Olum Ecel, Rahmete Kavuşma, Olumle Yuzleşme, Allah’ın El-Mumît Guzel İsmi

Dunyadaki butun canlılar, belirli bir omre sahiptir. Mikroptan file, ottan elma ağacına kadar her canlı varlık, omrunu tamamlayınca mutlaka olmektedir. Oysa insanın icerisinde bir ebediyet ozlemi bulunmaktadır. Bu nedenle olum insanda buyuk bir kaygıya neden olmaktadır. Coluk cocuk sahibi olmak istememizde, onların onca sıkıntısına katlanmamızda bunların bizlerin olumu ile icimizdeki ebedi yaşam arzusunu bir derecede de olsa surdurmeleri rol oynar. Ayrıca bu durum olum kaygısını azaltmaktadır. Dedelerin ve ninelerin oz cocuklarını yeterince sevme imkÂnı bulamadıkları halde torunları yanında iken duydukları huzur ve mutluluk hissinde olum kaygısının o sırada ortadan kalkmasının onemli bir rol oynadığı acıktır.


Nefis, olumun kendi başına geleceğine inanmaz. Elbette her insan, olumlu olduğunu bilir. Bir gun bunun başına da geleceğini anlar. Ama buna karşın olum olayının şu an, icerisinde bulunduğu zamanda gercekleşebileceğine inanmaz. Buna ihtimal bile vermek istemez. Bunu inkÂr eder. Olumun cok ileriki bir zamanda gercekleşeceğini varsayar. Nefis sanki bu konuda Allah’tan bir ahit almış gibi davranır. İnsan istese bile olum duşuncesini, şu anda olme ihtimali olduğunu hicbir zaman kolay kolay kabullenememektedir. Bunun bir nedeni de insanın ebedi yaşam icin yaratılmış olmasıdır. Gercekten olum olayı ile insan yaşamı gorunuşte ortadan kalkıyorsa da aslında başka bir boyutta bu yaşam surmektedir. Kabir ve berzah Âlemi, kıyamette diriliş yeri, mahşer, cennet ve cehennem bu ebedi yaşamın devam eden yada edecek olan gecici yada daimi mekanları olmaktadır. Ruh olum olayı gercekleştiğinde olmemektedir. Bedenin toprak olması ile onun bir ceşit atmosferi olan nefis de yok olmaktadır. İnsan ozu olan ruhu ile var olmaya devam etmektedir. Kıyamet gunu bu ruha yuce Allah (c.c.) yeniden beden elbisesi giydirecektir.


Olum olayı İslam dinine gore Allah’ın (c.c.) emri ile gercekleşir. Kazalar, hastalıklar aslında birer perdedir. Azrail Aleyhisselam da sadece vadesi dolan insanın canını almada gorevli bir melektir. Aslında her şey, Allah’ın (c.c.) izni ve yaratmasıyla meydana gelmektedir. Bu nedenle olen kimse icin “Allah’ın rahmetine kavuştu.”, olen kişiye de ‘rahmetli’ derler.


Allah’ın (c.c.) olumu kazalarla, hastalıklarla, hatta Hz. Azrail (a.s.) isimli melekle perdelemesinin bazı hikmetleri vardır. Bunların icerisinde en kayda değer olanı, olum sırasında insanların yaşadıkları kayıpla yuce Allah’a karşı edepsizlik ve saygısızlık yapmalarını onlemektir. İnsanlar genellikle sebeplere takılırlar ve kayıplarında isyanlarını bunlara sergilerler. Yoksa yuce Allah’a karşı ağızdan cıkan terbiyesizce ve saygısızca sozler insanları bağlayabilir, onların dunyada ve ahrette buyuk cezalar almalarına neden olabilirdi. Bu durum da aslında yuce Allah (c.c.) tarafından biz kullarına verilen buyuk bir nimettir.


