AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın izzetiyle aziz cemaat! Sizler Rabbimizin verdiği ve:
﴿وَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ﴾“İzzet (ululuk) AllÂh’a, Rasûlune ve muminlere aittir” (Muminûn Sûresi:8’den) kavl-i şerifiyle beyan ettiği bir izzet ve şerefe nail bir cemaatsiniz. Sizler izzeti yoneticilerin yalakalığında değil, AllÂh ve Rasûlu’ne itaatta, ulemÂya evliyÂya muhabbette arayan ve aradığını bulan bir cemaatsiniz. Nitekim Rabbimiz bir hadîs-i kudside:
«إِنِّي وَضَعْتُ الْعِزَّةَ فِي الطَّاعَةِ وَالنَّاسُ يَطْلُبُونَهَا فِي أَبْوَابِ الْأُمَرَاءِ فَكَيْفَ يَجِدُونَهَا.»
“Ben izzeti taata koydum, insanlar ise onu emirlerin kapılarında arıyorlar ama nasıl bulacaklar?!” buyuruyor.
Yine bir hadîs-i kudside Rabbimiz şoyle buyuruyor:
«إِنِّي وَضَعْتُ الرَّاحَةَ فِي الْجَنَّةِ وَالنَّاسُ يَطْلُبُونَهَا فِي الدُّنْيَا فَكَيْفَ يَجِدُونَهَا؟! إِنِّي وَضَعْتُ الْغِنٰى فِي الْقَنَاعَةِ وَالنَّاسُ يَطْلُبُونَهَا فِي كَثْرَةِ الْمَالِ فَكَيْفَ يَجِدُونَهَا؟! إِنِّي وَضَعْتُ الْعِلْمَ فِي الْجُوعِ وَالنَّاسُ يَطْلُبُونَهَا فِي التَّشَبُّعِ فَكَيْفَ يَجِدُونَهَا؟!»
“Ben rahatlığı cennete koydum, insanlar onu dunyada arıyorlar, nasıl bulacaklar?! Ben zenginliği kanaate koydum, insanlar onu cok malda arıyorlar, onu nasıl bulacaklar?! Ben ilmi aclığa koydum, insanlar onu toklukta arıyorlar, nasıl bulacaklar?!” Ne vaazlar yapmış bize Rabbimiz, anlamayı amel etmeyi nasip eylesin! Âmîn!
İşte şimdi coğumuz oruclu vaziyette, az bir iftarlıkla oruc acıp sohbet dinleyerek ilmi aclıkta arıyorsunuz, inşÃ‚allÂh bulacaksınız. Kuvvetli yiyip gelseydiniz, sizi rehavet kaplar, uyku hali tutardı ki o zaman dinlediğinizi kavrayamazdınız.
Cok buyuk gecelerdeyiz, gunlerdeyiz, kadir gecesine muÂdil bir gecedeyiz, cuma gecesi olması buyukluğune buyukluk katıyor, fırsat elde, can tende, ruh bedendeyken kıymet bilelim, kendimizi olmeden olmuş bilip, kabre girmiş de musaadeyle geri donmuş addederek ibadetten başka bir şeye meyletmeyelim.
Yunus Emre (Kuddise Sirruhû

“Gelin bugun yanalım yarın yanmamak icin,
Olelim olmez iken yine olmemek icin.
Tartalım gunahımız artıralım Âhımız,
Edelim hesabımız hesap olmamak icin.
Erenlere gidelim eteklerin tutalım
Bugun oyle edelim yolda kalmamak icin.”
Behlul DÂn Hazretleri, Halife Harun Reşid’e sordu:
- “Toprağın altında en fazla ne var?”
- “Bunu bilemeyecek ne var?! Tabi ki olu var.”
- “Hayır sultanım oluler değil feryatlar var. İman ile gidenler: ‘Niye daha cok calışmadık, niye daha cok ibadet yapmadık?!’ diye, iman ile gidip, gunahkÂr olanlar da ‘Niye bu gunahları işledik?!’ diye, kÂfirler ise ‘Neden kufre sebep olacak işler yaptık?!’ diye herkesin feryadını bastırarak feryat ederler.
İnsanın Âhiret hayatı olumu ile başlar. Kabirdekilerin feryatlarını insanlar ve cinler dışında herkes duyar. Peygamber Efendimiz (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem):
«لَوْ تَعْلَمُ الْبَهَائِمُ مَا يَعْلَمُ ابْنُ أٰدَمَ مِنَ الْمَوْتِ مَا أَكَلْتُمْ مِنْهَا سَمِينًا.»
‘Eğer hayvanlar, olumden sonra insanların başına gelecek olan dehşetli anı, bilecek olsaydılar, deri kemik kalacakları icin, yiyecek et bulamazdınız’ buyurdu. Ama insanlar bildikleri halde gaflet icindeler.”
İmÂm-ı Şa‛rÂnî (Kuddise Sirruhû

