Hic şuphesiz bir topluma yapılacak kotuluklerin başında, o toplumu, bugunku ve yarınki varlığının en hayatî kokleri sayılan mazideki değer ve dinamiklerinden koparmak gelir. Yıllar var ki milletimiz, hep boyle sinsi bir plÂnla karşı karşıya kaldı; hatt ona o zenginlerden zengin tarihi unutturularak Âdeta bu koskoca millet millî hafızadan mahrum bırakıldı. Aslında biz millet olarak, bu bolgede var olduğumuz gunden itibaren eskilerden tevÂrus ettiğimiz her şeye kendi boyamızı calarak, onları yepyeni kıymetlere ulaştırdık ve tamamen kendimize mal ettik.
Uzerinde bulunduğumuz bu topraklar, cevremizde cağlayıp giden ırmaklar, dort bir yanımızda salınan ağaclar, gonullerimize urpertiler salan mehîb zirveler, sımsıcak ve yumuşak ovalar-obalar ve her uğrayışımızda Âdeta bir ahiret koyuna uğramış gibi bizi uhrevîleştiren mezarlar ve o mezarlar icinde ibretli bir sessizlikle yuzlerce seneden beri yatan oluler o kadar bizimdir ve o kadar duygularımızla icli dışlıdır ki, onlarsız edemeyiz..aksine ne zaman onlardan uzak kalsak, ruhlarımızın ciddî bir "dÂussıla" ile sarsıldığını hisseder ve hemen onlara koşmak isteriz.
Evet biz, işte bu olcude gonullerimize sinmiş bu topraklar uzerinde onun havası ile, suyu ile beslenerek yirmi birinci asrın sahillerine ulaştık. Biz, bu toprakların cocukları, mubarek tarihin mirascıları ve torunları olmakla ovunduğumuz olulerimizin de dalları, surgunleriyiz.
Bu itibarla da, o kendine has rengi, deseni, şivesiyle gecmişimize hayranlık duymamız ve onunla alÂkalı yitirdiğimiz değerlerin hasretini cekmemiz gayet normaldir. Eğer gayri tabiî bir durum varsa, o da bu konudaki vurdumduymazlıktır. Mazi; şekil, keyfiyet ve oz bakımından bizim duygu ve duşuncelerimizin kaynağı, şimdiki mevcudiyetimizin koku, yarınki bekamızın da esasıdır. Bu acıdan da o bizden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, her zaman bize bizden daha yakın olacak ve gonullerimizin en mûtena yerinde hep bir sevgili gibi kendisini hissettirecektir. Eğer bugun millet olarak varlığımız soz konusu ise, bunu buyuk olcude o şanlı gecmişe borcluyuz. Biz, onun o engin cağlayanları icinde aka aka durulmuş ve gokten inen yağmur damlalarına denk bir safvete ermiş; onun vadilerinde rotuşlana rotuşlana şekillenip kendimiz olmuş ve millet ruhunun en son basamağına ulaşmışızdır. Bu itibarla da, gelişip icinde kıvama erdiğimiz boyle bir zaman dilimine karşı lÂkayt kalmamız, topraktan sokulup atılan ve hava ile, su ile irtibatı kesilen bir filiz gibi kuruyup gitmemiz, hatt yok olmamız demektir.
