EVİMİZDE GIYBET YANGINI
AHMET SAFA


“Ateşle oynama!” deriz.
Yani sonu kotu olacak, ustune gitme, inadı, akılsızlığı bırak, geri cekil, vazgec, demenin kestirme yolu.
Ateşle oynamak turlu turlu. Duştuğu yeri yakacak miktardan, dunyayı ateşe verecek boyutlara kadar.
Butun hayatı, ebediyeti yangın yeri edecek buyukluğe kadar...
İşte, başkalarının aleyhinde olmak, kusur ve hataları ortaya dokup insanları zor durumda bırakmak da ateşle oynamaktır.
Sahibini yakan, ebediyetini kule-komure donduren bir ateş.
Oysa gulle dolaşan gul bahcesinde bulacaktır kendini.
İs-pas değil, guzel kokudur cennete girecek olan.

Bir misalle başlayalım:

Buralarda sıkıntılar icindesiniz ve uzaklarda bir yerlerde cok sevdiğiniz bir dostunuz var. O da sizi cok sever, ustelik cok varlıklı ve comert. Ona bir varsanız, hayatınızın kalan bolumunde ne derdiniz olacak, ne tasanız...

Ona gitmeye karar verdiniz, zaten başka careniz de yok. Cebinizdeki son parayla biletinizi aldınız. Ne başka paranız var, ne de para isteyecek bir arkadaşınız.

Hazırlıklarınız tamam, tam yola cıkmaya hazırlanırken birdenbire bir adam elinizdeki cantayı, icindeki biletle birlikte kapıp bir anda gozden kayboluveriyor. Koşuyorsunuz, bağırıyorsunuz ama nafile... ortada oylece caresiz, yıkık kalıveriyorsunuz.

Şimdi soru şu:

Bir anda butun umitlerinizi, hayallerinizi calan bu adamı yakalasanız ne yaparsınız? Sırtını sıvazlamayacağınız kesin!

Peki, ya o bileti kendi elimizle yırtıp atmışsak? Ya kendi hayallerimizi, yarınlarımızı kendi elimizle yıkmışsak?..

Nasıl olur demeyin, oyle aymazlıklarımız olabiliyor, oyle biletler yakıyoruz ki, başkası yapsa deli deriz.

Bir anlık gafletin sonu

Misalimizdeki dost, Allah Teal Hazretleri’dir. O bir cihetten bize cok yakınken, nefsin perde ve karanlıkları sebebiyle biz O’na cok uzaktayız. Aradaki bu mesafe ancak karanlıktan aydınlığa doğru bir yolculukla aşılabilir.

Bilet ise salih amellerdir. İbadetlerimiz, niyetlerimiz, hizmetlerimiz ve butun hayır-hasenatımız o bilette saklı.

Bilirsiniz, sevap ve hasenat kazanmak coğu zaman gorunduğu kadar kolay değildir. Nefs ve şeytanla kıran kırana mucahede ister. Bazen de nice zorluk, feragat ve fedakÂrlık gerektirir.

Boyle aylarca yıllarca biriktirirsiniz. Hep bir yolculuk vardır hayalinizde. Dostun kapısı vardır.

Fakat... Hesapsızca soylenmiş bir cift soz, gozunuzun onunde butun sermayenizi alıp goturuverir, her şeyinizi yok eder.

İşte gıybet budur!

Hic onemsemeden, duşunmeden soylediğimiz oyle sozler vardır ki, yıllarca işlenen salih amellerin manevi bedelini yok edebilir.

Hatta kimi sozler var ki, Allah korusun, son nefeste imanın elden gitmesine dahi sebep olabilir.

Gıybet işte boyle bir ateş!

Hz. Peygamber s.a.v. buyurur ki:

“Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.”

Biz manevi hayatımıza titizlik gosteririz. Mesela şupheli gıdalar konusunda kılı kırk yararız. Fakat nedendir bilinmez, bu hassasiyetin onda birini gıybet icin gostermeyiz.

Elbette şupheli gıdalardan, uzak durmak ovulecek bir davranıştır. Fakat Kur’an ve Sunnet’le haramlığı kesin olan gıybet konusunda bu hoyratlık cok gariptir.

Ustelik gıybet, soylemek bile rahatsız edici ama, din kardeşinin etini hem de olu iken dişlemektir. Bu bize ait bir tarif değil, Cenab-ı Hak boyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Zannın coğundan kacının. Cunku zannın bir kısmı gunahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından cekiştirmesin. Biriniz olmuş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şuphesiz Allah, tevbeyi cok kabul edendir, cok esirgeyicidir.” (Hucurat, 12)

Şayet her manevi hadisenin bir de gorunur şekli olsaydı, gıybet eden kişinin ağzından kan ve irin akacaktı. Butun insanlığa bir ornek ve uyarı olmak uzere, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, oruclu iken gıybet eden iki genc kıza istifra etmelerini emretmiş ve aynen boyle olmuştu.

