir. Bu suretle, kişinin, bahsi gecen kaynak ve imkĂ‚nları kullanırken sorumluluğunun bilincinde olması gerektiğine dikkat cekmiştir. İsraf, gerek bireysel harcamalarda ve gerekse kamu harcamalarında olumsuz sonuclar doğurabilir. Kamu alanındaki israf halkı sıkıntıya sokacak ekonomik sorunlara yol acabilir. Bu acıdan bakıldığında, Hz. Peygamber'in bir yonetici olarak, comertlik sıfatına hĂ‚iz olmasının yanında, israfın olumsuzluğuna vurgu yapması anlamlı ve onemlidir. Bunun yanısıra israf, her duzey ve alanda sosyal ve psikolojik bunalımlara sebep olabilir. Cunku imkĂ‚nı olanların israfcı tutumları, İmkĂ‚nı olmayanlarda kıskanclığa ve ofkeye yol acabilir.[613]
12- Yeniliklere Karşı Tutumu
Yenilik, ilerleme, gelişme ve dinamizm, insanlığa mutluluk getiren adımlardır. Hz. Peygamber'in mesajı, herşeyden evvel geldiği cağda dinî, sosyal, ekonomik, ahlĂ‚kî ve kulturel duzenlemeler acısından muazzam bir yenilikti. Dolayısıyla onun Peygamberlik doneminin tamamı yeniliklerle doludur. Yalnız şu var ki, o bu yenilikleri gercekleştirirken o gune kadar insanlığın urettiği, vahye aykırı olmayan, akla ve insan yaratılışına uygun olan iyi uygulamaları, yani "ma'ruf"u yıkmamıştır. Cunku Hz. Peygamber'in gayesi toplumun değerlerini ne olursa olsun altust etmek değil, her alandaki bozuklukları duzeltmekti. Fakat bu ıslah faaliyetleri esnasında da duşunduğu ve uygulamayı planladığı bir hususta daha uygun bir alternatifle karşılaştığı zaman onu reddetme yoluna gitmemiş, aksine uygun gorduğu takdirde derhal uygulama alanına koymuştur. Esasında istişare muessesesine de bu noktadan bakılmalıdır. Onun istişareye verdiği değer de bir bakıma fikir uretmeye ve cok sesliliğe onem verdiğini, makul gorduğu takdirde yeni duşunceleri kabule ve tatbik etmeye hazır olduğunu gostermektedir. Hz. Peygamber'in hayatında yeniliklere acık olduğunu gosteren cok sayıda ornek mevcuttur. Bunlardan birkac ornek verebiliriz. Mescid-i Nebevî onceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde hurma dalları ve yaprakları yakılarak aydınlatılıyordu. Hicretin dokuzuncu yılında Temîm heyeti ile birlikte Medine'ye gelen ve yanında birkac kandil ile fitil ve yağ getiren Temîm ed-DĂ‚rî, bir cuma gecesi hizmetcisine Mescid'de kandilleri direklere astırarak yaktırır. Hz. Peygamber Mescid'e gelince bunları kimin yaktığını sorar. Temîm ed-DĂ‚rî'nin yaptığını oğrenince ona şunları soyler: "Sen İslĂ‚m'ı nurlandırdın. İslĂ‚m'ın mescidini susledin. Allah da seni dunyada ve ahirette nurlandırsın". Bu olay Hz. Peygamber'i o derece etkiler ki, Temîm ed-DĂ‚rî'ye kandilleri asan hizmetcinin adını sorar. Fetih olduğunu oğrenince onun adını SirĂ‚c (kandil) olarak değiştirir. SahĂ‚be arasında yer alan SirĂ‚c, Mescid-i Nebevî'yi aydınlatma ve isim değiştirme olayını bizzat kendisi anlatmıştır.[614]
Hz. Peygamber'in yeniliklere acık olduğunun bir gostergesi de savaş alanında bir yabancı milletin tekniğini kabul etmesidir. Hendek Savaşı'nda şehri savunmak icin İranlıların savunma tekniğini kabul ettiği ve SelmĂ‚n-ı FĂ‚risî'nin teklifi uzerine şehrin cevresine hendek kazıldığı kaynaklarda kaydedilmektedir. Yine Taif kuşatmasında İran'da mancınık kullanıldığını bildiren SelmĂ‚n-ı FĂ‚risî'nin teklifi uzerine mancınık kullanmaya karar vermiş ve ona mancınık yaptırmıştır. Yezîd b. Zem'a, Tufeyl b. Amr ve HĂ‚lid b. Saîd gibi şahısların da mancınık getirdikleri ve adı gecen kuşatmada kullanıldığı kaynaklarımızda kayıtlıdır.[615] Butun bu ornekler, Hz. Peygamber'in insan aklının urettiği yenilikleri benimsediğini ve daha da geliştirilmesini teşvik ettiğini gostermektedir.
Peki, Muslumanlar tarafından Hz. Peygamber'in hangi tur davranışlarının ornek alınması gerekir? Hz. Peygamber'in kişiliği kendi doneminde olduğu gibi, kendisinden sonraki donemlerde de Musluman toplumların yaşayışı icin ornek olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Peygamber'in mu'minler icin canlı ve mukemmel bir fazilet orneği olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla onun hedefi insanlara hayatta pratik olarak uygulayabilecekleri kuralları oğretmek ve bunları kendi yaşayışında gostermektir. Mu'minlere duşen de onu ornek almaktır. Bu hususla ilgili Ă‚yet-i kerîmenin meĂ‚li şoyledir: "Andolsun ki Resûlullah, sizin icin, Allah'a ve ahiret gunune kavuşmayı umanlar ve Allah'ı cok zikredenler icin guzel bir ornektir"[616]
Hz. Peygamber'in ornek alınmasını emrederken Allah TeĂ‚lĂ‚'nın, onun yaşadığı donemin ve coğrafyanın şartlarına gore yediği yemekleri, kullandığı eşyaları, giydiği elbiseleri, kısaca onun hayatının şeklî yonunu ornek almalarını kastetmiş olmadığı
Hz.Muhammed(s.a.v)'in Kişiliğinden Ornekler
Dini Bilgiler0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaţam & Danýţman
- Eđitim Öđretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Hz.Muhammed(s.a.v)'in Kişiliğinden Ornekler