DİN ADINA KONUŞMAK
KEMAL YILDIZ
Tıp, uzmanından dinleniyor. İnşaat, muhendisinden veya mimarından. Ekonomiyi anlatan, bir ekonomist değilse eğer, yadırganıyor. Ya din?...
İlahi buyrukların muhatabı herkes olduğu icin, dinî konular hepimizi ilgilendiriyor şuphesiz. Ama, dinin temsili sozkonusu olduğunda, herkesin kendi duşuncesini “dinî gercekler” veya “dinin gerceği” olarak anlatması ne kadar doğru olabilir? Konuşmacılar ve yazarlar nasıl bir yeterliliğe sahip olmalıdır? Ve bu yeterliliğin olcusu nedir?
Dinin sahibi Allah, kapsadığı alan ise dunya ve ahirettir. Allah, sahibi olduğu dini insanlara ulaştırmak icin yarattıkları icerisinde en cok sevdiği ve sectiği peygamberlerini aracı kılmıştır. Butun peygamberler bu uğurda her şeylerini, hatta canlarını feda etmişler, Allah'ın muradını insanlara ulaştırmayı hayatlarının tek gayesi kılmışlardır. Buna rağmen peygamberlerin vazifesi, yalnızca Allah'ın buyruklarını tebliğ etmek olmuş, tebliğcisi oldukları din adına kendiliklerinden, kendi heva ve heveslerinden hic bir şey soylememişlerdir. Bu tebliği sadece bilgi aktarımı olarak değil, Allah'ın vahyettiklerini bizzat yaşayarak insanlara ulaştırmışlardır.
Peygamberlerin yolunda giden ve hem zahiri hem manevi yonleriyle onların varisi olan gercek alimler de tebliğ vazifesini yerine getirmenin gayreti icinde olmuşlardır. Yalnızca Kur'an ve Sunneti seslendirmişler, bu iki kaynakta acıkca bulamadıkları bazı detay konuları ise buyuk bir hassasiyet ve titizlik icinde yine Kur'an ve Sunnetin genel anlayışına uygun olarak cozumleyerek insanlara sunmuşlardır.
Peygamberler ve onların varisi gercek alimlerin tavrından cıkan sonuc şudur: İlahî buyruklar butunu olan dini, herhangi bir ideoloji gibi genel kulturle yorumlamak tarifi imkansız buyuklukte bir hatadır. Hele dini, bir başka soylemin onune vitrin malzemesi olarak koymanın ne buyuk bir vebal olduğu da acık. Zerre kadar imanî hassasiyeti bulunan bir kişinin şu ayetle irkilmemesi mumkun değil: “Eğer bu Kur'anı bir dağa indirmiş olsaydık, elbet onu Allah kor- kusundan baş eğmiş bir halde (ezilip bukulerek), paramparca olduğunu gorurdun.” (Haşr/21)
Ne yazık ki gunumuzde din adına konuşan ve yazan pek cok kişi, bir hobiden ya da herhangi bir sosyal vakıadan soz eder gibi rahat davranabiliyor. Kaldı ki, bu konularda bile herhangi bir yanlış anlatım, konu uzmanlarının itiraz duvarına carpıyor.
Din adına konuşmanın da başından itibaren bir olcusu var. Bu olcu, bir şekilde İslÂm'ı dile getiren herkesin mutlaka uyması gereken bir olcu. Dini anlatanı da, onu dinleyeni de kurtuluşa erdirecek olcu...
Din adına kimler konuşabilir?
* Birinci derecede, Allah'ın gorevlendirdiği peygamberler din adına konuşmaya yetkili olmuşlardır. Yukarıda kısaca değinildiği gibi Onlar, kendilerine vahyedileni tebliğ etmekle gorevli Allah memurlarıdır. Allah'ın dinine kendiliklerinden hicbir şey eklememiş ve cıkarmamışlardır.