Gıybet, insanın hasenatını yakar, siler dedik ama tam da boyle değil. Gıybet edenin defterinden silinir, kimin gıybeti yapılmışsa onunkine yazılır. Yani birinin yangını diğerinin kazancı...

Boylece insan, sevmeyip gıybetini ettiği şahsa farkında olmadan buyuk iyilik etmiş olur. Şayet Mahşer Gunu hasenatı yetmez de iflas ederse, bu sefer de alacaklıların gunahı gıybet eden kişiye yuklenir. (Buharî, Muslim)

Hasan-ı Basrî Hazretleri k.s., kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma gondermiş ve uzerine şoyle bir not koymuştur:

“Duydum ki sen ibadetini bana hediye gondermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim.”

Gıybet ve iftira

Turkce karşılığı “cekiştirme” olan gıybeti, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır.” diye tarif etmiş, “Din kardeşinin yuzune karşı soylemediğin şeyi ardından soylemen gıybettir.” (Ebû Davud) buyurmuştur.

Dolayısıyla bir kimsenin bedeni, soyu, ahlÂkı, işi, sozu, dini, dunyası, elbisesi, evi, arabası velhasıl her şeyiyle ilgili, işitince uzuleceği bir kusuru arkasından soylemek gıybettir.

Eğer hakkında konuştuğumuz kişi yanımızda olsaydı cumlelerimizi değiştirme ihtiyacını hissedecek miydik? Cevabımız evet ise, -doğruyu soylemek kaydıyla- bu yaptığımızın adı gıybettir. Soylediklerimiz onda yoksa ayrıca bir de iftirada bulunmuş olacağız ki, bu daha da buyuk bir fecaattır.

O bakımdan, bir muslumanın gozuyle gormediği, kulağıyla duymadığı, inceleyip araştırmadan başkalarına naklettiği dedikoduların iftiraya donuşmesi işten bile değildir. Dilden dile dolaşan bir sozun değişime uğramadan tam olarak doğruyu ifade etmesi cok zordur. “Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan olarak yeter.” (Muslim) buyrulmuştur.

Dinleyen, hakkında konuşulan kişiyi tanımıyorsa gıybet olmaz. KÂfirin gıybetinin ise caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Fakat mal, can, ırz ve dini icin muslumanlar tarafından guvence verilmiş olan Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hıristiyan) zimmîlerin gıybetini yapmak da caiz değildir.

Zina ve faizden tehlikeli gunah

Gıybet kadar dinî hayatı alt-ust eden, birlik ve beraberliği temelinden dinamitleyen, kardeşliği yerle bir eden, insanları birbirine duşman eden başka bir hastalık duşunmek zordur.

Fakat yazık ki, Kur’an ve Sunnet’in onca ikazına rağmen, gunumuz toplumunda halen som altın gibi rağbet gorebilmektedir. Ustelik kişisel planda da kalmayarak, gazeteler, dergiler, radyo, televizyon ve internet aracılığıyla virus gibi butun bir toplumu sarmıştır.

Bu “gıybet kulturu” onu alınmadığı takdirde toplumu curutecek bir hastalıktır. Zira Rasulullah s.a.v. Efendimiz bu bulaşıcı hastalığın tahribatından soz ederken; “Denize bulaşsa denizi dahi bozar.” (Ebû Davud) buyurmuştur.

İşte bu kişisel ve toplumsal tahribatından dolayı Kur’an-ı Kerim’de “Olu kardeşinin etini yemeye” benzetilen gıybet, pek cok hadiste gayet tehditkÂr ifadelerle yasaklanmıştır.

Bunlardan bazılarında zina etmekten (Munziri, et-Terğib) ve faiz yemekten daha kotu sayılmıştır. Cunku zina eden kimsenin tevbesi kabul edilir. Fakat gıybet edenin durumu boyle değildir. Onun affedilmesi, oncelikle gıybeti edilen kimsenin affetmesine bağlıdır.

Gıybetin faiz (riba) ile mukayese edilmesinde ise, ayrı bir incelik vardır. Bilindiği gibi faiz dinimizce cok kotulenen ve şiddetle yasaklanan bir gunahtır. Cunku faizde haksız kazanc elde edilmekte ve insanlara zarar verilmektedir. Gıybette ise bundan daha ağır bir curum işlenmekte, insanın manevi şahsiyetine, şeref, namus ve haysiyetine tecavuz edilmektedir. İslÂmiyet ise insana cok buyuk değer verdiği icin, onun manevi şahsiyetini malından ustun tutmaktadır.

