Farklı dinlere mensup insanların kafalarındaki yanlış “Tanrı” inancı ile Kur’an’ ın tarif ettiği “Allah” arasındaki farklar ve İslama gore Yaratıcı’ nın ozellikleri nelerdir?”
Kur’an bu soruya cok kısa, ancak derin manası olan bir sure (İhlas Suresi) ile cevap verir. Bu sureyle, Allah, insanlar arasındaki cok yaygın bir yanlışı duzeltmeyi murat ettiği gibi, Muslumanları da Hıristiyanların duştuğu hataya duşmekten muhafaza ediyor. İhlas suresinde Allah, yukarıdaki sorumuza, mealen, şoyle cevap verir:
“De ki, Allah birdir. O Samed’dir. Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. O’nun hicbir dengi yoktur.”(İhlas Suresi, 112/1-4)
Birinci ayet, Allah’ın bir olduğunu ve birden fazla olmadığını soyleyerek her turlu şirki reddediyor. İkinci ayet, O’nun hicbir şeye muhtac olmadığını, ancak her şeyin, her an, O’na muhtac olduğunu ifade ediyor. Ucuncu ayet, teslis inancının yanlış olduğunu, doğan ve doğuran bir şeyin ilah olamayacağını belirtiyor.(1) Dorduncu ayet, O’nun yaratıcı olarak, butun yaratıklardan farklı olduğunu ifade ederek O’nu herhangi bir şeye benzetmenin doğru olmadığını soyluyor.
Kur’an, her an yaratma halinde olan ve Kayyum isminin tecellisiyle kÂinatı an be an varlık aleminde tutup devam ettiren aktif bir yaratıcıdan bahsediyor. Kainatı saat gibi kurup kendi haline bıraktığını iddia eden deistlere cevap verircesine Kur’an şoyle diyor:
“Goklerde ve yerde bulunan herkes, O’ndan ister. O ise, her an yaratma halindedir.” (Rahman Suresi, 55/29)
Ayet, ilginc bir şekilde, butun mahlûkatın her an Allah’tan ihtiyaclarının giderilmesini talep ettiğini ve Allah’ın da bu isteğe cevap verdiğini soyluyor. Ayeti sondan başa okuduğumuzda ise, surekli yaratma olmasaydı, varlıkların dua etmesinin bir anlamı kalmazdı manası cıkıyor. Yaratılan kainatın her an Kayyum ismiyle varlık aleminde tutulduğunu şu ayetler haber veriyor:
“Allah, kendisinden başka ilÂh olmayan daima diri ve yarattıklarını koruyup idare edendir.” (Bakara Suresi, 2/255 ve Âli İmran Suresi, 3/2).
“Allah kainat’ı neden yarattı?” , “Varlığını bize bildiren deliller nelerdir?
Bir Hadis-i Kudsi’de Allah şoyle buyuruyor:
“Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek, tanınmak istedim; bundan dolayı da beni tanımaları, gizli guzellik ve mukemmelliğimi bilmeleri icin varlıkları yarattım.”(2)
Bu ifadeye gore, Rabbimiz kendini bize bildirmek ve tanıttırmak icin bizi ve icinde bulunduğumuz kÂinatı yaratmış. O halde, sonsuz kudret sahibi olan Rabbimiz her turlu yolla kendini bize tanıttırarak yaratılış gayesini yerine getirmiş olmalı.
Beni uc hafta oncesinde hic biriniz tanımıyordunuz. Şimdi kısmen tanıyorsunuz. Sizinle yuz yuze goruşup sozlerimle kendimi anlatmak yerine, başka iki yolla da kendimi tanıtabilirdim. Birincisi, size bir elci vasıtasıyla, bir mektup gondererek kendimden bahsedebilirdim. İkincisi, hic kimsenin taklit edemeyeceği eserlerimi size gostererek kendimi tanıtabilirdim. Sizler de eserlerime bakarak ne tur maharetlere sahip biri olduğumu oğrenebilirdiniz. Teşbihte hata olmaz, aynen bu misaldeki gibi, Rabbimiz de, hem peygamberler vasıtasıyla gondermiş olduğu mesajlarla (ilahi kitaplarla) hem de kÂinatta her an cereyan eden sonsuz icraatlarıyla (kÂinat kitabıyla) kendini bize tanıtıyor. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) şahsında tum insanlığa gonderilen ilk emrin “oku” olması da bu sırdandır.
Aklı başında bir insan, ilahi kelam olan “Kur’an-ı Kerim’i” ve kÂinat kitabı olan “Kitab-ı Kebir’i” okuyarak Rabbini tanıyabilir. Bu anlamda, Hz. Muhammed (a.s.m.), Rabbimizi bize bildiren iki kitaptaki ayetleri ders veren bir oğretmen ve bir rehberdir.
KÂinatta gorduklerimiz, doğal yasalara gore işleyen doğal kuvvetlerin etkileşimiyle oluşan nesnelerdir. KÂinatta her şeyin Allah’ın eseri olduğunu nereden biliyoruz?
