Tan yeri ağarırken yuvalarından ac cıkan, akşam kızıllığında yuvalarına tok donen kuşlar uzerine…

Her sabah olduğu gibi bu sabah da yuvalarından ac havalandı her biri… Huzurlu, umutlu, hevesli… Sonra hicbir beklenti icine girmeden kanatlarıyla goğu kucaklayıverdi. Sadık, icten, samimi… Keyifle suzulduler beyaz bulutların arasında, kanatlarını ruzgÂra bırakıp neşeyle dans ettiler, goğu delip en derinine indiler… Gorenler onları gokyuzunun efendisi zannederdi oysa onlar, gokyuzunu sahiplenmeden sadece onun icinden gecmekteydi. Onların ucmasını sağlayan, gokyuzune umut bağlamadan umitvar olabilmek, rızkı gokten değil goğun sahibinden beklemekti…

Goğumuzden kuşlar geciyordu, biz yuruyorduk. Kaldırdık başımızı, onlar hep yukseklerdeydi, masmavi gokyuzuydu onların evi. Heveslendik, imrendik, kıskandık belki…

Başladık koşmaya, nefes nefese kaldık… Oysa koşmakla ucmak bir değildi, bilemedik…

Onlar iki kanatla ucarken, iki kolla bizi ucmaktan alıkoyan neydi?

Evet, kanatlarımız olmalıydı bizim de, sadece iki tane değil; uc, dort, beş hatta daha da fazla…

Hesabımızı yapıp, olcup, tartıp garantilemeliydik her şey gibi ucma işini de!

Butun ihtimaller ince ince hesaplandı, istatistikler yapıldı, riskler sıfırlandı. Her şey tamamdı ancak olmadı, bir turlu o zevki tadamadık.


- Kanadımız var değil mi?
- Evet fazlasıyla!
- Peki, neden ucamıyoruz?
- Cunku ruhumuzun kanadı kırık!
- Ruhu kanatlandıran nedir peki?
- Tevekkul!


Gokleri tanıyan, goklerden haber getiren Nebi soyluyor bunu. Tevekkul ederek kuşlarla birlikte kanat cırpabileceğimizi, onlar gibi kendimizi ozgur hissedebileceğimizi… Kuşların izini surersek ayaklarımızın yerden kesilebileceğini bildiriyor. Bizi yere doğru ceken ağırlıklarımızdan kurtularak yucelebilmemiz icin kuşlardan oğrenecek cok şeyimizin olduğuna işaret ediyor, onları bize ornek gosteriyor ve diyor ki:

“Eğer siz gereği gibi Allah’a tevekkul etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak cıkıp (akşam) dolu olarak donen kuşların rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.”
(Tirmizi, Zuhd, 33.)


Kuşlara benzemek tevekkul edenlerin işi… Tevekkul de derdi gok olanların, derdi ucmak olanların meşgalesi… Durmak değil ucmaktır tevekkul. Gozu yucelerde olanların eylemidir. Hayalleri, idealleri, gayeleri buyuk olup da en buyuk olana, Ekber olana dayananların işidir. Karıncaları, balıkları, kuşları kim rızıklandırıyorsa bizi de doyuranın O olduğunun bilincine varmaktır. Bu yuzden inanamamış, guvenememiş, adanamamış ruhlar hissedemez onun lezzetini… İnancsızlığın miskinliğini yaşayanlar, O’na dayanmayı tembellik sananlar bilemez tevekkulun butun benliğiyle insanı nasıl harekete gecirdiğini… Ellerini semaya acanlar tadabilir ancak tevekkulu… Goklerden haber getiren elcilere uyanlar bilir onun tadını… Yedi kat goğun yegÂne sahibini tanıyanlar ancak tevekkulle yucelebilir. Gok ehlinin meşgalesidir bu yuzden tevekkul, esfel-i safilinin değil…

Ayakları yerden bir turlu kesilmeyenler ucmak nedir ne bilsin?

