Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚’nın Gonul DeryĂ‚sında Sır ve Hikmet İncileri
KOLENİN KOLESİ!..
Hak dostlarının tercumanı olan Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, Mesnevî’sinde insanın ic Ă‚lemine dair cok kıymetli ahlĂ‚kî ve tasavvufî tahlillerde bulunmuştur. Bunları ise hikĂ‚ye ve kıssalarla muşahhas hĂ‚le getirmiştir.
Ofkenin zebûnu olan insanın zavallılığını şu temsilî hikĂ‚ye ile anlatır:
Bir padişah soz arasında şeyhin birine;
“–Dile benden ne dilersen!” dedi.
Şeyh;
“–Ey padişah!” dedi. “Bana boyle bir lĂ‚f soylediğin icin utanmıyor musun? Sen bana bağışta bulunacak gucte değilsin. Biraz daha yuksel, biraz daha guclen, ondan sonra iyilik yapmaya kalk!”
Padişah bu cevaba şaşırınca, şeyh şoyle îzĂ‚h etti:
“Benim iki kolem vardır. Onların ikisi de hor, hakir kişilerdir. Ama onların her ikisi de sana emir vermektedirler. Sen padişahsın; fakat o iki kolenin kolesi olmuşsun, haberin yok!
Padişah;
“–Kolelerin bana emir vermeleri benim icin rezĂ‚lettir!.. O iki kole kimlerdir?” diye sordu.
Şeyh de;
“–O iki koleden birinin adı ofke (hiddet), oburunun adı şehvettir.” diye cevap verdi.
“Hiddetini, şehvetini yenerek dunya padişahlığından ferĂ‚gat eden, vazgecen dervişi sen gercek padişah bil ki; onun nûru ay ve guneş olmaksızın da parlar durur.”
HikĂ‚yede; nefsĂ‚niyet ve enĂ‚niyetten kaynaklanan cirkin huylara kapılan insanın hĂ‚li, kolenin kolesi olmaya benzetilmiştir. Kole, efendisinin emrini tutar. Kole Arapcada «abd»dir.
Bizler sadece AllĂ‚h’ın abdi, yani kolesi olmalıyız. Yani cirkin duyguların, şeytĂ‚nî telkinlerin ve enĂ‚niyet kabarmalarının emirlerine değil, sadece AllĂ‚h’ın fermĂ‚nına tĂ‚bî olmalıyız.
CENÂB-I HAKK’IN «KULUM!» HİTABI
Haramlar; CenĂ‚b-ı Hakk’ın yasaklarıdır.
Haramlar, cennete giriş yasaklarıdır.
TakvĂ‚; zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî haramlardan tamamen uzak durabilme şuurudur… Cunku haramlar AllĂ‚h’a isyan mahiyetindedir.
Eğer kalp, Allah’tan uzaklaştırıcı haramlardan tam mĂ‚nĂ‚sıyla kurtulamazsa; «kelime-i tevhid» tam olarak yerine gelmemiş olur. Cunku;
لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
“Allah’tan başka mĂ‚bud yoktur!” sozunun hakikatine eren bir kişi; AllĂ‚h’ın yasaklarından hicbirini ciğnememeli, dolayısıyla O’na isyana duşmemelidir. Cunku AllĂ‚h’ın bir haramını irtikĂ‚b etmek; kalpte, nefsĂ‚nî, şehvĂ‚nî veya şeytĂ‚nî başka bir tesire rĂ‚m olmak demektir.
Dunyevî arzulara rĂ‚m olup AllĂ‚h’ın sonsuz nimetlerini unutanlar hakkında Ferîduddîn AttĂ‚r’ın naklettiği şu kıssa, cok ibretlidir:
Bir padişahın sevdiği bir av kopeği vardı. Padişah, ona son derece değer verir ve her ava cıkışında mutlaka onu yanına alırdı. Tasmasını mucevherlerle suslemiş, ayaklarına altın ve gumuşten halkalar taktırmıştı. Sırtı da sırmalı atlas bir culla kaplıydı.
Bir gun padişah, yine onu yanına almış, saray erkĂ‚nı ile ava cıkmıştı. Tasmanın ipek ipi elinde, at uzerinde vakur bir şekilde ilerleyen sultan, gayet neşeliydi.