Omurlerimiz vefa ettiği surece biz boyle mubarek bir zaman dilimine karşı lÂkayt kalmayacak, evet kuruyup gitmelere karşı hep maziye ve onun değerlerine sığınarak yaşama azmimizi bileyip geleceğe yuruyeceğiz. Bu bitmeyen yolculukta, geceler her zaman o fusunlu hÂlleriyle; gunduzler mor, menekşe renkleriyle; cevremizdeki canlı-cansız nesneler kendi orijinleriyle; koylerimiz, kasabalarımız, şehirlerimiz, bizim duygu ve duşuncelerimizden fışkırıp cıkmış bize ait hususiyetleri ve hislerimize benzeyen cehreleriyle gonullerimize surekli gecmişi fısıldayacak ve ruhlarımıza butun zamanları birden yaşama tılsımlarını ufleyeceklerdir..ufleyeceklerdir zîr gecmiş, bizim cocukluğumuzun beşiği, gencliğimizin altın cayırları, olgunluk donemimizin silinmez izleri, olulerimizin mezar şeklindeki otağları ve umitlerimizin, emellerimizin masmavi ibrişimleri ile orulmuş, orulup Cennet bahcelerine donmuş bir sonsuz ulke ve bir sihirli diyardır. Evet, maziye her yonelişimizde onu, ruhlarımızı değişik ilhamlarla coşturan bir ilham meleği, gozlerimizin icine gulen Firdevs bahceleri ve gonullerimizi şahlandıran cok sesli bir mûsıkî gibi duyar; onun hem bugune hem de yarınlara galebe caldığını bir ic muşÃ‚hede ile hisseder ve hÂlihazırdaki varlığımızın da, yarınki bekamızın da anilmerkez (merkezkac) bir hareketin uzantıları olarak gidip ona dayandığını gorur; ondan fışkıran hÂlin ve ondan kaynaklanacak olan istikbalin o bereketli cağlayanları karşısında doner doner ona selÂm durur ve yine de bir şey yapamamış olmanın ezikliği ile onu kalbin kadirşinaslığına emanet ederiz.
Bilhassa, ust uste inkisarların yaşandığı, yolların gidip butun butun sarpa sardığı, havanın kararıp ufukların sarardığı, umitlerin sarsılıp iradelerin catırdadığı, hizmetlerin, dikenli tarlalar ve cakıllı yollarda yurume olcusunde zorlaştığı donemlerde mazi o kadar sıcak, o kadar yumuşak, o kadar aydınlık, o kadar masum, o kadar diri ve o kadar kucaklayıcıdır ki; ona sığınınca birdenbire aşılmaz gibi gorunen tepeler dumduz, duzlukler de puruzsuz hÂle gelir; gelir de Âdeta zindandan Firdevsî yamaclara acılıyor gibi kendimizi rahat ve huzur icinde hissederiz. Dahası, onun icimize saldığı umit kıvılcımlarıyla geleceği de oyle duşlemeye başlar, icinde bulunduğumuz durumu iki Cennet arasındaki bir berzahta yuruyor gibi gorur ve gecilmesi gerekli olan bir kopruden daha fazla onem de atfetmeyiz. Boylece, realitede yitirdiğimiz şeyleri bir olcude imanlarımızda, umitlerimizde, duygularımızda, duşuncelerimizde dipdiri olarak bulur ve Cehennem gibi durumlarda dahi surekli "berd u selÂm" yaşarız.
Bir iki asır var ki, bazıları kendilerini, temelleri olmayan muhayyel bir geleceğin visal duygularına salarak, nice mÂn koklerimizi harap ettiler. Uğrunda onca gunaha girdikleri o hayalî Âtî, onların vehmettikleri şartlar icinde hicbir zaman gercekleşmedi; daha sonra nasıl gercekleşeceği, hangi kriterlere gore gercekleştirileceği ve hangi sabitelerle doğrulanacağı da belli değildi.
Oysaki, yaşanmış bir mazi, maddî, mÂnevî butun dinamikleriyle esas alınarak geleceğin ona gore imar edilip şekillendirilmesinde bu belirsizliklerin hicbirisi soz konusu değildir; değildir, zîr her şeyden evvel boyle bir kabulde bir ruh ve mÂn koku, bir kultur ve medeniyet temÂdîsi bahis mevzuudur. Dun, millî varlığımıza esas teşkil eden dinamikler, yarınki varlığımız konusunda da bize ışık tutacak, umitlerimize fer verecek, iradelerimizi guclendirecek ve her zaman bizi şahlandıracaktır. Aksine, şanlı gecmişimize ve ona hayat bahşeden kaynaklara gozlerimizi kapadığımız takdirde zamanın yuksek debili seylÂpları ve hÂdiselerin amansız dalgaları karşısında her zaman zaafa duşup sarsılmamız ve onu alınmayan bozgunlar yaşamamız kacınılmazdır.
