Bir ruya gorduğunuzu duşunun. Tanıdığınız bir yerde tanıdığınız insanlarla birliktesiniz ama bir tuhaflık var. Kime donseniz sesi, yuzu, mimikleri birbirinin aynı… Hangisi anneniz, hangisi kardeşiniz, hangisi eşiniz ayırt etmek imkÂnsız. Tam birine yoneliyorsunuz bir bakıyorsunuz sandığınız kişi değilmiş. Susamışsınız ama butun nesneler hem su hem su değil. Daha doğrusu her şey su gibi gorunuyor ama hangisi su, ayırt etmek imkÂnsız. Suyun da ateşin de goruntusu aynı. Sizi yakana kadar ateşin ateş olduğunu anlamak imkÂnsız. Her şey birbirine karışıyor. Uyandığınızda ne hissederdiniz?

İşte dunyamızın bu urkutucu ruyaya donuşmesini engelleyen, taşlardan kuşlara, ciceklerden insanlara kadar her bir varlığa, evrende yalnızca ona mahsus olan, benzersiz şeklini verendir Musavvir. Her bir turu değil, her turun her bireyini dahi diğerlerinden ayıracak ozellikleri verendir. Bizler ancak bu sayede varlıkları birbirinden ayırabilir, birbirimizi tanıyabilir, tanışabiliriz.

Yuce Yaratıcımız bizi once “halk” ederek yokluğun dipsiz kuyusundan yeryuzune cıkarmış, sonra “var” etmekle yetinmeyip her bir varlığı butun evren icinde sadece kendine mahsus olan şekline kavuşturmuş, ona fiziki ve ruhi bir şahsiyet ihsan etmiştir(Araf, 7/11.). Artık ne bir cakıl taşı diğerinin aynıdır ne bir yaprak ne bir su damlası. Varlığın tasarımını yapan Musavvir’in her eseri o kadar ozgundur ki sadece dış gorunuşu ile değil, duygularının ve duşuncelerinin en derin detaylarına kadar hicbir varlık diğerinin aynı değildir. Ragıp el-İsfahani’nin dediği gibi her birimizin iki sureti vardır. Biri duyularla algılanan dış suretimiz, diğeri de akılla algılanan kişiliğimizin, kimliğimizin sureti. O’nun belirlediği (Âl-i İmran, 3/6.) suretlerimiz O’nun eseri olarak yaşadığımız surece bize emanettir. Yani bazılarının iddia ettiği gibi bedenimizin sahibi biz değiliz. Oyle olduğu icin de ona keyfimize gore mudahale edemeyiz. Az once gorduğumuz uzere Musavvir olan Allah dışımızı şekle kavuşturduğu gibi icimizi, yani kişiliğimizin temel yapı taşlarını da tasvir etmiştir. (Ahlakımızı değil, temel karakteristik ozelliklerimizi.) Bu nedenle bazı ana babaların yapmaya calıştığı kişiliğin ozunu değiştirmeye yonelik eğitim ıslah değil, ifsattır.

Peki, şekil verenlerin en guzeli olan Allah’ın bir tasarımı cirkin olabilir mi? O cirkin bir şey yaratır mı? Her zaman dile getiremesek de icimizi kemiren bu soruyu Âlemlerin Musavviri’ne imanımızda bir tereddut olmadan nasıl cevaplayabiliriz?

“Guzellik konusundaki kıstaslarımızı nasıl oluşturduğumuza bakarak” diye cevaplayabilirim bu soruyu... Bozulmamış yaratılış guzeldir… Oraya her mudahale eline bir fırca alıp Louvre Muzesi’ne dalan ve aklınca oradaki eserleri duzeltmeye kalkan birinin yaptığından daha korkunc bir şeydir.

Bir şeyin bize cirkin gelmesi ya yaratılışı veya bakışımızı bozduğumuzdandır. Birincisinde dengeyi bozup zincirleme olarak her şeyi altust etmişizdir; ikincisinde ise bakışımızı eşyanın ozundeki guzelliği goremeyecek şekilde bozmuşuzdur. Yaratılıştaki muazzam guzelliği gorebilmek, doğallıktan uzaklaştıkca imkÂnsızlaşıyor. Aynen hafızasını kaybetmiş birinin en yakınlarını bile tanıyamaması gibi. Zaman icinde bu bilinc kaybına uğrayacağımızı bilen Allah ise gozumuzun onune sonsuza dek kalacak bir hatırlatma notu (Kur’an’ın bir adı da “Zikr”dir) vererek her şeyin en doğrusunu bize hatırlatıyor:

“Yeri sizin icin yerleşim alanı, goğu de bir bina kılan, size şekil verip de şeklinizi guzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandıran Allah’tır. İşte Allah, sizin Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi Allah, yucelerden yucedir.”
(Mumin, 40/64.)


“Gokleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de guzel yaptı. Donuş ancak O’nadır.” (Tegabun, 64/3.)


Esma-i Husna şarihi Ali Osman Tatlısu’nun aktardığına gore ise “Galatat-ı tabiat denilen ve evrendeki mukemmel duzenin kusurları gibi gosterilmek istenen durumlar, aslında birer eksiklik değil, doğanın ve ana babanın “gercek muessir” olmadığını ve yaratanın iradesini gosteren ve O’nun eşsiz sanatının eseri olan birer tanıktırlar.” Musavvir olan Yaratıcımız bizi yokluktan varlığa cıkarırken uflediği solukla bizlere de tasavvur ve tasvir yeteneği bahşetmiştir. İbn Arabi’ye gore nasıl ki dış gorunumlerimizin ayırt edilmesi bu ismin tecellisi ile olmuşsa ve nasıl ki Musavvir’in tecellisi olmadığında evrende tum varlıklar birbirine karışıp tam bir kaos olacak idiyse aynı şekilde O’nun tecellisi olmasaydı duşunce ve duygu dunyamızda da hicbir hissi diğerinden ayırt edemeyecek, duygularımızı ve duşuncelerimizi tek tip olarak algılayacaktık. Olaylar karşısında ne hissettiğimizi ve ne duşunduğumuzu bir turlu tanımlayamayacaktık. Bu yetenek sayesindedir ki zihinlerimizde kavramlar icin imajlar geliştirir, onları şekle sokar, tasarlarız. Bir şeyi once tahayyul eder, sonra yaparız. Bu hayal ve tasavvur yeteneğimizi Allah’ın vahyine tabi kıldığımızda; yani yanlışın, kotuluğun hayaline bile izin vermediğimizde hayallerimiz Musavvir’in rehberliğinde bizi sadece hakka erdirir. Boylece her turlu aldanıştan korunmuş oluruz.

Son uc ayetinde Allah’ın on yedi ismini ihtiva eden Haşr suresinin son ayetindeki HÂlık, BÂri’ ve Musavvir isimleri yaratmanın aşamalarını dile getirir. Bu isimlerin ilki olan “HÂlık” mahlûkun var olma zamanını ve alabileceği sayısız şekilden birini planlayıp belirlemeyi ifade eder. BÂri’ “yarattığı şeye maddi acıdan bir hacim verip varlık kazandıran” manasına gelir. Yaratmanın nihai kademesini teşkil eden Musavvir ise mahlûkun fiziki ve ruhi portresini belirleyip halk eylemini sona erdiren anlamını ifade eder. Bu isimler sadece cisimleri ve eşyayı var etmeyi ifade etmez. İlkeler, kanunlar, prensipler koyma, fiilleri, duşunceleri yaratma, bunları cisimlere, varlıklara uygulama gibi vakıalar; soyut kavramlar, surecler, stratejiler, değerler sistemi de bu isimlerin tecelli alanındadır. Fikir, sanat, eşya vb. herhangi bir şeyin uretim aşamalarında varlık gosterenler Musavvir isminin tecellisine en cok muhtac olanlardır.

Tasvir yaratmanın son aşaması olduğu gibi insan da yaratılış zincirinin son halkasıdır ve Sadrettin Konevi’ye gore cismanilik mertebelerinin sonuncusudur. Yani maddi bir cismi olanların en ust noktasındadır. Bu nedenle de tasvir ve tasavvur yeteneğini haizdir. İşte insan bu yeteneğini pek beğenip sınırlarını unuttuğunda butun hakikati tasavvur ve tasvir edebileceğini zanneder ve bu vehim onun ayağını kaydırır. Bu hataya duşmemek icin de insana edepli bir şekilde haddini bilmek duşer. Haddimiz vahyin başladığı yerdir. Bu nedenle de O’nun sozunun ustune soz soylenmez.

Diyanet Aylık Dergi / Nisan 2015

__________________