LĂ‚kin gorduğu manzara butun neşesini kacırdı. Cok sevdiği kopeği, değersiz bir kemik parcasıyla oyalanmaktaydı. Padişah, once mahzun olarak elindeki ipi cektiyse de kopek direndi; pis kemik parcasını kemirmeye devam etti. Bu hĂ‚l karşısında padişah, hayret ve hiddet hisleri arasında haykırdı:
“–Bunca nimetimle perverde iken, beni bırakıp da iki kemikle meşgul olmak!.. Kabul edilir şey mi?!.” dedi.
Son derece uzuldu. Kopeğinin bu nankorluk, vefĂ‚sızlık ve duygusuzluğu ona cok dokunmuştu. Bir kopek de olsa, mĂ‚zur gorup affetmek, icinden gelmedi. Gazapla;
“–Yol verin şu edepsize!” dedi.
Gafil kopek, bu hiddetin mĂ‚nĂ‚sını kavradığında iş işten gecmiş, yapacak bir şey kalmamıştı. Oyle ki, etrafındakiler padişaha;
“–Sultanım; uzerinde mucevher, altın, gumuş ne varsa alalım da oyle bırakalım!” dediklerinde padişah;
“–Hayır! Bırakınız oyle gitsin!” dedi. Ardından ilĂ‚ve etti:
“–Bırakınız oyle gitsin! Oyle gitsin de, ıssız ve kızgın collerde garip, ac ve susuz kalsın; onlara bakarak kaybettiği ikram ve lutufların acısını yaşasın!..”
İşte CenĂ‚b-ı Hakk’ın en cok gazabını ceken husus da; yuce ZĂ‚t’ına kulluk icin yarattığı insanın, insan icin yarattığı fĂ‚nî varlıklara gonlunu kaptırarak kendisinden yuz cevirmesidir.
CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“(İnsan kendisine lutfettiğimiz onca nimetten sonra ) ister şukredici olsun, ister nankor olsun! (Karşılığını elbette gorecektir.)” (el-İnsĂ‚n, 3)
Demek ki;
Bir insan icin en Ă‚dî suc; CenĂ‚b-ı Hakk’ın verdiği bunca nimetlere karşı nankor olmasıdır.
Nefsin; «emmĂ‚re, levvĂ‚me ve mulheme» mertebelerinde, CenĂ‚b-ı Hakk’ın insana; «Kulum!» diye bir hitabı yoktur. Bu mertebelere dikkat ceken Ă‚yetlerde, Rabbimiz’in boyle bir rızĂ‚ ve kabulune işaret eden ifade yer almamıştır.
«Kulum!» hitabı «mutmainne» makamında başlar.
İtmi’nĂ‚na kavuşmak ise; CenĂ‚b-ı Hakk’ın takdirine rĂ‚zı olmak, O’nunla huzur bulabilmektir. Allah ne verdiyse, onu Allah yolunda sarf edebilmektir.
Bir annenin en cok fedĂ‚kĂ‚rlıkta bulunduğu, yavrusudur. Anne en cok evlĂ‚dını sever. EvlĂ‚t da en cok annesini sever. Anne, cocuğunu azarlasa bile; cocuk yine annesine sığınır.
Rabbi ile kulu arasında, anne ile evlĂ‚dı arasındaki munasebetten cok daha yucesi vardır. Kul da hicliğini mudrik olarak dĂ‚imĂ‚ Rabbine sığınmalıdır. Hatasından donmeli, hemen Rabbine ilticĂ‚ etmelidir.
İhtiras, ofke, gıybet, enĂ‚niyet, istihfaf, istihkar ve tecessus gibi bĂ‚tınî haramlar; kalbi yaralayan cirkin hĂ‚llerdir.
BĂ‚tınî haramları tanımak, onların hangi nefsĂ‚nî duygulardan kaynaklandığını bilmek, onları bertarĂ‚f edebilmek icin cok muhimdir.
Benlikten kaynaklanan bir başka bĂ‚tınî haram da gazaptır.
FÂCİALAR TARİHİNİN MUHARRİRİ: OFKE
ÎtidĂ‚li bozan en muhim Ă‚millerden biri olan ofke, insanın zayıflık ve liyĂ‚katsizliğinin bir ifadesidir. Aklî dengenin kısmen zaafa uğramasıdır.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“O takvĂ‚ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah icin harcarlar; ofkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da guzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrĂ‚n, 134)
Ebû DerdĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh-, Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e;
“–Bana cennete goturecek bir şey oğret (yĂ‚ RasûlĂ‚llah!..)” deyince; Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz kendisine;
“–Ofkelenme!” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 63/2007)
Hayat kitabının ofke faslı, bir fĂ‚cia tarihidir. Bu vahim tehlikeden kurtuluş caresi ise; bu hoşa gitmeyen feveran karşısında kardeşlik ve sabır gucunu kullanmak, muvĂ‚zeneyi bozmadan sukûnete burunebilmektir.
