İslÂm, ilÂhî ve nebevî derinlikleri itibarıyla insan, kÂinat ve otelere, otelerin de otesine ait her şeyi butun teferruatıyla birden nazara alır ve onlara oyle bakar: O, insanı, hayvanî-cismanî yanları, aklî-ruhî-kalbî derinlikleri, iradî-zihnî-zevkî-hissî enginlikleri, dunyevî-uhrevî ihtiyac ve beklentileriyle değerlendirir; kÂinatı, gorunen-gorunmeyen butun yanları, ruhanî-cismanî umum sÂkinleri, tabiat ve mÂverÂ-i tabiata bakan buudları ve fizikî-metafizikî değişik derinlikleriyle nazara verir; otelerin bu dunya ile olan munasebetlerini, bu dunyanın hususiyetlerini, obur Âlemin fevkalÂdeliklerini, buradaki iman, aksiyon, iş ve aktivitelerin inkişaf ederek ve değişip başkalaşarak bin dunya zevkini icinde barındıran bir zevk ve "dÂru'z-zevk"e donuşeceğini ifadelendirir ve her şeyin bir makro plÂna ve bir muhit kadere gore cereyan ettiğini gosterir.
İslÂm'ın ortaya koyduğu bu plÂnda, en kucuk bir zerre ve zerre altından –atom ve partikul de diyebilirsiniz– ic ice en buyuk sistemlere ve onların da otesine kadar gorunen-gorunmeyen, bilinen-bilinmeyen, sezilen-sezilmeyen her şey fevkalÂde bir birlik, bir tesanud ve bir tenasup icinde cereyan eder ve gider Yuce Yaratıcı'ya dayanır. Yine bu plÂnda, dunya ve ukb her zaman ic icedir ve butun varlık birbirinin mutemmimi gibi bir mahiyet arz etmektedir. Oyle ki, farklı cizgilerde de olsa, insanlar meleklerle aynı şeyleri paylaşır ve dunyevîliğin sıkletiyle uhrevîliğin hiffetini aynı şekilde duyarlar.
Bu itibarla da bir mu'min, arzî olduğu aynı anda semavî, cismaniyeti icinde de ruhanîdir.. ve seviye farklılığı mahfuz, boyle bir mulÂhaza hemen herkes icin soz konusudur. Bazı kimseler İslÂm'ın ruhundan istifade eder ve her zaman cok iyi beslenirler; beslenir ve meleklerle atbaşı hÂle gelirler. Bazıları –kusur, irtibatlarındaki gevşekliğe bağlı– bu seviyeyi tam tutturamaz, taklide duşer ve diyaneti başkalarının golgesinde takip ederler. Bazıları da butun butun cismaniyetlerinin altında kalarak onun kalbe ve ruha vaad ettiklerini hicbir zaman tam duyamazlar; duyamazlar ama, azıcık irtibatları varsa bunlar dahi vicdanî ihsaslarıyla –net olmasa da– cevrelerinden pek cok şey duyar ve pek ciddî işaretler alabilirler; alabilir ve rubûbiyetin o sırlı tasarruflarındaki nice esrarı sezerek kendilerini şoyle-boyle de olsa bir kısım ubûdiyet mulÂhazaları icinde bulurlar.
İslÂm, CenÂb-ı Hakk'ın "rabbu'l-Âlemîn" olması hakikati uzerinde ısrarla durur, O'nun ulûhiyetini nazara verir ve surekli bizleri O'na kulluğa cağırır. Bu ilÂhî sistemde, Kur'Ân beyanı ve Sunnet lisanıyla o kadar cok ulûhiyet ve rubûbiyet hakikatlerine ve bunlara bağlı olarak ubûdiyet gerceğine vurguda bulunulur ki, insan onun atmosferinde her zaman, kÂinatın o enginlerden engin programı yanında gayet acık ve net olarak kendi hareket plÂnını da gorebilir. Bu Kur'Ânî sistem ve nebevî temsilde her şey o kadar yerli yerinde ve birbirini gerektirme (telÂzum) cercevesinde ele alınmıştır ki, kÂinat ve ona ait hususiyetler, tekvînî emirler ve bunların yorumlarındaki isabet, insanoğlunun varlık icindeki yeri, konumu, namzet bulunduğu Âlem ve donanımı icabı beklediği nimetler ya da maruz kalacağı nikmetler fevkalÂde bir tenasup icindedirler ve her şey insana, denge, muvazene ve ahenk adına "Bundan daha mukemmeli olamaz!" dedirtecek mahiyettedir.