“Bir gun Yezid RekkÂşî halife Omer ibni Abdilaziz (RadıyallÂhu Anh)ın huzuruna cıkar. Omer ibni Abdilaziz (RadıyallÂhu Anh) ona: ‘Ey Yezid! Bana nasihatte bulun’ dedi. Yezid RekkÂşî ona şu nasihatte bulundu: ‘Ey Muminlerin Emiri! Olecek olan ilk halife sen değilsin. Sen de oncekiler gibi mutlaka oleceksin.’
Omer ibni Abdilaziz (RadıyallÂhu Anh) ağladı ve: ‘Biraz daha oğut ver’ dedi. O da nasihatine şoyle devam etti: ‘Seninle atan Hazreti Âdem Peygamber arasında yaşayan kimse kalmadı, hepsi olup gittiler.’
Omer ibni Abdilaziz (RadıyallÂhu Anh) ağlamaya devam etti ve ‘Devam et’ dedi. O da şoyle devam etti: ‘Cennet ve cehennem arasında kalınacak başka bir yer yok. Ya cennete ya da cehenneme gideceksin.’ Bu sozleri işiten Omer ibni Abdilaziz (RadıyallÂhu Anh) o kadar etkilendi ki bayılarak yere duştu.
İşte AllÂh dostları boyle nasihat dinlerdiler, tesirlenirdiler, bayılırdılar, hatta ruhlarını teslim ederdiler. Onlar bir Âyet duydukları zaman eşkiyalığı bırakıp evliyÂlığa donerdiler. Biz butun Kur’Ân’ı dinlesek kılımız kıpırdamıyor, hicbir kotu huyumuz değişmiyor, adam olamadık vesselam, inşÃ‚allÂh hidayet ve istikamet sırası bir gun bize de gelir.
İmÂm-ı Kuşeyrî Hazretleri tasavvuf buyuklerinin meşhurlarından Fudayl ibni ‛Iyaz (Kuddise Sirruhû

“Fudayl ibni ‛Iyaz (Kuddise Sirruhû


﴿أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ أٰمَنُوا أَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ﴾
‘O iman etmiş kimseler icin, kalplerinin AllÂh’ın zikrine ve (Kur’Ân Âyetlerinden) inmiş olan o hakka karşı saygıyla yumuşamasının vakti daha gelmedi mi?!’ (Hadîd Sûresi:16’dan)
Bunun uzerine hemen oracıkta: ‘O zaman geldi ey Rabbim!’ dedi ve oradan ayrıldı. Geceyi gecirmek uzere bir harabeye girdi. Orada bir takım insanlar vardı. İclerinden biri: ‘Kalkın yola cıkalım’ dedi. Diğerleri ise: ‘Sabaha kadar burada kalalım. Şimdi yola cıkarsak Fudayl yolumuzu keser’ dediler.
Fudayl ibni ‛Iyaz (Kuddise Sirruhû

Butun mesele nefsi yola getirmek. Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû

Ebû Yezid el-BestÂmî (Kuddise Sirruhû

«يَا رَبِّ! كَيْفَ الطَّرِيقُ إِلَيْكَ؟»
‘YÂ Rabbi! Sana ulaşmak icin nasıl yol bulunur?’ diye sordu. Rabbimiz:
«اُتْرُكْ نَفْسَكَ وَتَعَالْ.»
‘Nefsini terk et Bana gel’ buyurdu. Demek ki Rabbimizle aramızdaki tek engel nefsimiz yani onun isteklerini Rabbimizin isteklerinin onune gecirmemiz. İsmet GarîbullÂh (Kuddise Sirruhû

Vaktiyle adamın biri Ebu Bekr eş-Şiblî (Kuddise Sirruhû


Boylece korktuğu diğer kopek kayboldu, gozunun onunden gitti. Yani duşmanı yine kendisiydi, o an ortadan kalkıverdi. Bu hakikat bana boyle apacık gorununce iyice anladım ki nefsim bana perde. Bunun uzerine kendimde fani oldum, nefsin arzularını terk ettim ve işim yoluna girdi. İşte bu yolda bana ilk once bir kopek boyle kılavuzluk etti. Ey oğul! Sen de kendi gozunun onunden kalk. Sana perde olan yine sensin. Sende bir kıl kadar varlık kalsa ayağına ağır bir zincir vurmuş demektir.”
İşte bu manada Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû

«أَنْتَ غَمَامَةُ شَمْسِكَ.»
“Kendi guneşinin bulutu yine sensin” sozu cok mÂnidardır.
Nefsimize hukmedebilsek her şeye hukmederiz, ona laf gecirebilsek her şeye soz anlatırız. EvliyaullÂh nasıl taşa, kuşa, aslana, kaplana laf gecirdiler? Cunku onlar daima nefse muhalefeti şiar edindiler, nefis “Yat” dese kalktılar, “Kalk” dese yattılar, “Ye” dese ac kaldılar, “Ac kal” dese yediler.
İmÂm-ı Bûsirî (RahimehullÂh):
وَخَالِفِ النَّفْسَ وَالشَّيْطَانَ وَاعْصِهِمَا وَإِنْ هُمَا مَحَّضَاكَ النُّصْحَ فَاتَّهِمِ
“Nefse, şeytana daima muhalefet et,
Eğer onlar sana samimi oğut verseler de sen yine onları itham et”
buyurduğu gibi bu zatlar da nafile namaz kılma yahut oruc tutma isteğinin nefisten geldiğini anlasalar, onun altında riya, sum‛a (işitsinler icin yapmak) gibi bir bit yeniği olduğunu duşunerek yine nefsin aksine hareket ederler. Onun icin de AllÂh-u Te‛Âl onlara butun mahlukatı musahhar kılar.
Molla CÂmi Hazretleri’nin “NefahÂtu’l-Uns” isimli eserinde naklettiğine gore Ebu’l-Gays Yemanî (Kuddise Sirruhû

Odunları yığıp bağladı ve aslanın sırtına yukledi. Aslan şehrin yakınına gelene kadar odunları taşıdı. Ebu’l-Gays (Kuddise Sirruhû

Yine bu manada İmÂm-ı Kuşeyrî (Kuddise Sirruhû


Neyse namazdan sonra selam verdim, ziyaretimi yaptım. Biraz sonra da taharet icin dışarı cıktım. O esnada bir aslan peyda oldu, ustume doğru gelmeye başladı. Hemen Ebu’l-Hayr’ın yanına koşarak dışarıda bir aslanın uzerime geldiğini soyledim.
Bunun uzerine Ebu’l-Hayr dışarı cıktı ve aslana bağırarak: ‘Ben sana misafirlerime sataşma demedim mi?!’ diye cıkıştı. Aslan hemen orayı terk edip gitti. Ben de taharet aldım. Geri donduğumde Ebu’l-Hayr (Kuddise Sirruhû