Ofkeye kapılmak, akıl ve muvĂ‚zeneyi sarsar. Bu sebeple; ofkeyi mağlûp edebilmek icin, abdest almak, eûzu besmele cekmek, ayakta ise oturmak gibi sakinleştirici tavsiyeler vĂ‚rid olmuştur. Sakinleşen insan tefekkur eder. Ofkenin kontrolsuzluğunden muhafaza olur.
Bir Hak dostu; ofke ve ihtiras fırtınaları karşısında, insanın rûhunu sakinleştirecek, şu tefekkuru artırıcı ziyaretleri tavsiye etmiştir:
ŞİFÂLI ZİYARETLER!
“Zaman zaman hastahĂ‚nelere giderek hastaları ziyaret et! O muzdaripler gibi hastalıklara muptelĂ‚ olmadığını ve uzerindeki sıhhat nimetini duşunerek hĂ‚line şukret!”
“Zaman zaman hapishĂ‚nelere giderek oradaki mahkûmların bin bir ızdırapla dolu zindan hayatlarını tefekkur et! Cinayetlerin bir anlık ofke veya cinnet neticesinde işlendiğini, diğer taraftan mazlum olarak hapse duşup o cefĂ‚ya katlananların da bulunduğunu, onların yerinde kendinin de olabileceğini duşun!
Zindandaki kişileri oraya duşuren ofke, artık izĂ‚le olmuştur fakat onun acı bĂ‚kiyesi nedĂ‚met ve husran olarak devam etmektedir.
Allah TeĂ‚lĂ‚ seni bu hĂ‚le duşmekten muhafaza ettiği icin O’na şukret! Oradakilerin selĂ‚meti icin de duĂ‚ et!”
“Sonra kabristanlara git, oradaki mezar taşlarından hĂ‚l lisĂ‚nıyla yukselen sessiz feryatları dinle!”
Mezar taşlarında yazan;
هُوَ الْبَاق۪ي «Huve’l-BĂ‚kî: BĂ‚kî olan yalnız Allah’tır!» ifadesinde derinleş! Bil ki O levha;
«FĂ‚nîliğini unutma!» demektir!
Yûnus ve HudĂ‚yî Hazretlerinin ifadeleriyle:
Kim umar senden vefĂ‚yı,
Yalan dunya değil misin?
Muhammedu’l-MustafĂ‚’yı
Alan dunya değil misin?
***
Bilirim seni yalan dunyasın,
EvliyĂ‚ları alan dunyasın…
Suleyman tahtın sen vîran kıldın,
Masumlar boynun buken dunyasın.
Her mezar taşından ayrı ayrı îkazlar gelmektedir. Sanki mevtĂ‚nın sessiz feryatlarını ifade etmektedir. ÂdetĂ‚;
“‒Ey ziyaretci! Benim başına gelen senin de başına gelecektir, gafil olma!” demektedir.
Ârif bir zĂ‚t buyurur:
“Hayret! Mezardakilerin pişman oldukları şeyler icin dunyadakiler birbirini yiyor!..”
Mezardakiler, dunyada peşinde koştukları, hırsla istedikleri şeylerin, boş hevesler olduğunu anlamışlardır. Fakat heyhat!
“Hayat nedir?” suĂ‚line, sadece toprağın rutubeti ve mezar taşlarının katı sessizliği cevap olarak yukselecekse, boyle bir gafletle ziyĂ‚n edilmiş fĂ‚nî bir hayattan daha acı ne olabilir?..
Âyet-i kerîmede buyurulduğu uzere:
عَامِلَةٌ نَاصِبَة. تَصْلٰى نَارًا حَامِيَةً
“Calışmıştır, (fakat boşuna) yorulmuştur. (Boş hevesler ve bĂ‚tıl maksatlar uğrunda yorulması; hicbir işe yaramadığı gibi, onu hakikî vazifesinden de uzak bıraktığı icin, o kişi) kızgın ateşe girecektir!”
(el-ĞĂ‚şiye, 3-4)
CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ. كَلَّا لَا وَزَرَۜ
“O gun insan (buyuk bir şaşkınlık ve nedĂ‚met icinde);
«‒Kacacak yer neresi!» diyecektir.
