
Yıllar var ki bu mağmum coğrafyada hemen her zaman bir diriliş esintisi ve fevkalÂdeden bir sur sesi bekleyip durduk. Allah daha fazla bekletmesin; fakat biz, yitirdiğimiz değerleri elde edeceğimiz gune kadar hep boyle aktif bir bekleyiş icinde bulunmaya kararlıyız. Ama acaba boyle onemli bir beklenti adına, mevcut donanımımız, metafizik gerilimimiz, Hak karşısındaki duruşumuz yeterli mi.! Değilse, boyle pasif bir duruşa beklenti denmeyeceği acıktır; o hÂlde, eğer beklediğimiz "ba'su ba'de'l-mevt" duyguda, duşuncede, kalbî ve ruhî hayatta kendimiz olma şeklinde bir diriliş unvanı ise –ki oyle olduğunda şuphe yok– beklentilerimizle beraber durumumuzu bir kere daha gozden gecirmemiz icap edecektir. Zira hÂlihazırdaki tavır ve davranışlarımızla beklentilerimiz arasında illiyet kanununa gore bir tenasubun bulunması, olmazsa olmaz esaslardandır. Aslında bu buyuk beklenti, cahillere, mefkûresizlere, dava duşuncesinden mahrum olanlara ve hikmet fakirlerine gore bir iş değildir; o, ilm u irfan erbabına ve hakikate adanmış ruhlara gore bir gaye-i hayaldir.. eğer bir gun mÂkûs talihimiz değişecekse, şart-ı Âdî plÂnında "Allah'ın izniyle" işte bu kahramanların eliyle değişecektir. Şimdiye kadar hep oyle oldu –Allah bilir– bundan sonra da yine oyle olacaktır; oyle olacaktır ve hÂricî-dÂhilî duşmanlar saldırılarına devam edecek, dostlar beklenen vefayı gostermeyecek, tahribatları tahribatlar takip edecek, ruh ve mÂn koklerimiz surekli hırpalanacak, gonuller sevgiye hasret gidecek, her yanda olum iniltileri duyulacak.. ve tabiî bunca olumsuzlukların yanında her yana hayat ufleyen diriliş suvarileri de hicbir zaman eksik olmayacaktır.
Tarihin değişik donemlerinde bizim coğrafyamızda cok farklı kırılmalar, dokulmeler yaşandı.. defaatle insanımıza zehir icirildi ve onun gozlerine kezzap dokuldu.. millî ve dinî değerleri elinden alınarak ona gurbetlerin en acısı yaşatıldı.. guneşi calındı, ayı sonduruldu ve ic ice kusûflara maruz bırakıldı.. onun, bir yandan duşman cefasıyla kıvranırken diğer yandan da dost vefasızlığıyla inlemesi hic mi hic eksik olmadı; yıkılıp giden şer gurûhunu arkadan yenileri takip etti ve her zaman gelenler gidenleri arattı. Oyle ki, ne mustebit tiranların baskıları sona erdi ne de din duşmanlarının kin ve nefreti; sona ermedi ve bu dunyayı onun hakkında Cehennem'e cevirdiler.
Bugun de hicbir şey değişmeden aynı tagallupler, tahakkumler, tasallutlar devam etmekte; insanımızın umit ışıkları sondurulmeye calışılmakta, hak ve adalet ciğnenmektedir. Fert, devlet/devletler ve toplumlar olarak inandığını yaşamak isteyenlere fırsat verilmemekte; hatt onlara engizisyon uygulanmaktadır. Tabiî butun bunlara rağmen goz doldurucu bir keyfiyette olmasa da gelecek adına vaadettiği değişik buudlardaki ba'su ba'de'l-mevtleri işaretleyen umit meşaleleri de par par yanmakta ve her şeyi sevgiye ve saygıya gore yorumlayan gunumuzun o aydınlık ruhları onca gayz, nefret ve tecavuzlere takılmadan ve hız kesmeden yuksek insanî değerlerimizi ihya istikametindeki yolculuklarını devam ettirmektedirler. Aslında, Allah hicbir zaman, baskıcı zalim ve tiranlara karşı kapısının sadık kullarını –inayetini uzerlerinden eksik etmesin– yalnız bırakmamıştır.