İşte bu yuzden Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz: “RibÂnın en kotusu, haksız yere muslumanın ırzını (manevî şahsiyetini) rencide etmektir.” (Ebu Davud) buyurarak gıybetin pis bir gunah olan faizden daha pis bir gunah olduğuna dikkat cekmektedir. Rasulullah s.a.v. bu gunahı işleyenlerin ahiretteki halini şoyle tasvir eder:

“Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yuzlerini tırmalıyorlardı. Ey Cebrail, bunlar da kim, diye sordum. Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir.” (Ebu Davud)

Cehenneme eş sozler

Tercih edilen goruşe gore gıybet buyuk gunahlardandır. Ancak yapılan gıybetlerin tahribatları farklı farklıdır. Mesela bir şahsın huzurunu bozan gıybetle bir toplumu birbirine duşuren gıybet arasında dağlar kadar fark vardır.

Aynı şekilde herhangi bir şahsı gıybet etmekle, sahabe-i kiram, evliya-i izam hazretlerini ya da alimleri gıybet etmek cok farklıdır. Peygamberleri (selam uzerlerine olsun) eleştirmek ise kufurdur.

Sahabe ve eyliyanın gıybeti:

İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin buyurduğu gibi, dinimizi bize ulaştıran Ashab-ı Kiram Hazretleri’dir. Onların bazı hallerini hoşa gitmeyecek şekilde mubalağalı bir tarzda anlatmak haramdır.

Onlardan sadece birini kotulemek dahi insanın kendine vereceği en buyuk zararlardandır. Hem boyle bir davranış, Allah TealÂ’nın onlardan razı olduğunu bildirdiği ayetlere inanmamak manasına gelir. Ashab-ı Kiram’ın hepsi de adil, salih, evliya ve muctehittirler.

Bu guzide topluluk, pek cok ayet ve hadisle methedilerek ustunluklerine işaret edilmiştir. Bir hadis-i şerifte şoyle buyrulmaktadır:

“Aman ashabım hakkında soz soylemekten sakının; aman sakının. Asla benden sonra onları hedef almayın. Onları seven beni sevdiği icin sever; onlara buğz eden, bana buğz ettiği icin buğz eder. Onlara eziyet veren bana eziyet vermiş, bana eziyet verense Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de, Allah hemen cezalandırır.”

Evliyanın, ozellikle de SÂdÂt-ı Kiram’ın gıybetini yapmak, onlara munkirlik etmek, haklarında ileri geri konuşmak da son derece tehlikelidir. Cenab-ı Hak hadis-i kudside buyurur ki:

“Her kim benim veli kullarım*dan birisine duşmanlık ederse, muhakkak ben ona savaş acarım.” (Buhar&#238. Allahu Teal ile harp eden bir kimsenin tevbe etmedikce iflah olmayacağı muhakkaktır.

Cemaatlerin gıybeti:

Farklı metod ve meşrepte dine ve millete hizmet eden gruplar her zaman olmuş ve olmaya da devam edecektir.

Gayede bir olmak, bid’at ehli olmamak, muspet ve yapıcı olmak kaydıyla boyle grupların, cemaatlerin var olması katiyen bir ayrılık değil, aksine zenginliktir. Cunku bunların her biri farklı kabiliyet ve yaratılıştaki insanı ele alır, onu dinine, ailesine, vatanına faydalı hale getirir. Sonucta her cemaat farklı bir acıdan Allah ve Rasulu’nun muradına hizmet eder.

Eğer gaye Allah’ın dinine hizmet etmekse diğer safta bu hizmeti yapan muslumanlardan memnuniyet duymak, hayırlı hizmetlerinden dolayı onları alkışlamak gerekir. Sırf kendi safında olmadığı icin mumin kardeşlerinin hizmetinden rahatsızlık duyanlar kendilerini hesaba cekmelidir. Nice zamandan beri Allah’ın dinine değil, kendi nefislerine hizmet ettiğini anlamalı ve boşa giden omurleri icin tevbe-istiğfar etmelidirler.

Elbette ki her cemaatin kendi yolunu doğru ve guzel gormeğe hakkı vardır. Fakat “Yalnızca benim yolum, benim gidişatım haktır!” demeye hakkı yoktur. Cunku İslÂm, sahih itikat sahibi herkesi meşrebi, mezhebi, his ve duygularıyla kabul eder, onlara bağrını acar. Onu sertleştiren, dar bir cercevede ele alan, başkalarına hayat hakkı tanımayan bizleriz. Allah Teal boyle bir anlayış ve duşunceden razı değildir. O’nun razı olmadığı bir yolda ve işte de hayır yoktur.

