CenÂb-ı Hak peygamberleri uc vazifeyle gonderiyor.
Birincisi; peygamber topluma geliyor, AllÂh’ın emirlerini bildiriyor. ÎmÂna teşne olanlar; “Sen peygambersin.” diyor. Mûcize de gosteriyor. ÎmÂna teşne olmayanlar, nefsÂniyetin girdabında boğulanlar ise sihir diyorlar, vesÂire diyorlar, birtakım ithamlarda bulunuyorlar. “Biz, ataların dînindeyiz.” diyorlar.
ÎmÂn edenlere CenÂb-ı Hak onların وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kotuluklerden) arındıran…” [Âl-i İmrÂn, 164]) onların ic Âlemlerini tezkiye ediyor, temizliyor. Neden temizleniyor? Allah’tan uzaklaştıran her şeyden temizleniyor. Duygular temizleniyor.
Demek ki peygamber ne yapıyor peygamberler; tabi en başta Rasûlullah Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- tezkiye ediyor, gonulleri temizliyor.
İşte daha evvel cÂhiliyye insanı nasıl yarı vahşî insanlardı. Hak-hukuk denilen hicbir şey yoktu. Guc, gucluye aitti her şey, gucsuzun hicbir şeyi yoktu. O insanlar nasıl medeniyette bir zirve oldular, bir asr-ı saÂdet medeniyeti. Yok dunyada oyle bir medeniyet…
VelhÂsıl tezkiye, “l ilÂhe” ile başlıyor îman. Baştan, Allah’tan uzaklaştırıcı her şeyden kul kacacak. Put olmayacak kalbinde.
Kimi zaman, nefsÂnî arzular put hÂline geliyor. Parası putu oluyor. Makam-mevkî put oluyor. FÂnî menfaatler put oluyor. Şan-şohret put oluyor. Karşı cinsteki aşırı duygular onun putu oluyor. AllÂh’a olan abdiyetten/kulluktan uzaklaştırıyor onu.
CenÂb-ı Hak kulluğu kendisine istiyor. Onun icin, peygamberler, tezkiye ediyor, temizliyor. Ki o kalp CenÂb-ı Hakk’ın nazargÂh-ı ilÂhîsi olacak o kalp. AllÂh’ın emrini îf etmeye keyfî kararlar kaldırılıyor. İlÂhî hakîkatlere ters duşen “bana gore”, bu siliniyor kalpten. “Bana gore” yok, “CenÂb-ı Hak boyle emretti, Allah Rasûlu Sunnet-i Seniyye boyledir…” “Bence” yok, İslÂm hukumlerine uymayan “bence” yok. Bunlar îmÂnı sakatlıyor.
CenÂb-ı Hak:
“Hev hevesini (yani kotu duygularını, ihtiraslarını) ilÂh hÂline getirenleri gordun mu?..” (el-FurkÂn, 43) buyuruyor.
Nedir, hep bu kotu vasıflar, cirkin vasıflar, şeytÂnî vasıflar…
“…Sen onlara vekil değilsin (ey Peygamber!)” (el-FurkÂn, 43) CenÂb-ı Hak buyuruyor. Onun icin وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kotuluklerden) arındıran…” [Âl-i İmrÂn, 164]) Peygamber ne yapıyor, gonul Âlemlerini temizliyor.
Yine Efendimiz buyuruyor:
“Ben sizin bundan sonra AllÂh’a şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dunya hırsıyla birbirinizle didişip cekişmenizden korkuyorum.” (Bkz. BuhÂrî, CenÂiz, 71)
Yine bir hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“AllÂh’a gore gok kubbe altında ibadet edilen sahte ilÂhlar arasında peşine duşulen hevÂdan daha ağırı ve daha kotusu yoktur.” (Heysemî, I, 188)
İşte bunun da musibetleri gozukuyor.
VelhÂsıl CenÂb-ı Hak ilk peygamberlere:
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِهِ (“…Kendilerine Allah’ın Âyetlerini okuyan…” [Âl-i İmrÂn, 164])
AllÂh’ın dînini tebliğ etme.