«‒Hayır, hayır! (Kacıp) sığınacak yer yoktur!»” (el-KıyĂ‚met, 10-11)
Kur’Ă‚n-ı Kerim’de defaatle mahşer yerindeki insanların acı nedĂ‚met feryatları olarak; «يَا لَيْتَن۪ى» / «Âh keşke!» ifadeleri gecmektedir.
İnsan duşunmeli ki: Ne dunyada kacacak yer var, ne kabirde, ne de mahşerde!..
Oyleyse; فِرُّوا اِلَى اللّٰهِ «AllĂ‚h’a koşun!» (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 50) emrine uyarak, O’nun huzûruna koşmalı, O’nun huzûruna hazırlanmalı!.. Bilhassa gonlu ofke ve hırs gibi zehirlerden arındırmalı…
Cunku;
Ofke enĂ‚niyetten kaynaklanan bir zehirdir. Gurur ve kibirle aygırlaşan nefsin, taşkınlığıdır. Onu dizginlemek zordur. Bu sebeple Efendimiz hakikî yiğitlik ve gercek pehlivanlığı, ofkeyi yenebilmek olarak tarif eder:
“Yiğit dediğin, gureşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit kızdığı zaman ofkesini yenen adamdır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 76)
Ofkeyi yenebilmenin mumtaz bir misĂ‚lini, İslĂ‚m tarihinin en kahraman bahadırlarından olan Hazret-i Ali’nin hayatında goruruz.
Meşhur kıssayı Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚’nın kuvvetli nefesinden dinleyelim:
KILICI KINA DONDUREN SIR
Ameldeki ihlĂ‚sı Hazret-i Ali’den oğren! O Allah arslanı hilelerden temizlenmeyi ne guzel bilmiştir!
O ki; Allah yolunda bir gazĂ‚da karşısına cıkan amansız bir kişiyi alt ederek yere duşurmuş ve bertarĂ‚f etmek icin uzerine atlamıştı.
O esnada olumle burun buruna gelen kişi; yenilgisinin hırsıyla, edepsizlik etti, Hazret-i Ali’nin mubĂ‚rek yuzune tukurdu.
Hazret-i Ali; duşmanını oldurmek icin kaldırmış olduğu kılıcını o anda geri cekti. Duşmanın uzerinden kalkarak onu serbest bıraktı.
Olumun pencesinden kurtulan duşman kişi, rakibinin gosterdiği ve kendince yersiz olan bu merhamet ve af karşısında şaşırıp kaldı. Olumun dehşetini unuttu da, bu inanılmaz affın hayretiyle sual etti:
“–Neden boyle yaptın? Ey cenk meydanlarının yenilmez kahramanı! Lutfedip hĂ‚linden bir parca anlat! Bu nice ahvĂ‚ldir?
YĂ‚ Ali! Sen, bir fırtınaydın, dalgalı bir deniz gibiydin. Şimdi sĂ‚kin bir ummĂ‚n oluverdin! Seni o hĂ‚lden bu hĂ‚le getiren nedir?”
Rakibinin bu sozleri uzerine Hazret-i Ali şoyle buyurdu:
“–Ey kişi! Bilesin ki ben, kılıcımı yalnız Hakk’ın rızĂ‚sı icin kullanmaktayım. Cunku ben; Hakk’ın kolesiyim, nefsimin değil! AllĂ‚h’ın arslanıyım, hevĂ‚ ve hevesimin değil!
Şu gazĂ‚da seninle dovuşurken bana tukurmen dolayısıyla nefsĂ‚nî bir hĂ‚l zuhûr edince, kılıcı kınına koymayı munasip gordum. TĂ‚ ki, Allah icin seven ve Allah icin buğzeden bahtiyarlardan olayım.”
Bu mustesnĂ‚ fazîlet uzerine, adam hidĂ‚yete erdi. Hazret-i Ali’nin huzûrunda kelime-i şahĂ‚deti soyleyip İslĂ‚m ile muşerref oldu.
İşte hiddeti yenmeye lutfedilen ilĂ‚hî bereket!..
Ofke gibi, insanda taşkınlığa sebebiyet veren bir başka bĂ‚tınî haram ise; ihtirastır.
HIRS: GOLGE AVI!
Hırs «aşırı istek» demektir.
CenĂ‚b-ı Hak, insana rızkını verir. Fakat harîs insan, yiyebileceğinden fazlasını ister. MuptelĂ‚ olur. Kendini kahreder. Kendisi icin hayırlı olup olmadığını bilmediği hĂ‚lde; mala, servete, makama, şohrete yani her ceşit dunyalığa karşı hırs gosterir. HĂ‚lbuki dunya fĂ‚nîdir. Dunyaya ait her şey de fĂ‚nîdir. İnsan da fĂ‚nîdir.
