Dunyaya gelen insan ve cin, bir olum yolcusu olarak geliyor. CenĂ‚b-ı Hak bir takvim de bildirmiyor. Ne takdim, ne tehir var. Herkes bir takvimini dolduruyor.
Ondan sonra bir ebediyet yolculuğu başlayacak. Uzerinde bir tĂ‚dilĂ‚t yapmak da mumkun değil. Her an işlediğimizi, KirĂ‚men KĂ‚tibîn tarafından bu dosyalar, kıyĂ‚mete gidiyor. KıyĂ‚mette dosyalarımız birikiyor. TĂ‚dilĂ‚t yapmamız da mumkun değil. “Kitabını oku, bugun nefsin (hesap sorucu olarak) kĂ‚fidir.” (el-İsrĂ‚, 14) denilecek. Butun hayatımız yeniden bize seyrettirilecek. Ondan sonra bir ebedî yolculuk başlayacak.
CenĂ‚b-ı Hak yardım olarak insana istîdatlar veriyor.
وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي
(“…Rûhumdan ufurduğum zaman…” [el-Hicr, 29; SĂ‚d, 72])
Bu istîdatları istikĂ‚metlendirmek icin CenĂ‚b-ı Hak peygamberler gonderiyor, kitaplar gonderiyor, suhuflar gonderiyor.
Şu kĂ‚inat da insan icin hazırlandı. Zaten son insandan sonra fonksiyonu bittiği icin infilĂ‚k edecek. Yeni baştan bir duzen başlayacak.
VelhĂ‚sıl insanın mĂ‚cerĂ‚sı cok uzun ve cok girift. İniş-cıkışlı, med-cezirli. CenĂ‚b-ı Hak peygamberleriyle telkini, kĂ‚inattaki zerreden kureye telkini. Rabbini tanıması, Rabbine guzel bir kul olması.
CenĂ‚b-ı Hak:
“Biz insanı abes (boş yere) yaratmadık. Huzûrumuza gelip (hesap vermeyeceğini) mi zannediyor?” (el-Mu’minûn, 115) buyuruyor.
VelhĂ‚sıl her insanda, dunyada sekiz bucuk milyar insan varsa hepsinde bir olum endişesi var. Ateistte, dinsizde; “Ya varsa ne olacak?..”
İlk tebliğler başladığı zaman Mekke’de:
عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ . عَنِ النَّبَاِ الْعَظِيمِ . اَلَّذِى هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ
(“Birbirlerine neyi soruyorlar? (İnanıp inanmamakta) ayrılığa duştukleri buyuk haberi mi?” [en-Nebe, 1-3])
Hemen “buyuk haber” dediler.
“عَنِ النَّبَاِ الْعَظِيمِ” dediler. “Buyuk haber geldi.” dediler. “Ya varsa?” dediler. Hemen tartışmaya başladılar. Nefsanî hayatları cok baskındı, bertaraf etmenin caresine baktılar. Alay edelim dediler, hakaret edelim dediler, zulmedelim dediler vs. kaldıralım dediler.
Rasûlullah Efendimiz’e geldiler:
“–Sen Muhammed dediler, bunu kaldır, bu Ă‚hiret haberini kaldır, biz Sana tĂ‚bî olalım, yeter ki şu Ă‚hiret haberini kaldır.” dediler. Yani rahatsız oldular. Yani demek ki bir, tĂ‚biri cĂ‚izse insanın beyninde coreklenmiş bir yılan gibi. DĂ‚imĂ‚ yokluyor Ă‚hiret havĂ‚disi.
Dunyada inkĂ‚r etseler de, dunyada her şey bir Ă‚hiret haberini haber veriyor, fĂ‚nîliği haber veriyor; ilĂ‚hî kudret, ilĂ‚hî azameti haber veriyor.
KĂ‚firde boyle endişe var. Bugun de aynı şekilde. Bunu, Ă‚hiret haberini unutturmaya calışıyor. Televizyon unutturmaya calışıyor, internet unutturmaya calışıyor. Modalar, reklĂ‚mlar, dunyevîleşmeler unutturmaya calışıyor.