Bu zatlar nefislerinin hevÂsına (kotu arzusuna) uysalardı, onlara bu kerametler verilir miydi?! Bilakis rezil edilirlerdi. Bu yuzden şair şoyle demiştir:
نُونُ الْهَوَانِ مِنَ الْهَوٰى مَسْرُوقَةٌ فَأَسِيرُ كُلِّ هَوًى أَسِيرُ هَوَانٍ
“Hevan yani alcaklık manasındaki kelimenin nûnu
hev kelimesinden calınmıştır,
Bu nedenle hevÂsının esiri olan herkes
aslında hevÂnın (alcaklığın) esiri demektir”
EvliyaullÂhtan biri havada ucarken biri ona merakla ve hayretle bakmış, o zatta ona:
«تَرَكْتُ الْهَوٰى فَسَخَّرَنِي الْهَوَاءَ.»
“Ben hevayı terk ettim, O da bana havayı musahhar etti” demiş.
Tabi ki bu kerametler arzularını Rablerinin arzusu icin feda edenler hakkında garipsenecek şeyler değildir. Goruyorsunuz MevlÂ-i Mute‛al bu fakir vasıtasıyla size ne kıssalar yazdırıyor, butun bunlar sizi bu manevi yola, tasavvufa, tarikat-ı aliyyeye teşvik sadedinde destekleyen, şer kuvvetlere karşı takviye eden kıssalardır.
Bu yuzden buyukler:
«حِكَايَاتُ الصَّالِحِينَ جُنْدٌ مِنْ جُنُودِ اللّٰهِ.»
“Salihlerin menkıbeleri AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın ordularından bir ordudur” demişlerdir. AllÂh-u Te‛Âl dahi RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem)e vahyettiği enbiya kıssaları hakkında:
﴿وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ﴾
“O peygamberlerin haberlerinden her birini, o kendisiyle senin gonlune (sabır ve) sebat vereceğimiz şeyleri boylece sana peş peşe anlatmaktayız” (Hûd Sûresi:120’den) buyurarak bu kıssaların kalbe sebat vereceğini beyan etmiştir. Rabbim cumlemizi “Sozleri dinleyip, en guzeline tabi olurlar” diye methettiği kullarından eylesin. Âmîn!
BAZI LUZUMLU TEBLİĞLER
1) Gecen mektubumda da bildirdiğim vechile; AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın kasem buyurduğu on geceler ve RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem)in, amellerin en faziletli olduğu mevsim olarak acıkladığı on gunlerdeyiz, oruclarının ve ibadetlerinin faziletleri başka hicbir mevsimde bulunmaz, ozellikle onumuzdeki carşambaya denk gelen Arefe Gunu’nun orucu hakkında RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem):
«صَوْمُ يَوْمِ عَرَفَةَ يُكَفِّرُ السَّنَةَ الْمَاضِيَةَ وَالسَّنَةَ الَّتِي بَعْدَهَا.»
“Arefe gununun orucu gecen senenin de gelecek senenin de (gunahlarını sildirecek) keffÂretidir” buyuruyor. Terviye gunu olan onumuzdeki salı gununun orucu da cok faziletlidir ki onun rivayetini de zannedersem “Oruc Risalesi”nde nakletmiştim.
İbrahim (AleyhisselÂm) oğlunun kurban etme ruyasını zihiccenin 7’yi 8’e bağlayan gecesinde gorup ruyanın şeytÂnî mi yoksa rahmÂnî bir vahiy mi olduğunu cok duşunduğu icin o geceye ve gunu olan zilhiccenin 8’ine Terviye gecesi ve gunu denilmiştir, cunku tevriye “Duşunup fikir yurutmek” anlamındadır.
Aynı ruyayı 2. gece yani zilhiccenin 8’ini 9’una bağlayan gece tekrar gorunce ruyanın rahmÂnî ve hak olduğunu anlamıştır ki, bu nedenle o geceye ve gunune Arefe gecesi ve gunu denilmiştir, zira Arefe kelimesi “Anlama” manası taşımaktadır. Tabi ki İbrahim (AleyhisselÂm) ruyanın hak olduğunu anlamış, fakat ne zaman tatbik edilmesi gerektiğini acilen mi yoksa gecikmeli mi amel edebileceğini anlamamıştır.
