CenĂ‚b-ı Hak:
مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ
(“…Bize tĂ‚katimizin yetmediği şeyleri yukleme!” [el-Bakara, 286]) buyuruyor. Verdiği takatten mes’ûl kılıyor. TĂ‚kat fazlasını istemiyor. Fakat bu zamana ise:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yonel.” [el-İnşirah, 7-8])
Hicbir boşluk olmayacak. Bir namazı kıldın, bitti namaz, başka bir hayır işine gideceksin. Obur hayır işini yaptın, başka bir hayır işine… Dilinle hayır, ifadelerinle hayır, her şeyle bir hayır. İnsan bir hayırhah, bir rahmet insanı olacak. CenĂ‚b-ı Hak “Rahman ve Rahîm” esmĂ‚sını bildiriyor. Peygamberimiz de “raûf ve rahîm.” Merhamet, şefkatin zirvesi.
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
(“(Rasûlum!) Biz Sen’i Ă‚lemlere ancak rahmet olarak gonderdik.” [el-EnbiyĂ‚, 107])
Âlemlere rahmet tevzî ediyor Rasûlullah Efendimiz. Âlemlere rahmet tevzii icin halkoldu.
Demek ki bir mu’min de rahmet insanı olacak. Her hĂ‚liyle bir rahmet insanı olacak. Bu şekilde olumu guzelleştirecek. Olum bir kĂ‚bus olmaktan cıkacak. Nasıl olacak?
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
(“…Nerede olsanız, O sizinle beraberdir…” [el-Hadîd, 4])
Her zaman ilĂ‚hî muşahedenin, ilĂ‚hî kameranın altında olduğunun idrĂ‚ki icinde olacak. İc dunyasını zorlayacak.
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
CenĂ‚b-ı Hakk’ın, ic dunyasını bildiğini, kalbiyle arasına girdiğini, hissiyĂ‚tını CenĂ‚b-ı Hak’tan saklayamaz. Ameller niyetlere gore bir derece kazanıyor. İcindeki niyeti bir sen biliyorsun, bir de CenĂ‚b-ı Hak biliyor, başka bilen yok. Fakat CenĂ‚b-ı Hak’tan gizleyemezsin niyetini. Onun icin en muhim; niyetini, duşunceni, hissiyĂ‚tını Allah rızĂ‚sıyla te’lif etmenin gayreti icinde olacak. CenĂ‚b-ı Hakk’a bu hususta;
“YĂ‚ Rabbi, duşuncelerimi, fikriyĂ‚tımı, kendi rızĂ‚n ile telif et.” diye kul ilticĂ‚ hĂ‚linde olacak. VelhĂ‚sıl Rabbini unutmayacak.
İşte dunya… Her şey bir imtihan. İşte bir taraftan geliş; her gun milyonlar geliyor dunyaya. Milyonlar, yine O’nun/CenĂ‚b-ı Hakk’ın mulkunde yaşıyor, CenĂ‚b-ı Hakk’ın verdiği rızıklarla merzuk. Her mahlûkĂ‚ta ayrı ayrı sofralar kuruluyor, her birinin sofrası ayrı.
Devamlı mahlûkat insana hizmet hĂ‚linde. Onun sutunu, yumurtasını, balını vesĂ‚iresini, toprak terkibinden cıkanları yiyorsun, iciyorsun. Hep bunlar CenĂ‚b-ı Hakk’ın ihsĂ‚nı. Sana her mevsim; bahar ayrı, yaz ayrı, sonbahar, kış ayrı, ayrı sebzeler, ayrı meyveler veriyor. DĂ‚imĂ‚ senin rûhunu guzelleştirmenin, nezĂ‚ket, zarĂ‚fet hĂ‚line gelmeni, CenĂ‚b-ı Hak onun bir ihsĂ‚nı icinde, ikrĂ‚mı icinde.
Sana kar yağarken karpuzu vermiyor CenĂ‚b-ı Hak. Yazın hararetinde sana karpuzu ihsan ediyor. Kutuplarda yaşayanlara hurma vermiyor, ekvator civarında yaşayanlara hurma veriyor. Ona gore icindeki vitaminler vs… Tavuk, yaptığı yumurtanın icinde ne kadar protein var, ne kadar diğer madde var, bilmiyor. Kendisi de yemiyor, hep sana ikram ediyor.
CenĂ‚b-ı Hak ne buyuruyor İnsan Sûresi’nde:
“…İster şukredici ol, ister nankor ol.” (el-İnsĂ‚n, 3) buyuruyor.