CenĂ‚b-ı Hak insana, Ă‚hireti kazanması icin bir omur verir. İnsan ise fĂ‚nîliğe isyan hĂ‚linde yaşar. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Yemin olsun ki, sen onları (yahudiler gibi munkirleri) yaşamaya karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.
Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın.
HĂ‚lbuki yaşatılması (uzun omurlu olması), onu azaptan uzaklaştırmaz.
Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz gorur.” (el-Bakara, 96)
İnsanın dunyaya olan hırsı, ebediyet karşısında ne kadar zavallı bir hĂ‚ldir.
Zira ne kadar yaşarsa yaşasın; sert ve belĂ‚lı Ă‚hiret menzilinden donup baktığında, o koca omur ona bir hic gibi gelecektir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا
“KıyĂ‚met gununu gorduklerinde, (dunyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (en-NĂ‚ziĂ‚t, 46)
İnsanoğlu, mala ve dunyalığa karşı kendisinde bir irade olduğunu zanneder. HĂ‚lbuki bilmez ki malın onda bir iradesi vardır.
Mal, donmuş bir yılan gibidir. O vaziyette onunla istediği gibi oynar ve hep ona hukmedebileceğini zanneder. Fakat yılanın donukluğu onun elinin sıcaklığında cozulduğu anda olanlar olur. Acı bir şekilde onu zehirler ve harap eder. Kendinin kĂ‚r zannedip de icini ısıtan ve kendisinin de elinde ısıttığı o soğuk kazanc, hem boşa gitmiş, hem felĂ‚ket sebebi olmuştur.
Bir insanın kazancının helĂ‚llik yonunden keyfiyeti, onu nasıl kullanıldığına bağlıdır. Zira o kimsenin, elde ettiği serveti husûsunda;
Ne kadar pintilikten kacındığı,
Ne kadar israftan uzak durduğu,
Ne kadar da hayır ve hasenĂ‚ta sarf ettiği, parasının ve kazancının kaderini sergiler.
Hırslı insan, malı fĂ‚nîliğe bir care zanneder! Şu fĂ‚nî dunya gunlerini, şuursuzca bir mal toplama ihtirası icinde gecirenler; mezar yolculuğuna cıkarken avuclarında topraktan başka bir şey bulamayacaklardır. Bu ise ne hazin bir neticedir.
Gafil insan; definelerin ustunde oturup da ac kalan veya cağlayan nehirlerin kenarında susuzluktan olen bir ahmağa benzer.
Dunya hayatı, sĂ‚lih ameller işleyerek cenneti kazanmak icin bir Ă‚hiret tarlası… KĂ‚inat ilĂ‚hî bir tefekkur lĂ‚boratuvarı… Bunlara ilĂ‚veten rahmet olarak CenĂ‚b-ı Hak, kitaplar ve peygamberler gondermiş…
LĂ‚kin gafil insan; butun bunlardan mahrum ve nasipsiz kalarak, inkĂ‚r sucuyla ve gunah yukuyle acı bir iflĂ‚s hĂ‚linde cehennem yolcusu olmakta! Ne buyuk husran!..
Etrafındaki onca ilĂ‚hî nimetten habersiz, sĂ‚ir mahlûkat gibi yiyip icip hayatını şuursuzca surdurmekte… Sekr hĂ‚linde, dunyanın ve gafletin sarhoşu olarak, mĂ‚nen olu gibi yaşamakta…
Yağan yağmurları, acan cicekleri, doğan guneşi ve saclarına duşen akları, hicbir mesajı okuyamamakta…
Ne hazin bir mahrumiyet!..
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, bu hazin hĂ‚li teşbihlerle idraklere yansıtır:
“Dunya hayatı bir ruyadan ibarettir. Dunyada servet sahibi olmak ise ruyada define bulmak gibidir. Dunya malı muayyen bir zaman dilimi icinde nesilden nesile aktarılarak yine dunyada kalır.”
“Dunyaya gonul verenler, tıpkı golge avlayan avcıya benzerler. Golge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun golgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın uzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Hırsın caresi, hĂ‚le rızĂ‚dır. CenĂ‚b-ı Hak, insanın dunya ve dunyalığa hırslı olmasına gazap eder. Cunku harîs insan; AllĂ‚h’ın iradesi karşısında, O’nun muhteşem sırrından gafil olup da kendi Ă‚ciz aklını kullanan bir zavallıdır.