Bu tenasup ve ahengin, bu nizam ve intizamın hepsini olmasa da bir kısmını ilim ve aklın hikmet-i vucuduna bağlayıp bazı mustesna kabiliyetlerin nazarî plÂnda olsun, keşif ve tesis edebileceklerini bir anlık kabul etsek de, hic kimsenin butunun parcalarıyla olan munasebetini, parcacıkların birbiriyle uyumunu duşunup tesbit etmesi, tesbit edip her şeyi yerli yerine yerleştirmesi asla mumkun değildir; mumkun değildir, zira bu sistemin arka plÂnında bir sonsuz ilmin, bir kÂhir kudretin ve bir muhît iradenin mevcudiyeti soz konusudur. Bu evsÂfı hÂiz olmayan birinin, hatta binlerin, değil sistemin butununu, bir parcasını dahi plÂnlayıp vaz' etmeleri imkÂn haricidir. Aslında, o sonsuz ilim ve kudreti, o muhît irade ve meşîeti kabul etmeyenler de tekvînî emirlerdeki ahenk ve nizam karşısında buyulenmekte ve şaşkınlık yaşamaktadırlar ama, işin arka plÂnına bakacaklarına, ya varlık ve eşyÂyı –hÂşÃ‚– tanrılaştırarak ulûhiyet arşına oturtmaktadırlar ya da daire-i rubûbiyete ait faaliyet ve esrarı, harika birer kuvvet menbaı gordukleri "akl-ı kullî", "ruh-u kullî"... gibi mahiyeti mechul bir kısım mevhum varlıklara bağlamaktadırlar.
Bu konuda da dengeyi korumak ve her şeyi "mahiyet-i nefsu'l-emriye"sine gore değerlendirmek ancak o ilÂhî sistemle gercekleştirilebilmiş ve ortaya konmuştur. Bu sistem, kendine has o sağlam kaynakları sayesinde hicbir hakikati incitmeden, hicbir şeyi "mahiyet-i nefsu'l-emriye"sine aykırı gostermeden her nesneyi oylesine mukemmel tarif eder ve yorumlar ki, vicdan kendi kendine "Butun tekvînî emirler kimin tezgahından cıkmış ve insanoğlu hangi hikmet elinin eseri ise, bu sistem de ancak onun eseri olabilir!" diye mırıldanır.
İslÂm'ın, insan, kÂinat ve eşyÂya baktığı ufuktan bakamayan sınırlı ve onyargılı duşunceler, sadece maddî dunyayı kabul eden dar idrakler hicbir zaman mulku melekût icinde, maddeyi mÂn derinliğiyle, varlık ve hÂdiseleri de arka plÂnlarıyla goremediklerinden mulÂhaza ve mutalÂalarında, bu mulÂhaza ve mutalÂalara dayanarak ortaya koydukları nazariyelerinde ve bu nazariyelerinin urunleri sayılan değişik sistemlerinde asla aklî, mantıkî, ruhî ve kalbî boşluklardan kurtulamazlar; kurtulamaz ve surekli boşluklarını hissedememe boşluğuna takılıverirler.
Allah'ın ilim, irade ve kelÂm... gibi sıfÂt-ı subhÂniyesinin Âzam derecedeki tecellisine dayanan İslÂm sistemini sınırlı insan duşuncesinin ve mahdut insan idrakinin belirleyip ortaya koyması mumkun değildir. İlÂhî ilmin kendine has ihatasıyla, rabbÂnî beyanın etemmiyet icinde tecellisiyle ve Hak iradesinin rıza ufkunu işaretleyen esprisiyle mu'minlere armağan edilmiş boyle bir "vaz'-ı ilÂhî"nin değil aynını, benzerini bile gostermek imkÂn haricidir.. ve boyle bir hÂdise insan ilim, irade, kudret ve dehasını aşar. Aslında, şoyle boyle kendi maksadını ifade etme gucune sahip olan hemen herkes az bir dikkatle, gokler otesinden gelen, gelip her şeyi kuşatan ve insan hayatının gercek renk, desen ve şivesi sayılan bu vaz'-ı ilÂhînin benzeri olamayacağını rahatlıkla anlar ama gel gor ki cokları bu acık hakikati bir turlu gormek istememektedirler.