HÂlbuki mazi, bizim hatıralarımızda hep taze, hep pırıl pırıl ve hep guzeldir. Elbette ki bunda, onun icinde olmayışımızın, o gunku insanlarla aynı şeyleri paylaşmayışımızın tesiri buyuktur. Ama bir kull hÂlinde mazi, bu kabil psikolojik mulÂhazaların cok ustunde hep bir nezahetin, bir safvetin remzi ve unvanı olagelmiştir. Bundan sonra da ne o gunku muvakkat ve dar zeminli mesÂvî, ne de bazı miyop bakışlı insanların yorumları onun renklerini solduramayacak, o derin ve duru kaynağı bulandıramayacak ve hicbir guc onu yerinden oynatamayacaktır.
Şimdi eğer bizim şu icinde bulunduğumuz donemdeki duşunce tarzımız, bu sağlam zemin uzerine oturtulamamış ve ona boyle sağlam bir zeminde geleceğe acılma imkÂnı sağlanamamışsa, her şey, gece ve gunduzlerin değişmesi, yaz ve kışların donup durmasıyla surekli sarsılacak; doğanların yaşlanması, yaşlıların olmesi, yeşilliklerin sararıp solması, baharların hazanın pencesinde inlemesi ve lezzetlerin acılaşıp elemlerin azgınlaşması misillu, toplumun ruh safveti de bozulacak, millet ruhu kozmopolitizme esir duşecek, renkler birbirine karışacak ve butun değerler altust olacaktır. Boyle bir durumda ise, butun aşkların, muhabbetlerin sonmesi, insanî alÂka ve irtibatların gevşemesi, ictimaî ızdırapların artması ve sarsıntıları sarsıntıların takip etmesi kacınılmazdır.
MÂzi, tıpkı bir Kutup Yıldızı gibi hep yerinde duran guclu bir referanstır. Evet, her şeyin değişip durmasına karşılık o hep yerinde durur, başkalarına yol gosterir ve izÂfîliğin gerceğe en yakın bir yanını temsil eder. Oyle ki o, her zaman merkezî bir nakış gibi yoresindeki butun atkılara acık bulunur; uzak-yakın butun tÂlî nakışcıklar ise belli munasebetlerle onunla irtibatlanır ve onun ruh ve mÂnÂsına gore şekillenirler. Bu acıdan mazi, temel esprisi itibarıyla zaman ustu bir muhtevaya sahip bir oz ve bir aslî cevher gibidir. Bu oze ve bu cevhere sahip cıkabilen milletler, onu yerinde kullanabilen kimyager uzmanlara ve cevherfurûşÃ‚n sarraflara benzerler ki; asırlar ve asırlar boyu, din, ahlÂk, kultur, sanat ve millî seciye gibi hayatî unsurlar hazinesinden, bugunleri ve yarınları adına akla hayale gelmedik en nadide eserler meydana getirir ve başkalarına gore yok sayılan bir zeminde hep varlık cilvesi gosterirler.. gosterir, itibarî ve izafî nesneleri hakikî kıymetlere ulaştırır, azı coğaltır, darı genişletir, tabiî goruneni fevkalÂdeliklere yukseltir ve sınırlı şeyleri sınırsız hÂle getirirler. Hatt bunca tahribata rağmen biz bile, ne zaman ağzımızı acıp da "mazi" desek, sihirli bir kelime soylemiş gibi, tasavvur ufkumuza dunya kadar kapı aralanır ve Âdeta bir buyu bizi cok sıkıldığımız bir zeminden, tahayyulleri aşkın ferahfeza bir iklime cıkarır ve geleceğin o dolgun, taşkın esintileriyle, duşunce ufkumuza yeni yeni renkler katarak, ic dunyamızda bize ne "ba'su ba'delmevt"ler yaşatırlar; yaşatır da, bu kelimenin cağrıştırdığı şeylerle kendimizi her yerde rahatlıkla ucan bir balonla, bir zirveden diğer bir zirveye ucarak geciyor sanırız. Bu mulÂhaza ile de, gecmişi, icinde neş'et ettiğimiz bir dunya, geleceği de yeni bir dirilişle başlayacak olan ukba gibi duşunur ve her zaman gonullerimizde Cennetlerin fusununu duyarız.
__________________