Bazı meselelerde bazı cemaatlerin farklı kanaat ve değerlendirmelerinin olması gayet normaldir. Boyle durumlarda “Bu da onların ictihadıdır.” der gecer ve uzerinde durmayız. Fakat sırf bizden farklı duşunuyorlar diye iman cephesini topa tutmak ve onlara karşı duşmanca bir tavrın icine girmek asla doğru değildir.
Muminleri eleştirmek, onların gıybetini yapmak ve hatta bunu duşmanlık derecesine vardırmak, olsa olsa kendi kalesini topa tutmak, dış mihrakların ekmeğine yağ surmek demektir. O yuzden Ehl-i Sunnet’e bağlı herhangi bir cemaati kucuk duşurucu, kınayıcı sozlerden uzak durmak gerekir.

Araplar şoyle, Acemler boyle, Turkler şoyle, Kurtler boyle... gibi genelleme yaparak bir kavmin aleyhinde konuşmak da boyledir. Ayrıca Hz. Peygamber Efendimiz’in kavmine dil uzatmak edebe aykırıdır.

Aramızdan ayrılanların gıybeti:

Ceşitli sebeplerle icinde bulunduğunuz hizmette gevşeyen veya muhtelif endişe ve zaaflarından dolayı hizmetten kopan kardeşlerimiz her zaman olabilir. Ama onlar mumin kaldıkları surece her zaman bizim kardeşlerimizdir. Bu yuzden onları kucuk duşurmek, gıybetlerini yapıp etlerini dişlemekten farksızdır.

Ayrıca konuştuklarınız bir gun muhakkak onun kulağına gidecek ve belki bu yuzden temelli kopacak, hatta dune kadar hizmet ettiği değerlere duşmanca bir tavır takınarak zulmete duşecektir. Haliyle bu vebale de gıybet eden ortak olacaktır.

Aynı husus saf değiştirenler icin de soz konusudur. Boyle bir davranış belki guneşin ışığına sırtını donmek kadar vahim olabilir. Fakat her şeye rağmen bu kardeşlerimiz din değiştirmemişlerdir. Oyleyse gıybet edilmeleri de caiz olmaz.

Gittiği cemaat aleyhinde konuşmak, gıybet etmek, ayrılığı daha da koruklemek manasına gelir. Hem de farkında olmadan, bu manzarayı zevkle seyredenlere hizmet edilmiş olunur.

Samimi muminler icin, hizmetin onunu tıkayacak, manevi yakınlık, rahmet ve muhabbeti kesip ihvanı ruhsuz birer heykel haline getirecek gıybet ve ayrılıktan daha tehlikeli bir şey olmasa gerektir.

Ya sevabımız cok, ya aklımız yok!

Herhangi bir cemaatin veya bir topluluğun gıybetini yapan kimse o cemaat ve topluluğun butun fertlerini gıybet etmiş sayılır. Bu gercekten cok ağır bir vebaldir. Onların tamamı haklarını helal etmedikce, ihtimal ki kurtulamaz. Ustelik bu tur gıybetlerin icine iftiranın girmemiş olması da zor bir ihtimaldir. Zira coğu kulaktan dolma laflardır.

Cemaatleri ve onların onundeki zatları tenkit etmenin tehlikeli bir yonu de şudur: Siz tenkit edersiniz, başkaları da sozun nereye varacağını hesap etmeden kalkar sizi ve sizin onunuzdeki zatları tenkit eder, farkında olmadan kafasını taşa carpar. Boylece muhatabınıza buyuk zarar vermiş ve tabii bu tahrikin baş musebbibi olarak işlenen manevi cinayetin ortağı olmuş olursunuz.

Sırf siyaset taassubuyla kendi partisinden olmayan halis bir mumini kotuleyen, fakat kendi partisinde nifakını gizlemeyen birini aklayıp goklere cıkaran muminde ne kadar iman şuuru vardır, bilemeyiz. Fakat boylesine fanatik insanları ancak şeytanın alkışlayacağı kesindir.

Bazı kendini bilmez insanların da adeta eline muhur alıp, kendileri gibi duşunmeyen herkese kÂfir damgası basmalarını anlayabilmek, dinen izah edebilmek mumkun değildir. Zira bir mumine yapılabilecek en ağır iftira, ona kÂfir demektir.

Bu iftiranın buyukluğunden dolayı Kur’an bizi insaf ve itidale davet ederek buyurur ki:

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa cıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dunya hayatının gecici menfaatine goz dikerek ‘Sen mumin değilsin!’ demeyin. (...)” (Nisa, 94) buyurmaktadır.

Hadis-i şerifte ise: “Mumin kardeşine kÂfir diyen bir kimse, karşıdaki oyle değilse kufur (kÂfirlik) kendisine doner.” buyrularak, bu dehşetli sozu haksız yere soyleyen kimsenin dinden cıkacağına işaret edilir.

Niyet baştan bozuk olunca...

Bazı gıybet ceşitleri de vardır ki, bunlar başka haramlarla birlikte işlenir. Coğunda munafıklık kokusu vardır. İmam-ı Gazali Hazretleri “İhya”da bunları ayrıntılarıyla anlatır.