Bir coğrafyacıysan, bir bakıyorsun, atmosfer biraz ince olsaydı, o şeyler, meteorlar ne kadar Dunya’ya darbe yapardı. Guneş o dengeden biraz yaklaşsa -CenĂ‚b-ı Hak hesaplıdır buyuruyor Guneş’le Ay- biraz yaklaşsa her şey yanar, biraz uzaklaşsa her şey kutuplara donerdi. 21 oksijen 25 olsaydı, bir kibrit caktığınız zaman her tarafta bir yangın cıkardı. Ve kul…
CenĂ‚b-ı Hak:
اَفَلَا يَعْقِلُونَ (“…Hic duşunmuyorlar mı?” [YĂ‚sîn, 68])
اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (“…Hic duşunmez misiniz?” [el-En‘Ă‚m, 50])
اُولُوا الْاَلْبَابِ (“…(Ancak) akıl sahipleri (duşunup ibret alırlar).” [Âl-i İmrĂ‚n, 7]) buyuruyor.
Tabi bu, kalp merhaleler kazanacak; “Aman yĂ‚ Rabbi” diyecek.
وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ “…Allah anıldığı zaman kalbi titreyecek…” (el-EnfĂ‚l, 2) İlĂ‚hî azametten bir heyecan duyacak. CenĂ‚b-ı Hak boyle bir yurek istiyor.
“…AllĂ‚h’ın Ă‚yetleri okunduğu zaman îmĂ‚nı artacak…” (el-EnfĂ‚l, 2)
“Rabbimin murĂ‚dı nedir bu Ă‚yette?” diyecek. “Bana bu Ă‚yetten bugun ne duşuyor?” diyecek. “Ne ibret alacağım, nasıl kendim istikĂ‚metleneceğim? Değişen şartlar, med-cezirler karşısında ne kadar tevekkul ve teslîmiyetim olacak?..”
Bazı şeyleri hayır gorurum şerdir, şer gorurum hayırdır. Tek care teslim olmak.
لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.)
Nasıl bir huzûr-i ilĂ‚hîye cıkacağım? Nasıl bir namaz kılacağım? Beni gunde beş sefer asgarî, huzûruna davet ediyor. Beş sefer O’nun huzûrunda duruyorum. “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.
Onun huşûu nisbetinde de beni fahşĂ‚dan ve munkerden koruyacağını CenĂ‚b-ı Hak vaad ediyor. Nasıl bir namaz olacak ki bu namaz benim icin bir mîrac gibi olacak da ben anlayacağım, yavaş yavaş butun yanlışlarımı terk edeceğim, bu namaz sayesinde… Gelişiguzel bir namaz kılmayacağım. İbadetlerim bana bir vitamin olacak.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
(“…Umulur ki takvĂ‚ sahibi olursunuz.” [el-Bakara, 183])
Oruc bana ayrı bir guzellik, ayrı bir şey olacak. Beni inceltecek, zarifleştirecek, hassaslaştıracak. CenĂ‚b-ı Hakk’ın nîmetlerini duşuneceğim, hamdimi artıracak, şukrumu artıracak. Olmayanları kendime zimmetli olarak kabul edeceğim. Kendimi onlardan mes’ûl goreceğim. Onları sevindirmek, bana en buyuk bir haz verecek.
Âişe Validemiz buyuruyor:
“Yığın yığın ganimetler gelirdi, hediyeler gelirdi, Allah Rasûlu dağıtmadan huzur bulamazdı.” (Bkz. BuhĂ‚rî, EymĂ‚n, 22; İbn-i MĂ‚ce, Et’ime, 48)
Acıkmasını unuturdu, aclığını unuturdu, oyle bir comertliği zevk, bir lezzet hĂ‚line gelmişti ki…
Demek ki İslĂ‚m’ın bize emrettiği her şey bizde bir lezzet hĂ‚line gelecek. Her nîmetin şukrune gayret edilecek.
Şukur nedir o zaman?
YĂ‚ Rabbi şukur demekle kurtulduk mu? Değil.
Allah sana ne verdiyse, şukur odur, AllĂ‚h’ın verdiği her nîmeti AllĂ‚h’ın arzu ettiği istikĂ‚mette kullanmak.