İkincisi:
وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kotuluklerden) arındıran…” [Âl-i İmrÂn, 164])
Gonul Âlemlerinin temizlenmesi. “ظَلُومًا جَهُولًا” (cok zÂlim ve cok cÂhil) (el-AhzÂb, 72) sıfatından insan kurtulacak.
Ucuncu olarak da, o kalpte;
وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ
(“…Kendilerine Kitap ve hikmeti oğreten…” [Âl-i İmrÂn, 164])
Kitap ve hikmet o kalpte tecellî edecek, dost olacak.
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“…Onlar korkmayacaklardır, uzulmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62)
Kimler; bu şekilde CenÂb-ı Hak’la dost olanlar.
Kur’Ân bir derinlik verecek. Kur’Ân’la tefekkuru artacak. Her gorduğu şeyde CenÂb-ı Hakk’ın azamet-i ilÂhiyyesini, kudret akışlarını tefekkur edecek. Kur’Ân’ın kendisine en buyuk bir nîmet olduğunu tefekkur edecek. Ebedî mûcize, son cağrı CenÂb-ı Hakk’ın, son ilÂhî cağrı.
Ondan sonra “hikmet”…
Her şeyin bir zÂhirî tarafı var, gorduğumuz, bildiğimiz; bir de bÂtınî tarafı var. BÂtınî tarafına “hikmet” denir. Aklın cozemediği şeyleri kalp cozer, hikmet cozer, hikmetle cozulur. İşte kul, hikmete Âşin olacak.
O zaman CenÂb-ı Hak’tan “rÂdıyye” olacak, Allah’tan rÂzı. “Merdıyye”, Allah da o kuldan rÂzı olacak ve “Cennet’ime gir.” buyuracak. (Bkz. el-Fecr, 28-30)
VelhÂsıl demek ki kalpte duygular, en muhim, bu kalpteki duygular duzelecek. Yanlış duygular kalpten silinecek. MÂrifetullah’tan mesafe alınacak, bir lezzet hÂline gelecek.
Nasıl duygular? Mesel -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’deki duygulardan nasipler alacak. O usve-i hasene, ornek.
Mesel Rasûlullah Efendimiz, bir yahudi cocuğuna gidip tebliğ etti. O cocuk da musluman oldu. Efendimiz sevindi, bir kişi daha kurtuldu diye.
Demek ki muslumanda en buyuk haz, en buyuk lezzet, kendisi hidÂyette olması ve hidÂyetlere vesîle olması.
Yine Efendimiz TÂif’te taşlandı, akrabaları vardı. Ambargo vardı Mekke’de. Muslumanlar cok zor durumdaydı. Cocukların aclık avazları diğer mahallelerden geliyordu. Muslumanların ferahlaması icin TÂif’e gitti, akrabaları vardı. TÂif’te taşlandı Efendimiz. Orada Addas isminde bir kole musluman oldu, Efendimiz sevindi, ıztırÂbını unuttu.
Zeyneb VÂlidemiz, Efendimiz’in kerîmesi, Esved isimli bir kişi -hÂmileydi- deveden duşurdu, kanlar icinde kaldı, bir muddet sonra şehîden vefÂt etti. Bu kişi Mekke fethinde geldi, Esved. Kelime-i tevhid getirerek geldi. Efendimiz; “Niye benim kızımı boyle yaptın, niye zulmettin?” diye sormadı bile. Yani kelime-i tevhîdin o sevinci, kızının o hÂlini bertaraf etti.
Nasıl CenÂb-ı Hakk’a yakınlık gozleniyor kalp temizlenince…
Muslumanlar cok ağır sıkıntılardaydı. Efendimiz de hendek kazıyordu. CÂbir geldi baktı; Efendimiz’in beli bukulmuş, karnı icine cokmuştu. Evine gitti sordu, ufak bir oğlakla az bir şey arpa vardı. Hemen gidip Efendimiz’e haber verdi:
“–YÂ RasûlÂllah! Cok acsınız dedi. Evde dedi, buyursanız…”
“–Ne var CÂbir?” dedi.
“–YÂ RasûlÂllah! Ufak bir oğlak var, keci var, bir de az bir şey arpa var.” dedi.
“–Oo, cok şey varmış.” dedi. Tabi sahÂbenin hepsi ac. Efendimiz onlar doymadan kendisi doymazdı.
