BİRİNCİ DEVA:
Ey bîcare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır. Cunki omur bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek cabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni buyuk kĂ‚rlarla meyvedar ediyor. Hem omrun cabuk gecmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor.. tĂ‚ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, omrun hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki; "Musîbet zamanı cok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor."
İKİNCİ DEVA:
Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şukret. Senin bu hastalığın, omur dakikalarını birer saat ibadet hukmune getirebilir. Cunki ibadet iki kısımdır. Biri musbet ibadettir ki; namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfî ibadetlerdir ki; hastalıklar, musîbetler vasıtasıyla musîbetzede, aczini, zaafını hisseder. HĂ‚lık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. HĂ‚lis, riyasız, mĂ‚nevî bir ibadete mazhar olur. Evet hastalıkla gecen bir omur, Allah'tan şekva etmemek şartıyla, mu'min icin ibadet sayıldığına rivayat-ı sahiha vardır. Hatta bazı sĂ‚bir ve şĂ‚kir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hukmune gectiği ve bazı kĂ‚millerin bir dakikası bir gun ibadet hukmune gectiği, rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika omrunu, bin dakika hukmune getirip, sana uzun omru kazandıran hastalıktan teşekki değil, teşekkur et.
UCUNCU DEVA:
Ey tahammulsuz hasta! İnsan bu dunyaya keyf surmek ve lezzet almak icin gelmediğine, mutemadiyen gelenlerin gitmesi ve genclerin ihtiyarlaşması ve mutemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahiddir. Hem insan, zîhayatın en mukemmeli, en yukseği ve cihazatca en zengini, belki zîhayatların sultanı hukmunde iken, gecmiş lezzetleri ve gelecek belĂ‚ları duşunmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geciriyor. Demek insan, bu dunyaya yalnız guzel yaşamak icin ve rahatla ve safa ile omur gecirmek icin gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine calışmak icin gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de omurdur. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve Ă‚fiyet gaflet verir, dunyayı hoş gosterir, Ă‚hireti unutturur. Kabri ve olumu hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i omrunu bĂ‚d-i heva boş yere sarfettiriyor. Hastalık ise, birden gozunu actırır. Vucuduna ve cesedine der ki: "LĂ‚yemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı duşun, kabre gideceğini bil, oyle hazırlan." İşte hastalık bu nokta-i nazardan hic aldatmaz bir nĂ‚sih ve ikaz edici bir murşiddir. ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkur etmek; eğer fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir.
DORDUNCU DEVA:
Ey şekvacı hasta! Senin hakkın şekva değil şukurdur, sabırdır. Cunki senin vucudun ve Ă‚za ve cihazatın, senin mulkun değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgĂ‚hlardan satın almamışsın. Demek başkasının mulkudur. Onların mĂ‚liki, mulkunde istediği gibi tasarruf eder. Yirmialtıncı Soz'de denildiği gibi, meselĂ‚ gĂ‚yet zengin, gĂ‚yet mĂ‚hir bir san'atkĂ‚r; guzel san'atını, kıymetdar servetini gostermek icin, miskin bir adama modellik vazifesini gordurmek maksadıyla, bir ucrete mukabil, bir saatcik zamanda, murassa ve gĂ‚yet san'atlı diktiği bir gomleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun ustunde işler ve vaziyetler verir. Harika envĂ‚-ı san'atını gostermek icin keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ucretli miskin adam, o zata dese: "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni guzelleştiren bu gomleği kesip kısaltmakla guzelliğimi bozuyorsun" demeye hak kazanabilir mi? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir mi? İşte aynen bu misal gibi, SĂ‚ni-i ZulcelĂ‚l sana ey hasta! Goz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassa olarak giydirdiği cisim gomleğini, EsmĂ‚-i husnasının nakışlarını gostermek icin, cok hĂ‚lĂ‚t icinde seni cevirir ve cok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen aclıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, ŞĂ‚fi ismini de hastalığınla bil. Elemler, musîbetler bir kısım EsmĂ‚sının ahkĂ‚mını gosterdikleri icin, onlarda hikmetten lem'alar ve Rahmetten şualar ve o şuaat icinde cok guzellikler bulunuyor. Eğer perde acılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında, sevimli guzel mĂ‚nĂ‚ları bulursun.