İşte ashĂ‚b-ı kirĂ‚m bunun derdinde. Allah Rasûlu nasıl kılıyordu, nasıl yemek yiyordu, O yerken nasıl bir şukur hĂ‚linde, suyu icerken nasıl bir şukur hĂ‚lindeydi? Yolda giderken nerelere bakıyordu? Onune bakıyordu ve semĂ‚ya bakıyordu, hep bir tefekkur hĂ‚linde.
Cocuklara karşı muĂ‚melĂ‚tı nasıldı? Yaşlılara, gariplere, kimsesizlere, yalnızlara karşı muĂ‚melĂ‚tı nasıldı?
VelhĂ‚sıl din bir butundur. Yani bir tarafını yaptın, bir tarafı eksik kaldı, olmuyor. “LevvĂ‚me” buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak.
“KıyĂ‚mete andolsun.” (el-KıyĂ‚me, 1) Yemin olsun buyuruyor. Yani yoğunlaşın, duşunun, tefekkur edin.
وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
(“Nefs-i levvĂ‚meye andolsun.” [el-KıyĂ‚me, 2])
Tutarsız bir nefs. İslĂ‚m’ın butun muhtevĂ‚sı hayatında yok. Bir giriyor, bir cıkıyor, zikzaklı bir hayatı var. TicĂ‚rî hayatı zikzaklı. Bir kendini korumaya bakıyor, bir bakıyorsun fĂ‚ize giriyor. Aman diyor, bir sefer yapayım, kurtulayım diyor. Parmağını kaptırıyor, kol gidiyor. EvlĂ‚t, vs. şu bu, unutturuyor. Aman diyor, dunyevî bir kazansın diye uğraşıyor, Ă‚hiret tarafı ihmĂ‚l ediliyor.
VelhĂ‚sıl din bir butundur. Yani bir tarafını yaptın, bir tarafı eksik kaldı, olmuyor. CenĂ‚b-ı Hak hemen bir kıyĂ‚meti bildiriyor, bir şiddet, yoğunlaş! Arkadan “levvĂ‚me” kendini duzelt! Bu levvĂ‚meden kendini kurtar! Hesaba cekileceksin buyuruyor.
KıyĂ‚metin şiddet Ă‚yetleri bildiriliyor muhtelif sûrelerde. Bilhassa Kur’Ă‚n-ı Kerîm’in son uc cuzunde:
Biz diyor CenĂ‚b-ı Hak, o semĂ‚vĂ‚t, ucu bucağı var mı, yok! Tahmin edilebiliyor mu, yok! Hayal ulaşabiliyor mu, yok! Yıldızlar arasındaki mesĂ‚fe buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak. Onu katlayabiliyor musun zihninde, yok!
O butun semĂ‚vĂ‚tı bir tomar kağıt gibi bukeceğiz, dureceğiz buyuruyor. Eski hĂ‚line getireceğiz. Bu bir vaattir buyuruyor. (Bkz. el-EnbiyĂ‚, 104)
Bir atomun infilĂ‚kı ne kadar bir dehşet veriyor, bir tsunami ne kadar?.. Koskoca kĂ‚inĂ‚tın infilĂ‚kı… Yerler ayrı yer, gokler ayrı yer olacak. Dağlar bir serap olacak.
VelhĂ‚sıl her şey bir alt ust olacak, allak bullak olacak. Yani bu ekolojik, şu dehşetli sistem, birden bire alt ust olacak.
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَا
(“İnsan «Ne oluyor buna!» dediği vakit.” [ez-ZilzĂ‚l, 3])
İnsan şaşıracak: “YĂ‚ Rabbi diyecek, bu iş neyin nesi?” diyecek.
Bir taraftan da yeryuzu haberlerini vermeye başlayacak.
CenĂ‚b-ı Hak o şaşkınlığı bildiriyor:
يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ
(“O gun insan, «Kacacak yer neresi!» diyecektir.” [el-KıyĂ‚me, 10])
Kacacak yer var mı der insan. Ne dunyada kacacak yer var, ne olumden kacacak yer var, ne kabirden kacacak yer var, ne Ă‚hirette kacacağın yer… Her yerde AllĂ‚h’ın mulkundesin. Her yerde AllĂ‚h’ın irĂ‚desi var. Demek ki bu cuz’î irĂ‚deyi nasıl kullanacağız, nasıl istikĂ‚metleneceğiz?..