Allah’ın (c.c.) bazı insanlara uzun, bazılarına da kısa omur vermesi hikmetini ancak ahirette tam olarak anlayabileceğimiz bir rahmettir. ‘Bir canlıya omur verilmesi de onun omrunun kısaltılması da bir kitaptadır (ilahi bir kanunladır). Şuphesiz bunlar Allah’a kolaydır (Fatır suresi, 11).’ Allah (c.c.), olum gibi kimsenin hoşlanmadığı bir olayı engin ve sonsuz rahmetiyle gercekleştirmektedir. Oyle ki insan ahrette amel defterine baktıktan ve ilişkide bulunduğu diğer insanların durumlarına vakıf olduktan sonra El- Mumît olan yuce Allah’ın engin ve sonsuz rahmetiyle kendisinin tam zamanında olumune karar verdiğini gorup sonsuz bir sevinc ve şukran duygusu yaşayacaktır. Bundan razı olacaktır. Hatta dunyada iken kucuk yaşlarda olen evlatları icin anne ve babalar da bu duyguyu yaşayacaklardır. Kuran-ı Kerim’de Kehf suresinde anlatıldığı uzere Hz. Hızır Aleyhisselam’ın sebepsiz yere kucuk bir cocuğu oldurmesi manidardır. Bunun altında yatan hikmeti Hz. Hızır Aleyhisselam, Hz. Musa Aleyhisselam’a anlatırken onun ileride buyuduğunde anne ve babasına karşı asi bir evlat olacağını, anne ve babasını da inkÂrcılığı ve azgınlığı ile kotu yollara surukleyeceğini gerekce olarak gosterir. Belki bunda kucuk yaşta evlatlarını kaybeden anne ve babalara bir teselli bulunmaktadır. Zira kucuk yaşta olen cocuklar, ahrette hesaptan muaf tutulmaktadırlar. Bu durum onlara icin bir kurtuluş, anne ve babaları icin bir sevinc kaynağı olmaktadır.


Allah’tan (c.c.) sadece uzun omur istemek doğru değildir. O’ndan hayırlı uzun omur istemek gerekir. Cunku boyle olunca uzun omur ahret icin bir sermaye olur. Yoksa hayır icermeyen uzun omur insana her gun buyuk zarar ve ziyan getirir. Olmaması, olmasından yeğdir. Hadis-i şerifte ifade edildiği uzere ‘Dunya, ahretin tarlasıdır.’ Buna gore kendisine hayırlı uzun omur verilen insanlar, ahret sermayelerini artırma imkÂnı bulabilirler. Cunku boyle bir omurde salih amelleri daha cokca işlemeleri mumkun olur. Salih ameller, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) Mektubat’ta belirttiği uzere en başta İslam’ın beş şartıdır. İslam’ın beş şartı ile yoğrulmayan bir hayat buyuk bir kayıptadır. Her gecen gun, onun icin buyuk bir zarar ve ziyandır. Yuce Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de onlarca ayet-i kerime ile iman eden ve salih ameller yapan kullarını altında ırmakları akan cennetlere koyacağını beyan buyurmuştur. Fakat gunumuzde insanların buyuk kısmı, şeytanların vesvesesi ve nefislerinin azgınlığı ile ceşitli gunahların pencesi altında bulunmakta, İslam’ın beş şartından uzaklaşmakta ve sadece kalplerinin temiz olduğu gerekcesi ile bu cennetlere gireceğini iddia etmektedirler. İman ve salih ameller ahret icin temel sermayedir. İnsanın kalbinin temiz olduğunu iddia etmesi şeytanları guldurecek boş bir sozdur. Nefis butun gunahları işleyecek potansiyelde yaratılmıştır. Mumin her an nefsiyle savaş halindedir. Bazı insanlar, nefsinin elinde esirdir. Ceşitli gunahlara duşerler. Bunlardan kurtulmak isterler ama başaramazlar. Bazı insanlar ise, bu gunahlardan memnundur, hatta bunlarla ovunurler. Boylelerinin imanları da yavaş yavaş kaybolur, kufre duşerler. Cunku her gunahta insanı kufre duşuren bir yol vardır. Uzun bir omru hayırlı yapan iman ve salih amellerdir. Omur iman ve salih amellerle yoğrulursa Allah’ın mağfiretine, rahmetine, dahası rızasına erebilir. Bunun dışında bir yolla insanın bunlara ereceğine inanması, nefsin ve şeytanların vesveselerinden başka bir şey değildir. İnsanların kendilerini kandırması veya daha da kotusu kandırılmaya razı olmasıdır. Onun icin bu esasa dikkat etmek şartıyla dualarda hayırlı uzun omur istenebilir.


Peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerde ummetinin omrunun gecmiş kavimlere gore kısa olacağını, ummetindeki kişilerin genellikle 60 ila 70 yaşları arasında oleceğini belirtmiştir. Olumlerin ise genellikle nazardan, yani kotu bakıştan kaynaklandığına da işaret etmiştir. İstatistiklere baktığımızda ise gunumuzde cağın getirdiği bazı olumsuzluklar yuzunden olumlerin genellikle 50’li yaşlarda sıklaştığı gorulmektedir.


İnsanların birbirlerine zulmetmeleri, bunun sonucu olarak yaptıkları bedduaları da olum nedenidir. Hayırlı uzun omur ise, insana genellikle kalp kazanmakla, dua almakla ihsan olunur. Kalp kazanmak, dua almak ise kolay değildir. Genellikle ufak tefek iyiliklerle değil dişe dokunur veya buyuk iyiliklerle insana nasip olur. Tabii hicbir iyiliği de kucuk gormemek gerekir. Bir de her insan bir esmaya, Allah’ın guzel bir ismine mazhardır. Bunu daima goz onunde bulundurmak gerekir. Onun icin atalarımız, ‘Herkesi Hızır, her geceyi Kadir bilmek gerekir,’ demişlerdir. Beddualarda ve dualarda insanların uzerinde tecelli eden Allah’ın guzel ismi cok etkili olur. Hatta kalp kırmak ve gonul almak da tıpkı beddua etmek ve dua almak gibidir. Nasıl doğada her cicek bir hastalığa şifa ise her bir insan da boşuna yaratılmış değildir. Bedduası ve kırık kalbi ceşitli hastalıklar ve olum getiren insanlar coktur. Tabii hadis-i şerife gore beddua eden kişi haksız ise yaptığı beddua kendisine doner. İşin bir de bu cephesi vardır. Onun icin bedduadan; beddua gerektirecek yanlış ve kotu işlerden, zulumlerden uzak durmak gerekir. Bir de haklı olsak bile surekli bedduaya başvuruyorsak haksız olduğumuz durumlarda Allah (c.c.) bizim icin başkalarının beddualarını da işleme koyabilir. Farkına varmadan, bilmeden zulmettiğimiz insanlar olabilir. Yakınlarımızın cirkin işleri bile bizlere olumsuz olarak tesir edebilir. Yani bu beddua yolunu hayatımızdan cıkarmak akıl karıdır. Peygamberimizin (s.a.s) evinden cıkarken yaptığı duada dediği gibi ‘zulmetmekten ve zulme uğramaktan Allah’a sığınmak’ gerekir. Zaten kalp kırıklığının beddua gibi olduğunu soyledik. Bu intikam icin yeter de artar bile. Yine aynı insan bir derde de şifadır. Duası, gonlu alındığında bunu ikram eder. Elimizden geldiğince gonul almak, başkalarının dualarına talip olmak hayırlı uzun omur icin vesile olabilir. Ama bunların dunya veya ahret hayatlarımızda yada her ikisinde daha başka pek cok hayırlara vesile olacağı muhakkaktır. Cunku yuce Allah (c.c.) en kucuk bir iyiliği, hatta ‘zerre kadar bir iyiliği’ boşa cıkarmaz (bk. Zilzal suresi, 7). Sosyal hayatımızda, iş hayatımızda dua ve gonul almak icin sayısız imkÂnlar vardır. Her gun karşımıza bunun icin pek cok fırsat cıkabilir. Akıllı insanlar hem işlerini yaparlar hem de bu acıdan kazanclı olmaya bakarlar.



El- Mumît (hayatı alan, olduren), yuce Allah’ın (c.c.) dunya yaşamında omru tamamlananların canını alması anlamına gelir. Olen mumin Allah’ın (c.c.) rahmetine kavuştuğu icin olum aslında kutsal bir olaydır. Olumle insan Allah’a yaklaşmaktadır. Olumle insanın inanması gereken şeylere yakinliği artmaktadır. Orneğin insan olumle melekleri gormekte, kabir azabına veya kabrin cennet bahcelerinden bir bahceye donuşune tanık olmaktadır. Olum insanı herhalukarda yaratıcısına yaklaştırmaktadır. Bu hem mumin hem de kÂfir icin boyledir. KÂfir, kabir azabı ile yaratıcısının hak olduğuna inanmaktadır. Tabii bu imanı onu azaptan kurtaramamaktadır. Allah (c.c.) olumun otesinde yer aldığına gore olum, asıl sevgiliye ulaştıran bir koprudur. Mevlana Celaleddin Rumi olume bu yuzden şeb-i arus (duğun gecesi) demiştir.