Mu’minde ise; mu’minde de endişe… CenĂ‚b-ı Hak, peygamberler ve peygamberlerin işaret ettiği kişilerin dışında kimseye bir teminat yok son nefes…
Onun icin CenĂ‚b-ı Hak:
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“…Ancak muslumanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) “Sakın ha, başka şekilde can vermeyin!” buyuruyor. “AllĂ‚h’a yardım eden…” buyruluyor. Yani dîni yaşayacak, dîni yaşatacak. O zaman “…Allah da ona yardım edecek, ayağını kaydırmayacak.” (Bkz. Muhammed, 7)
Yani demek ki her mu’minde endişe; kaygan bir durumun uzerinde.
CenĂ‚b-ı Hak bu kaygan durumda kayanları bildiriyor. KĂ‚run’u bildiriyor, daha evvel salih bir kuldu.
Bel’am bin BĂ‚ûrĂ‚’yı bildiriyor, o da evliyĂ‚ullahtan bir kuldu. Nasıl kaydı gitti!..
Mu’minde tecellîler ayrı ayrı. Fakat en muhimi, bu ebediyet yolculuğunu guzelleştirmek. Bu da, CenĂ‚b-ı Hak “takvĂ‚”yı bildiriyor.
TakvĂ‚lı olmak icin;
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Allah Rasûlu’ne itaat, AllĂ‚h’a itaattir…” (Bkz. en-NisĂ‚, 80)
İşte ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Efendimiz’in izini takip ettiler devamlı. İbadette takip ettiler, ahlĂ‚kta tĂ‚kip ettiler, muĂ‚melĂ‚tta takip ettiler, muĂ‚şerette takip ettiler, hak-hukukta takip ettiler.
Efendimiz’e hayran oldular. Efendimiz bir Ă‚bide. İnsanlıkta bir Ă‚bide. Efendimiz’in her Ă‚nını temsil etmeye calıştılar. AllĂ‚h’ın verdiği bu İslĂ‚m nîmetini duşunduler. Bunu infĂ‚ka mecbur olduklarını hissettiler. Cin’e gittiler, Semerkand’a gittiler, Kayrevan’a gittiler, Afrika’ya girdiler. Daha sonra gelen, İspanya’ya gitti. İstanbul’a seferler oldu. Sırf bu, AllĂ‚h’ın verdiği bu İslĂ‚m nîmetinin bedelini odeyebilmek.
Ve hepimiz, bu sonsuzluğun bir yolcusuyuz.
Onun icin buyruluyor:
“İki şeyi unutma!” selĂ‚mete gitmek icin. Ve bunu kalp unutmayacak. Kalp unutmaması icin kalbin CenĂ‚b-ı Hak’la beraber olması lĂ‚zım.
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
(“…Kalpler ancak AllĂ‚h’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28]) Buyruluyor.
Kalp unutmayacak. CenĂ‚b-ı Hakk’ı unutmayacak, bir de Ă‚hireti unutmayacak. İnsanın fıtratında fĂ‚nîliğe isyan konmuş. İnsan fĂ‚nîliği istemiyor, aman daha fazla yaşayayım istiyor. Endişe; son nefesten korkuyor, mezardan korkuyor, Ă‚hiretten korkuyor. Bunun da bertarĂ‚fı icin, işte kalbin CenĂ‚b-ı Hak’la beraberliğini temin edebilmek.
اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
(“…Kalpler ancak AllĂ‚h’ın zikriyle huzur bulur.” [er-Ra‘d, 28])
Kalbi, kalb-i selîm hĂ‚line getirebilmek.
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
(“…Ancak AllĂ‚hʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o gunde fayda bulur).” [eş-ŞuarĂ‚, 88-89]) Ve Ă‚hireti unutmamak. SelĂ‚met yolu.
İnsanın iki yapısı var. MĂ‚lum, bir turĂ‚bî yapısı var. Topraktan olan bu ceset yapısı. İbadet, muĂ‚melĂ‚t, ahlĂ‚k vs. hepsi bu bedenle oluyor. Bunun icin rûha beden giydirildi.
Bir nutfe olarak dunyaya, ana karnına verildi. O beden, yok kadar bir madde; aleka, mudğa, izam, lahim vs. birtakım programlardan gecti. Ondan sonra bir insan olarak cıktı. CenĂ‚b-ı Hak soruyor:
“En insan (diyor), seni şekilsizlikten en guzel şekilde birleştiren Rabbine karşı seni aldatan nedir?” buyuruyor. (Bkz. el-İnfitĂ‚r, 6-8)
DĂ‚imĂ‚ bir tefekkure sevk ediyor. Bir yoktan, bir sıfırdan nasıl bir nutfe olarak geldin? Aldığın gıdalardan bir nutfe oldun. Topraktan bir gelişin var. En nihayet bir insan olarak dunyaya geliyorsun.