BEŞİNCİ DEVA:
Ey maraza mubtela hasta! Bu zamanda tecrubemle kanaatım gelmiştir ki; hastalık bazılara bir ihsan-ı İlahîdir, bir hediye-i RahmĂ‚nîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsız olduğum halde, bazı genc zatlar, hastalık munasebetiyle dua icin benimle goruştuler. Dikkat ettim ki; hangi hastalıklı genci gordum, sair genclere nisbeten Ă‚hiretini duşunmeye başlıyor. Genclik sarhoşluğu yok. Gaflet icindeki hayvanî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammul dĂ‚hilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlahî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki: "Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim, hastalık icin sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki dua edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra calış ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra HĂ‚lık-ı Rahîm inşĂ‚allah sana şifa verir." Hem derdim: "Senin bir kısım emsalin sıhhat belĂ‚sıyla gaflete duşup, namazı terkedip, kabri duşunmeyip, Allah'ı unutup, bir saatlik hayat-ı dunyeviyenin zĂ‚hirî keyfi ile, hadsiz bir hayat-ı ebediyesini sarsar, zedeler, belki de harab eder. Sen hastalık gozuyle, her halde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevî menzilleri gorursun ve onlara gore davranıyorsun. Demek senin icin hastalık, bir sıhhattır. Bir kısım emsalindeki sıhhat, bir hastalıktır."
ALTINCI DEVA:
Ey dunya zevkini duşunup hastalıktan ızdırab ceken kardeşim! Bu dunya eğer daimî olsa idi ve yolumuzda olum olmasaydı ve firak ve zevalin ruzgĂ‚rları esmeseydi ve musîbetli, fırtınalı istikbalde mĂ‚nevî kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dunya bir gun bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı koğmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgecmeliyiz. O bizi terketmeden, biz onu terke calışmalıyız. Evet hastalık bu mĂ‚nĂ‚yı bize ihtar edip der ki: "Senin vucudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya musaid muhtelif maddelerden terkib edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla, mĂ‚likini tanı, vazifeni bil, dunyaya ne icin geldiğini oğren" kalbin kulağına gizli ihtar ediyor. Hem madem dunyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşru olmazsa hem devamsız, hem elemli, hem gunahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilakis hastalıktaki mĂ‚nevî ibadet ve uhrevî sevab cihetini duşun, zevk almaya calış.
YEDİNCİ DEVA:
Ey sıhhatının lezzetini kaybeden hasta! Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlahiyyenin lezzetini kacırmıyor, bilakis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Cunki bir şey devam etse tesirini kaybeder. Hatta ehl-i hakikat muttefikan diyorlar ki: اِنَّمَا اْلاَشْيَاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا yĂ‚ni: "Herşey zıddiyle bilinir." MeselĂ‚, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Aclık olmazsa, yemek lezzet vermez. Mîde harareti olmazsa, su icmesi zevk vermez. İllet olmazsa, Ă‚fiyet zevksizdir. Maraz olmazsa, sıhhat lezzetsizdir. Madem FĂ‚tır-ı Hakîm insana her ceşit ihsanını ihsas etmek ve herbir nevi nimetini tattırmak ve insanı daima şukre sevketmek istediğini, şu kĂ‚inatta ceşit ceşit hadsiz envĂ‚-ı nimeti tadacak tanıyacak derecede gĂ‚yet cok cihazat ile insanı techiz etmesi gosteriyor ki; elbette sıhhat ve Ă‚fiyeti verdiği gibi; hastalıkları, illetleri, dertleri de verecektir. Senden soruyorum: "Bu hastalık senin başında veya elinde veya mîdende olmasaydı; sen, başın, elin, mîdenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlahiyeyi hissedip şukreder miydin? Elbette şukur değil, belki duşunmeyecektin; şuursuz o sıhhatı gaflete belki sefahete sarfederdin."