• Mesela birilerine ima ve gondermeler yaparak “Cimrilikten Allah’a sığınırız.” veya “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor.” şeklinde konuşan kimsenin gayesi, başkasının kusurlu, kendisinin temiz olduğunu ortaya koymaktır. Bunun icin hamd u sena ile soze başlar ve ne yazık ki gunahına Allah’ın adını aracı eder.

• Bazen de ovmekle soze başlar: “Falanca ne iyi bir insandır, ibadetinde hic kusur etmez. Ama ne yazık ki şu gunlerde tembelleşti, bizim seviyemize duştu.”

Burada da asıl maksat soz konusu kişiyi kotulemek, “değerlendirme makamı”nda olmakla kendini de ustun gostermektir. Boyle yapmakla gıybet, riya ve kendini temize cıkarmak gibi uc kotuluğu birden işlemiş olur. Buna rağmen kendini gıybetten sakınan salih bir kimse gibi gostermektedir

• Diğer bir gıybet ceşidi de şoyledir: “Daha neleri var ama gıybet olur diye soylemiyorum!”

Bu oyle kapalı ve ima dolu bir ifadedir ki, dinleyenlerin aklına bin turlu ihtimal gelir. Bu adam icki mi icti? Zina mı etti? Fitne mi cıkardı? Her turlu ihtimal soz konusudur. Belki gıybet ettiği adamın yuz hatasını saysaydı bundan ehven olacaktı. Hem o şahsı tohmet altına sokuyor, hem kendisinin gıybetci olmadığını ifade etmekle yalan soyluyor!

• “Dostumuzun eğlenceye dalmasına uzulduk. Allah onu kurtarsın!” gibi ifadeler de nifak kokusu taşımaktadır. Uzuntusu hakiki olsaydı dostunun kusurunu ortaya koymaz, samimi ise gizlice dua ederdi.

Kısacası bu gibi konuşmalarda gıybetten başka riya, aldatma, haset, nifak, fitne, zulum, hile, iftira... ne ararsanız vardır. Dolayısıyla vebali de o olcude katlanmaktadır.

• Bir de insanların arasını acmak icin laf taşıyarak gıybet etmek vardır ki, bu da cok ağır bir curumdur. Size başkalarının lafını taşıyanlar, bilin ki sizin sozunuzu de başkalarına taşırlar. Kur’an-ı Kerim’de buyurulur ki:

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık (acıktan gunah işleyen kişi) size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kotuluk edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6) Hadis-i şerifte de:

“(Ara bozucu) soz taşıyan cennete giremeyecektir.” (Buhar&#238 buyrularak işin vahameti anlatılmıştır.

Gıybete gıybetle karşılık verilmez

Nelerin gıybet olduğunu ve gıybetin kotuluk ve zararlarını bilmek, ondan korunmak acısından cok onemlidir. Bu yuzden konuyla ilgili birkac ornek daha vermek faydalı olacaktır.

• Biri sizi gıybet ettiğinde kalkıp sizin de onu gıybet etmeye hakkınız yoktur. Ahirette bu gıybetin ve dilinizin hesabını vermeye mecbur kalırsınız. Cunku başkasının sizi gıybet etmesi size de gıybet etme hakkını vermez. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa dikkat cekilerek şoyle buyrulmuştur.

“Ey iman edenler! Allah icin hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu Allah korkusuna daha cok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (MÂide, 8)

• Nafile ibadetleri yapmayan, mesela teheccud namazını kılmayan, virdi zikri olmayan, ikindi ve yatsı namazının ilk sunnetlerini kılmayan bir kimseyi de gıyabında eleştiremezsiniz. Cunku bunlar farz değildir.

• Bunun gibi, eğer hatasını gizliyorsa; “Namaz kılmaz, zekÂt vermez, ickicidir, kumarbazdır, hovardadır...” gibi sozleri soylemek de caiz olmaz.

• “Şaşıdır, keldir, kısadır, uzundur, siyahtır..” gibi bedene ait gıybetler yapmak, kotu lakaplarla anmak haramdır.

• “Babası ameledir, cimridir, kibirlidir, korkaktır, hırsızdır, zalimdir, anne babasına asidir, pislikten kacınmaz..” gibi gıybetler de boyledir.

Sessiz gıybet

İnsanı aşağılamak, kusurlarını belirtmek, hoşlanmayacağı şeyleri acığa cıkarmak icin yapılan her turlu alay, ima, taklit, işaret, yazı, resim, karikatur ve komedi gosterileri gibi beden diliyle yapılan gıybetler birer sessiz gıybettir.

Mesela bir insanın kısa veya uzun boylu oluşunu, topallığını eleştirmek icin eliyle ya da bedeniyle işaret etmek gıybettir.