İbadetler bu bedenle olacak. Tabi son nefeste bu bedenin fonksiyonu bitecek. Beden geldiği yere, turĂ‚ba, yine toprağa donecek. Fakat rûhĂ‚nî hayatımız, ona olum yok.
CenĂ‚b-ı Hakk’ın ruhları yaratması. Rabbi tasdik ettikten sonra; tabi o tarafı biz bilmiyoruz, unutturdu CenĂ‚b-ı Hak. En son bu ruh olarak, bu ana karnına giriyoruz. Bedenle birleştiriliyor. Bedenle bir omur takvimi devam ediyor. Omur takviminin sonunda beden ruhtan ayrılıyor. Yine ruh yolculuğa devam ediyor. Bir mezar hayatı.
Nasıl bir mezar hayatı? O da mechul. Ancak -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz dunyevî intibĂ‚larla bize mezar hayatından sahneler bildiriyor. Ya Cennet bahcesi veyahut da Cehennem’den hazin bir cukur. O tarafta bir muddet de yok. Herkes kıyamete kadar bekleyiş…
KıyĂ‚metten sonra “yevmu’l-hurûc”, o mezarlardan kalkış. “Yevmu’l-hulûd”, bir ebediyet gununun başlaması. Orada da insanın durumuna gore, hĂ‚line gore, o Ă‚hiret hayatının herkes icin ayrı ayrı olması. Cok azının hemen Cennet’e girmesi, fakat diğer buyuk kalabalığın, uzun uzun bir Ă‚hiret icinde beklemesi.
Mucrimlere zor anlar cok. Guneş yaklaşacak. O zamanın şartlarına gore, ter boğacak, ağır sıkıntılar. Fakat bu dunyada CenĂ‚b-ı Hak’la dost olanlar, kalb-i selîme erenler. Onlar icin:
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…Onlar uzulmeyeceklerdir, korkmayacaklardır.” (Yûnus, 62) Olumu guzelleştirenler. Bunlar kimler? CenĂ‚b-ı Hak bunlar icin:
“Rabbim Allah’tır deyip…” (Fussilet, 30) Yani devamlı Allah rızĂ‚sını, ibadetleri bir huşû icinde olacak. AhlĂ‚k, muĂ‚melĂ‚t vs. Rasûlullah Efendimiz’e benzeyecek. Onlar icin bir selĂ‚met olacak.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Onlar CenĂ‚b-ı Hak’la dost oldukları icin “…Onlar uzulmeyecek ve korkmayacaklardır.” (Fussilet, 30) Fakat esas buyuk kitle icin epey zor anlar yaşanacak. Cok zor anlar yaşanacak. Peygamberler bile zorlanacaklar an an. Cunku peygamberlere de, -hepsi Cennetlik olduğu hĂ‚lde- onlar da tebliğden onlar da hesap verecekler: Ulaşamadığı kimseler var mı? Tebliğ etmediği kimseler var mı?..
İşte Hazret-i Yunus -aleyhisselĂ‚m- dunyada bile uc gun erken gittiği icin, balığın karnına atılıyor. Zikrine ve istiğfarına, CenĂ‚b-ı Hak, etmeseydi kıyĂ‚mete kadar balığın karnında bırakırdık, buyuruyor. Fakat CenĂ‚b-ı Hak ona istiğfarını kabul ettiği icin de onun kurak bir yere atmaktan kurtulduğunu soyluyor. Bir peygamber kurak bir yere atılırdı, CenĂ‚b-ı Hak kabul etmeseydi. (Bkz. el-Kalem, 49)
VelhĂ‚sıl ibadetlerimiz, muĂ‚melĂ‚tımız, hepsi kabule muhtac. Yani demek ki kul devamlı CenĂ‚b-ı Hakk’a ilticĂ‚ hĂ‚linde olacak. “Aman yĂ‚ Rabbi!” diyecek.
Diğer kıyĂ‚met safhasında, burada olan dosyalarımız devamlı orada doluyor.
فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ. وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ.
