Ahmet Nafiz Yaşar | Semerkand dergisi Haziran 2012 |

Beşer tarafımızın bitmez tukenmez ihtiyacları, sonu gelmeyen istekleri, sınırsız hayalleri var. Butun bunları karşılamak icin imkanlarımız yeterli değilse,
“Ah bir zengin olsam!” diye ic geciririz. Yoksulluktan canımızın yandığı demlerde ellerimizi acıp Allah’tan mal mulk, para pul talep ederiz.
Gerci boyle durumlarda kalbimiz bize “hayırlısını istemek” gerektiğini soyler. Doğrusu da budur; fakat bir muddet sonra hayrın zenginlikte olduğu sabit bir fikir haline gelebilir. “Hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır olabileceği” ikazını unutur, edep cizgisini zorlar, inatla ve ısrarla zenginlik isteriz.
Bugunun hakim anlayışı başarıyı, itibarı zenginlikle olcuyor. Daha cok kazanmayı, daha fazlasına sahip olmayı tek amac olarak dayatıyor. Ne sahip olunacak dunyalıkların bir olcusu var ne de insanın sahip olma hırsının. Muslumanlar olarak bu anlayış bizi de etkiliyor. Rahatlık ve luks arayışı, gelecek endişesi, coluk cocuğun istikbali gibi sebeplerle zengin olmayı buyuk, onemli bir hedef olarak gorebiliyor, ısrarla zenginlik talep edebiliyoruz.
Oysa hayır şer olcusunu goz ardı ederek ısrarla zenginlik talebinde bulunmakta ilahî takdire itiraz var, servetle gelecek konforun cazibesine kapılıp yoldan cıkma tehlikesi var. Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali var.
Bunlar var diye muslumanlar dunya malını istemesin, zengin olmasın mı peki? Elbette hayır, ama dunyalık bir şeyi usulu dairesinde istemekle, o şeyin peşinde dizginlenemez bir hırs ile koşmak aynı şey değil.
Unuttuğumuz bir doğru
Bu girişten anlaşılacağı uzere, dunyalık servet edinerek zenginleşmenin maksat haline getirilmesinin doğru olmadığını anlatmak niyetindeyiz. Boyle bir doğrunun gunumuzde itibar gormediğini, hatta biraz tuhaf karşılandığını biliyoruz. “Biz muslumanlar kanaatkÂr olduğumuz, bir lokma bir hırka dediğimiz icin geri kaldık!” goruşu bugun de revacta. Maddiyatla zenginleşmeyi, luks icinde yaşamayı hayatın gayesi zanneden, dinî duyarlılığı zayıflamış cok geniş bir kitleye ise bu doğruyu anlatmak neredeyse imkansız. Modernizm, “zenginlik” ve “fakirlik” algımızı bulandırmış. Dindar camialar dahi bu iki kavramı beşerî ideolojilerin etkisinde tartışıyor. Aynı kavram bulanıklığı sebebiyle İslÂmî kaynaklardaki “fakr mı yoksa gın (zenginlik) mı daha efdal” bahsi yersiz bir tartışmaya malzeme yapılmakta. Fakirliğe de zenginliğe de yuklenen cok farklı anlamlar, bu anlamlara bağlı cok farklı değerlendirmeler var. Hayli zor, karmaşık, incelik isteyen bir meseleyle karşı karşıyayız yani.
Asıl konumuz zenginlik, fakirlik ya da bunların hangisinin ustun olduğu değil. Zenginlik talebinin arkasındaki dunya sevgisine, hırs ve acgozluluğe, gaflete; bu taleple daha iyi bir geleceğe ertelediğimiz sorumluluklarımızdan nasıl kacmaya calıştığımıza dikkat cekmek istiyoruz. Ama doğru anlaşılmak icin once uzerinde konuşacağımız zemini duzeltmemiz, zenginlik, fakirlik, zuhd gibi kavramları, bunlarla ilgili değerlendirmeleri berraklaştırmamız gerekiyor.
Zenginlik ne, zengin kim?
Zenginliği kısaca “ihtiyactan fazla mal veya servete sahip olma hali” diye tanımlayabiliriz. Fakat modern anlayışın “beşerî ihtiyaclar sınırsızdır” kabulune sorgusuz sualsiz katılıyorsanız eğer, bu tarif, zenginliği hep peşinden koşulması gereken ama asla ulaşılamayacak bir utopya haline getiriyor. İşte dinimiz, asgari olculeri belli bir zenginlikten değil, boyle bir utopya peşinde omrumuzu zayi eylemekten sakındırıyor bizi. Acgozlulukle, coğaltma hırsıyla malûl olmadan calışmayı, rızkımızı aramayı, kendi emeğimizle helalinden kazanmayı emrediyor. İhtiyaclarımıza bir sınır koyuyor ve ihtiyac fazlasını infak etmemizi istiyor bizden.
Fıkıhta malî mukellefiyetler bağlamında konu edilen zenginliğin alt sınırı, “kifayet miktarına sahip olmak”tır. Buna gore kişi, kendisinin ve bakmakla yukumlu olduğu kimselerin ihtiyaclarına yetecek kadar mal veya servete sahipse zengin sayılır; boylelerine zekÂt verilmez. Peki ihtiyac nedir? Şartlar bazen bir kısım ihtiyacları zaruret haline getirse de genel olarak ihtiyac “zaruret”, yani “hayatî onem taşıyan bir zorunluluk” değildir. İhtiyaclar, hayatımızı kolaylaştıran, eksikliği halinde sıkıntıya duşmemize veya zorlanmamıza sebep olan birtakım imkanlardır. İtibarî bir yaklaşımla sınırları zorlamamak icin ihtiyacı, “zekÂt duşmeyen mal ve imkanlar” olarak aklımızda tutup kendimize soralım: Zenginlik adına aslî ihtiyacların otesini talep ediyorsak, gercekte neyi istiyoruz acaba?
__________________