Gerci yer yer bÂtıl duşunce cevreyi gurultuye boğmuş, surekli esmiş savurmuş, etrafta panik hÂsıl etmeye calışmış, hakkın sesini-soluğunu kesmek icin yapmadık şey bırakmamıştır ama toplumdaki sinmeler de hep gelip gecici olmuş ve arkasından hakikatin sesi daha bir tiz perdeden duyulmaya başlamıştır. Allah, bazı donemlerde zalimlere mehil ustune mehil verse de, cok defa "gayretullah"a dokunma durumlarında onları derdest edip cezalandırmış, mazlumları tutup kaldırmış ve onlara derlenip toparlanma yollarını gostererek boylelerini ilmî, ictimaî, aklî, kalbî ve ruhî diriliş yollarına uyarmıştır.
İşte, Allah'ın tutup desteklediği/destekleyeceği bu kimseler, bugun olmasa da cok yakın bir gelecekte sevgiden ve merhametten oluşturdukları değişik enstrumanlarla ruhlarında surekli kopurup duran o derin şefkat hislerini mutlaka seslendirecek; bulundukları her yerde birer sıyanet meleği gibi, karşılaştıkları mazlumları, mağdurları kucaklayacak; butun zalimlere, tiran bozması mustebitlere ve o acımasız gaddarlara "Bugun sizi kınayıp serzenişte bulunacak değilim (değiliz). Allah ettiklerinizi bağışlasın; O merhametlilerin en merhametlisidir."1 diyecek ve o zamana kadar hep kan duşunmuş, kan konuşmuş, kan dokmuş ve kan icmiş en kanlı delilere dahi sinelerini şefkatle acmadan geri kalmayacaklardır.
Evet, bir gun mutlaka boyle engin bir rahmet tecellisini temsil edecek olan o mefkûre insanları, o iman ve aksiyon kahramanları ve o Allah'la munasebetlerinde temkin ve teyakkuz erleri, tecessum etmiş birer inayet şeklinde dort bir yanda belirecek ve bize kÂse kÂse diriliş şerbetleri sunacaklardır.
Şimdi, eğer Allah, boyle bir dirilişi bu tur seviye insanlarıyla gercekleştirecekse, ilk defa sebepler plÂnında onları ba's edecek, sonra da mukadder gorunen o umumî ba'su ba'de'l-mevtle hepimizi ihya edecektir. Gayesiz ve hedefsiz mu'minlerin, his ve heyecan yorgunu kimselerin kendileri tam diri olmadıkları gibi diriliş adına başkalarına bir şey ifade etmeleri de soz konusu değildir; bir kere Allah, kendisine yurekten yonelen kimseleri ihya edeceği ve bu kimseleri başkalarının dirilişine vesile kılacağı vaadini onların peygamberÂne azim ve kararlılığına bağlamıştır. Bunlar, sarsılmayacak bir imana sahip, durdukları yerde hep sağlam duran, sağdan soldan gelen tazyiklere asla aldırmayan, bel ve musibetler karşısında hicbir zaman sarsılmayan; aksine cevrelerindekilere karşı her zaman moral kaynağı olan, hizmet ve vazife anında ta ilerilerin ilerisinde bulunan, ucret ve mukÂfat takdirlerinde ise gerilerin gerisine cekilerek sessizlik murÂkabesine dalan oyle samimiyet Âbideleridir ki, Allah ozel bir teveccuhte bulunacaksa işte bunlara bulunur ve birilerine hayat nefhedecekse onların soluklarıyla eder.
Zaten, kendilerini insanlığın ihyasına adamış bu ba'su ba'de'l-mevt kahramanları, Allah'ın onlara ihsan ettiği kabiliyet ve kapasitelerini, mefkûrelerini ikame etme istikametinde son santimine kadar kullanmada kararlı, hep en yuksek fedakÂrlık hisleriyle kanatlı, uzerlerine aldıkları emaneti gorup gozetmede olabildiğine emin, her zaman derin bir teslimiyet duygusuyla Hakk'ın takdir ve teveccuhlerini aktif bir sabır icinde beklemektedirler ki, gercekten Hakk'a adanmış bir ruhun yapması gerekli olan da işte bunlardır. Boyleleri, derlenip toparlanmak, doğrulup ayakları uzerinde durmak adına ifa etmeleri gereken her şeyi yapsalar da, sonucun bir "vakt-i merhûn"u olduğu realitesine binaen yıllar ve yıllar boyu beklemesini de bilir ve asla paniğe kapılmazlar.
