Şeytan ve nefis, insanın Allah katında mertebe kazanması icin hem engeldirler, hem de vesile. Bunu, MevlÂna’nın şu veciz ifadesinde şoyle gormekteyiz:

“Su, geminin icine girerse onu batırır. Altında bulunursa, onu yuzdurur.” (1) Yani insan nefis ve şeytana hÂkim olsa derecesi artar, sahil-i selamete ulaşır. Fakat, o iki duşmana mahkum olursa, ilerleyemez, batar.

Bazıları, gormediğini bahane ederek şeytanı inkara kalkışır. MevlÂna, boylelerine der: “Şeytanı gormedinse kendini gor!” (2) Cunku, şeytan bir cesedle gorulseydi, herhalde o inkarcılar gibi gorulecekti. Nitekim, Nas Sûresinin son ayeti, “Hannas” olan şeytanın hem cinlerden, hem de insanlardan olduğunu dikkat ceker. “Hannas, kirpi gibi kah başını cıkaran, kÂh buzulen anlamındadır. Şeytanın kalbe saldırması buna benzemektedir.” (3)

“Şeytan, insanları aldatmak icin Cenab-ı Haktan bir takım tuzaklar ister. Kendisine altın, gumuş, at, yiyecek-icecek, elbise, şarap ve calgı gibi şeyler verilir. Bunlardan o derece hoşlanmaz. Fakat kadın da verilince, şeytan sevincinden ellerini cırpıp oynamaya başlar.” (4)

Ustteki ifadeler “İnsanlara, kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gumuş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve ekinlere karşı şehevat suslu kılındı” (Al-i İmran suresi, 14) ayetinin bir cihetle tefsîridir. Yani, insan bunlara karşı son derece duşkun bir tabiatta yaratılmıştır. İnsanın en cetin imtihanları, bunlarla olmaktadır.

Şeytan, kendisine verilen imkanlarla insanları avlamaya calışır. “O, kuşu aldatıp tutmak icin ıslık calan avcıya benzer. Kuş gibi oter. Kuş, hemcinsi zannederek, havadan iner, tuzağa tutulur.” (5)

“Dunyada yuzbinlerce tuzak ve dane vardır. Biz ise, ac ve harîs kuşlar gibiyiz” (6)

Bu durumda kurtuluşumuz, ancak Allah’a iltica ve Onun gosterdiği yoldan gitmekledir.
Nefis ise, şeytanın insandaki sozcusu durumundadır. Nefis, şeytandan gelen telkinlere hassas bir alıcıdır.
MevlanÂ’nın sozleri doğrultusunda, nefse şu şekilde bakabiliriz:
Nefis, butun kotuluklerin anasıdır. MevlÂna, bunu şoyle bir temsille anlatır:
“Biri annesini oldurur. ‘Niye anneni oldurdun?’ derler. ‘Zina yapıyordu’ cevabını verir. ‘Anneni oldureceğine adamı oldurseydin’ dediklerinde şoyle der: ‘Her gun bir adam mı oldurmeliydim?’

“Ey insan! O kotu tabiatlı ana senin nefsindir ki, onun fesadı her tarafa yayılmıştır...” (7)
“Nefis bir sihirbazdır. Onun vesveselerinde gizli bir sihir vardır.” (8)
“Nefis, bir ejderhadır.” (9) “Firavunda olan sende de vardır. Lakin, senin ejderhan kuyuda mahpustur.” (9) Yani, her insanda Firavun olabilecek bir kabiliyet vardır. Nefis ejderhası serbest bırakılsa ve her istediği verilse, o insan bir Firavun olur. Bu cihetten baktığımızda Firavun, nefsin muşahhas bir orneğidir.

“Nefis, bir puttur. Oyle ki, diğer putlar da bu puttan doğmuşlardır.” (10) Put kırmak cok kolaydır. Lakin, nefsi kolay bir şey zannetmek buyuk cehalettir. Nefsin suretini gormek istiyorsan yedi kapılı cehennem tarifini oku. (11) Yani, Cenab-ı Hak tarafından cehenneme “Artık doldun mu?” denildiğinde, cehennem “daha yok mu?” (Kaf suresi, 30) diyeceği gibi; doymama ve dolmama noktasında nefis, cehennem gibidir. Nefsin sadece hırsına bakmakla bile, bunu kolayca anlayabiliriz.

Nefis, bir hilekÂrdır. “Nefsin her nefeste bir mekri vardır ki, o mekirlerin her biri yuzunden yuzlerce Firavun ve yuzlerce askerleri gark olmuşlardır.” (12)

“Nefis, Mecnun’un devesi gibidir. Mecnun, devesini Leyla tarafına surer. Fakat, gaflet ederse, deve onu kendi yavrusu tarafına geri dondurur.” (13) Akıl dahi nefsi Mevla’ya yoneltirken, eğer gafil davransa, nefis hemen suflî şeylere onu sevk eder.

Bu mahiyetteki nefis, eğer dizginine sahip olunsa, insanın en buyuk yardımcılarından biri olur. Şuphesiz bu, o kadar kolay bir şey değildir. Fakat zor da olsa, boyle bir terbiye mutlaka yapılmalıdır.