“–Haydi dedi, hepimiz dedi, CÂbir’e gideceğiz.” dedi.
CÂbir korktu, uc yuz kişi… Uc yuz kişiye bir oğlak, biraz arpa ne yeter?!.
Hanımına gitti. Hanımına dedi:
“–Hanım dedi, boyle boyle dedi. Rasûlullah Efendimiz butun toplayıp geliyor dedi hepsini!..”
“–Sen dedi, Rasûlullah Efendimiz’e evde ne olduğunu soyledin mi?”
“–Soyledim.”
“–O zaman sen kenarda dur, Allah Rasûlu senden daha iyi bilir.” dedi.
Onlara tek tek, o uc yuz kişiye kendisi dağıttı. Fakat hic eksilmiyordu. Kendisi almadı, o uc yuz kişiye dağıttı. Onları doyurma zevki, Allah Rasûlu’ne aclığını unutturdu. Yine bitmedi:
“–Âilene gotur.” dedi. “Etrafta aclık var, etrafa dağıt CÂbir!” dedi. (Bkz. BuhÂrî, MegÂzi, 29; Muslim, Eşribe, 141)
Nasıl duygular ki Allah Rasûlu aclığını hissetmiyor. Onları, kardeşini doyurması kendisine en buyuk bir lezzet veriyor. Ne o? Tezkiye olmuş, temizlenmiş, CenÂb-ı Hakk’ın merhametiyle hemhÂl olmuş, o merhametten nasîb almış bir yurek…
Âişe VÂlidemiz buyuruyor:
“Bize diyor, ganimetler gelirdi diyor. (Beşte bir Allah Rasûlu’ne Âit, EnfÂl…) Hediyeler gelirdi diyor. Fakat evimizde diyor, bazen sudan başka bir şey bulunmazdı diyor. Sıcak yemek pişmediği gunler olurdu diyor. Uc gun diyor, arpa ekmeğiyle doymadığı gunler cok olurdu.” diyor.
Fakat Allah Rasûlu her gelen ganimeti, hediyeyi dağıtmadan lezzet alamazdı diyor. O dağıtmadaki o lezzet diyor, CenÂb-ı Hakk’a yakınlığın verdiği o surur diyor, kendi aclığını unuttururdu diyor.
İşte tezkiye olmuş bir kalp. CenÂb-ı Hakk’ın “rahman ve rahîm” esmÂsının kalpteki tecellîsi…
Tabi burada ashÂb-ı kirÂm da boyle oluyor. Mesel bir koyun başı diyor, bir eve hediye etti, yedi tane Âileyi dolaştı, tekrar eski yerine geldi. Hepsi bu benden daha muhtactır, yahut ben ona ikram edeyim diyor.
Nasıl bir diğergÂmlık, nasıl bir medeniyet?..
Yine Efendimiz, MudÂr Kabîlesi diye bir kabile geldi. Baktı, perişan bir kabile. Ust-baş yok doğru durust… Efendimiz’in, sahÂbe diyor, rengi diyor kirec gibi oldu, bembeyaz oldu diyor.
Tabi Efendimiz’in rengi hangi şeyden kirec gibi oluyor?
Hemen diyor, “BilÂl, ezan oku.” dedi diyor. SahÂbe toplandı mescide, iki rekÂt bir namaz kıldırdı. Herkes ne varsa getirdi. Kimi elinde şu kadar bir tuttuğu bir hurmayla geldi. Kimi, cuvala ne varsa doldurarak geldi. Onlar dağılınca Efendimiz oyle bir guzel seyretti ki onları, oyle bir huzur, oyle bir surur duydu ki, o bembeyaz olan teni pembeleşti, eski rengine dondu. (Bkz. Muslim, ZekÂt, 69)
Usve-i hasene, ornek…
CenÂb-ı Hak “canlarıyla, mallarıyla Cennet’i satın aldılar” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 111) Servetin lezzeti, infÂk etmekle, onu Hak yolunda harcamakla oluyor. Esas lezzet orada, kendine harcamakta değil -maÂzallah-…
Arkamızdan guzel bir nesil yetiştirmek…
Yine Âişe VÂlidemiz diyor:
“Rasûlullah’ın son gunleriydi diyor. İki sahÂbînin arasında diyor, mescide yurudu, mescide geldi diyor. Ebû Bekir Efendimiz’i, babamı mihraba gecirdi, babam namazı kıldırdı diyor. Sonra dondu arkasına baktı, guzel bir cemaat gordu, ashÂb-ı kirÂm cemaati… Oyle guzel bir tebessum etti ki diyor, ben, Rasûlullah’ın o ıztırap hÂlindeki o tebessumunu diyor, hayatımda oyle guzel bir tebessum gormedim.” buyuruyor.
