“Hedefin bir yıllık ise pirinc ek; on yıllık ise ağac dik, yuz yıllık ise insan yetiştir.”


demiş Cinliler. İnsan yetiştirmek pirinc ekmek kadar ya da ağac dikmek kadar kolay bir iş değildir elbet ama yetiştiğinde de pirincten daha tatlı olduğu, ağactan daha ziyade gonle ferahlık verdiği de aşikÂrdır.

Cemaatimden birisi bana bir miktar para vermişti, “Maddi durumu iyi olmayan talebelerden birisine verirsin.” diyerek. Ben de bana tevdi edilen bu gorevi yerine getirmek icin talebelerimizden birsini cağırmıştım soz konusu parayı verebilmek icin. Gelin gorun ki talebemizin mazereti varmış bu parayı alamazmış! Neden mi? Gelin kendisinden dinleyelim: “Hocam! Sizin bana vereceğiniz bu paraya ihtiyacım yok değil, ancak burada maddi durumu benden daha zayıf olan arkadaşlar var. Bu parayı onlardan birisine versek daha iyi olmaz mı?” Hayretler icerisindeydim. O an Yermuk Savaşı’nda yaşanan ve Hz. Huzeyfe’nin naklettiği şu hikÂye geliyor hatırıma. Sıcak kumlar uzerinde bitap duşen ve susuz kalan mucahit sahabilerin, “Belki yanımdaki daha muhtactır.” diyerek suyu icmek istemeyişleri gibi. Onun bu guzel davranışı uzerine soz konusu parayı kendisine verme konusundaki isteğim daha da artıyor ama onun bu guzel safiyetinin de devam etmesi gerektiğini duşunduğumden bir seferliğine bu talebemizi es geciyorum.

Bunun uzerine bir başka talebemizi cağırıyorum. Ne var ki bu sefer de durum değişmiyor. İkinci talebemizin de parayı almamak icin kendince nedeni var. “Hocam! Bu parayı bana dun verseydiniz alırdım ama bugun alamam.” Neden? “Bugun bana koyden para geldi.” Gelen paranın miktarını soruyorum cuzi bir rakam telaffuz ediyor anlıyorum ki mesele para pul meselesi değil, gonul zengin olunca dunya fukaralığı basit bir mesele olmaktan oteye gecemiyor. “Bu hikÂye nerede ve nasıl bitecek?” diye bir merak sarıyor icimi Bu merak icerisinde ucuncu talebemizi cağırıyor ve parayı kendisine veriyorum. “Bu sefer de bir şey cıkar mı?” diye duşunuyorum ama cıkmıyor. Ucuncu talebemiz nihayet ve ustelik hicbir itiraza mahal bırakmadan parayı alıyor.

HikÂyenin bittiğini zannediyorum. Aradan iki gun geciyor, meslektaşlarımızdan birisi bir kaza sonucu vefat ediyor. Arkadaşımızdan geriye gozu yaşlı bir eş ve maddi olarak desteklenmeye muhtac beş yetim cocuk kalıyor. “İmam arkadaşlar olarak neler yapabiliriz?” sorusuna cevap ararken il muftumuz, “Bu aileye oncelikle bir ev almamız gerekir.” diyerek bizleri yonlendiriyor Kendi aramızda para topluyoruz. Toplanan miktar yeterli olmadığından geri kalan kısmı da cemaatimizin desteğiyle denkleştirmeye calışıyoruz. Yardım icin gelenlerin arasında cok enteresan birisi vardı. İki gun once harclık yapması icin kendisine para verdiğim talebemiz. “Hocam, ben bu aileye yardım etmek istiyorum.” diyor. Bu, benim hic beklemediğim bir şey olduğu icin o an ne soyleyeceğimi kestiremedim. Kendisi yardıma muhtacken o bir başkasına yardım etmek istiyordu. Tam bir sahabe ahlakıydı bu. Gonlum gozyaşlarıma davetiye cıkarsa da ben ağlamamak icin dudaklarımı ısırıyordum. Zoraki şunu soyleyebildim: “Senin paran burada gecmez, ama şu tavrın ve bu iyi niyetin var ya, bu cok şeye bedeldir.” dedim. Guya talebemizi ikna etmeye calışıyordum, ama o kararlıydı. “Hocam! Vallahi bu gece beni uyku tutmaz, ne olursunuz, bu parayı alın.” dedi. Artık daha fazla direnecek gucum kalmamıştı. Anlayacağınız pes eden ben olmuştum.

Bu hadiseyi her hatırladığımda hÂl gozlerim buğulanır. Bugun cıkarları uğruna dunyayı cehenneme cevirenlerin, gelişmiş silahları değil de boylesi yurekleri ve hassasiyetleri olsaydı keşke!

O zaman ne ateş duşerdi gonullere ne de tahtadan arabalar giderdi evlere.

Diyanet Aylık Dergi / Ocak 2017

__________________