SEKİZİNCİ DEVA:
Ey Ă‚hiretini duşunen hasta! Hastalık, sabun gibi, gunahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar, keffaret-uz zunub olduğu Hadîs-i sahih ile sabittir. Hem Hadîste vardır ki: "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri duşer; îmanlı bir hastanın titremesi de, oyle gunahları silker." Gunahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır. Bu hayat-ı dunyevîde dahi kalb, vicdan, ruh icin mĂ‚nevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen, şu muvakkat bir hastalık ile daimî pek cok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer gunahları duşunmuyorsan, yahud Ă‚hireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanımıyorsan, sende oyle dehşetli bir hastalık var ki; milyon defa sendeki bu kucuk hastalıktan daha buyuktur. Ondan feryad et. Cunki butun dunyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alĂ‚kadardır. Mutemadiyen firak ve zeval ile o alĂ‚kalar kesilip, sende hadsiz yaralar acılır. Bahusus Ă‚hireti bilmediğin icin, olumu idam-ı ebedî tahayyul ettiğinden -Ă‚deta- guya yara bere icinde, dunya kadar hastalıklı bir vucudun var. İşte en evvel hadsiz yaralı ve hastalıklı bu buyuk mĂ‚nevî vucudun hadsiz hastalıklarına kat'î ilĂ‚c ve kat'î şifa verici bir tiryak olan îman ilĂ‚cını aramak ve itikadını duzeltmek gerektir ki, o ilĂ‚cı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gosterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i ZulcelĂ‚l'in kudretini ve Rahmetini tanımaktır. Evet Allah'ı tanımayanın dunya dolusu belĂ‚ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dunyası nurla ve mĂ‚nevî sururla doludur. Derecesine gore îman kuvvetiyle hisseder. Bu îmandan gelen mĂ‚nevî surur ve şifa ve lezzet altında, cuz'î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.
DOKUZUNCU DEVA:
Ey HĂ‚likını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; hastalık bazen olume vesile olduğu cihetindendir. Olum, nazar-ı gaflet ve zĂ‚hirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.
EvvelĂ‚ bil ve kat'î îman et ki: "Ecel mukadderdir, tegayyur etmez." Cok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar olmuşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
SĂ‚niyen: Olum, sureten gorunduğu gibi dehşetli değil. Cok Risalelerde gĂ‚yet kat'î, şeksiz, şubhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i îman icin olum, vazife-i hayat kulfetinden bir terhistir; hem dunya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubûdiyetten bir paydostur; hem oteki Ă‚leme gitmiş yuzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak icin bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dunyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem HĂ‚lık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ucret etmeye bir nobettir. Madem olumun mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis Rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir. Hem ehlullahın bir kısmının olumden korkmaları, olumun dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat icindir. Evet ehl-i îman icin olum, Rahmet kapısıdır. Ehl-i dalĂ‚let icin, zulumat-ı ebediye kuyusudur.
ONUNCU DEVA:
Ey luzumsuz merak eden hasta! Sen, hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın, senin hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen, merak etmemeye calış. YĂ‚ni hastalığın faidelerini, sevabını ve cabuk gececeğini duşun, merakı kaldır, hastalığın kokunu kes. Evet merak, hastalığı ikileştirir; maddî hastalığın altında merak ile mĂ‚nevî bir hastalığı kalbine verir; maddî hastalık ona dayanır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, hastalığın hikmetini duşunmekle o merak gitse, o maddî hastalığın muhim bir koku kesilir, hafifleşir, kısmen gider. Hususan evhamla bir dirhem maddî hastalık, bazen merak vasıtasıyla on dirhem kadar buyur. Merak kesilmesiyle, o hastalığın onda dokuzu gider. Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlahiyeyi ittiham ve Rahmet-i İlahiyeyi tenkid ve HĂ‚lık-ı Rahîminden şekva hukmunde olduğu icin, aks-i maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir. Evet nasılki şukur nimeti ziyadeleştirir.. oyle de şekva; hastalığı, musîbeti tezyid eder. Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilĂ‚cı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faidesini bildin; o merhemi meraka sur, kurtul. Ah yerine oh de, vĂ‚-esefĂ‚ yerine "Elhamdulillahi AlĂ‚ kulli Hal" soyle.