Taklit, komedi, mizah: Gunumuzde sanat olarak icra edilen bu dallarda belirli şahıs ve zumreleri hedef alarak onlarla eğlenmek gıybetin belki de en ağır şeklidir. Cunku taklit, sozden daha acık bir tasvirdir. Yuz ifadelerini, konuşmalarını, yurumelerini ve sair hallerini tasvir etmektir.

Ne yazık ki, zamanımızda bu sanat bicimleri ile cok sayıda insanın dinlerine, ahlÂkî değerlerine, aile hayatı ve mahremiyetlerine, şeref, haysiyet ve itibarlarına saldırılmaktadır. Bu gibi mutecaviz sahneleri seyredenler medeni olculer icinde tavırlarını ortaya koymalı, hic değilse kalben buğzetmelidirler.

Bir de ozurlu insanları veya meczupları onune alıp onlarla huzurunda veya gıyabında eğlenmek, adinin de adisi bir davranış bicimidir ve tehlikeli bir oyundur. Bazen boyle mazlum insanlara dokunmak gayretullaha dokunabilir. O takdirde bela aciliyet kazanır ve yapanın başına iner.

Şu hususu hatırdan cıkarmamak gerekir: İster mazlum ister gunahkÂr olsun, insanların taklidini yapıp onlarla eğlenmek sanıldığının aksine buyuk bir curumdur. Kur’an-ı Kerim’de: “Arkadan cekiştirmeyi, yuze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline!” (Humeze, 1) buyrulmak suretiyle meselenin vahametine işaret edilmektedir. Diğer bir ayet-i kerimede de şoyle buyurulur:

“Ey muminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kotu lakaplarla cağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kotu bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” (Hucurat, 11)

Yazı, resim, karikatur: Gunumuzde revacta olan gıybet ceşitlerinden birisi de budur. Bir yazar veya ressamın muayyen bir şahsı ele alarak aleyhinde yazıp cizmesi gıybettir. Ancak bunu gerektiren sebepler varsa, mazur gorulebilir. O sebepler de aşağıda anlatılacaktır.

Yazıp cizmenin dinen kuralları olduğu gibi, evrensel ahlÂkî kuralları da vardır. Evrensel kurallara gore de bir yazı, resim veya karikatur; başkalarına hakaret icermemeli, yalan ve iftiradan uzak olmalı, kamu duzenini bozmamalıdır.

Yazar, cizer, sanatcı, siyasetci, ilim adamı, gazeteci, din adamı gibi şahıslar toplumu yonlendiren, goruşleri ve duşunceleri ile onları etkileyen kimselerdir. Bunlar birbirlerinin goruşlerini elbette eleştirebilmeli, doğru neyse onu tespit etmeye calışmalıdırlar. Ancak eleştiriler mumkun olduğunca şahsa yonelmemeli, fikirler eleştirilmeli, kırıcı, yıkıcı değil yapıcı, yol-yontem gosterici olmalıdır.

Kişilerin ozel hayatına katiyen girilmemeli, ar, namus, iffet ve haysiyetiyle oynanmamalıdır. Hz. Peygamber s.a.v.: “Bazılarına ne oluyor ki, şoyle şoyle yapıyorlar?” (Ebu Davud) buyurmak suretiyle, isim belirtmeden uygunsuz bulduğu tavır ve duşunceleri gayet muspet bir şekilde duzeltirdi.

Şayet isim belirtmek zaruret haline gelirse, kendisinin filancanın goruşune katılmadığını, doğrusunun şoyle şoyle olması gerektiğini belirtmekle yetinmeli, gerekiyorsa bunun sebeplerini izah edip, yanlış bulduğu duşunceleri gayet seviyeli ve yapıcı bir uslupla eleştirmelidir.

Bunun otesinde (bazı istisnaları haric) aşağılayıcı her turlu yazı ve cizimler gıybettir. Bu tur gıybetler de coğu kere yalan ve iftirayla birlikte işlenir. Boyle kişilerin basın yayın yoluyla yaptığı bir gıybet, butun toplumu icine alarak milyonlarla gıybet gunahını işletebilir. Ayrıca onu alınmazsa ileride yığınla musibetlere yol acması ihtimali de vardır.

İnsan hak ve ozgurluklerinin bayraktarlığını yaptığını iddia eden Batı, hak ve hurriyet adına zerre kadar duyarlılığı olsaydı, bir dinin kutsallarıyla oynanmasına musaade etmezdi. Hic değilse alkışlar vaziyette bir tutum sergilenmezdi.

Gafletin cok otesindeki bu hıyanetin, bu provokasyonun maksadı ne olursa olsun, insanlık tarihinden kolay silinmeyecek ve Batının yuz karası olarak tarihe gececektir. Kim bilir belki de bu olay, yuz kızartıcı işkencelerle birlikte Batı medeniyetinin cokuşunun başlangıcı olarak hafızalardan hic silinmeyecektir.