Her şeyin Allah’ı gosterdiğini gormek icin sekuler bilimin bize taktığı “tabiat ve tesaduf gozluğunu” cıkarmamız gerekir. Onun yerine, her şeyin hakikatini gosteren “iman gozluğunu” takmamız lazım. Determinist bilim, her şeyi, sebep-sonuc ilişkisi icinde acıklayarak sıradanlaştırıyor. Kur’an ise, gorunurdeki sebepler perdesini aralayarak her şeyin harikulade olduğunu gosteriyor. Einstein’ın ifade ettiği gibi, “Hayatınızı yalnızca iki şekilde yaşayabilirsiniz; birincisi, her şeyin sıradan olduğunu duşunerek; ikincisi, her şeyin olağanustu veya mucize olduğunu gorerek.” Kur’an, bize ikinci yolu gosteriyor. İcinde yaşadığımız alemde “her şey”in harikulade ve mucize olduğunu soyluyor. Bu sırdandır ki, Kur’an, ısrarla, “Duşunmez misiniz!”, “Akletmez misiniz!”, “Akıl sahipleri icin şuphesiz bunda ibretler vardır!” manasındaki ayetlerle(3) insanı kÂinattaki mucizeleri gormeye teşvik eder.
Neden her insan Allah’ı gosteren Ayetleri kolaylıkla goremiyor?
Kanaatimce, Allah’ı bildiren ayetleri gormemize en buyuk engel sekuler bilimin sebep-sonuc ilişkisine dayalı determinist yaklaşımıdır. Orneğin, bir elma, Allah’ı bize bildiren mucizevî bir meyve iken, sekuler bilim, elmanın elma ağacından, ağacın cekirdekten ve cekirdeğin DNA’daki programdan, DNA’nın molekullerin farklı dizilişinden ve molekullerin de atomlardan oluştuğunu acıklayarak sıradanlaştırır. Bir insan, sebepler perdesini kaldırıp bir elmanın sonsuz kudret sahibi Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve rahmetinden geldiğini anlayabilir. Sekuler bilim, her şeyin sebebini araştırarak gizemini cozduğunu duşunuyor. Yani, gorduğunuz nimetlerin arkasında bir Mun’im (nimet verici) aramayın, onlar şu sebepler zincirinin sonuclarıdır, diyor. Oysa elmayı elma ağacından bilmek, elma suyunu icinde bulunduran “akıllı makinelerin” (vending machine) elma suyunu yaptıklarını soylemek gibidir. Akıllı makinelere parayı koyup elma suyu kodunu girdiğinizde, makine bize elma suyu veriyor. Para yerine, elma ağacına su ve gubre verdiğimizde, ağac bize elma veriyor. Akıllı makineler, elma suyunu yapacak ilme ve kudrete sahip olmadığı gibi, elma ağacı da, butun bilim adamlarının bile yapmaktan aciz kaldığı elmayı yapamaz. Akıllı makinelere meyve sularını yerleştiren ilim ve kudret sahibi biri olduğu gibi, Allah’ın akıllı makineleri olan meyve ağaclarına da meyveleri takan sonsuz ilim ve kudret sahibi biri vardır.(4) Sekuler bilim, meyveyi ağaca vermekle ahmakca bir hukum vermiş oluyor.
Sekuler bilimin bu yaklaşımında cok buyuk bir yanılgı vardır. Bir ornekle ne demek istediğimi acıklayayım: Hayalen Afrika’nın en ucra bir koyune yolculuk yapalım. Hayatında televizyon gormemiş bu insanlara, uzaktan kumandalı bir televizyonu hediye olarak beraberimizde goturelim. Bir haftalığına koydeki zeki insanları toplayıp sekuler bilimin determinist yaklaşımını anlatalım. Daha sonra da televizyonun bilimsel olarak nasıl calıştığına ilişkin bir teori geliştirmelerini isteyelim. İclerinden zeki olanı şoyle bir bilimsel teoriyle gelsin: “Televizyon dediğiniz ekran kutusunda gorduğumuz goruntunun nedeni uzaktan kumandadır. İnanmıyorsanız, tezimizi test ediniz. Her seferinde kumandaya bastığınızda ekranda bir goruntu cıkıyor ve tekrar basınca goruntu kayboluyor. O halde, goruntunun sebebi kumandadır.” Muhtemelen, bircok insan bu teoriyi kabul etmek zorunda kalacaktır. Ancak televizyondaki programların cok yuksek ilim ve hikmet icerdiğini gorenler boyle bir teoriyi kabul etmekte zorluk cekecekler. Onlar, kumandanın bu denli yuksek ilim ve hikmet sahibi olduğunu makul gormediklerinden bu teoriye şiddetle karşı cıkacaklar.
İşte bu misalde olduğu gibi, bizler de akıl sahipleri olarak duşunduğumuzde goreceğiz ki, ağaclara veya hayvanlara takılan neticeler onlardan değildir. En yuksek ilme sahip bilim adamlarının yapamadığını inekler veya sinekler elbette yapamazlar. O halde, televizyondaki goruntu bir studyodan geldiği gibi, kÂinat televizyonunda bize gorunen her şey başka bir alemden geliyor. Televizyon programları hayat, ilim, akıl sahibi insanların eseri olduğu gibi, kÂinattaki hakiki goruntuler de sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi Bir’inin eserleridir.
Rabbimiz kÂinatı, her an değişen filmlerin oynadığı, dinamik ve canlı bir sinema salonu şeklinde yaratmıştır. Gosterdiği butun filmlerle kendini bize tanıtmak istiyor. Televizyon ve kumandayı yapan, kasıtla ve hikmetle ikisi arasında bir ilişki kurduğu gibi, kÂinatın sahibi de hem sebebi hem de sonucu beraber yaratarak aralarına, hikmeti gereği bir ilişki koymuştur.(5) Aklı başında olan insan, televizyondaki goruntuyu kumandaya mal etmediği gibi, kÂinattaki goruntuleri ve nimetleri de sebeplere havale edemez.