ONBİRİNCİ DEVA:
Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır bir elemi sana vermekle beraber; evvelki hastalığından bugune kadar o hastalığın zevalindeki bir lezzet-i maneviye ve sevabındaki bir lezzet-i ruhiye veriyor. Bugunden, belki bu saatten sonraki zamanda hastalık yok, elbette yoktan elem yok; elem olmazsa teessur olamaz. Sen yanlış bir surette tevehhum ettiğin icin sabırsızlık geliyor. Cunki bugunden evvel butun hastalık zamanının maddîsi gitmekle, elemi de beraber gitmiş; kendindeki sevabı ve zevalindeki lezzet kalmış. Sana kĂ‚r ve surur vermek lĂ‚zım gelirken, onları duşunup muteellim olmak ve sabırsızlık etmek divaneliktir. Gelecek gunler daha gelmemişler. Onları şimdiden duşunup, yok bir gunde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhum ile duşunup muteellim olmak, sabırsızlık gostermekle, uc mertebe yok yoğa vucud rengi vermek, divanelik değil de nedir? Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise surur veriyor. Ve madem yine bu saatten sonraki zaman madum, hastalık madum, elem madumdur. Sen, Cenab-ı Hakk'ın sana verdiği butun sabır kuvvetini boyle sağa sola dağıtma; bu saatteki eleme karşı tahşid et; "YĂ‚ Sabûr!" de, dayan.
ONİKİNCİ DEVA:
Ey hastalık sebebiyle ibadet ve evradından mahrum kalan ve o mahrumiyetten teessuf eden hasta! Bil ki: Hadîsce sabittir ki; muttaki bir mu'min, hastalık sebebiyle yapamadığı daimî virdinin sevabını, hastalık zamanında yine kazanır. Farzı, mumkun olduğu kadar yerine getiren bir hasta, sabır ve tevekkul ile ve farzlarını yerine getirmekle o ağır hastalık zamanında sair sunnetlerin yerini, hem hĂ‚lis bir surette, hastalık tutar. Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle hĂ‚len ve kalen bir dua ettirir. Cenab-ı Hak, insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş.. tĂ‚ ki daimî bir surette dergĂ‚h-ı İlahiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin. قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ yĂ‚ni "Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var" Ă‚yetin sırrıyla insanın hikmet-i hilkatı ve sebeb-i kıymeti olan samimî dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, Allah'a şukur etmek ve hastalığın actığı dua musluğunu, Ă‚fiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.
ONUCUNCU DEVA:
Ey hastalıktan şekva eden bîcare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gĂ‚yet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir. Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak icin, havf ve reca ortasında ve hem dunya ve hem Ă‚hireti muhafaza etmek noktasında tutmak icin, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet icinde yakalasa, ebedî hayatına cok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, Ă‚hireti duşundurur, olumu tahattur ettirir, oylece hazırlanır. Bazı oyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi gunde kazanıyor. Ezcumle, arkadaşlarımızdan -Allah Rahmet etsin- iki genc vardı. Biri İlĂ‚ma'lı Sabri, diğeri İslĂ‚mkoy'lu Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim icinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve îman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle goruyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki; her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terkeden genclere bedel, en muhim bir takva ve en kıymetdar bir hizmette ve Ă‚hirete nĂ‚fi bir vaziyette bulundular. İnşĂ‚allah iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medĂ‚r oldu. Ben onların sıhhatı icin bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dunya itibariyle beddua olmuş. İnşĂ‚allah o duam, sıhhat-ı uhreviye icin kabul olunmuştur.
İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanc kadar bir kĂ‚r buldular. Eğer ikisi, bir kısım gencler gibi sıhhat ve gencliğine guvenip, gaflet ve sefahete atılsaydılar; olum de onları tarassud edip tam gunahlarının pislikleri icinde yakalasaydı; o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı.
Madem hastalıkların boyle menfaati var, ondan şekva değil tevekkul, sabır ile, belki şukredip, Rahmet-i İlahiyeye itimad etmektir.