Demek ki arkamızdan, evlÂtlarımız bilhassa kardeşler, evlÂtlarımızı sevdirerek namaza alıştıralım, kulluğa alıştıralım, CenÂb-ı Hak sevgisini, AllÂh’ın nîmetlerini hatırlatalım.
İmÂm MÂlik diyor ki -radıyallÂhu anh-:
“Bana diyor, bir hadîs ezberlerdim diyor, babam bana bir hediye verirdi diyor. Ertesi gun bir hadis daha, bir hediye daha verirdi diyor. Oyle bir hÂle geldim ki diyor, babam hediye vermese de ben hadis ezberlemekten lezzet duymaya başladım.” diyor.
VelhÂsıl arkamızda guzel bir nesil yetiştirmek.
İnfak… Cunku bugunlerde cok merhamete, hem kendimize merhamet etmemiz, “ظَلُومًا جَهُولًا” (cok zÂlim ve cok cÂhil) (el-AhzÂb, 72) sıfatından kurtulmamız, hem evlÂtlarımıza merhamet etmek, hem toplumdaki mazlumlara merhamet etmek.
Onun icin bu infak dort safha.
Birincisi “لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ” (el-MeÂric, 25). Sana hÂlini arz edene bir şeyler ver. Fakat hicbir şey veremiyorsan, قَوْلًا مَيْسُورًا (el-İsrÂ, 28), tatlı bir soz soyle gonlunu alıcı.
TicÂretle meşgul olurken, bir kişi sık sık gelirdi dukkÂna, isterdi. TezgÂhtar da;
“–YÂhu daha dun geldin, her zaman olmaz ki.” dedi.
Peder rahmetli, iceriden duydu. Cağırdı tezgÂhtarı:
“–Bak oğlum dedi, biz Allah’tan devamlı istiyoruz. Bak sabah kahvaltı ettik dedi. Oğleyin tekrar isteyeceğiz dedi, Allah verecek. Akşamleyin tekrar isteyeceğiz. Bu ise senden iki uc gunde bir gelip istiyor…” dedi.
Onun icin CenÂb-ı Hak “لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ” (el-MeÂric, 25)… İsteyene vermek. Ne, az verirsin, bir şey veremiyorsun, bir gonul alırsın, قَوْلًا مَيْسُورًا (el-İsrÂ, 28) buyuruyor.
Ondan sonra “الْمَحْرُومِ” buyuruyor. Mahrum kim? O da iffeti dolayısıyla gelip isteyemiyor. Onun icin “mahrum” deniyor ona. CenÂb-ı Hak ona:
“…Sen onların sîmÂlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) Git onu ara bul onu diyor. MÂdem sana Allah bir şey verdi onu sana emanet olarak verdi. Kendin orta yol… Pintilik etmeyeceksin, israf da etmeyeceksin, orta yolda gideceksin, fakat burada mahrumu da arayacaksın. Duygular o duruma gelecek.
Onun bir ustu, “paylaşanlar” buyuruyor. O Medîne’ye goc edenler, hicret edenler. CenÂb-ı Hak buyuruyor ki:
“…Kendilerine gocup gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı iclerinde bir rahatsızlık hissetmezler…” (el-Haşr, 9)
“Yaa niye bunu verdim de bu kadar verdim de ben bundan mahrum oldum…” demezler.
“…Kendileri zaruret icinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler…” (el-Haşr, 9)
CenÂb-ı Hak boyle bir yurek istiyor…
Osman Nuri Topbaş Sohbetlerinden
__________________
Kimi Zaman NefsÂni Arzular Put HÂline Geliyor
Dini Bilgiler0 Mesaj
●25 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Kimi Zaman NefsÂni Arzular Put HÂline Geliyor