* İkinci olarak peygamber varisi Âlimler, peygamberlerden sonra din adına konuşmaya ehliyetlidirler. Buradaki Âlimlerden maksat, bilgi sahibi olan herkes değildir. Efendimizin (A.S.) varisi olmaya lÂyık olan ilim ve amel sahipleri kastedilmiştir. İyi bir tohumun cıplak bir taş uzerinde yeşerip buyumesi mumkun olmadığı gibi, kuru bilginin kalbinde sağlam bir imanı ve takvası, uzerinde de Sunnet'e uygun bir ameli bulunmayan kimsede faydalı olamayacağı aşikÂrdır.
* Ucuncu olarak, seviyesini bilen ve yetkili ağızlardan veya eserlerden eksiksiz oğrendiğini olduğu gibi aktaran muslumanlar. Tabii ki bu muslumanlar, din adına konuşmanın onemini ve sorumluluğunu idrak etmiş, kalplerinde takv hassasiyetini kazanmış olan muslumanlardır.
Din adına konuşmaya yetkili olan Peygamber (A.S.) Efendimizin, O'nun varisi olan alimlerin ve diğer salih muminlerin bu konudaki genel tutumlarını inceleyip, din adına konuşma hususunda dikkat edilmesi gereken olculer ana konumuzdur. Fakat asıl konuya girmeden once bir hususa dikkat cekmek istiyoruz:
Din adına konuşmanın temelini tebliğ oluşturur. Tebliğ ise Allah'ın bildirdiklerini inanarak ve yaşayarak insanlara ulaştırmaktır. Allah'ın bildirdiklerinden maksat, Kur'an ve Sunnettir. Hz. Peygamber (A.S.) Efendimizin vazifesi de bu idi. O'nun varisi olan alimlerin vazifesi de budur. Tam burada şoyle bir soru akla gelebilir: “Kur'an ve Sunnet'te hukmu bulunamayan konular ortaya cıkmakta ve bunlara da cevap verilmesi istenmektedir. Bu tur konulara cevap verildiğinde Kur'an ve Sunnet'te olmayan bir şeyler soylenmiş olmuyor mu? Dolayısıyla ‘Allah'ın bildirdiklerini inanarak ve yaşayarak ummete ulaştırmak' anlamında olan tebliğ vazifesi bir yonuyle aşılmıyor mu?”
Hukmu, Kur'an ve Sunnet'te acık bir şekilde bulunamayan konular olabilecektir. Bu konuların hukmunu Kur'an ve Sunnet'in genel anlayışına uygun olarak ortaya cıkartabilmek icin yetkili olanların calışma yapma sorumlulukları vardır. Bu calışmalara ictihad denir. Din adına sorulan sorulara veya ortaya cıkmış olan meselelere cevap vermeye de fetv ismi verilir.
İctihad ve fetv Kur'Ân ve Sunnet dışı şeyler değildir. Aksine Kur'Ân ve Sunnet'te hukmu acıkca bulunamayan bir meselenin hukmunu, bu kaynakları cok iyi bilen kimselerin yine Kur'Ân ve Sunnet'e gore ortaya cıkarmaları demektir. Bu tur olayların Kur'Ân ve Sunnet atmosferinde nasıl bir hukme bağlanabileceğinin gayreti ve faaliyetidir. Yoksa bir kimsenin kendiliğinden hukumler koyması demek değildir.
Durum boyle olunca ictihÂd ve fetv sonucu verilen hukumler, Kur'Ân ve Sunnet dairesinde kabul edilir. Dolayısıyla ictihad yapan ve fetv veren alimler de -ehil oldukları takdirde- tebliğ vazifesini yerine getirmiş olurlar.