Bin bir ceşit prangayla yere bağlananlar nasıl kımıldayabilsin?

Yeryuzunun turlu dertleriyle dertlenenler goklerden nasıl nasiplensin?

Bencillikleri, hırsları, bitmeyen savaşları onların kendilerinden başka bir varlığa guvenmelerine nasıl musaade etsin?


Etmez!

Bu durumda gunduz de birdir, gece de… Şuphelerin, korkuların tutsağı olur insan. Her şeyin bir hÂkimi olduğunu unutup her şeye hÂkim olabilmek icin kıvranır durur. Sukûnet onu sessizce terk eder, gurultuler yağmalar icini. Cevapsız soruların ardı arkası kesilmez.

Rızık endişesi, gecim kaygısı, dunya meşgalesi yakasını bırakmaz bir turlu. Kendisini zehirleyen kuşkuların, evhamların, beklentilerin, ihtimallerin, acabaların, keşkelerin, belkilerin sonu gelmez. Felaket senaryolarının girdabında kaybolur gider… O’na inanmadan kalbi sukûnete ermez ki insanın. O’na tevekkul etmeden huzur nedir bilemez. O’na guvenmeden kendini guvende hissedemez.

Guvenmeye ihtiyacımız var, inanmaya, sığınmaya ihtiyacımız var. Cunku aciziz.

Omrumuz, hayatımız, mematımız ve dahi rızkımız O’nun elinde.
Buna iman edip O’na dayandığımız zaman tevekkulun tadına varabiliriz.
O zaman gereksiz yuklerin hamallığından kurtulup hafifleyebiliriz.
Belimizi buken ağırlıklarımızdan, taşımak zorunda olmadığımız fazlalıklarımızdan ancak işimizi O’na bıraktığımız zaman kurtulabiliriz.


Her şeyin sahibi olamayız, her şeyi kontrol altında tutamayız, butun ihtimalleri hesaba katamayız, acizliğimizi, kulluğumuzu unutup da ilahlığa soyunamayız.

Terazilerin sadece maddeyi tartmadığını, muhasebenin sadece rakamlara terkedilmeyeceğini, hesabın sadece aritmetikle yapılmayacağını anlamak zorundayız.

Gokyuzunu dunyamızdan cıkarmaya calışıyoruz, kendimize sadece yeryuzunde bir dunya kurmak amacımız.

Ucsuz bucaksız gokler dururken kendimizi yere mahkûm ettiğimizin farkında bile değiliz; kafamızı kaldırıp huzurla ucan kuşlara şoyle bir baktığımız yok.


Bir turlu doymamak, doymak bilmemek, hakkına razı olmamak bizi kuşlardan ayırıyor; bir turlu ucamıyoruz.

Bunca varlıkla gonlumuzun darlığını gideremiyoruz. İcimizdeki boşluğun maddeyle dolmayacağını anlayamıyoruz.

Oysa ;

“Bana Allah yeter. O’ndan başka hicbir ilÂh yoktur. Ben ancak O’na tevekkul ettim. O, yuce arşın sahibidir.”
(Tevbe, 9/129.)


diyenden daha huzurlu kimse var mıdır?

“…Kim Allah’a tevekkul ederse, O kendisine yeter...”
(Talak, 65/3.)


ayetinin hafifliğini insana başka ne yaşatabilir?

“Goklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır.” ;

“…Dilediğini yuceltir, dilediğini alcaltır, her şey O’nun elindedir.”
(Teğabun, 64/1; Âl-i İmran, 3/26.)


diyebildikten sonra insanı yucelmekten ne alıkoyabilir?

Sadece başını kaldırıp kuşları izlemesi yeterli, bir kucuk serce, bir guvercin ya da hudhud kendisine yol gosterecektir.

Peygamber (s.a.s.) kuşları ornek gosterdi bize, peki kuşlara ornek olabilecek var mı icimizde?


Diyanet Aylık Dergi / Mart 2015


__________________