BİRİNCİ NUKTE
Ramazan-ı Şerifteki savm, İslĂ‚miyetin erkĂ‚n-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeĂ‚ir-i İslĂ‚miyenin Ă‚zamlarındandır.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki orucun cok hikmetleri, hem CenĂ‚b-ı Hakkın rububiyetine, hem insanın hayat-ı ictimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlĂ‚hiyenin şukrune bakar hikmetleri var.
CenĂ‚b-ı Hakkın rububiyeti noktasında orucun cok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
CenĂ‚b-ı Hak, zemin yuzunu bir sofra-i nimet suretinde hĂ‚lk ettiği ve butun envĂ‚-ı nimeti o sofrada -2- bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemĂ‚l-i Rububiyetini ve RahmĂ‚niyet ve Rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar, gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde, o vaziyetin ifade ettiği hakikati tam goremiyor, bazen unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman, birden muntazam bir ordu hukmune gecer. Sultan-ı Ezelinin ziyafetine davet edilmiş bir surette, akşama yakın "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkĂ‚rĂ‚ne gostermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve kulliyetli RahmĂ‚niyete karşı, vus'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba boyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar, insan ismine lĂ‚yık mıdırlar?
İKİNCİ NUKTE
Ramazan-ı Mubareğin savmı, CenĂ‚b-ı Hakkın nimetlerinin şukrune baktığı cihetle, cok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Birinci Sozde denildiği gibi, bir padişahın mutfağından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği hĂ‚lde, cok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'Ă‚m edeni tanımamak nihayet derecede bir belĂ‚het olduğu gibi; CenĂ‚b-ı Hak, hadsiz envĂ‚-ı nimetini nev-i beşere zemin yuzunde neşretmiş, ona mukabil, o nimetlerin fiyatı olarak şukur istiyor. O nimetlerin zĂ‚hirî esbabı ve ashabı, tablacı hukmundedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. HattĂ‚, mustehak olmadıkları pek cok fazla hurmet ve teşekkuru ediyoruz. Halbuki, Mun'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şukre lĂ‚yıktır. İşte Ona teşekkur etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruc, hakikî ve hĂ‚lis, azametli ve umumî bir şukrun anahtarıdır. Cunku, sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların coğu, hakikî aclık hissetmedikleri zaman, cok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parca ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki, iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mu'minin nazarında cok kıymettar bir nimet-i İlĂ‚hiye olduğuna kuvve-i zĂ‚ikası şehadet eder. Padişahtan tĂ‚ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şukr-u mĂ‚nevîye mazhar olur.
Hem gunduzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, "O nimetler benim mulkum değil. Ben bunların tenĂ‚vulunde hur değilim. Demek başkasının malıdır ve in'Ă‚mıdır; Onun emrini bekliyorum" diye, nimeti nimet bilir, bir şukr-u mĂ‚nevî eder.
İşte, bu suretle oruc cok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şukrun anahtarı hukmune gecer. UCUNCU NUKTE
Oruc, hayat-ı ictimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle cok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette hĂ‚lk edilmişler. CenĂ‚b-ı Hak, o ihtilĂ‚fa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hĂ‚llerini ve aclıklarını, oructaki aclıkla tam hissedebilirler. Eğer oruc olmazsa, nefisperest cok zenginler bulunabilir ki, aclık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtac olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şukr-u hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mukelleftir. Eğer nefsine aclık cektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mukellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Cunku, hakikî o hĂ‚leti kendi nefsinde hissetmiyor.
DORDUNCU NUKTE
Ramazan-ı Şerifteki oruc, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki cok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Nefis, kendini hur ve serbest ister ve oyle telĂ‚kki eder. HattĂ‚, mevhum bir rububiyet ve keyfemĂ‚yeşĂ‚ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu duşunmek istemiyor. Hususan, dunyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, butun butun gasıbĂ‚ne, hırsızcasına, nimet-i İlĂ‚hiyeyi hayvan gibi yutar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mĂ‚lik değil, memlûktur; hur değil, abddir. Emrolunmazsa, en Ă‚di ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şukre girer.
BEŞİNCİ NUKTE
Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlĂ‚kına ve serkeşĂ‚ne muamelelerinden vazgecmesi cihetine baktığı noktasındaki cok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu goremez ve gormek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevĂ‚le maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve cabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu duşunmez. Adeta polattan bir vucudu var gibi, lĂ‚yemûtĂ‚ne, kendini ebedî tahayyul eder gibi dunyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tamahla ve şiddetli alĂ‚ka ve muhabbetle dunyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemĂ‚l-i şefkatle terbiye eden HĂ‚lıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini duşunmez; ahlĂ‚k-ı seyyie icinde yuvarlanır.
İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruc, en gafillere ve mutemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Aclık vasıtasıyla midesini duşunuyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vucudu ne derece curuk olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtac olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemĂ‚l-i acz ve fakr ile dergĂ‚h-ı İlĂ‚hiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şukr-u mĂ‚nevî eliyle rahmet kapısını calmaya hazırlanır-eğer gaflet kalbini bozmamış ise!
ALTINCI NUKTE
Ramazan-ı Şerifin sıyĂ‚mı, Kur'Ă‚n-ı Hakîmin nuzulune baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'Ă‚n-ı Hakîmin en muhim zaman-ı nuzulu olduğu cihetindeki cok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Kur'Ă‚n-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan'da nuzul etmiş. O Kur'Ă‚n'ın zaman-ı nuzulunu istihzar ile, o semĂ‚vî hitabı husn-u istikbal etmek icin Ramazan-ı Şerifte nefsin hĂ‚cĂ‚t-ı sufliyesinden ve mĂ‚lĂ‚yĂ‚niyat hĂ‚lĂ‚ttan tecerrut ve ekl ve şurbun terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'Ă‚n'ı yeni nĂ‚zil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitĂ‚bĂ‚t-ı İlĂ‚hiyeyi guya geldiği Ă‚n-ı nuzulunde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i CebrĂ‚il'den, belki Mutekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hĂ‚lete mazhar olur. Ve kendisi tercumanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur'Ă‚n'ın hikmet-i nuzulunu bir derece gostermektir.
Evet, Ramazan-ı Şerifte guya Âlem-i İslĂ‚m bir mescid hukmune geciyor. Oyle bir mescid ki, milyonlarla hĂ‚fızlar, o mescid-i ekberin koşelerinde o Kur'Ă‚n'ı, o hitab-ı semĂ‚vîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, Ă‚yetini, nuranî, parlak bir tarzda gosteriyor; Ramazan Kur'Ă‚n ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmĂ‚nın sair efradları, bazıları huşû ile o hĂ‚fızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.
Şoyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i suflînin hevesĂ‚tına tĂ‚bi olup, yemek icmekle o vaziyet-i nuranîden cıkmak ne kadar cirkinse ve o mesciddeki cemaatin mĂ‚nevî nefretine ne kadar hedef ise, oyle de, Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyĂ‚ma muhĂ‚lefet edenler de o derece umum Âlem-i İslĂ‚mın mĂ‚nevî nefretine ve tahkirine hedeftir.
YEDİNCİ NUKTE
Ramazan'ın sıyĂ‚mı, dunyada Ă‚hiret icin ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki cok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a'mĂ‚l, bire bindir. Kur'Ă‚n-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir.
Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetu'l-Kursî gibi Ă‚yetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.
Evet, herbir harfi otuz bin bĂ‚ki meyveler veren Kur'Ă‚n-ı Hakîm, oyle bir nuranî şecere-i tûbĂ‚ hukmune geciyor ki, milyonlarla o bĂ‚ki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mu'minlere kazandırır.
İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kĂ‚rlı ticarete bak, seyret ve duşun ki, bu hurufĂ‚tın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasĂ‚rette olduğunu anla.
İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir Ă‚hiret ticareti icin gayet kĂ‚rlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat icin gayet mumbit bir zemindir. Ve neşvunemĂ‚-i a'mĂ‚l icin, bahardaki mĂ‚-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlĂ‚hiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resmigecit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hukmundedir. Ve oyle olduğundan, yemek icmek gibi nefsin gafletle hayvanî hĂ‚cĂ‚tına ve mĂ‚lĂ‚yĂ‚ni ve hevĂ‚perestĂ‚ne muştehiyĂ‚ta girmemek icin, orucla mukellef olmuş. Guya muvakkaten hayvaniyetten cıkıp melekiyet vaziyetine veyahut Ă‚hiret ticaretine girdiği icin, dunyevî hĂ‚cĂ‚tını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessuden tezahur etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi aynadarlık etmektir.
Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fĂ‚ni dunyada, fĂ‚ni omur icinde ve kısa bir hayatta, bĂ‚ki bir omur ve uzun bir hayat-ı bĂ‚kiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir omur semerĂ‚tını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'Ă‚n ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir huccet-i kĂ‚tıadır.