Bize Allah’ı bildiren deliller nelerdir?
İlginctir, Allah, hem Kur’an’daki cumlelerini hem de kÂinat kitabındaki eserlerini “ayet” diye nitelendiriyor. Kur’an’da en sıklıkla soz edilen kÂinat ayetlerinin başında gokyuzu gelir. Allah, herkesin her zaman gorduğu ve coğunlukla hayran kaldığı gokyuzune sıklıkla dikkatimizi ceker:
“Ustlerindeki goğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip susledik...” (Kaf Suresi, 50/6)
Bir başka ayette ise şoyle buyurur:
“Goklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine O’nun ayetlerindendir. İlim sahipleri icin elbette bunda deliller vardır.” (Rum Suresi, 30/22).
İlk ayet, gokyuzune bakmamızı ve onun nasıl yaratıldığını duşunmemizi emrediyor. İkinci ayet ise, goklerin ve yerin yaratılışı konusunda ilim elde eden ve bu ilmini kullanarak tefekkur eden insanların Allah’ın varlığına ilişkin deliller goreceğini soyluyor. Bu ayetler nazil olalı on dort asırdan fazla sure gecti. O gunden bu yana, insanoğlunun uzay hakkındaki bilgisinde cok buyuk ilerleme oldu. Astronomi diye ayrı bir bilim alanı gelişti. Bu bilgilerin hepsini burada anlatma imkÂnımız yok. Bir misalle, uzay hakkında edindiğimiz yeni bilgileri kullanıp, Allah’ın ayetlerini nasıl okuyacağımızı anlamaya calışalım.
Gokyuzu ve Uzaydan Allah’ın Varlığına Deliller
Gokyuzune baktığımızda bir acıdan muhteşem bir kubbe gibi gorunuyor; bu dunya sarayının, yıldızlarla yaldızlanmış bir kubbesi hukmunde. Bir başka acıdan, milyonlarca uzay gemisinin icinde buyuk bir hızla seyahat ettiği bir “uzay denizi” gibi gorunuyor. Bir başka acıdan bakılırsa, insan yapımı ucaklardan milyarlarca defa buyuk ve cok daha hızlı ucakların bulunduğu muhteşem bir “ucak filosu” gibi gorunuyor.
Hic duşundunuz mu gokyuzunde kac yıldız olduğunu? Şimdiye kadar bu soruya cevap vermek icin cok teşebbus olmasına rağmen, hic kimse kesin bir cevap verememiştir. 2003 yılında, Avustralya Ulusal Universitesi’ndeki bir grup araştırmacı, en son teknolojik aletleri kullanarak bir tahmin yapmışlar. Buldukları rakam şoyle: 70.000.000.000.000.000.000.000 (yetmiş seksilyon).(6)
Aynı bilim adamlarına gore, gokyuzundeki yıldızların sayısı yeryuzundeki kum tanelerinin on katından daha fazla. Uzay olceğinde duşununce, bizim yeryuzundeki hÂkimiyet kavgamız, cocukların bir kum tanesini paylaşamama kavgasına benziyor. Sonucta, butun dunyanın hakimi dahi olsak, elde edeceğimiz, uzay olceğinde, bir kumun onda biri kadar bile değildir.
Peki, bu kadar yıldız ve sayısını bilemediğimiz kadar gezegen bize neyi ifade ediyor? Allah, bizim dikkatimizi onlara cevirerek, onların nasıl var olduğunu ve boyle muntazam bir sistem dahilinde nasıl hareket ettiğini duşunmemizi istiyor. Biz, sahip olduğumuz kabiliyetler, edindiğimiz bilgi ve tecrubeler ışığında, sayısız denecek kadar cok olan bu yıldızları bir perspektife koyabiliriz. İnsan yapımı olan bir şeyle bu gok cisimlerini mukayese ederek nasıl var olduklarını anlayabiliriz.
İnsan, henuz bir yıldız yapamadı; ancak butun ulkeler guclerini birleştirerek Uluslararası Uzay İstasyonu adını verdikleri bir “minyatur gezegen” yapmaya calışıyor. O halde, yıldızların ve gezegenlerin nasıl var olduklarını, insan yapımı minyatur gezegene bakarak bir derece anlayabiliriz. Minyatur demekle, insanoğlunun en muhteşem eserlerinden birini kucumsediğimi sanmayın. Doğrusu, bir omur harcasam dahi nasıl yaptıklarını anlamaktan mahrum kalacağım bu şaheserden dolayı, insanlık adına onur duyuyorum. Dunya ve diğer gezegenlerle kıyaslandığında “minyatur” olduğunu soylemek istiyorum. Buradaki insanlar ikinci bir uzay istasyonu yapmaya kalkışsa, hic kuşkusuz muvaffak olamayacaklar; cunku bunun icin gerekli olan yuzlerce, binlerce bilim adamı ve muhendisimiz yok. Gerekli aletleri uretecek fabrikalarımız yok. Demek ki, minyatur gezegeni yapmak icin fizik, muhendislik, biyoloji, matematik gibi bircok bilim alanında ileri derecede bilgi sahibi olmak gerekir. Aynı zamanda, bu bilgiyi uygulamak icin kas ve makine gucune ihtiyac var. Kısacası, minyatur gezegenimiz yuksek bir ilim ve buyuk bir gucun eseridir. O halde, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan cok daha buyuk ve cok daha muhteşem olan trilyonlarca yıldız ve gezegen, sonsuz ilim ve sonsuz kudret sahibinin eseridir.(7)
Gokyuzune dikkatle bakan biri, Arapca “Lailaheillallah” yazısından daha parlak birşekilde Allah’ı bildirdiğini gorur. Cunku, eğer dunya bir saraya benzetilirse, ay bizim gece lambamız; guneş, sobamız ve cok parlak elektrik lambamız; diğer yıldızlar ise gok kubbemizi susleyen yaldızlı, suslu lambacıklarımız. O halde, bu yıldızları, guneşi, ayı ve dunyayı kim yapmıştır? Kur’an bu soruya şoyle cevap verir:
“(Allah) gokleri ve yeri hak ile yarattı. O, koştukları ortaklardan munezzehtir.” (Nahl Suresi, 16/3).