HĂ‚lbuki fĂ‚nî hayat carşısının en asil giysisi olan kefen, butun fĂ‚nî alışverişlerin ve ihtirasların iptal noktası değil midir?
Gafil beşerin butun cirkin cırpınışları, takdiri değiştirmeyeceği hĂ‚lde; AllĂ‚h’ın gazabına dûcĂ‚r olmak, ne hazin bir Ă‚kıbet olacaktır!
Kārun ve Sa‘lebe; hırsın kurbanları olarak bizlere takdim edilen, Ă‚kıbetleri perişan iki misaldir.
Kārun, Hazret-i Musa zamanında yaşayan Ă‚lim bir zĂ‚t idi. Tevrat’ı en iyi okuyup tefsir edenlerdendi. Şeytan onu derece derece dunyalığa alıştırdı. İmtihan îcĂ‚bı buyuk servetler elde etti. Fakat tatmin olmayan hırsıyla, dînî bir makam olan hibirliği / kurban işlerini yonetmeyi istedi. Bu vazifenin vahiyle, Hazret-i Harun’a tevdî edilmesini hazmedemedi. AllĂ‚h’ın hukmune rĂ‚zı olmadı. Hazret-i Musa’ya iftira tuzakları kurdu. Sonunda kahra uğrayarak, sığındığı servetiyle birlikte yerin dibine gecti.
Sa‘lebe de, mescid kuşu fakir bir mu’mindi. Efendimiz’den zenginlik icin duĂ‚ istedi. Efendimiz; hĂ‚le rĂ‚zı olmasını, kendisini ornek almasını telkin ettiyse de, o ısrarla maddiyat istiyordu. Sonunda istediğine nĂ‚il oldu. Fakat kalbi değişti. Efendimiz’in duĂ‚sı bereketiyle coğalan suruleriyle meşgul olmak icin, cemaati terk etti. Hırsı daha da fecî bir hĂ‚le vardı. ZekĂ‚t almaya gelen memurlara, cirkin mukabelelerde bulundu. O da hırsının ve cimriliğinin kurbanı oldu. İslĂ‚m toplumundan tard edildi. Vefat ederken de bir Ă‚h cekti;
“‒Bana Rasûlullah demişti ki:
«Şukredebileceğin az bir mal, şukredemeyeceğin cok maldan hayırlıdır.»
«SĂ‚lebe! Benim hĂ‚lim sana kĂ‚fî bir misĂ‚l değil midir?»”
Bu ah-vahlarla oldu. O bin bir hırs ile sarıldığı, sığındığı ve uğruna her şeyini, hattĂ‚ ebediyetini bile fedĂ‚ ettiği uc gunluk malı da, dunyada kaldı. O zararlı malın acıklı azĂ‚bından ibaret olan vebĂ‚liyle gocup gitti. (Bkz. Taberî, Tefsîr, XIV, 370-372; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 388)
CenĂ‚b-ı Hak, kulunun ihtirasa kapılmasına rĂ‚zı olmuyor. Kulundan rızĂ‚ istiyor. «رَاضِيَة: İlĂ‚hî takdire rĂ‚zı» olan kulundan O da rĂ‚zı oluyor. Kulunu «مَرْضِيَّة: İlĂ‚hî rızĂ‚ya erişmiş» kullar makamına yukseltiyor.
Kārun hĂ‚line rĂ‚zı olmadı, Sa‘lebe hĂ‚line rĂ‚zı olmadı. FelĂ‚ketlere dûcĂ‚r oldu.
Butun kavgalar hĂ‚le rĂ‚zı olmamaktan kaynaklanır. Takdire rızĂ‚, ofkenin de hırsın da en tesirli ilĂ‚cıdır.
CenĂ‚b-ı Hak, rĂ‚zı olan kullarından eylesin. Ofke ve hırsını yenerek; af ve rızĂ‚ hĂ‚lini yaşayan, gonul Ă‚lemini nefsĂ‚nî kirlerden arındırarak, tevhidi kemĂ‚le eriştiren kullarından eylesin.
Âmîn!..
Osman Nuri Topbaş-Yuzakı Dergisi
Yıl: 2017 Ay: Temmuz Sayı: 149
__________________
Ofke ve İhtiras: UKBÂYI YAKAN İKİ ATEŞ
Dini Bilgiler0 Mesaj
●30 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Ofke ve İhtiras: UKBÂYI YAKAN İKİ ATEŞ