Olumu cokca duşunmek hadislerde tavsiye edilmiştir. Tarikatlarda olum murakabesi onemli bir derstir. Hatta tarikatların coğuna girişte bu ders şart olarak yapılır. Bazı tarikatlar, zikir (virt) oncesinde muritlerinin olum murakabesi yapmasını isterler. Olum murakabesinin temeli kişinin kendisinin olduğunu kabul etmesi ve olumden sonraki işlemleri kafasında canlandırmasıdır. Yıkanma, kefenlenme, namazının kılınması, kabre yerleştirilmesi, meleklerin onu sorguya cekmesi vs. Ama kişinin bilhassa kendini kabirde curumuş olarak duşunup Allah’ın rahmetine ve mağfiretine muhtac olduğunu anlaması olum murakabesinin temel esasıdır.


Bir insan anne ve babasının veya diğer yakınlarının olumunden ders alamıyorsa ona başka hicbir şey tesir etmez. Hicbir nasihat kar etmez. Coğu insan hak yola girmeye, gunahlardan tovbe edip İslam’ın şartlarına sarılmaya genellikle yakınlarını kaybettiğinde başlar. Boylece onların olumu kendisi icin bir rahmet vesilesi olur. Olum insan icin dunyada başına gelebilecek en korkunc şeydir. Cunku dunyada ondan ote bir şey yoktur. İnsan yakınları olunce bir şok yaşar. Bu korkunc olayın daha once başına gelmeyeceğine veya cok ileriki bir tarihte geleceğine inanan nefsi, bu inanışında derin bir kuşku duyar. Yakını ansızın olduğune gore bunun kendi başına da bu şekilde geleceğini duşunur, anlar. Onun icin insanlar bu durumda iken tovbe edip salih ameller işlemeye cok musaittirler. Bu anlar guzel değerlendirilir ise insanlar icin hak yola girmede bir milat olabilirler. Taziyelerde olu yakınlarını teselli ederken onlara bu yolda guzel oğutler vermeyi ihmal etmemek, onları hak yola davet etmek gerekir. Tabii her şeyi edep ve usulune gore yapmak, kimsenin de kalbini kırmamak da onemlidir.