“O, geceyi, gunduzu, guneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah’ın emriyle hareket ederler. Şuphesiz bunlarda aklını kullananlar icin pek cok deliller vardır.” (Nahl Suresi, 16/12).
“Ne guneş aya yetişebilir, ne de gece gunduzu gecebilir. Her biri bir yorungede yuzerler.” (Yasin Suresi, 36/40).
“Guneş, kendisi icin belirlenen yerde akar (doner). İşte bu, aziz ve alim olan Allah’ın takdiridir.” (Yasin Suresi, 36/38).
Son iki ayet, guneşin donuşune işaret eder. Astronomi bilimi guneşin donduğunu 20. yuzyılda keşfetmesine rağmen, okuma yazması olmayan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bunu on dort asır oncesinden haber vermesi, peygamberliğinin bir delilidir.
Modern astronomiye gore, guneş saniyede 225 km, dakikada 13.500 km ve saatte 810.000 km hızla hareket ediyor. En hızlı yolcu ucaklarının saatte kac km hız yaptığını duşunursek, guneşin en hızlı ucaktan yuzlerce kat daha hızlı gittiğini anlayacağız.
2005 yılında bir Yunan yolcu ucağı seyahat halindeyken, soğuk hava tertibatı bozulduğu icin iki pilotu da donarak olmuş ve ucak birkac dakika icinde dağa cakılmıştı. O halde, bizim ucaklarımızdan milyarlarca kat daha buyuk ve binlerce defa daha hızlı trilyonlarca gok ucakları, pilotsuz oldukları halde, nasıl carpışmadan ve duşmeden hareket edebiliyorlar? İnsan yapımı ucaklar veya uzay gemileriyle, yıldızları ve gezegenleri kıyasladığımızda anlayacağız ki, ancak sonsuz ilim, sonsuz kudret ve sonsuz hikmet sahibi Bir’i gokyuzundeki yıldızları halk etmiştir ve her an kontrolunde tutup tedbir ve idaresini gormektedir. Bu sırdandır ki, Kur’an:
“Şuphesiz Allah gokleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. And olsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa kendisinden başka hic kimse onları tutamaz.” (Fatır Suresi, 35/41).
Beşer eseri olan fuzelere karşı savunma sistemi geliştirmemize rağmen gokyuzunden uzerimize yağacak “semavi fuzeleri” seyretmekten ote bir şey yapamıyoruz.
Bitkiler Aleminden Allah’ın Varlığına Deliller
Sadece yıldızlar değil, etrafımızda gorduğumuz her şey, farklı dillerle, bize Rabbimizi anlatıyor. İcinde yaşadığımız mavi gezegende Allah’ı bize bildiren en muhteşem ayetler bitkiler, hayvanlar ve insanlardır. Hepsindeki ortak ilahi muhur olan “hayat”, her şeyiyle bize Allah’ı gosteriyor. Hayatı veren ve devam ettiren, Hayy ve Kayyum olan Allah’tır. Kur’an bu hakikati şoyle ifade eder:
“(Allah) su sayesinde sizin icin ekinler, zeytinler, hurmalar, uzumler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda, duşunen bir toplum icin buyuk bir ibret vardır” (Nahl Suresi, 16/11).
Bu ayet acıkca, bitkilerin Allah tarafından sudan yaratıldığını ve duşunenler icin bunda buyuk bir ibret olduğunu soyluyor. Bilim, gunumuzde hayatın kaynağının su olduğunu kabul etmesine rağmen, hayatın ne olduğunu tam olarak anlamış değildir. Oysa gezegenimizin her karışını sıksanız hayat sahibi bitki veya hayvanlar cıkar.
2004 yılı itibariyle bitkibilimciler yaklaşık 350.000 ayrı bitki turunun varlığını tespit etmiş bulunuyorlar. Butun bu bitkiler, hem birbirinin aynısı hem de birbirinin gayrisidir. Hepsinin benzer atom, element, molekul ve hucrelerden yapılması aynı olduklarını gosterirken, hepsinin farklı bir şekli ve nispeten farklı bir DNA kodunun olması da ayrı olduklarını gosteriyor.