İşte 3. gece aynı ruyayı tekrar gorunce oğlunu acilen yani ertesi gun hemen AllÂh icin kurban etmesi gerektiğini anlamıştır, bu yuzden o geceye yani zilhiccenin 10. gecesine ve gunune Nahr gecesi ve Nahr gunu denilmiştir. Nitekim Nahr “Boğazlamak” anlamına gelmektedir.
Kevser Sûresi’nde de bu manada «وَانْحَرْ» “Kurban kes” buyrulmuştur. Aslında Nahr boğaz ve goğus kısmının adıdır ki bıcak boğaza dayandığı icin fiil bu kokten turetilmiştir. İşte bu nedenle İbrahim (AleyhisselÂm) onuncu gun yani kurban bayramı gunu diye bildiğimiz zilhiccenin 10. gunu İsmail (AleyhisselÂm)ı kurban etmek icin Mina’ya goturmuştur, bu yuzden onun sunneti olarak bugun dahi kurbanlar orada kesilmektedir.
Bu manada RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem):
«وَمِنٰى كُلُّهَا مَنْحَرٌ.»
“Mina’nın tamamı kesim yeridir” buyuruyor. Bu vesileyle soyleyeyim; bayram gunu olunca biz on gunler bitti diye gevşiyoruz, halbuki 10 gece bitiyor ama 10 gun bitmiyor, zira bayram gunu 10. gun, hem de:
«أَعْظَمُ الْأَيَّامِ عِنْدَ اللّٰهِ يَوْمُ النَّحْرِ.»
“Allah katında gunlerin en faziletlisi Nahr gunudur” hadîs-i şerifi fehvasınca on gunlerin hatta butun sene gunlerinin en faziletlisi Kurban Bayram gunudur. Duşunsenize o kadar canların AllÂh icin kurban edildiği bir gunden daha buyuk bir gun olabilir mi?! İkinci, ucuncu gunde de kurban kesilse de en buyuk kesim 1. gundedir.
Onun icin gecen hafta belirttiğim, bu ayki dergide de yazılı bulunan 10 gunun zikrini ozellikle bayram gunu okumak lazım, kurban telaşıyla bayramda gelen giden yuzunden o zikirleri sakın ihmal etmeyin.
Ayrıca onumuzdeki carşamba gunu olan Arefe gunu AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın yıl icindeki en buyuk tecellisi vukû bulacaktır, carşamba gunune denk geldiği icin ikindiden onceki saatte yapılan dualar yuzde yuz kabul gorecektir.
RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem):
«إِنَّ اللّٰهَ تَجَلّٰى لِأَهْلِ عَرَفَاتٍ وَضَمِنَ عَنْهُمُ التَّبِعَاتِ.»
“Şuphesiz AllÂh Arafat ehline (arefe vakfesinde bulunan hacılara) tecelli etmiş ve (Muzdelife vakfesini de yaptıklarında) onlardan gunahların (hatta odeme ve helalleşme imkanı bulamadıkları kul haklarının) mesuliyetini ode(meyi ustlen)miştir” (İsmÂ‛il Hakkı, Rûhul-BeyÂn, 8/310) buyuruyor.
Sahabe-i kiram “YÂ RasûlellÂh! Bu mujde sadece Arafat’ta bulunanlara mı aittir?” diye sorunca RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem):
«بَلْ لِلنَّاسِ عَامَّةً.»
“Hayır butun Muslumanlara aittir” buyuruyor. Tabi ki bu Muslumanlardan maksat, namazsız, abdestsiz, zikirsiz, fikirsiz sadece ertesi gunun bayram olduğunu bilen gafiller surusu değildir, sizin gibi namazında, abdestinde, mumkunse o gunu oruclu geciren, o gunlerin zikirlerini yapan itaatli muminlerdir. Aman o gunu zikirlerle, dualarla, orucla, ibadetle gecirelim ki şeytanı catlatalım, bir sene uğraşıp bize yaptırdığı gunahları sildirerek onu mahzun kılalım.
RasûlullÂh (SallÂllÂhu Aleyhi ve Sellem):
«مَا رُؤِيَ الشَّيْطَانُ أَحْقَرَ وَلَا أَصْغَرَ وَلَا أَدْبَرَ وَلَا أَغْيَظَ مِنْهُ فِي يَوْمِ عَرَفَةَ