Olumle yuzleşmeyen kişi yaşamın ciddiyetini, onemini ve amacını kavrayamaz. Boyle bir insanın hayvandan farkı yoktur. İnsan ne zaman olumle yuzleşirse o zaman varoluşunu sorgular: Ben nicin yaratıldım? Yaşadığım hayat, Allah’ın rızasına uygun mudur? Hayatımdaki işlerin ve sozlerin hesabını ahrette verebilecek miyim? Bunlar ve benzeri sorular, ancak olumle yuzleşen ve hayatının sorumluğunun bilincine varan kişilere mahsustur. Onun icin varoluşcu filozoflar olumle yuzleşmeye cok onem verirler. Kişinin hayatını sorgulamasını, ona bilincli bir şekilde bicim vermesini buna bağlarlar. Olum gercekliğinin, insanın yaşamına karşı sorumluğunu gercekleştireceğini duşunurler. Fakat bir varoluşcu filozof bu konuda bir muminin parmağı kadar bile olamaz. Varoluşcu filozoflardan inanclı olanları bulunmakla birlikte onlar genellikle Allah’a ve ahret gunune inanmazlar. Mumin bu dunyayı aşan bir inanca sahiptir. O sadece olumun soğuk cehresi nedeniyle yaşamın ciddiyetini ve sorumluğunu hissetmez. Onu asıl kaygılandıran şey, olumden sonraki hayatta, kabirdeki ve yeniden bedene kavuşturulup hesaba cekileceği mahşer meydanındaki durumudur. Ebedi hayatı icin yargılanmasıdır. Dunyada yaptığı her işin, soylediği her sozun hesabının gorulmesidir. Cennet ve cehennemle odullendirilmesi veya cezalandırılmasıdır. İşte bu durumlar, mumini yaşama karşı daha ziyade sorumlu ve ciddi kılmaktadır. Coğu varoluşcu filozof, sanki bir marifetmiş gibi yaşamlarına kendi elleri ile son verirler. Olumu varoluşun en onemli aşaması olarak gorduğu ve bu konuda bireysel hakları olduğu gerekcesi ile bunu yaparlar. HÂlbuki olum, oldurmek Allah’ın hakkıdır. Canı O verdiğine gore olumu de insana O tattırmalıdır. İnsanın canı uzerinde hicbir hakkı bulunmamaktadır. Şeytanlar verdikleri vesveseler ile nefsin kendini buyuk gorme damarını okşayarak maalesef varoluşcu filozofları bu şekilde kandırmaktadır. Aslında varoluşcu filozoflar bu davranışı ile olumu kucuk gorduğunu, dolayısıyla hayata karşı da bir sorumluğunun olmadığını dışavurmaktadırlar. İntihar eden bir varoluşcu filozof, her şeyi boyle bir koskoca yalan uzerine bina ettiğini bu davranışı ile ispat etmektedir. Bir muminse olume ve yaşama karşı saygılıdır. Omru Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak icin bir vesile olarak gorur. Hayattan bezse bile umidini kaybetmez. Hayatın amacı olume, olumden sonraki yaşama hazırlıktır. Mumin Allah’tan her daim hayırlı uzun omurler ister. Cunku salih ameller ile dokuduğu her gun onun icin ebedi hayatında bir ahret sermayesidir.


El- Mumît guzel ismini zikrin buyuk faydaları vardır. Her şeyden once bu zikir insanın imanını, ozellikle ahrete imanını guclendirir. Ayrıca bu zikir ceşitli ruhsal sıkıntılara, problemlere, ozellikle panik atak, nedensiz kaygı ve strese cok iyi gelir. İnsan bu zikirle asla olumunu veya başkalarının olumunu arzu etmemelidir. Bu doğru değildir. İnsanın ebedi hayatında buyuk pişmanlıklara ve cezalara neden olabilir. Bu, Allah’ın ismini ve zikrini kotuye kullanmadır. Bunlar icin yuce Allah (c.c.) şoyle buyurmaktadır:“En guzel isimler Allah’ındır. O halde O’na en guzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına carptırılacaklardır (Araf suresi, 180).” Bu guzel ismi Allah’ın El-Hayy (Diri, hayat sahibi) guzel ismi ile birlikte zikretmek daha guzeldir. ‘Ya Hayyu, ya Mumîtu’ zikri, Allah’ı tanımada buyuk bir yakinlik sağlar. Bu guzel isimlerin zikri buyuk dunyevi ve uhrevi armağanları saklar. İnsanların buyuk coğunluğu olumu duşunmedikleri gibi Allah’ın bu guzel ismini de inkÂr ederler. Bir kişi Allah’ı bu guzel isimleri ile cokca zikrederse kendisine buyuk bir hikmet de verilir. Cunku hikmet (Allah’ın rızasına uygun derin duşunce) en cok olumu tefekkurle doğar. Hayırlı uzun omur, guzel bir halle olme, Allahın rızasına erme de bu zikrin kayda değer dunyevi ve uhrevi armağanlarındandır.


El- Mumît (hayatı alan, olduren) guzel ismi ile kula duşen gorev, olen her insandan bir ders cıkarıp sıranın da bir gun kendisine geleceğini duşunmesidir. Her an oleceğini bilmesidir. Ayrıca kul olum olayı gelmeden once her fırsatta tovbe ile yaşamına ceki duzen vermeli, Allah’ın (c.c.) emir, yasaklarına ve rızasına uygun yaşamalıdır. Olumden sonrası icin salih amellerle hazırlık yapmalıdır.


Allah bizlere hayırlı uzun omurler ihsan eylesin. Bu sayede razı olacağı salih ameller nasip eylesin. Âmin.

Muhsin İyi
__________________