Pasif gıybetciler

Gıybetin bir ceşidi de, gıybet edenin hevesini artırmak ve daha cok konuşturmak icin guya şaşkınlık izhar ederek: “Deme yahu... ben boyle bilmezdim... ondan hic beklemezdim... Allah şerrinden korusun!” turunden soylenen sozlerdir. Bu gibi sozler bir tarafa, hicbir şey soylemeden dinlese bile, teşvik ve gıybet hukmune gecer.

Rasul-i Ekrem s.a.v: “Dinleyen de gıybet edenlerden biridir.” (Taberan&#238 buyurmuştur. Ancak dili ile reddeder, sozu değiştirir ya da o meclisi terk ederse kurtulur. Şayet guc yetiremeyeceği bir toplum olursa en azından kalbiyle reddetmelidir. Aksi halde yapılan gıybete ortak olur.

İcinden dinlemeyi arzu ettiği halde yapmacık bir ifadeyle “Boş ver, gıybet oluyor” turunden laflar edip gerekli tavrı gostermezse bu da nifak alametidir. İcinden de gıybeti kerih gormedikce gunahtan kurtulamaz.

Hz. Peygamber s.a.v: “Kimin yanında bir mumin (aleyhinde konuşulmakla) zillete duşurulur de, gucu yettiği halde ona yardım etmezse, Kıyamet gunu mahlukat arasında Allah Teal onu zelil eder.” (Taberan&#238 buyurarak, boylelerinin acıklı halini tasvir etmektedir. Diğer bir hadiste ise, şoyle buyrulmaktadır:

“Gıyabında din kardeşinin namus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden azad edecektir.” (Ahmed, Musned)

Bu devirde Hz. Peygamber s.a.v.’in yoluna uymakla Allah TealÂ’nın emirlerini yerine getirmeye gayret eden bir kimseye hadis-i şerifte yuz şehit sevabı vaat edilmiştir. Bu nokta-i nazardan olmalı ki, Abdulhakim Arvasî Hazretleri k.s., “Gıybet edene sus diyen kimseye yuz şehit sevabı vardır.” demiştir.

Gıybetin Kefareti

Gıybet eden kişi her şeyden once kalben derin bir uzuntu duymalı ve pişman olup tevbe etmelidir. Bu suretle Allah katındaki sorumluluktan kurtulabilir. Ancak asıl kul hakkı geride durmaktadır. Onun icin de hak sahibi kişilere ulaşmaya calışmalı, gıybet, iftira, yalan isnadı, her ne yaptıysa her şeyi acık secik anlatmalı, gerekirse yalvarmalı, gıybetini ettiği kişinin gonlunu hoş edip helalliğini almaya gayret etmelidir. Bu esnada derin pişmanlık ve uzuntu duymalı, bunu da yine muhatabına bildirmelidir.

Esasen helallik istemeyi devamlı bir alışkanlık ve ahlÂk haline getirmeli, mumkun oldukca oturup kalktığı herkesle her fırsatta helalleşmelidir. Boylesi, ahirette o kimseyle hesaplaşmak icin binlerce sene beklemekten cok daha kolaydır.

Hak sahibi, helallik isteyene hakkını helal etmek mecburiyetinde değildir. Ancak helal etmesi daha guzel ve daha kazanclıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Rasulullah s.a.v.’in zatında butun muslumanlara hitaben buyurulur ki:

“Sen affetme yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yuz cevir.” (A’raf, 199)

Affeden affa layık olur. Hasan-ı Basrî Hazretleri k.s. diyor ki: “Kıyamet gunu Allah TealÂ’dan alacaklı olanlar kalksınlar, diye nida edilir. Bu davete ancak dunyada affedenler katılır.”

Butun bunlara rağmen hak sahibi affetmezse, o kimseye yalvarmalar, af dileyen icin birer hasene ve sevaptır. Kıyamet gunu gıybete karşılık mizanına konurlar.

Şayet hak sahipleri olmuş veya yerleri belli değilse, onlar icin: “Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişileri de affet!” diye dua ve istiğfar etmeli, hayır hasenat yapmalı, daha once yerdiği bu kimseleri gıyaplarında ovmelidir.

Bir daha aynı bataklığa duşmemek icin prensip kararı almalı ve her gıybet edişte en az uc gun oruc tutmaya azmetmelidir. Şayet buna muvaffak olunursa, aclığa duşmemek icin nefs gıybetten sakınacaktır.

Gıybet sayılmayan Hususlar

Gıybetin caiz olduğu bazı durumlar vardır. Ancak bu ruhsatlar etrafında dolaşırken, olcu ve dengeleri koruyabilmek oldukca zordur. Her seviyedeki insanın yapabileceği bir iş değildir.

Bu yuzden ciddi bir zaruret olmadıkca bu ruhsatların etrafında rasgele dolaşmak mahzurludur. Mutemadiyen kuyunun etrafında dolaşan, bir gun gelir o kuyuya duşer.