Nefse hÂkimiyetin temel esaslarından biri, onu ac bırakmaktır. Şoyle rivayet edilir ki, “Cenab-ı Hak, kendi nurundan aklı yarattı. Sonra ona ‘gel’ dedi. O da geldi. ‘Git’ dedi, o da gitti. ‘Sen kimsin, ben kimim?’ diye sordu. Akıl, ‘Sen, benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben ise senin aciz kulunum’ dedi. Cenab-ı Hak buyurdu: Ey akıl, senden daha azîz bir mahluk yaratmadım.

“Sonra, ateşten nefsi yarattı. Ona ‘gel’ dedi. Nefis icabet etmedi. Cenab-ı Hak, ‘Ben kimim, sen kimsin?’ dedi. Nefis, ‘Ben benim, sen sensin’ cevabını verdi. Cenab-ı Hak onu ateşe attı, azab verdi. Yine sordu. Nefis yine ‘Ben benim, sen de sen’ dedi. Cenab-ı Hak, bu defa nefsi, ac bıraktı. ‘Ben kimim, sen kimsin’ diye sorduğunda nefis ‘Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben de senin aciz kulunum’ cevabını verdi.” (14)

Tasavvuf dilinde nefsin aclıkla terbiyesine “Riyazet” denir. Nefsini lezzetli yemeklerle şımartan ve onu azılı bir at haline getirenlerin manen perişan halleri, bu nevî riyazetin onemini gostermeye yeterlidir.

Riyazet ve benzeri nefisle mucadele yollarını, MevlÂna şoyle değerlendirir:
“Bir evin temelini atacakları vakit, evvelki binayı yıkarlar.
“Yerin dibinden başlangıcta camur cıkarırlar (yani kuyu kazarlar. Fakat sonunda oradan tatlı suya ulaşırlar.
“Cocuklar, işin sırrını bilmedikleri icin, kan aldırmaktan korkarlar ve hıckıra hıckıra ağlarlar. Cocuğun babası ise, hacamatcıya para verir ve kan cıkaran neştere iltifat eder.
“Bir hamal, ağır yuk altında koşup gider. Hatta o ağır yuku başkalarının elinden kapar.” (15)
“Hukumdar kaleyi tahrip ederek kafirden alır. Sonra onu tamir ederek, yuzlerce burc ve sed ilave eder.” (16)
Butun bu misaller, nefisle mucadelenin hikmetini ve neticesini gostermektedir. “Ham nohutun pişmesi icin, kaynar suya atılması lazımdır.” (17) Zaten, Cenab-ı Hak, nefisle mucadele etmemiz icin, bizi devamlı bir halden başka hale cevirmekte, bela ve musibetlerle denemektedir. “Allah’ın rahmeti gadabını ve kahrını gecmiştir. Ondan dolayı, bir kimseyi belalara uğratması rahmetindendir.” (18)

“Zahmetlerde rahmet vardır” meşhur bir sozdur. Nefisle yapılan mucadele zahmetinde de elbette buyuk rahmetler olacaktır. Mesela, “Ekin eken kimsenin vakıa ambarı boşalır, ama tarlası iyileşir. Tohumu ambarda saklayıp stok edenin ise, buğdayını hadisat bitkileriyle fareler yer.” (19)

İnsan, nefsi ve cibillliyeti itibariyle peşin lezzetlere mubteladır. “Onlar, dunya hayatını ahirete tercîh ederler” (İbrahim suresi, 3) ayetinin ifade ettiği gibi, “varsa da yoksa da dunya” der. Bu, “kırılmaya mahkum cam şişelerini, baki elmaslara tercîh etmek” (20) gibi bir divaneliktir. MevlÂna, insanın bu gafletini şoyle belirtir:
“Cocuk gibi her an elindeki inciyi satıp, yerine ceviz almaktasın.” (21)
Şu temsil de, aynı mÂnÂyı takviye eder: “Horozun biri coplukte eşinirken bir inci bulmuş. ‘Keşke buna bedel bir arpa tanesi bulsaydım’ demiş.” (22)

İnsanoğlu, bir yandan sevap kazanırken, diğer yandan da gunahlara dalar. MevlÂna şoyle der: “Fare, ambarımızı delmiş. Onun hîlesinden ambarımız harab olmuştur. Ey can! Evvela, farenin def’i caresine bak, sonra buğday toplamaya calış.” (23) Yani, gunahlardan uzak kalmak, sevabı işlemekten once gelir. Ozellikle, gunahların her tarafı istila ettiği gunumuzde, bu daha da onem kazanmaktadır.

Kıyamet kopup hesap zamanı geldiğinde, kimin ne yaptığı ortaya cıkacaktır. O gun, gunahtan kacınanlar sevinecekler, gunahlara dalanlar ise kıvranacaklar. MevlÂna bunu şoyle anlatır:

“Dunyadaki halimiz, denize inci niyetiyle dalan dalgıclara benzer. Herbiri cevher ve inci umidiyle eline ne gecerse torbasına doldurur. Dışarı cıktıklarında kimin inci, kimin boncuk veya taş topladığı ortaya cıkar. İşte, mahşer gunu buna benzer.” (24)

Cenab-ı Hak, o gunu şoyle anlatır: “O gun herkes, iyilik ve kotulukten yaptığı herşeyi karşısında hazır bulur.”(Âl-i İmran suresi, 30)
__________________