ONDORDUNCU DEVA:
Ey gozune perde gelen hasta! Eğer ehl-i îmanın gozune gelen perdenin altında nasıl bir nur ve mĂ‚nevî bir goz olduğunu bilsen "Yuzbin şukur Rabb-ı Rahîmime" dersin. Bu merhemi izah icin bir hĂ‚dise soyleyeceğim. Şoyle ki: Bana sekiz sene kemal-i sadakatla hic gucendirmeden hizmet eden Barla'lı Suleyman'ın halasının, bir vakit gozu kapandı. O sĂ‚liha kadın, bana karşı haddimden yuz derece fazla husn-u zan ederek, "Gozumun acılması icin dua et" diyerek, cĂ‚mi kapısında beni yakaladı. Ben de, o mubarek ve meczube kadının salahatını duama şefaatcı yapıp, "Ya Rabbi, onun salahatı hurmetine onun gozunu ac" diye yalvardım. İkinci gun Burdur'lu bir goz hekimi geldi, gozunu actı. Kırk gun sonra yine gozu kapandı. Ben cok muteessir oldum, cok dua ettim. İnşĂ‚allah o dua, Ă‚hireti icin kabul olmuştur. Yoksa benim o duam, onun hakkında gĂ‚yet yanlış bir beddua olurdu. Cunki eceli kırk gun kalmıştı. Kırk gun sonra -Allah Rahmet etsin- vefat eyledi. İşte o merhume, kırk gun Barla'nın hazînane bağlarına rikkatli ihtiyarlık gozuyle bakmasına bedel; kabrinde, Cennet bağlarını kırkbin gunlerde seyredeceğini kazandı. Cunki îmanı kuvvetli, salahatı şiddetli idi. Evet bir mu'min gozune perde cekilse ve gozu kapalı kabre girse, derecesine gore, ehl-i kuburdan cok ziyade o Ă‚lem-i nuru temaşa edebilir. Bu dunyada nasıl cok şeyleri biz goruyoruz, kor olan mu'minler gormuyorlar. Kabirde o korler, îman ile gitmiş ise, o derece ehl-i kuburdan ziyade gorur. En uzak gosteren durbunlerle bakar nevinde, kabrinde derecesine gore Cennet bağlarını sinema gibi gorup temaşa ederler.
İşte boyle gĂ‚yet nurlu ve toprak altında iken goklerin ustundeki Cennet'i gorecek ve seyredecek bir gozu, bu gozundeki perde altında şukur ile sabır ile bulabilirsin. İşte o perdeyi senin gozunden kaldıracak, o gozle seni baktıracak goz hekimi, Kur'an-ı Hakîm'dir.
ONBEŞİNCİ DEVA:
Ey Ă‚h u enin eden hasta! Hastalığın suretine bakıp Ă‚h! eyleme. MĂ‚nĂ‚sına bak oh! de. Eğer hastalığın mĂ‚nĂ‚sı guzel birşey olmasa idi, HĂ‚lık-ı Rahîm en sevdiği ibadına hastalıkları vermezdi. Halbuki Hadîs-i sahihte vardır ki: اَشَدُّ النَّاسِ بَلاَءً َاْلاَنْبِيَاءُ ثُمَّ اْلاَوْلِيَاءُ َاْلاَمْثَلُ فَاْلاَمْثَلُ -ev kema kal- yĂ‚ni: "En ziyade musîbet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kĂ‚milleridirler." Başta Hazret-i Eyyub AleyhisselĂ‚m, Enbiyalar sonra evliyalar ve sonra ehl-i salahat cektikleri hastalıklara birer ibadet-i hĂ‚lisa, birer hediye-i RahmĂ‚niye nazarıyla bakmışlar; sabır icinde şukretmişler. HĂ‚lık-ı Rahîm'in Rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nev'inden gormuşler. Sen ey Ă‚h u fizar eden hasta! Bu nuranî kafileye iltihak etmek istersen, sabır icinde şukret. Yoksa şekva etsen, onlar seni kafilelerine almayacaklar. Ehl-i gafletin cukurlarına duşersin!.. Karanlıklı bir yolda gideceksin. Evet hastalıkların bir kısmı var ki; eğer olumle neticelense, mĂ‚nevî şehid hukmunde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir. Ezcumle cocuk doğurmaktan gelen hastalıklar ve karın sancısıyla, gark ve hark ve taun ile vefat eden, şehid-i mĂ‚nevî olduğu gibi, cok mubarek hastalıklar var ki, velayet derecesini olumle kazandırır. Hem hastalık, dunya aşkını ve alĂ‚kasını hafifleştirdiğinden, vefat ile dunyadan, ehl-i dunya icin gĂ‚yet elîm ve acı olan mufarakatı tahfif eder; bazen da sevdirir.
Alıntıdır...

__________________