Evet, nasıl ki bir padişah, muddet-i saltanatında, belki her senede, ya culûs-u humayun namıyla veyahut başka bir şĂ‚şaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı gunleri bayram yapar. Raiyetini, o gunde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsĂ‚nĂ‚tına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalĂ‚de icraatına ve doğrudan doğruya lĂ‚yık ve sadık milletini has teveccuhune mazhar eder. Oyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin Ă‚lemin Padişah-ı ZulcelĂ‚li, o on sekiz bin Ă‚leme bakan, teveccuh eden ferman-ı Ă‚lişĂ‚nı olan Kur'Ă‚n-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlĂ‚hî ve bir meşher-i RabbĂ‚nî ve bir meclis-i ruhanî hukmune gecmek, mukteza-yı hikmettir.
Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece suflî ve hayvanî meşagilden insanları cekmek icin, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi butun duyguları, gozu, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruc tutturmaktır. Yani, muharremattan, mĂ‚lĂ‚yĂ‚niyattan cekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. MeselĂ‚, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruc tutturmak; ve o lisanı, tilĂ‚vet-i Kur'Ă‚n ve zikir ve tesbih ve salĂ‚vat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselĂ‚ gozunu nĂ‚mahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gozunu ibrete ve kulağını hak soz ve Kur'Ă‚n dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruc tutturmaktır. Zaten mide en buyuk bir fabrika olduğu icin, orucla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka kucuk tezgĂ‚hlar kolayca ona ittibĂ‚ ettirilebilir.
SEKİZİNCİ NUKTE
Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki cok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsana en muhim bir ilĂ‚c nevinden maddî ve mĂ‚nevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, icmek hususunda keyfemĂ‚yeşĂ‚ hareket ettikce, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helĂ‚l-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mĂ‚nevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse guc gelir, serkeşĂ‚ne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner.
Ramazan-ı Şerifte, oruc vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete calışır ve emir dinlemeyi oğrenir. Bicare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek uzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helĂ‚li terk ettiği cihetle, haramdan cekinmek icin akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kabiliyet peydĂ‚ eder. Hayat-ı mĂ‚neviyeyi bozmamaya calışır.
Hem insanın ekseriyet-i mutlakası aclığa cok defa muptelĂ‚ olur. Sabır ve tahammul icin bir idman veren aclık, riyazete muhtactır. Ramazan-ı Şerifteki oruc, on beş saat, sahursuz ise yirmi dort saat devam eden bir muddet-i aclığa sabır ve tahammul ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammulsuzluğun bir ilĂ‚cı da oructur.
Hem o mide fabrikasının cok hademeleri var. Hem onunla alĂ‚kadar cok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gunduz zamanında tatil-i eşgal etmezse, o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkumu altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o mĂ‚nevî fabrika carklarının gurultusu ve dumanlarıyla muşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celb eder. Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki, eskiden beri cok ehl-i velĂ‚yet, tekemmul icin riyazete, az yemek ve icmeye kendilerini alıştırmışlar.
Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki, sırf o fabrika icin yaratılmamışlar. Ve sair cihazat, o fabrikanın suflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzuz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun icindir ki, Ramazan-ı Şerifte mu'minler derecĂ‚tına gore ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mĂ‚nevî sururlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letĂ‚ifin o mubarek ayda oruc vasıtasıyla cok terakkiyat ve tefeyyuzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar mĂ‚sumĂ‚ne guluyorlar.
DOKUZUNCU NUKTE
Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini gostermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki
Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunĂ‚ne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar cektirilse, o damar onda kalır. Fakat aclıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruc, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gosterir, abd olduğunu bildirir.
Hadisin rivayetlerinde vardır ki: 1 CenĂ‚b-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?"
Nefis demiş: "Ben benim, Sen sensin."
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente." Hangi nevi azĂ‚bı vermiş, enĂ‚niyetten vazgecmemiş.
Sonra aclıkla azap vermiş. Yani ac bırakmış. Yine sormuş: "Men ene? Ve mĂ‚ ente?"
Nefis demiş: "Ente Rabbiye'r-Rahîm., Ve ene abduke'l-Ă‚ciz." Yani, "Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin Ă‚ciz bir abdinim.
__________________
hakiki Ramazan ve oruc
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- hakiki Ramazan ve oruc