Gıybetin caiz olduğu yerler şunlardır:

Dini korumak icin bid’at ehlinin gıybeti:

Bozuk fikirleriyle muslumanların imanıyla oynayan kimselerin teşhir edilmesi gıybet olmaz. Zira Hz. Peygamber’in hadislerini reddeden, Sahabe-i Kiram efendilerimiz hakkında ileri geri konuşan, beş vakit namazı iki-uc vakte indiren, tesetturu inkÂr eden... kimselerin bozuk inanc ve propagandalarından muminleri korumak farzdır. Fakat boyle bir endişe yoksa, kendilerinden başka kimseye zarar vermiyorlarsa teşhir etmeye gerek yoktur.

Aleni olarak işlenen gunahlara karşı:

Hic utanıp sıkılmadan ve gizleme ihtiyacı da duymadan aleni olarak icki icen, kumar oynayan, zina edip marifetmiş gibi sağda solda anlatan kimselerin gıybeti de caizdir. Ancak bunların gizledikleri başka gunahlar varsa, onları teşhir etmek yine gıybet olur.

Hz. Peygamber s.a.v. şoyle buyurur:

“Uc grup vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: Gunahı acıkca işlemekten sıkılmayan, zalim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bid’atci.” (Camiu’s-Sağir)

Bunların onune gecilmezse organize propagandalar sonucu İslÂm’ın yasakladığı haramları işlemek bir marifet ve medeni bir hareket gibi algılanmaya başlanır. İşledikleri cirkinlikler meşrulaşarak toplumda yayılır. Onun icin Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, Allah’ın orttuğu gunahı sağda solda anlatan kimselerin ilÂhi affa liyakatlerinin kalmadığını belirtmiştir.

Zulme engel olmak icin:

Yukarıdaki hadiste de belirtildiği gibi, insanların hakkını gasp eden ve onlara eziyet eden her seviyedeki idarecilerin aleyhinde olmak ve meşru yollarla zulumlerine engel olmak caiz ve hatta vazifedir.

Bir hakkı savunmak icin:

Haksızlığı giderme imkanına sahip kişilere gidip, uğradığı haksızlığı yalan ve iftiraya yer vermeden anlatmak gıybet değildir. Fakat ilgisiz kişilerin yanında soylemek tehlikelidir. Ayrıca alakasız konuları anlatmak, mesela şikayet edilenin ailesinin konuyla hicbir ilgisi yokken onları da katmak gıybet olur.

Sorumluluk verilecek bir kişiyi soruştururken:

Borc alıp verirken, evlenirken, ortaklık kurarken, kefil olurken, işe alırken, hizmette birine onemli bir sorumluluk verirken, bir şey alıp satarken... ilgili şahıslar hakkında soruşturma yapmak, onları tanıyanlardan iyi ve kotu taraflarını oğrenmek gıybet değildir. Fakat burada gereğinden fazlasını soylemek gıybete girer.

Mesela: “O kızı alma, sana yaramaz.” demekle vazgececekse, fazlasını soylemek doğru değildir. Vazgecmeyecekse bildiklerini yalan ve iftiraya girmeden anlatmak gerekir.

Fetva almak icin:

Alime gidip “Kocam şunu yapıyor, caiz mi?” gibi İslÂm’ın hukumlerini oğrenmek niyetiyle soru sormak da gıybet olmaz.

Şahitlik icin:

Mahkemede mağdurun hakkını korumak ve adaletin tecellisini sağlamak icin suclu hakkında bildiklerini anlatmak gibi.

Birini, bilinen lakabıyla anmak:

Bir adam mesela “Kara Ali”, “Topal Musa” gibi lakaplarla meşhur olmuş ve herkes onu ancak bu lakapla tanıyorsa, boyle soylemek gıybet olmaz. Ancak tanınabileceği daha uygun bir isim varsa onu soylemek daha uygun olur.

. . .

Muminler arasında kardeşliği zedeleyecek her turlu duşunce, soz ve davranış, rahmetin kesilmesine ve gazabın inmesine sebep olur. Hizmetlerden bereket kalkar. Allah’a kullukta başarıya ulaşmak ve din hizmetlerinde hezimetten kurtulmak isteyenlerin cirkin laf, kaba tavır, kavga, uyuşmazlık ve bilumum kotu duşuncelerden uzak durmaları gerekir.

İnsanları bizden uzaklaştıracak, kin ve nefret hislerini tahrik edecek tavır ve davranışlardan kurtulmadıkca huzur ve saadet adına verebileceğimiz bir şey yok demektir.

Halbuki duşmanca duygularla bize gelenler bile bizde hayat bulmalı, cehrelerinde huzur ve dudaklarında tebessumle geri donmelidirler.

__________________