Yetkisi Olmadan Konuşanlar
‘Dinimizde şu iş caizdir.', ‘Sen o işi yap, vebali benim uzerime olsun' gibi sozlerle bir cok insan, din adına konuşmakta veya Allah adına hukum vermektedir. “Allah adına” diyoruz; cunku din Allah'ındır ve hukum koyan Allah'tır. Peygamberler bile Allah'ın koyduğu hukumleri insanlara bildiren, tebliğ eden elcilerdir. Din adına konuşmak veya din adına hukum vermek, o konu ile ilgili Allah'ın hukmunu bildirmek demektir. Bu sebeple din adına hukum vermek, cok hassas ve onemli bir konu olması yanında ağır bir sorumluluğu gerektirir. Bu konu kaynak eserlerimizde genellikle ictihat ve fetv başlıkları altında incelenir.
Ancak yetkili olanların soz hakkının bulunduğu bu konuda gun gectikce yetkisizlerin ve cÂhillerin konuşmaları coğalmakta, hatta yetkili olan kıymetli alimlerin acıklamalarına bakılmamaktadır.
Yetkileri olmadığı halde Allah adına hukum veren insanlar, genellikle dort farklı anlayışı temsil ederler.
Birinci grup, dinini yaşamak isteyen samimi muslumanlar arasından cıkar. Bu insanlar, dinin emir ve yasaklarına uyma gayreti icindedirler. Samimi olmalarına rağmen aşırıya kacarlar. Bilgisizlik, olcusuz muhabbet, yanlış bilgilendirilmek, kendini tatmin etmek ve ehil olmayan kimselere uymak gibi sebeplerle olcuyu aşarlar. Mesela “mekruh” olan bir şey icin “haram” hukmunu, “sunnet” olan bir amel icin “farz” hukmunu verebilirler. Bazen de iyi bilmedikleri halde Âyet ile hadisi biribirine karıştırır, onlara yanlış anlamlar verirler. Guzel bir sozun “ayet” veya “hadis” olduğunu soyledikleri bile olur.
İkinci grup, dini yaşama gayreti olmayan kimseler arasından cıkar. Bunlar gaflet ve gevşekliklerinden veya gevşekliklerine mazeret bulma gayretinden, yahut da inanan insanlar uzerinde hakimiyet kurmak gibi art niyetlerinden dolayı din adına konuşur ve hukumler verirler.
Ucuncu grup, munafık ve kÂfirlerin arasından cıkar. İnananları biribirine duşurmek ve dini bozmak gibi art niyetlerle dinî ilimler sahasında araştırmalar yaparlar. Yapmış oldukları bu araştırmalar sonucunda -inanmadıkları din hakkında- ilk bakışta akla uygun gelebilecek fakat hakikatte yanlış olan bazı hukumler verirler. Vermiş oldukları bu yanlış hukumleri de imkanları yettiğince butun vasıtaları kullanarak her tarafa yaymaya calışırlar.
Dorduncu grup, dinî ilimler sahasında bir miktar oğrenim gormuş kimseler arasından cıkar. İyi bilmedikleri halde bildiklerini sanırlar, bildikleri konularda da, bilmedikleri konularda da hukum verirler. Allah adına hukum vermenin ne denli ağır ve sorumluluk gerektiren bir iş olduğunu duşunmezler. Dinin vahiy kaynaklı olduğunu bildikleri halde akıllarını ve anlayışlarını vahyin yerine koyarlar. Sınırlı ve gercekten yetersiz olan bilgilerine ve akıllarına cok guvenirler. Genellikle gururlu ve kibirlidirler. Alcak gonullu değildirler ve ibadet yapma gayretinden uzaktırlar. Gonul yonunden cok zayıftırlar.
Musluman olmayan bazı araştırmacıların, din adına konuşma hususunda gerekli hassasiyeti gostermemelerinin belki bir izahı yapılabilir. Fakat ‘inanıyorum' diyen, ‘muslumanım' diyen insanların bu hassasiyeti gostermemesinin acaba ne gibi sebepleri olabilir?
SEMERKAND DERGİSİ OCAK 1999 SAYI 1
__________________
Dİn Adina Kİmler KonuŞabİlİr
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Dİn Adina Kİmler KonuŞabİlİr