Evet, bazen butun sorumluluklar yerine getirilmiş olmasına rağmen doğrulup kendini ifade etme ve bir diriliş eri olduğunu ortaya koyma hemen gercekleşmeyebilir. Bu bazen, diriliş bekleyen kimsenin henuz tam kıvamına ulaşamayışından, ulaşıp butun enerjisini kendi ruhunun Âbidesini ikameye teksif edemeyişinden kaynaklanır; bazen de uzerine lÂzım olmayan şeylerle meşgul olup dağınıklığa duştuğunden konunun vetireye farklı duşmesine sebebiyet vermiş olabilir.
Aslında dirilip kendimiz olmamız bir ilÂhî atiyye ise –ki oyledir- henuz o atiyyeyi taşıyacak guce ulaşamadan verildiği takdirde, kadri bilinemeyeceği icin gelmesiyle gitmesi bir olacak ve telafisi cok daha guc yeni bir kısım mahrumiyetlerin yaşanmasına sebebiyet verecektir.
Ayrıca, eğer CenÂb-ı Hak, maddî-mÂnevî lutuflarını, insanların iradelerinin hakkını vermelerine bağlamışsa –ki biz oyle olduğuna inanıyoruz- onlar imkÂnları dÂhilinde olan her şeyi değerlendirecekleri Âna kadar muhtemelen ilÂhî teveccuh de gecikmiş olacaktır.
Bu konuda diğer bazı hususlar da şunlardır: Bazen bu yolun yolcuları, kendi guc, kuvvet ve kabiliyetlerini her şey sayıp onlara guvenme gafletine duşeceklerinden veya duşme durumunda bulunduklarından CenÂb-ı Hak onları şirkten sıyanet etme adına her isteyip dilediklerini hemen vermez ve "cebrî lutfî" bir tevcihle onların yuzlerini tevhide cevirir. Bazen de, her şey yerli yerinde olmasına rağmen diriliş erlerinde tam bir teveccuh olmayabilir; işte boyle bir durumda CenÂb-ı Hak, onları değişik baskı, saldırı ve tazyiklere maruz bırakarak, ıztırar ruh hÂletiyle kendine yonelmeleri ve bir muztar ictenliğiyle O'na iclerini dokmeleri icin belli bir sure onların diriliş gayretlerine aynıyla cevap vermez. Bazen de, bu diriliş erleri şoyle-boyle belli bir kısım dunyevî beklentiler icine girip gonullerini makam, mansıp, pÂye, ikbÂl duşuncelerinden arındırıp tam bir hasbîlik ortaya koyamayabilirler; bu acıdan da boyleleri butun butun ağyÂr mulÂhazasından sıyrılıp hÂlisÂne bir teveccuhle O'na yonelecekleri ana kadar diriliş nefhasını da elde edemeyebilirler.
Butun bu hususların yanında, bu yoldaki hasların hamlardan ayrılması, zalim ve gaddarların da toplumun her kesimi tarafından bilinip tanınması cok onemlidir ve boyle bir ilÂhî imhalle her zaman yanılabilen ve yanıltılabilen yığınların bazılarında ehl-i ilhada taraftarlık hissiyle –bu biraz da her şeyin ayÂn beyan ortaya cıkmamasından kaynaklanır– ba'su ba'de'l-mevt kahramanlarına karşı tavır almalar olabilir; bu itibarla ak-kara birbirinden ayrılacağı, Âlim-Âmî herkesin nerede durduğu/duracağı belli olacağı ana kadar herkese bir teemmul fırsatı verilir; dolayısıyla netice de biraz gecikmiş olur.
Sebep ne olursa olsun bize, kurallarına gore ve hikmet dairesinde vazifemizi yapıp otesini Allah'a havale etmek duşer. Her diriliş eri bilmelidir ki, o, Allah ve Resûlu'nun cağrısına icabet ettiği takdirde CenÂb-ı Hak da ona diriliş yollarını gosterecek ve onun dokulup yollarda kalmasına asla meydan vermeyecektir.
Dipnot
1. Yusuf sûresi, 12/92.
__________________