(“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mukĂ‚fatını gorecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kotuluk işlerse, onun cezasını gorecektir.” [ez-ZilzĂ‚l, 7-8])
Zerreler bile gidiyor oraya. Orada bakacağız ki unuttuğumuz cok zerreler orada yeniden orada goreceğiz.
Nasıl bugun CenĂ‚b-ı Hak, bir ibrettir, bu sanayinin ilerlemesi, tabi o da CenĂ‚b-ı Hakk’ın verdiği bir istîdatla olmuş oluyor, nasıl bir duğmeye, komputer’in, bir bilgisayarın bir duğmesine basıyorsun her şey ortaya cıkıyor; orada bizim de her şeyimiz ortaya cıkacak. Duygularımıza gore değerlendirme olacak, ibadetlerimiz, tĂ‚atlerimiz, yaptığımız işler. Zor ve korkulu bir an.
Orada CenĂ‚b-ı Hak, bu dunyada ne verdiyse hepsi iki uclu bir bıcak gibi. Hayra da şerre de. Gozunle ne yaptın? Neleri seyrettin, nelerden ibret aldın? Ne kadar RahmĂ‚nî vitrinler, ne kadar şeytĂ‚nî vitrinlerde gozun dolaştı, gezdi? Kalbine neler damlattı oradan? Kulağın oyle, ağzın oyle, vucudun oyle vs. oyle…
VelhĂ‚sıl zor gun. Bu zor gune hazırlanabilmek.
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak insanın istîdat olarak ahsen-i takvim uzere, yani en guzel yaratılış…
İnsan bir tefekkur edecek. Af edersiniz bir kopek, bir kedi, bir yılan gorduğu zaman “ben boyle yaratılabilirdim” diyecek. Bir fare gorduğu zaman “ben fare olarak yaratılabilirdim” diyecek. “Ben bir kazanarak bir insan olarak gelmedim” diyecek. Duşunecek, tefekkur edecek. “Bir sıfır sermaye ile insan olarak geldim.” diyecek.
Tabi bunun icin ne kadar bir minnettarlık icinde bulunacak CenĂ‚b-ı Hakk’a. Daha daha oteleri duşunecek:
“Elhamdulillah ben yuz yirmi dort bin kusur peygamberin en yucesine ummet oldum.” diyecek. “Bunu da bir sıfır sermaye ile oldum.” diyecek. Fakat kendisi duşunecek bunu. Fakat bunun ben bedelini vereceğim. Buraya kadar bedelsiz, fakat bundan sonra bir bedel başlayacak.
ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-TekĂ‚sur, 8) buyruluyor.
CenĂ‚b-ı Hak bazı şeylerin miktarını bildirmiyor. Bize zekĂ‚tın miktarını bildiriyor, kırkta bir. Fakat CenĂ‚b-ı Hakk’ın sana verdiği lûtuflar, ihsanlar, ikramlar, bunun bedelini bildirmiyor. O acık, ucu acık bunun.
İnfak buyruluyor. Bu infakı kullanabilmek icin, bu da kalbe bağlı. “Sevdiklerinizden vermedikce AllĂ‚h’a yaklaşamazsınız…” (Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 102)
Canın hasta olsa, canın bir tehlikeye girse, neleri verirsin canını kurtarmak icin? Butun dunya nîmetleri gozunde kuculur. Aman şu canımı kurtarayım diye.
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak dostlukta da bunu istiyor. Ne kadar CenĂ‚b-ı Hak’la dostum? MĂ‚lî imkĂ‚n, zihnî imkĂ‚n, bedenî imkĂ‚n vs. bunlarla ne kadar bir seferber hĂ‚linde olacaksın? Ki bununla bir îmĂ‚nını test edeceksin, bir muhabbetini test edeceksin CenĂ‚b-ı Hak’la.
İnsan, CenĂ‚b-ı Hak, “mukerrem kıldık” diyor. (Bkz. el-İsrĂ‚, 70) Yani mukerrem olacak vasıflar verdik. Bu, insan, bu imtihan dunyasında mukerremliğe kavuşacak, mukerremliğin neticesinde muhteşem olan DĂ‚ru’s-SelĂ‚m’a Cennet’e girmeye hak kazanacak.
Osman Nuri Topbaş Sohbetlerinden
__________________
Televizyon ve İnternet, Âhireti Unutturmaya Calışıyor
Dini Bilgiler0 Mesaj
●29 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Televizyon ve İnternet, Âhireti Unutturmaya Calışıyor