Bitki deyip gecmemeli. Bir bitkinin yaptığını hicbir insan yapamaz. Yaptığı işe gore isimlendirme yapmak gerekirse, her bir yeşil yaprağa “oksijen ve yemek fabrikası” demek daha uygun duşer. Her yeşil yaprağın milyonlarca yıldır yaptığını, insanoğlu ancak gecen asrın ortalarında bir nebze oğrenebilmiştir. Dr. Calvin, bir yaprağın bircok marifetinden birini acıkladığı icin Nobel odulu almıştır.(8) Başka bir deyişle, asırlarca devam eden gayretler sonucunda, ancak en zeki insanlar bir nebze yeşil otların ne yaptığını anlamışlar. Buna rağmen hicbir bilim adamı bir otun yaptığını yapamaz. O halde, aptal ve tembel insanlara “ot gibisin” demekle aslında onlara iltifat, ota hakaret etmiş oluruz. Belki de, Nobel odulu alacak kadar zeki ve calışkan olanlara “ot gibisin” demek daha makul olur!
Hem ot deyip aşağıladığımız bitkiler bizim icin kendilerini feda eden hizmetkÂrlardır. Surekli calışıp zaruri ihtiyacımız olan oksijeni urettikleri gibi, vucudumuz icin gerekli vitamin ve proteinleri uretip yiyecek olarak kendi hayatlarını bizim hayatımızın devamı icin feda ediyorlar. İnsanoğlu, kırk binin uzerinde bitki ve hayvanı besin olarak kullanıyor. Ağaclar, muhteşem fabrikalar gibi calışıp bize rızık yetiştiriyor. Uzerinde duşunmediğimiz icin, bitkilerin bize yaptıkları hizmeti tam takdir edemiyoruz. Sebepler perdesiyle, meyveyi ağactan ve sebzeyi bostandan bildiğimiz icin, onların hakiki kıymetini bilemiyoruz. Oysa eğer bir meyveyi fabrikada yapmaya kalkışsak tanesini milyon dolara alamazdık! Rızkın bol olması, kıymetsizliğini değil, rahmetin cokluğunu gosterir. Nitekim bizim icin en kıymetli gıda olan oksijen, bedavadır; ancak kıymetsiz değildir.(9)
Her bir bitki, her bir meyve ve her bir sebze harikulade bir ihsan-ı ilahidir, muhteşem bir hediye-i rahmanidir. Orneğin bir firma “cekirdekli biskuvi” imal etse, siz de biskuvinin cekirdeğini toprağa ektiğinizde “biskuvi ağacı” cıksa hayret edersiniz. Eminim butun gazetelerde manşet olur ve butun televizyonlar boyle bir ağactan bahseder! Doğrusu, cekirdekli biskuviye hayret edip binlerce cekirdekli meyve ve sebzeyi sıradan gorene hayret etmek lazım!
Sekuler bilim ve dinsiz felsefe, her acıdan mucize olan İlahi eserleri, tabiat ve sebepler perdesi arkasına saklayıp sıradanlaştırıyor. İnsanın, mevcut olanı farklı şekle sokarak yaptığı eserlerini de olağanustu gosteriyor. Allah, gonderdiği en son kitabında otuz bir defa tekrarla bize soruyor:
“Rabbinizin hangi bir nimetini inkÂr edersiniz?” (Rahman Suresi, 55/12,..).
Eğer, aklımızı başımıza alıp her bir nimetin kıymetini idrak etsek hicbirini inkÂr edemeyiz. Oysa bu nimetleri tabiat ve tesadufe havale edince hepsini inkÂr ederiz. Hayvan ve insanların muhtac olduğu vitamin ve proteinleri iceren, onların damak tadına, ağzına, dişine, midesine munasip yuz binlerce bitki turu, Allah’ın rahmetinin en aleni burhanlarıdır. Aklı başında bir insan, bir tek elmayla bile, Rabbini bulabilir. Nanoteknoloji(10) ile inşa edilen elmanın atom, molekul ve hucre boyutundaki harikulade yapısı, sahibinin sınırsız ilmini, kudretini ve hikmetini gosterdiği gibi, insanın gozu, dişi, damağı ve midesiyle olan irtibatı ve ittifakı, O’nun sonsuz rahmeti, şefkati ve inayetini gosteriyor.
Aklını yerinde kullanan bir insan bir tek elmadan hareketle bile Rabbini bulabilir. Evet, sadece bir elmayı dahi tam olarak idrak edebilen, Rabbinin varlığını idrak edebilir. Yine, bir elma deyip gecmeyin. Bir elmayı yapmak icin dunya buyukluğunde bir fabrika kurup icerisine canlı hucrelerden oluşan bir ağac dikmeniz gerekir. Bir hucreyi bile yapamayan, elbette milyarlarca hucreden dokunan bir ağacı yapamaz. Faraza bunu yapsa bile, guneşe hukmu gecip onu hassas bir olcuyle dunya mutfağına fırın yapamayan elbette elma meyvesini pişiremez. Bir elmayı yapmak icin daha bunun gibi binlerce koşul sıralayabiliriz.