İşte dunden bugune o en muhteşem dimağlar.. işte onların ileri surdukleri iddialı eserler.. ve işte yetiştirdikleri nesiller!.. Acaba onca gayrete rağmen, milyonlarca evliyÂ, asfiyÂ, ebrÂr ve mukarrabîne meşcerelik yapmış boyle kuşatıcı bir sistem ortaya koyabilmişler midir.? Hayır, asl ve kat'Â.! Değil boyle bir sistem, onun bazı bolumleri olcusunde yarım-yamalak bir şey yaptıkları dahi soylenemez.
İslÂm nizamı, insanın var edilmesinden, icinde bulunduğu kÂinatla munasebetine; dunyevî huzur ve guveninden, butun emellerinin tahakkuk edeceği ebedî bir Âlem vaadine; ruh-beden dengesinden, bunların gidip dayandığı gayenin net olarak ifade edilmesine; herkesin maddî-mÂnevî ihtiyaclarının karşılanmasından, –verilen şeyler ilerideki lutufların referansı– mevsimi gelince butun arzularının gercekleştirilmesine kadar hemen her hususla alÂkalı mutlaka bazı şeyler soyler ve onun cevap bekleyen hicbir isteğini cevapsız bırakmaz.
Her şeyden evvel bu nizam sağlam bir inanc sistemine dayanmaktadır. Hicbir yanı itibarıyla itiraza mahal olmayan bu ilÂhî nizam, bir taraftan ruhundan fışkırıp cıkan din ve diyanet derinliği, diğer taraftan da tekvînî emirlerin doğru mutalÂası ve mutalÂa edilen hususların cağın ilim ve mÂrifet ufku acısından yorumlanmasıyla surekli kendini yeniler, ozle alÂkalı temel atkılarını sımsıkı korumanın yanında ictihad ve istinbata acık alanlarda da zamanın tefsirlerini nazar-ı itibara alır; insan, kÂinat ve otelerle alÂkalı konularda mutemÂdiyen duşunce ağları oluşturur ve her zaman muntesiplerinin kalb ve gonullerini değişik vÂridÂtla besler; besler ve bir gozu dunyada bir gozu ukbÂda insanın derinliklerine bazı şeyler fısıldar.
Evet, İslÂm insana oyle bir bakış zaviyesi kazandırır ki, başkalarının sabah-akşam didik didik ettikleri eşy ve hÂdiselerin oz ve mÂnÂsıyla alÂkalı hicbir şey anlamamalarına mukabil o bu konuda kÂmuslar dolusu bilgilere ulaşır.. canlı-cansız her nesnenin Yuce Yaratıcı'ya im ve işarette bulunduğunu gorur gibi olur.. seviyesine gore ihsan vÂridÂtıyla kendinden gecer.. ve her gununu Âdeta farklı bir Cennet koridorunda gecirir.
İslÂm'ın neşrettiği ziya ve nur sayesinde insanoğlu kendini doğru okuyabilmiş; ilÂhî bir sanat eseri olduğunu anlamış; kÂinatta var olan her şeyin icmÂlen kendisinde de mundemic bulunduğunu muşÃ‚hede etmiş ve coklarının gozunden kacan nice engin derinliklere muttali olmuştur.
Evet, hemen her mu'min onun atmosferinde eşy ve hÂdiselere farklı bakar, farklı değerlendirir ve farklı sonuclara ulaşır; varlığı, varlık icindeki konumunu, bu konuma gore sorumluluklarını, mebdeini-meÂdını ve davranışlarına gore Âkıbetini daha bir net gorur; mulÂhazalarına bağlı yer yer şukranla gurler, zaman zaman muhabbetle coşar, ama mutlaka gider mehÂfet ve mehÂbete kilitlenir ve saygı soluklamaya durur.
Baştan buraya kadar anlatmaya calıştığımız hususların hepsi Kur'Ân ve Sunnet'le mueyyettir ama, her konuyla alÂkalı Âyet ve hadislerin boyle dar bir makale cercevesinde ifade edilemeyeceği de acıktır. Bu itibarla da şimdilik işin o yanını uzmanlarına havale ederek konuyu noktalamak istiyorum.
* Bu yazı Yağmur dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2006 tarihli 30. sayısından alınmıştır
__________________