Şirk bir vehimdir. Cunku Allah’ın eşi ve benzeri yoktur. Fakat şirk sadece puta tapıcılığa indirgenirse Kur’an’ın bu konuyla ilgili butuncul bakışı goz ardı edilmiş olur. Cunku Kur’an bize, nefsin hevasının dahi ilah edinilebileceğini (Furkan, 25/43.), arzular ve ihtiraslarla da şirk batağına duşulebileceğini doğrudan soylemektedir. Bu demek oluyor ki şirk dediğimiz zaman insan kadar girift, insan kadar tarazlı ve insan kadar cok boyutlu bir olguyla karşı karşıyayız.

İnsanı dunyadaki sorumlu yuruyuşunden alıkoyacak, onun istikametini cennetten başka taraflara cevirecek her oluşun ve yonelişin, yolları ikilemesi bakımından bir şirk bicimi olabileceğini, en azından icinde onun şaşılık veren zehrinden damlalar barındırabileceğini anladığımız anda hayatın her alanına nufuz edebilecek sinsi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu da fehmetmiş oluyoruz.

İslam’ın ısrarla dikkat cektiği, butun imkÂnlarıyla tıkamaya calıştığı bir gedik olarak şirk, insanı da, toplumu da topyekûn ifsat edebilecek mahiyettedir. Buyuk insanlık yuruyuşu boyunca vahiy tam da bu batışı engellemek, insanı bu calkantılı denizde dengede tutmak ve yaratılış amacına uygun olarak sapasağlam Rabbine donmesini sağlamak gibi eşsiz bir rehberliğin adıdır.

Şirk ilk duğmeyi yanlış iliklemekle eşdeğer bir bilinc sapmasıdır. İnsanın kendisini var eden iradenin karşısında kibre kapılıp kendi kendine yeteceği yanılgısına duşmesi de, hayatı Allah’ın sozunun gectiği ve gecmediği cuzlere ayrıştırması da ve Allah’ın ona yuklediği sorumluluğu inancsızlık girdabına kapılıp reddetmesi de ozunde şirkten nuveler taşıyan savrulmalardır.

Şirk, sadece Allah’a ortak koşmak şeklinde değil, onun emirlerine, beşeriyetin onune koyduğu kurtuluş koprusune şerikler cıkarmak suretiyle de tezahur edebilmektedir. Elbette yeryuzundeki insan sayısınca O’na giden yollar vardır. Lakin bu yollar vahyin koridorundan taşmamakla mukelleftir. Aksi hÂlde yolun ucunun insanın kendi vehminde yontup buyuttuğu putlara cıkması kacınılmazdır.

Allah’a (c.c.), kayalardan yontulan putlara tapmak suretiyle ortak koşmak bir klasik donem şirki olarak buyuk olcude miadını doldurmuşa benziyor. Peşinden insan aklının kendi kendine yetebileceği yanılsaması uzerinde yukselen ve sırtını pozitivizme dayayan, modern şirk bicimleri arzı endam etti. Farklı gozukmekle birlikte bu iki şirk turu de aynı bataklıktan beslenir.

Ozgeci Simone Weil, puta tapıcılığın ruh kokunde doğaustu dikkati gosterememenin ve bu dikkatin gelişmesi icin gerekli olan sabra sahip olamamanın yattığına isabetle dikkat ceker.

Putperest, kutsal olana dokunmak, hem de hemen şimdi, burada dokunmak, onu goz hapsine almak, ihata etmek ister. Bu bize pozitivizmin konumlandırıcı, anlayamadığını reddedici niteliğini hatırlatıyor. HÂlbuki insan gorebildiği, dokunabildiği ve tastamam anlayabildiği bir kutsal karşısında ilk olarak kulluğunu yitirecektir, yani insanlığını…

Modern zamanlarda daha cok bir entelektuel savruluş olarak karşımıza cıkan şirk, bu paradoksal dunyada vahyin ışığında yurumek ve cennete bir yol bulmak icin insana bahşedilen aklı putlaştırıp onun kavrayamadığı her şeyi inkÂr etmek yoluna gitmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in, Allah’a ortak koşan kişileri gokyuzunden duşup parcalanan, kuşlar tarafından didiklenen veya ruzgÂrla uzak bir koşeye suruklenen şeye benzetmesi idraklerimize guclu ve hikmetli bir metaforla kazınmaktadır. (Hac, 22/31.) Muşrik, bilincini semadan yeryuzune duşuren kişidir. Orada akbabalarca parcalanması ve nihayet ucurumların kenarına suruklenmesi kacınılmazdır.

Orneğin burada durup duşunuyoruz, Musluman icin mihver teşkil eden kutsal mekÂnlar ve ozellikle hac ibadetinde sembolik anlamları ağır basan ibadetler, nasıl oluyor da insanın somutlamaya meyyal tarafına teslim olmuyor?

MekÂn ve kutsal sembollerle terbiyeli bir mesafeyi hep uyanık tutan bu ibadetlerde, insanın mekÂnla, mekÂnın kutsalla, kutsalın tekrar insanla ilişkisini gonyede tutan ince, urpertici bir tevhit rikkati de goruyoruz. Ve bunu yalnızca İslam’da goruyoruz. Diğer butun inanc ve ahlak sistemleri panteizmle materyalizm aralığında, kimi ice kimi dışa doğru muvazenesizliklerle ama bir şekilde tevhidî merkezlerini yitirmiş sistemler olarak karşımıza cıkıyor.