Bu ifade ettiklerimizi Bediuzzaman Hazretleri aşağıdaki veciz ifadelerle dile getirmiş:
“Bir elmayı halk edecek (yaratacak), elbette dunyada butun elmaları halk etmeye ve koca baharı icat etmeye muktedir (kudretli) olmak gerektir. Baharı icat etmeyen, bir elmayı icat edemez. Zira o elma, o tezgÂhta dokunuyor. Bir elmayı icat eden, bir baharı icat edebilir. Bir elma bir ağacın, belki bir bahcenin, belki bir kÂinatın misal-i musaggarıdır (kucuk bir numunesidir). Hem sanat itibarıyla koca ağacın butun tarih-i hayatını taşıyan elmanın cekirdeği itibarıyla oyle bir harika-i sanattır (sanat harikasıdır) ki, onu oylece icat eden, hicbir şeyden aciz kalmaz.”(11)
Bu sırdandır ki, Kur’an, sadece mideyi doldurmak icin yemek yerine, yediklerimizin nasıl oluştuklarını duşunerek yememizi istiyor:
“İnsan yediklerine bir baksın. Biz suyu bol bol indirdik. Toprağı yardıkca yardık. Ondan daneler, uzumler ve sebzeler, zeytinlikler ve hurmalıklar, bol ağaclı bahceler, ceşit ceşit meyveler ve otlar bitirdik; size ve hayvanlarınıza rızık olsun diye.” (Abese Suresi, 80/24-32).
Hayvanlar Aleminden Allah’ın Varlığına Deliller
Aklımızı ve ilmimizi kullanarak hayvanlara baktığımızda her birinin muhteşem “makineler” veya “yuruyen fabrikalar” olduğunu soyleyebiliriz. Sanayi devriminden bugune insanoğlu teknolojik aletler uretmekte muthiş mesafe aldı. Bir asır once hayal bile edemediğimiz televizyon, cep telefonu, bilgisayar gibi aletler, gunumuzde hayatımızın bir parcası haline geldiler. Her gun yenisine şahit olduğumuz “teknoloji harikaları” cağında yaşıyoruz. Sekuler bilim bile, insanın ihtiyac ve arzularını gidermek icin karmaşık aletler yapma kabiliyetini, onu hayvandan ayıran temel unsur olarak kabul ediyor. Ucaklar, arabalar, hızlı trenler, gokdelenler, bilgisayarlar bu kabiliyetin meyveleridir. Herkes kendi tecrubesinden bilir ki, insan yapımı en basit alet bile ilim ve gucun eseridir. Aletler karmaşık hale geldikce, daha cok ilim ve kuvvet gerektirir. Orneğin, tahtadan oyuncak bir arabayı, cok az bir ilim ve kuvvet sahibi bir cocuk yapabilir. Ancak binlerce cocuk bir araya gelse bile en basit motorlu bir arabayı yapamaz. O halde kendi eserimiz olan “teknoloji harikalarıyla” hayvanları kıyaslayalım.
Hayatımızın her karesinde gorebildiğimiz, hayvanat bahcelerinde televizyon belgesellerinden surekli teşhir halinde bulunan hayvanların yaratılışını ve marifetlerini duşunerek Rabbini bulmak bizler icin daha kolay olabilir. Kur’an-ı Kerim hayvanlarda ibret verici işaretler olduğunu bize şu ayetiyle bildiriyor:
“Şuphesiz goklerde ve yerde inananlar icin bircok ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryuzunde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum icin ibret verici işaretler vardır.” (Casiye Suresi, 45/3-4).
Doğrusu, hayvanlara dikkatle bakıp aklını kullananlar icin, Allah’ı bize anlatan ibretli işaretleri gormek hic de zor değildir. Kur’an, inanmayanları, kor olarak tabir ederek onların, iman yoluyla gozleri hakikate acılmadığı surece, bu ayetleri ve işaretleri goremeyeceklerini ifade ediyor. Aklımızı kullanarak, bir iki misal ile hayvanlardaki ibretli ayetleri okumaya calışalım.
Hayvanları araştıran bilim adamları bugune kadar yaklaşık 2 milyon ayrı hayvan turunu tespit edip isimlendirmişlerdir. Tahminlere gore, bu rakam mevcut hayvanların ancak yuzde 20’sine denk geliyor. Yaklaşık 10 milyon ayrı hayvan turu olduğu tahmin ediliyor.(12)
Hayvanları inceleyen bilim adamlarının bizlere anlattığına gore, en kucuk bir hayvan dahi, işleyişi itibariyle, bizim en buyuk teknoloji urunumuzden binlerce derece daha harikadır. Başka bir deyişle, “beşeri teknolojik aletler” ile “ilahi teknolojik aletler” diyebileceğimiz hayvanları kıyasladığımızda aralarında cok buyuk farklar goruruz. Yaptığı “yuksek teknolojilerle” gururlanan insanoğluna Allah gondermiş olduğu kitabında meydan okuyor:
“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz, kendinden istenen de!” (Hac Suresi, 22/73).
Bir sinek yapmak şoyle dursun, o sineğin en kucuk bir hucresini yapmak bile mumkun olmamıştır bugune kadar. O halde Kur’an’ın ayetiyle soralım:
“Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar?” (Tur Suresi, 52/35).
Hayvanların harika vucut sistemleri Allah’ın varlığına, milyonlarca turleri sayısınca, belki tum hayvanlar sayısınca işaret ettiği gibi, hayvanlardaki faydalar ve neticeler de Allah’ın hikmet ve rahmetine şahitlik yapar. Kur’an bu hakikati şoyle ifade eder:
“Ehli hayvanlarda da sizin icin birer ibret vardır. Onların karınlarında, kan ile fışkı arasından cıkan ve icenlerin boğazından kolayca gecen halis bir sutle sizi besleriz.” (Nahl Suresi, 16/66).