EvlĂ‚tlarımız da cok muhim. Bugun en cok ihmĂ‚l edilen, evlĂ‚tlar. “Uydum kalabalığa, zaman boyle…” deniyor. HĂ‚lbuki evlĂ‚tlar bir emĂ‚net olarak anne-babaya İslĂ‚m istîdĂ‚dı uzere veriliyor. Anne-baba bunu istikĂ‚metlendirecek. “YĂ‚hu zamanla olur, ne olacak, zamanla aklı başına geldiği zaman olur, o da bir yoluna girer, namaz, ibadet…” Olmaz bu! Cocuğu neye alıştırırsan oyle gider. Cocuğu tiryĂ‚ki yap, sonra bıraksın de, olur mu? Giyimi, kuşamı. Bu cocuktur de, vesĂ‚ire de, alıştır, sonra bırakır mı? Hep bunlar anne-babanın gafleti ve şeytanın da buna vesvesesi.
VelhĂ‚sıl insan, iki ateş arasında. Nasıl Dunya’da iki ateş arasında yaşıyoruz biz; Dunya’nın ici mağma, bir ateş okyanusu, Guneş bir ateş okyanusu yukarıda. İki ateş okyanusu arasında CenĂ‚b-ı Hak bize huzurlu, sukunlu bir hayat veriyor.
Demek ki insan bir takvĂ‚ neticesinde, bir tarafta nefs, bir tarafta şeytan, ikisinin tasallutu altında insan huzurlu bir hayat yaşayacak. Bu neyle olacak? TakvĂ‚ ile olacak. CenĂ‚b-ı Hak:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ buyuruyor. “…TakvĂ‚ sahibi olun…” (el-Bakara, 282)
وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“Allah size oğretsin…” (el-Bakara, 282) diyor.
Kur’Ă‚n-ı Kerîm hidĂ‚yet versin diyor.
هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
(“…TakvĂ‚ sahipleri icin bir hidĂ‚yet.” [el-Bakara, 2]) buyruluyor. Kime? TakvĂ‚ sahibine yol gostersin. Eğer takvĂ‚ sahibi değilse uzaklaşıyor.
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak uyanmamızı istiyor. Kitapla uyanmamızı istiyor. KĂ‚inat kitabının sayfalarını cevirmekle uyanmamızı istiyor. Peygamberimiz’in irşadlarıyla uyanmamızı istiyor.
FĂ‚tır Sûresi’nde bir Ă‚yet var, kıyĂ‚metten bir manzara, bir sergi:
Kul diyecek:
“–YĂ‚ Rabbi diyecek, biz pişman olduk. O kotu amellerimizi iyiye tahvil edeceğiz. Bizi tekrar dunyaya gonder, bir muhlet ver…” diyecek.
CenĂ‚b-ı Hak iki şey soracak:
“–Sana dunyada duşunecek kadar bir zaman vermedik mi? (Kur’Ă‚n’la duşun, kĂ‚inat kitabıyla duşun, Peygamber’in tebliğlerini duşun. Duşunecek kadar bir zaman vermedik mi? Nicin geldin, kimin mulkunde yaşıyorsun, gelişin niye, gidişin niye, bu akış nereye? Duşunecek kadar bir zaman vermedik mi?) Bir irşadcı, bir peygamber gelmedi mi?..”
“–Evet yĂ‚ Rabbi, ikisi de oldu, daldım ben.”
CenĂ‚b-ı Hak:
“–Azabı tadın.” buyuracak. (Bkz. FĂ‚tır, 37)
VelhĂ‚sıl şu dunya, bir teyakkuz hĂ‚linde… Nasıl bir tehlike Ă‚nında bir teyakkuz hĂ‚linde olur insan. Bir deprem olsa herkes evlere giremez, sokaklara kendisini atar. Bir tsunami olsa ne kadar bir heyecan olur, kacmaya calışır.
Rasûlullah Efendimiz:
اَللّٰهُمَّ اِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَ عَذَابِ الْآخِرَةِ buyuruyor.
“YĂ‚ Rabbi! Kabir azĂ‚bından ve Ă‚hiret azĂ‚bından Sana sığınırım…” (Bkz. Muslim, MesĂ‚cid, 128)
Demek ki esas korkacağımız bizim, endişe duyacağımız, gunahlarımız…
Gozumuzun gunahları, kulağımızın gunahları, dilimizin gunahları… Merhametteki gunahımız; bîgĂ‚ne kalmamız…
Osman Nuri Topbaş Sohbetlerinden
__________________
Esas Korkulacak Şey, Gunahlarımız
Dini Bilgiler0 Mesaj
●38 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Esas Korkulacak Şey, Gunahlarımız