Deliler ve velîler haricindeki herkes kendisini bir başkasının gozunden seyretmeyi sever.

Velîler, her şeyi yaratanın nazarına verdikleri ehemmiyetle, başkalarının kendilerine dair kanaatini, nazarlarında hic eylemişler; deliler, kendisi hakkında bir başkasının ne duşunduğunu umursamayacak kadar kendilerinden vazgecmişlerdir.

O'nun nazarına dikkat kesilemeyecek kadar velîlikten nasipsiz, başkasının ne duşunduğunu umursamayacak kadar delilikten habersiz olanlar, yani bizler ise başkalarının gozbebeklerinde akislerimizi seyretmeye meftun oluruz.

Sevmediğimiz bir insanın nazarını pek umursamaz, sevdiklerimizin bize dair kanaatlerine dikkat kesiliriz hep. Sevdiklerimizin gozbebeklerinde bizi olduğumuzdan daha guzel, daha iyi, daha mukemmel gosteren tılsımlı aynalar saklıdır cunku. Oyle olmadığımızı, olamayacağımızı bilsek bile, o yalana inanmak mutlu eder bizi.

Yakınımızdaki sevdiklerimizin gozlerinde, işte bunun icin inanacak bir yalan ararız.

Bir baba cocuğunun gozlerine bakınca orada bir kahraman, bir cocuk annesinin gozlerinde butun arkadaşlarından daha uslu ve zeki bir cocuk, bir kadın kocasının gozunde yeryuzunun en harikulade hanımefendisini seyretmek ister. Adam kahraman olmadığını bilir, cocuk sınıfın en iyisi olmadığının farkındadır, kadın kendisinden daha guzel nice kadınların varlığından haberdardır ama olsun, bu aynalardaki tılsıma inanmışlardır bir kere.

Tılsımlı aynalarda, ya olduğumuz kişiyi ararken olmayı hayal ettiğimiz kişiyi buluruz, yahut olmayı hayal ettiğimiz kişiyi bulacağız derken olduğumuz kişiyi de kaybederiz. Birincisinde sığ bir ozguven kaplar icimizi; ikincisinde derin bir hayal kırıklığı. Ne o itimad hissi bizi daha guzel eylemeye sevk edecek kadar berraktır; ne de o sukût-u hayal, eylediğimizden cirkinden bizi cekip alacak kadar sahici.

Uzağımızdaki sevenlerimizin nazarlarında ise inanamayacağımız kadar cok yalan buluruz.

Uzaklıkları sebebiyle eksikliklerimizi gormeyen, sevgilerinden oturu her guzel hasleti bize yakıştıran, bizde var olmasını temenni ettikleri guzel halleri bir zaman sonra muhabbetle kristalize ederek en kÂmil haliyle bizde var zanneden bu kimselerin gozlerinden kendimizi seyretmek gibisi yoktur. Cunku cok uzaktaki bir aynadan kendisini seyreden hic bir cirkin asla cirkin değildir.

Onların bizde var olduğuna vehmettikleri bir guzelliğe once ihtiyat ve tevazu ile yaklaşırız, sonra var olduğu ve bizim o ana kadar fark etmemiş olabileceğimiz şuphesi duşer icimize, en sonunda da onun bizdeki yokluğunu ima edenlere duşman olacak kadar, aslında bizde hic olmayan o guzelliğin sahibi olduğumuza inanmaya başlarız.

Sevdiklerimizin gozunde olduğumuz hal ile kendimizi bulamazken, sevenlerimizin gozunde olmayı hayÂl edemeyeceğimiz kadar harika bir surette arz-ı endÂm eyleriz boylece.

Meseleye işte bu kendini seyretme penceresinden bakınca, sevdiklerimiz dostumuz değil, sevenlerimiz ise duşmanlarımızdır.

Cunku birisinde temennimiz sebebiyle noksanımızı seyredemezken, diğerinde temennileri sebebiyle fazlamız var zannederiz.

Kendimize asla gozlerinden bakmak istemediğimiz, kendilerini 'bizi hic sevmeyenler' diye tarif ettiğimiz bir ucuncu sınıf vardır ki bu; 'seyir' nokta-i nazarından bakınca gercek dostlarımız işte onlardır.

Cunku onlar, bizde var olan guzellikleri gormezden gelip onlara yok muamelesi yapar, bizde var olmayan cirkinlikleri bir kulp takar bize yakıştırırlar.

Kendimize, bizi sevmeyenlerin gozunden bakınca, bizde gercekte var olan pek cok guzel ahlÂk ve hasletin aslında yok olduğunu goruruz. Boyle gormekle de şayet o guzellikler bizde var ise onları artırmanın carelerini araştırır, eğer yok ise var etmenin derdine duşeriz.

Sevmeyenlerimizin nazarlarından kendimizi seyrettiğimiz vakit, bizde aslında hic olmayan birtakım kotu hallerin varlığını da fark ederiz. O haller bizde gercekten var ise onları yok etmeye gayret eder, yok ise var olmalarının onune daha sıkı setler cekeriz.

Bizi sevenler ve bizim sevdiklerimizin gozlerinden kendimize baktığımızda var olan hata ve noksanlarımızın ustu ortulur, olmayan iyilik ve guzelliklerimiz bu ortunun ustune bir sus gibi yerleştirilir.

Bizi sevmeyenlerin nazarından kendimizi seyrettiğimizde, var olan guzellik ve iyiliklerimizi yok gorerek biraz daha artırmanın, az olan hata ve noksanlarımızı cok gorerek azaltıp yok etmenin derdine duşulur.

İyilik ve kotuluğun hududu yoktur. Her iyiliğin ustunde bir iyilik, her kotuluğun altında bir kotuluk mutlaka vardır.

Olmayan iyiliğimizi var gibi, olan kotuluğumuzu yok gibi gosteren bizi sevenlerin gozbebekleri, o iyiliklerden bizi mahrum, o kotuluklere bizi mahkûm eder.

Olan iyiliğimizi yok gibi, olmayan kotuluğumuzu var gibi gosteren bizi sevmeyenlerin nazarları, o iyiliği artırmamıza, o kotulukten kacınmamıza sebep olur.
Buradan bakınca, kalp işciliğimizde sevdiklerimiz ve sevenlerimizden daha cok sevmeyenlerimizin emeği vardır.

Bizi sevenlerin bize dair kanaatleri bizi daha guzel olmaktan alıkoyarken, bizi sevmeyenlerin bizim hakkımızdaki duşunceleri bizi biraz daha guzel olmaya davet ediyorsa, bizi sevmeyenler hic değilse bunun icin sevilmeye değmez mi?

Bir başkasının kendisi icin ne duşunduğunu umursamamak delilerin, bir olandan başkasının kendisi icin ne duşunduğunu dert etmemek velîlerin harcı.

Ne başkalarının kanaatlerine kulak tıkayabilecek kadar deli olabildik yalan dunyada, ne de bir olandan başkasının ne dediğini umursamayacak kadar velî…

Ama bu, bir velînin dudağından dokulse Âmin denecek, bir delinin mırıldanışı olsa tebessum edilecek bir duayı etmemize mani değil.

“Allah'ım, sen beni sevenleri cok sev, beni sevmeyenleri ben zaten seviyorum.”

Serdar Tuncer
16.06.2016/ Yeni Şafak

__________________