Aşağıdaki yazı,Trabzon temsilcimiz Niyazi Yıldırım Bey tarafından gonderilmiştir ve olumden donen bircok kişi tarafından yaşanmış hÂdiselerin değişik bir orneğini teşkil etmesi bakımından dikkat cekicidir. Yazısını, kendisine teşekkur ederek yayınlıyoruz.
1989 yılında gecirdiğim bir trafik kazası sonucunda koma halinde hastaneye kaldırılmıştım. Yanımda bulunan eşim vefat etmiş, beni kontrol eden doktor, kan deryası icinde kalan vucudumda bir hayat emaresi goremediğinden, bana da olu raporu vermişti. O akşamki TRT haber bulteninde, kazada olen kişilerin arasında benim de ismim bulunuyordu.
Daha sonraları olmediğim anlaşılmış ve uc gun devam eden koma halinden sonra kendime gelmiştim. Fakat duyma ve duşunme duygularımın dışındaki butun fonksiyonlarımı kaybettiğimi hissediyordum. Olmekten cok CenÂb-ı Hakk’a hesap verememekten korkuyor ve boğazım sıkılmış gibi sık sık nefes alıyordum.
Ruhumu teslim etmekte olduğumu zannederken, nereden geldiğini anlayamadığım bir ses, benimle konuşmaya başladı. Ve ne icin bu kadar korktuğumu sordu. Sebebini soylediğimde, aynı ses:
-Korkacak hicbir şey yok, dedi. Tamamen asılsız ve hurafe şeylere inandırıldığın icin boyle sıkıntı cekiyorsun. Allah ve Âhiret gunu diye bir şey yok ki sıkıntısı olsun. Sana bunların boş şeyler olduğunu ispat edeceğim. Eğer beni tasdik edersen, hicbir sıkıntı ve endişen kalmadığını goreceksin.
-Peki hemen anlat ve beni bu sıkıntıdan kurtar, dedim.
O ses:
Biliyorsun ki bitkiler ve hayvanlar omurlerini tamamladığında toprak olurlar. Sen o ağacların veya hayvanların senin gibi endişe duyup korktuklarını gordun mu? Elbette hayır. Cunku yeniden dirilme veya hesaba cekilme diye bir şey olmayacağı icin, onların da bu tur şeylerden endişesi yoktur. Sen de o boş şeyleri kafandan atarsan gor bak nasıl rahat edeceksin!...
Bu sozleri işittikten sonra sıkıntım daha da arttı. “Acaba dediği gibi inkÂra sapsam rahatlar mıyım?” diye duşunuyor, fakat kalp ve ruh gibi latifelerimin bu inkÂrı kabule yanaşmadıklarını hissediyordum.
Birden, daha evvel okuduğum veya dinlediğim imÂnî bahisler bir film şeridi gibi gozumun onunden gecmeye başladı. O ses’e hitaben:
-Beni yalan ve cerbeze ile aldatmak istiyorsun, dedim. Ama ben, o dediğin bitki ve hayvanlardan farklı olarak akıl sahibiyim ve bu yuzden yaptıklarımdan mesûlum. Sen beni onlarla nasıl bir tutabilirsin? Hem bir iğne ustasız, bir resim ressamsız, bir koy muhtarsız olamazken, bu kusursuz kÂinatın bir sahibi ve yaratıcısı olmaz mı? Ve butun kÂinatla birlikte beni de mukemmel şekilde yaratan Rabbim, beni hesaba cekmeyerek başıboş bırakır mı?”
Evet Risale-i Nur sohbetlerinde dinlediğim ve okuduğum her şey, icinde bulunduğum karanlık dunyamı aydınlatmaya başlamıştı. Biraz sonra o ses tamamen susmuş ve bana cevap veremez hÂle gelmişti. Daha sonra kendime gelmiş ve arkadaşlarımın anlattıklarına gore dışarıdaki ezan sesini duyup namaz kılmak istemişim.
Başımdan gecen bu hÂdiseyi sizlere anlatmamın sebebi, iman hakikatlerine ne kadar muhtac olduğumuzu ifade etmek icindir. Cunku son nefeste iman ile kabre girmek ve onu cennet bahcelerinden bir bahceye cevirerek inşaallah ebedî saadeti kazanmak, tamamen bu hakikatlerin elde edilmesine bağlıdır.
Şeytanın, olum anındaki insanlara musallat olduğunu, onları inkÂra saptırmak icin akıllarına vesvese verdiğini ve bu yuzden kuvvetli bir imana sahip olunması gerektiğini butun kardeşlerim biliyordur. Fakat ben bizzat yaşadığım bu hadiseyi Zafer Dergisi kanalıyla butun inananlara duyurmayı bir vazife bildim. İnşaallah bir alÂmet-i gurur olmamıştır.
2005-06-06
Zafer Araştırma Gurubu
__________________
Olum Anındaki Ses
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Olum Anındaki Ses