Kitabımız Kur’an, şirkin en buyuk “zulum” olduğunu beyan ederek, filozofların uzun yıllar eteğinde gezindiği kotuluk ve teodise sorununa da şumullu bir acıklık getiriyor. Kur’an’ın yeryuzundeki kotuluk ve zulum meselesini de ihata eden kulli ve aşkın bakışı bize, tevhidin korunmasını sağlayan ufukların onemini gosteriyor. Orada, Allah’ın Âlemlere zulum murad edici olmadığını (Âl-i İmran, 3/108.), zulmun buyuğu olarak ise şirkin gosterildiğini goruyoruz. (Lokman, 31/13.) Soruyu yutan bu cevaplar, bir bakıma idraklerimizi yeryuzundeki butun kotuluklerin, fesatların ve yıkımların ruh kokune yoneltiyor. KÂinatın muhteşem kaosu, bu kaosun icindeki tuyler urpertici ahenk ve insanın ahlaki tekÂmule istidadı, tevhit nazarıyla bakıldığı zaman kozmolojiyi ve biyolojiyi aşan bir anlam alanına acılıyor. Mahlûkatın tumu, bir tevhit tecellisinin enstrumanı olarak kendisine emredilen dairede huviyetini devam ettirirken, sadece insanın, bir imtihan uzere dunyaya gonderilen insanın, bu dairenin dışına cıkabilmek “hurriyetiyle” sorumlu tutulduğunu goruyoruz. Bu hurriyet muthiş, muthiş olduğu kadar korkunctur. Beşerî insiyakımızla empati kuramayacağımız bir iradenin, ancak varlığı aşkın bir iradenin yaratabileceği bir hurriyet...

Dunya ve icindekileri, Mevlana’nın meşhur fil metaforunda olduğu gibi, parcalayarak okumaya devam ettiğimiz surece bilinc yarılması da denebilecek demagojiler devam edecek. Kant’ın yaptığı gibi, herkes kendi diyalojik metni uzerinden bir teodise mahkemesi kuracak ve istediği tarafı gulunc duruma duşurecek. İlk kez fille karşılaşan insanların karanlık bir ahırda onu elleriyle muşahede etmek isteyişleri gibi, insanın hayat ve onun anlamı uzerinde patinajları surecek. Hortumunu tutan onu oluk, kulağını tutan yelpaze, bacağını tutan sutun zannedecek. Bu zannedişler devam ettiği surece savaşlarla, afetlerle, trajedilerle ilgili parcalanmış zihinler oksijensiz kalmaya mahkûm olacak.

Allah’a (c.c.) şirk koşan kişi her şeyden evvel kendi hikÂyesine golge duşurmuştur. Bir katilin maktulden once kendi insanlığını oldurduğu, bir zalimin mazlumdan once kendi kulluğuna gadrettiği gibi...

Allah’a ortak koşmanın en zorba şekli budur. Yeryuzundeki kotulukler, hayatın aksi icinde bin bir suret alıyor ve bizi bambaşka sonuclara goturuyor, fakat kotuluk tezahurlerinin izini surup yaşamı ceşitlendiren prizmanın ardına kadar uzandığımız vakit orada tek bir kotuluk buluyoruz; şirk!

Kendi kendine yetip artacağını zanneden insanın yaşamı anlamlandırmak icin kendinden başka bir varlığa ihtiyac duymayı reddedişi!

Ki bu sekuler eşik, kutsalı karşısında tutan, gorulebilir bir alanda, ongorulebilir işlerliğe hapseden klasik donem putperestliğinin uvey kardeşi değil de nedir?

Beşer aklının, once kendini sonra maddeyi yaratılış amacının dışına iterek gectiğimiz yuzyılı nasıl kan golune cevirdiği ve bugun de cevirmeye devam ettiğine dair şaşkınlık, Epukuros’tan Kant’a, Hume’dan Camus’ya kadar inananlara yoneltilen demode kotuluk sorunu’nun altında kalacak cinsten değildir.

Ondokuzuncu yuzyıl pozitivizminin dunyayı kasıp kavurduğu, evrendeki her bir şeyin arkasındaki sırrın pek kısa zamanda cozuleceğinin zannedildiği o agresif akıl cağında değiliz. Bugun teodise uzerine edeceğimiz hicbir soz, şahadet parmaklarımızı, yorungesinden cıkmış ve ardında milyonlarca ceset bırakarak kendi hikÂyesinin sonuna gelmiş, “insan aklına” doğru uzatıp susmaktan daha guclu bir anlatıma sahip olmayacak.

Şirk kalbin şaşılığıdır, o yuzden tamiri kalpten gerektir. Zamanı, mekÂnı, cumle eşyayı ve dahi yokluğu yaratan Allah Azze ve Celle, insanı hakikate şahit kılmıştır. Tefsir Âlimleri, Kur’an’da Hz. İbrahim’le (a.s.) ilgili zikredilen “kalb-i selim” ifadesini, onun putperestlikle mucadelesinden mulhem, şirkten uzak duran, tevhidin golgesinde carpan kalp anlamına geldiğini soylemişler.

İnsanoğlunun tevhidin golgesinden başka inşirah bulacağı, felaha ereceği yeri yoktur. Cunku her şeyin maliki O’dur. Donup varacağı O’dur. Yaşarken sığınacağı, olunce huzuruna cıkacağı O’dur. Kimse O’ndan kacamaz. Kacılacak yerler O’nundur. Gozunu kapayan da, kısıp ufku delmeye calışan da O’ndan başkasını goremez. O her yerdedir. Ve O her şeyden munezzehtir. Ve O’nun huzuruna nasıl cıkmamız gerektiğini Bağdatlı Ruhi, gonlu vahiyle atan dizelerinde ne guzel ifade etmiştir:

“Sanma ey hÂce ki senden zer u sîm isterler.
’Yevme la yenfeu’da kalb-i selîm isterler.”


Diyanet Aylık Dergi/ Aralık 2015

__________________