Demek ki, oyle hayvan deyip gecmemeliyiz! Kızdığımız insanlara da “hayvan!” deyip hayvanları aşağılık mahlûk gibi gormemeliyiz! Hayvanları yaptıkları işlere gore isimlendirirsek inek, koyun ve keciye “sut ve et fabrikası”, tavuğa “yumurta ve et fabrikası”, ipek boceğine “ipek fabrikası”, arıya da “bal fabrikası” dememiz daha munasip olur! Doğrusu, bu hayvanların diğer faydalarını duşunduğumuzde, bu tarzda bir isimlendirme bile noksan kalır.
Yukarıdaki ayette Allah, inek de dahil olmak uzere, evcil hayvanlarda ibretler olduğunu soyluyor. Doğrusu bu hikmetleri anlamak icin veterinerlik diye ayrı bir bilim dalı gelişmiş. Binlerce bilim adamı şimdiye kadar bu hikmeti anlamaya calışmalarına rağmen henuz bitirmiş değiller.
Orneğin, ineğin nasıl sut yaptığını anlamaya calışan Dr. Virtanen, sut yapamadı, ancak inekten nasıl daha cok sut alacağımızı keşfetti. Bundan dolayı kendisine Nobel odulu verdik.(13) Şimdi size soruyorum, ineğin yaptığını bir derece anlayan, ancak yapamayan birine Nobel odulu verilirse, her bir ineğe acaba nasıl bir odul vermek lazım?
Kanaatimce, ineklerin yaptığını bir derece de olsa anlayan her insan, onlara buyuk saygı duymak zorundadır. Doğrusunu isterseniz, ineğe tapan Hinduların (her ne kadar yaptıkları kufur de olsa) neden taptıklarını az-cok anlayabiliyorum. Bence, ineği sıradan bir varlık olarak gormek, ineğe tapmak kadar şaşılacak bir şeydir.
Bediuzzaman Hazretlerinin ifade ettiği şu veciz ifadeler buraya kadar anlattıklarımızın ozeti gibi:
“Başta inek ve deve ve keci ve koyun olarak sut fabrikaları olan validelerin memelerinde, kan ve fışkı icinde bulaştırmadan ve bulandırmadan ve onlara butun butun muhalif olarak hÂlis, temiz, safi, mugaddî (gıdalı), hoş, beyaz bir sutu koymak; ve yavrularına karşı o sutten daha ziyade hoş, şirîn, tatlı, kıymetli ve fedakÂrane bir şefkati kalplerine bırakmak; elbette o derece bir rahmet, bir hikmet, bir ilim, bir kudret ve bir ihtiyar ve dikkat ister ki; fırtınalı tesaduflerin ve karıştırıcı unsurların (elementlerin) ve kor kuvvetlerin hicbir cihetle işleri olamaz.”(14)
“İnsan”ın Allah’ın Varlığına Delilleri
Allah’ı bildiren bir başka delil, belki de en onemlisi, bizim ic dunyamızda gercekleşiyor. Her insan kendi yaratılışını ve kendisine her gun verilen nimetleri duşunerek Rabbini bulabilir. İnsanın kÂinat icinde her bir şeyde gorduğu delillere “afakî”, yani “dışsal” deliller; kendi şahsında gorduğu ve hissettiği delillere ise, “enfusi”, yani “icsel” deliller denir. İcsel deliller, anlaşılması daha kolaydır, cunku şahsi tecrubeye dayanır. Maalesef, bircok insan, kendi varlığı uzerinde duşunmediğinden bu delilleri gormekte zorluk ceker. Oysa Kur’an, bircok ayette insanın yaratılışındaki ibrete dikkatimizi cekiyor:
“Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryuzunde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum icin ibret verici işaretler vardır.” (Casiye Suresi, 45/4).
Modern teknolojinin esamesinin olmadığı bir donemde, insanın yaratılışı “ilahi ultrasonla” gozlemlenmiş gibi Kur’an’da tarif ediliyor:
“Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı bir parcacık et haline soktuk; bu bir parcacık eti kemiklere (iskelete) cevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en guzeli olan Allah pek yucedir.” (Muminun Suresi, 23/14).
İnsanın ana rahmindeki bir damla sudan insan haline getirilişini ilk defa muşahede eden bilim adamı gorduklerini “mucize” olarak tabir etmiş. İlginctir, bu konuda sekuler anlayışla hazırlanan belgeseller bile, “hayat mucizesi” demek zorunda kalmışlar.(15)
İnsanların buyuk bir coğunluğu, kendi hayat yolculuğunda yaşadığı bu mucizeyi unutarak, sanki gokten zembille inmiş gibi, gafil ve nankor bir şekilde yaşıyor. Kur’an’daki şu ayet aklı başındaki insanları bu gafletten uyandırıp kendi yaratılış mucizesini gormeye teşvik ediyor:
“Gormedi mi o insan; biz onu bir damla sudan yarattık da sonra o, bize apacık bir duşman kesiliverdi?” (Yasin Suresi, 36/77).
