İnsan, sosyal bir varlıktır sozu felsefik bir soz olarak herkesin ma'lumdur. Bu soz, kimilerince su-i istim'al edilir. Haddinden fazla anlam yuklenir. İnsan, hayatını surdurebilmesi icin diğer insanlarla sosyal ilişkiler kurması gerekirken bunu sağlama adına kendi karakterinden odun verme durumları maalesef gorulur.

Halbuki bu sosyalite, hayatın daha muntazam seviyede surmesi, kişi'nin nefsinde bulunan "sosyal ilişkiler yaşama" durumunun karşılaması icin yapılması lazım gelir. "Ancak toplum ile ne kadar cok kaynaşırsam o kadar iyidir, insanlar tarafından bilinmek, ruhu okşayan bir durumdur" duşunceleri dahilinde yapılırsa, burada yanlışa duşmeklik vardır. Cunku karakterden odun vererek bunu yapmak vardır. Başkalarının duşunce yapısına gore kendini endeksleme, ona gore değişken bir karakter yapısına sahip olma... Bu da imanın taklidi olduğu gosteren emarelerden birisidir.

Karakterinden odun vermek uğruna insanlar tarafından tanınma gayreti icinde olurken insan, bu durumda olduğunun farkında olmayabilir. Yani bunu bilerek yapmaz. Basiretindeki duşukluk, kendinin bu yanılgı durumu icerisinde bulunduğunu gormesine izin vermez. Sosyallik adına her turlu su-i istimalÂtı gercekleştirir o yuzden. "Falanca kişilere adapte olmak,
onlara kendimi sevdirmek" anlayışı kendi karakterinden sıyrılma, başkalaşma durumunu icerir. Hele ki gorduğu kitle, coğunluk ise bu coğunluğun cazibesine kapılır.

Halbuki ozde yaşamak gereklidir. Coğunluk değil ozdur onemli olan. Kendini bilmek, kendini tanımak... Esas mesele; Budur. Kendini bildikten, basiret sahibi olduktan ve cevreyi gozleme yeteneğine sahip olduktan sonra sosyal ilişkiler, oze yakınlaştırılır. Samimiyet icerir. Kendi karakterinin yansımaları, sosyal ilişkilerde gorulur. Boylece toplum icinde mumkun mertebe yanlış durumlara mahal vermeden sosyal ilişkiler surdurulur. Surdurulen bu ilişkilerde karakterden odun verilmediği icin bu ilişkilerde de kendimizi, kendi ozumuzu bulduğumuz icin mutsuzluk, doyumsuzluk, mumkun mertebe olmaz veyahut asgari noktaya iner.

Maalesef toplumda bazı ortamlarda gorulur ki; Sosyalite, insanlık hayatının muspet bir şekilde surdurebilmesi icin kullanılan bir arac olmaktan cıkarılmış ve amac haline getirilmiş. Amac haline geldiği icin "amaca giden yolda her şey mubahtır" duşuncesi benimsenmiş hale geldi. Bu yuzden sosyalite adı altında, sosyallik kurma adına her turlu yanlış, uygunsuz, mustehcen hareketler, sıklıkla gozlemlenebilir hale geldi. Sosyal ilişkiler, bu şekilde surdurulme noktasında. Sosyal ilişkilerinde doyumsuzluğa, bıkkınlığa ulaşmış kişilere dikkatle bakılırsa bunlar, sosyalite kavramını arac olmaktan cıkarıp amac haline getirmiş kişilerdir. Ve bu kişiler, coğunluğun cazibesinin oluşturduğu manevi cekim etkisi yuzunden icine duştuğu durumundan da farkında olmadan hayatını surdurmekte. Bu cekim etkisinden kendini alıkoyamaz. O yuzden ara ara veya sık sık sosyal ilişkilerinde doyumsuzluk hisseder.

Halbuki ifade olunduğu gibi ozu yakalamaktır onemli olan. Dunya uzerinde coğunluğun yaşama şekli ile kendimizi tertiplemek değildir. Kendi ozumuzun ışığını sosyalitemize yansıttığımız zaman sahip olunan sosyalite de, bununla paralel olur, bundan memnuniyet duyulur ve kendi ozumuzun gerektirdiği sosyal durumlar karşımıza cıkar. Coğunluğun, falancaların cazibesine kapılmadan ozumuzu bilerek sosyal durumlara sahip olma...
.
.
.

Dipnot: "Amelinizde rıza-yı İlÂhî olmalı. Eğer O razı olsa, butun dunya kusse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, butun halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun icin, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız CenÂb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir."





__________________