Namerdi gordum

MODERN ZAMANLARIN İNSANA KAYBETTİRDİKLERİNDEN BİRİ de fikir namusu… İnandığını korkusuzca dile getirmek Âhir zamanda her ferdin kÂrı değil. Duşunceler haddinden fazla hesabî bir tavırla seslendiriliyor. Cokları doğrularını -doğuracağı sonuclardan endişe ettiğinden- bin bir turlu kamuflajın yedeğinde dillendiriyor. Yine cok kimseler haklı eleştirileri ifn edebilmek icin demogojik yontemler kullanıyor; meseleyi işine geldiği gibi ilgisiz noktalara kaydırıyor ve farkında olarak ya da olmayarak hakikati rencide ediyor.
Âlemlere rahmet İslÂm, munafığı kÂfirden aşağı olarak niteliyor. Hakikatin yalana ve hileye tahammulu olmadığını salık veriyor.
Duşmanlığı ÂşikÂr mert bir kÂfirin, dostluğu şÃ‚ibeli nÂmert bir munafıktan evl olduğunu nazara veriyor.
Cesurca ve acık yureklilikle ifade edilen yanlış bir duşunce, tashihe acık olması hasebiyle olumlu yanlar barındırırken; ic ve dış farklılığıyla mÂlul bir ağızdan dokulen sozcukler sinsiliği sebebiyle tehlike arz ediyor.
Nitekim Hz. Omer gibi bir fıtrat, riya ve icten pazarlığa kapalı karakteriyle cok gecmeden hakikatle kucaklaşırken, İbni Selul tıynetindeki onlarcası, hidayetten nasipsiz olarak yaşıyor ve oluyor.
Hak ve hakikat, kendisine tekellufsuz yaklaşanlara, samimi olarak benliğini sunanlara cevÂb-ı sevab veriyor. İc dış butunluğunu kuramamış, menfaatleri ya da takıntıları uğruna doğrularını da, yanlış bulduklarını da eğip buken, kısacası gerceğe alabildiğine hesaplı yaklaşan tipler maalesef hep husran yaşıyor ve hicran solukluyor.
Ornekler tarihin derinliklerinde; ornekler yaşadığımız cağda ve yanı başımızda…
Gecmişe gitmek beyhude..
Bugun birileri, aslında İslÂm’a olan kinini kusuyor ama hedef tahtasına soylem plÂnında başka bir şeyi oturtarak goz boyuyor. “Bizim samimi dindarlarla bir sorunumuz yok” diyor; “benim ninemin de başı ortuluydu” diyor; ardından dinî her rituele pervÂsızca taarruzda bulunuyor.
Din duşmanlığını yaşam tarzı hÂline getiriyor ama ne yazık ki kufrunu bile mertce ortaya koyamıyor. Her hamlesini el cabukluğuyla icad ettiği bir kamuflajın yedeğinde dışa vuruyor.
Kimileri de işi gucu bırakmış ‘bilgi cağı’nı yaşayan modern(!) dunyada insanların kılık kıyafetiyle uğraşıyor.
Ama ‘benim muslumana, benim tesetture tahammulum yok” demiyor. KerÂmeti kendinden menkul sozde gerekceler ihdas ediyor. “Kamu calışanları mestûre olursa tarafsızlığını yitirir” diyor (sanki acık bir kamu gorevlisi de aynı mantıkla bir ‘taraf’ olarak nitelendirilemezmiş gibi!); “genc kızlar başlarını baskıdan dolayı ortuyor” diyor ve durumdan vazife cıkartıp birilerinin adına hak savunuculuğu yapıyor. Hem de hic ustune vazife olmadığı halde…
Kuresel olcekte, mezhebî ve emperyalist menşeli hareket ve işgal politikasını, falanca ulkeye demokrasi goturduğu yalanıyla paketleyen zorbalar, insanlığa utanc armağan ediyor.