İnsanın bir damla sudan yaratılışı ancak sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi Bir’inin eseri olabilir. Aksini iddia eden varsa bir damla sudan bir insan yaparak veya insanın tek bir hucresini yaparak iddiasını ispat edebilir. Kur’an, on dort asırdır inanmayanlara bu konuda meydan okuyor.(16) Şimdiye değin, bu meydan okuyuşa bir cevap verilemediği gibi, cok ileri teknolojiye rağmen, buna cevap verilebileceğini soyleyen de yok. Bu, hem Kur’an’ın ilahi kitap olduğunu hem de Allah’ın butun canlıların Yaratıcısı olduğunu ispat ediyor.
İnsanın yaratılışı mucize olduğu gibi, doğduktan hemen sonra, ona validesinin memelerinden “anne sutunun” ikramı da ayrı bir “rahmet mucizesi”dir. Bircoğumuz bunu sıradan goruyoruz. Şoyle bir duşunun, annelerin memelerinden sut değil de “portakal suyu” gelseydi ne yapardık! Herhalde, hayret eder ve herkesle paylaşırdık. Eminim, televizyon kanallarında birinci haber haline gelirdi! Oysa annelerin memelerinden “portakal suyu” yerine “sut” gelmesi, binlerce kat daha harika ve hayret edilmesi gereken bir şeydir. Bilim adamları henuz “anne sutunun” yerini tam olarak tutacak hicbir şey bulamadıkları icin annelere cocuklarını emzirmelerini tavsiye ediyorlar. Anne sutu orneğinde olduğu gibi, bircok şey, belki de her şey, aslında harikulade ve mucize olmasına rağmen surekli gorduğumuz icin onları sıradan bir şey gibi algılıyoruz. “Akıl gozunu” dikkatle acanlar, “sıradanlık perdesini” aralayarak her şeyin arkasındaki mucize fiilleri ve onların Faili’ni gorebilir.
İcsel delillere bir ornek daha vermek istiyorum. Her insan kendi bedeni uzerinde duşunduğunde Rabbini bildiren ayetleri gorebilir. Vucudumuzun her azası, muhteşem yapısı ve işleyişi, duzeni ve sayısız hikmetleri ve faydalarıyla bize sonsuz ilim, hikmet, rahmet ve kudret sahibi Bir’inden haber veriyor. Sizinle yakın zamanda yaşadığım bir hadiseyi paylaşarak ne demek istediğimi acıklayayım. Benim ağzımda “insan yapımı” dişler ve “diğer dişler” var. İnsan yapımı dişlerimi, sokakta karşılaştığım bir insana yaptırmadım. Diş hekimliği fakultesinden mezun olup kendi alanında yıllarca tecrube edinen bir “diş hekimine” yaptırdım. Niye sıradan bir insana gitmedim de bir diş hekimine gittim? Cevabı gayet basit: Cunku diş icin en uygun malzemeyi bularak onu diğer dişlerimle uyumlu bir kalıba sokup sonra da damağıma yerleştirmek, oyle basit bir iş değil. Herkesin elinden gelmez. Diş konusunda derin bilgisi ve diş yapıp yerleştirecek aletleri olmayan biri bu işi yapamaz.
Şimdi “insan yapımı” dişler ile “diğer” dişleri kıyaslayalım. Hangisi daha iyi? Hangisi daha sağlam? Hangisi daha mukemmel? Elbette “diğer” dişler. Bunun en bariz orneği, eğer sağlam dişleriniz varsa, hicbir dişci, gelin bu dişleri cıkaralım, ağzınıza teknoloji harikası dişler yerleştirelim demez.
Şimdi, aklımızı başımıza alıp duşunelim: “İnsan yapımı” dişler yuksek bir ilim ve kudretle oluyorsa, onlardan her acıdan daha mukemmel olan “diğer” dişler kendi kendine veya tesadufen olabilir mi? İlim ve şuurdan mahrum, cahil ve aptal doğal kuvvetlerin eseri olabilir mi? O halde, insan yapımı olmayan her bir dişimiz bize Allah’ı bildiriyor. İnsan vucudunun en basit parcalarından biri olan dişler bu şekilde bize Rabbimizi bildiriyorsa, goz, burun, beyin gibi yuzlerce organımızın Allah’ı nasıl bildirdiklerini de sizin zekÂvetinize havale ediyorum.
Yazımızın başından buraya kadar anlattıklarımızı ozetleyecek olursak:
Rabbimiz kainatı muhteşem bir kitap haline getirip, ondan yazdığı sayısız cansız ve canlı varlıkların kelimeleriyle (ayetleriyle) kendini bize tanıtıyor. Bu kitab-ı kebir-i kainatın manalarını Kur’an-ı Kerim'le tercume etmiş ve Hz. Muhammed (asm) gibi bir muallim-i ekberle bu kitabı nasıl okuyacağımızı ders vermiştir. Bizler, tesaduf ve tabiatın kapkara gozluğunu cıkarıp, Kur’anın sunduğu şeffaf gozlukle kainat kitabını okuduğumuzda her bir şeyde Rabbimizi gorebilir, icraatlerini muşahede edebilir, hikmetlerini tefekkur edebiliriz. O’nu hem hadsiz mukemmel eserleriyle tanıyabilir ve hem de sonsuz nimetleriyle sevebiliriz.
(Bu yazı, Nesil Yayınları' arasında cıkan, "11 Eylul’e Rağmen Amerika’da Yukselen İslam" isimli kitaptan alınmıştır.)
.
__________________
İnanmayanlara Allah'ın Varlığının İzÂhı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●36 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İnanmayanlara Allah'ın Varlığının İzÂhı