Devlet icinde kumelenmiş bir takım karanlık odaklar, fÂili oldukları gayr-ı insanî ve anti demokratik uygulamalara itiraz edenlere yuklenirken devleti kolladıkları yalanına sarılıyor; cıkar odaklı eylemlerini ‘devletin bekasını muhafaza’ gibi illuzyonlarla kamufle ediyor.
Irkcılığı faşizm boyutunda temsil eden birileri ise aslında ‘secilmiş ırk’ olduğuna inanıyor. Zurriyetinde bir ustunluk ve imtiyaz vehmediyor; ancak hicbir zaman kabullerini bu denli acık ve net ifade etme cesaretini gosteremiyor. Irkcı zihniyetini milliyetci ambalajlara sarıp sarmalıyor ve tıkandığı her noktada meseleyi, ‘vatanını sevme’ duzleminde ele alıp doğallaştırmaya gayret ediyor.
Keza bazıları din-bilim karşılaştırmasında, dini statik, bilimi dinamik bir doktrin gibi lÂnse edip, bilimi gelişmeye acık, dini ise dogmatik ilan ediyor ve kufre saplanıyor. Gel gor ki o da duşuncesini coğu zaman, ‘aslında benim dinle sorunum yok” gibi on cumlelerin golgesine sığınmadan ifade etmeye yanaşmıyor.
VelhÂsıl beşer, uzun yolculuğunun modernite uğrağında, fikrî cesaret ve mertliği rafa kaldırmış gibi gorunmektedir; boyle bir yozlaşmanın faturasının cok ağır olacağı acıktır. Nitekim yaşadığımız kavram kargaşaları ve kafa karışıklıkları, ilmî namusa halel geldiğinin emÂresidir.
Ehl-i dunya acısından boyle olan durumdan, ne yazık ki ehl-i din de hissedardır.
Acık yureklilik ve acık sozluluğun rağmına işleyen bir kamufle etme hastalığı, mu’minlerin de gerceğidir.
“Aklınızı ne kadar az kullanıyorsunuz!” turunden ikazlara muhatap olan mu’minler, aklı kullanmanın neticesinde husule gelmesi muhtemel aykırı duşunceleri, konfor ve ezber bozan cıkışları boğarken, her nedense ‘fitneye sebebiyet verme’ gibi ithamları devreye sokmaktadır. Bu tur bir kamuflaj ve goz bağcılık, ‘can sıkan’ ve ‘gereksiz gorulen’ tenkidleri puskurtmenin en kurnaz metodudur.
Yine rahat ve luks yaşama zaafını aşamamış birileri, kapitalist dongunun tam merkezinde yer almakta ama mevzu acıldığında ‘hizmet icin para şart!’ sozleriyle aşırılıklarını meşrûlaştırmaya calışmaktadır.
Cıkıp, ‘arkadaş, ben nefsime soz geciremiyorum’ deme mertliğini gostermek, her baba yiğidin harcı değildir.
Ya dini tebliğ ederken gundemden hic duşmeyen ‘paralı/guclu muhatap-parasız/gucsuz muhatap’ ayrımına ne demeli! Bu ayrımın gerekcesi sadedinde dile getirilen, “İslÂm’ın kuvvetli omuzlara ihtiyacı var; hem imkÂnlar herkesle ilgilenmeye musait değil” avuntusu ne olcude ikna edicidir? Yoksa cıkış noktası, “Devir parasız işin donmediği devir; bize bir şekilde cÂmiÂmıza maddî destek sağlayacak adam lÂzım” inancı mıdır?
Ornekleri her yonuyle coğaltmak mumkundur.
Sonuc değişmeyecektir.
Yaşanan fikrî karmaşanın arka planı ehline Âyandır. Duşunce tezgÂhında doğru ile yanlış birlikte satılmaktadır. Mertce ifade edilme vasfından yoksun her fikir, kaybedebileceği en buyuk ozelliğini, nÂmusunu kaybetmiş demektir.
Boyle bir ortamın sonucu duşunsel patinajdır.
Mertliğin sinsilikle arkadaşlık yaptığı gorulmemiştir ve hÂkikat kendisini en cok nÂmertlerin boy verdiği zamanlarda gizler.


__________________