لِمَا رَأٰى مِنْ تَجَاوُزِ اللّٰهِ مِنَ الذُّنُوبِ الْعِظَامِ.»
“Şeytan Arefe gununde gorunduğunden daha hakir, daha sağir (kucuk), daha sefil ve daha kızgın vaziyette hicbir gun gorunmemiştir, onun bu hale duşmesinin sebebi ise AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın (o gun kullarının) buyuk gunahları(nı) bağışladığını gormuş olmasıdır” buyurarak bizleri o gun şeytanı uzecek amellerde bulunmaya teşvik buyurmuştur.
Bu bahsin sonunda sizlere ozellikle 5 zikri mutlaka yuzer kere okumanızı, on gun yapamayanların mutlaka son uc gunde yani salı-carşamba-perşembe gunlerinde okumalarını, bunu da yapamayanların hic olmazsa, duaların Arş’a yukseldiği, huccÂcın vakfeye durduğu en buyuk tecelli gunu olan Arefe gununde okumalarını kendi kÂrları icin tavsiye ederim, beni ve tum cemaatimizi dualarınızdan eksik etmemenizi de hassaten istirham ederim. Rabbim şimdiden bizi muvaffak, mustecab, mağfur ve merhum eylesin. Âmîn!
2) Evvelce bircok sohbetimde anlattığım uzere, kurbanda bulunan teslimiyet mefhumunu iyi duşunmeliyiz. AllÂh-u Te‛Âl İbrahim (AleyhisselÂm)ı methederken:
﴿وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْأٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ﴾
“Andolsun ki elbette Biz onu dunyada kesinlikle (dostluk makamına) secmişizdir. Şuphesiz ki o, Âhirette de elbette (yuksek makam sahibi olan) salih (nebi)lerdendir. Hani Rabbi ona: ‘(Evvelce bulunduğun İslÂm uzere sabit ol ve butun emirlerime tam manasıyla) teslim ol’ buyurmuştu da, o: ‘Ben Âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti” (Bakara Sûresi:130-131) buyuruyor ki onun bu teslimiyeti mufessirler tarafından: “Nefsini nîrÂna, oğlunu kurbana, malını zîyfÂna feda etti” yani canını Nemrud’un ateşine, İsmail oğlunu AllÂh icin kesilmeye, malını da misafirlere ikrama teslim etti” şeklinde acıklanıyor.
Yine bu yuzden Necm Sûresi’nde:
﴿وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفّٰى﴾
“Bir de o (vazifelerini) tastamam yerine getirmiş olan İbrahim” (Necm Sûresi:37) diye ovuluyor. Yine bu teslimiyet sebebiyle AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın:
﴿وَاتَّخَذَ اللّٰهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلًا﴾
“Zaten AllÂh İbrÂhîm’i bir dost edinmiştir” (Nis Sûresi:125’den) kavl-i şerifiyle Halil yani dost seciliyor.
Anlaşılan her işin başı teslimiyet, itaat, rıza, soz dinlemek, cunku sevgi bunu iktiza ediyor, seven sevdiğinin her yaptığını hoş goruyor, bu nedenle hadîs-i şerifte:
«حُبُّكَ الشَّيْءَ يُعْمِي وَيُصِمُّ.»
“Senin bir şeyi sevmen (seni, onun sana veya başkasına yaptığı yanlışlara karşı) kor ve sağır eder” yani “Onun ayıp ve kusurlarını yahut eza ve cefalarını gormez duymaz eder” buyruluyor.
Nakledildiğine gore bir gun İmÂm-ı Şiblî Hazretleri’nin yanına bir cemaat insan geldi. Hazret onlara: “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Biz seni sevenleriz” dediler.
Şiblî Hazretleri birden onlara yoneldi ve uzerlerine doğru taş atmaya başladı. Adamlar şaşırdılar, kacmaya başladılar. Şiblî Hazretleri arkalarından şoyle seslendi: “Neden kacıyorsunuz? Eğer beni gercekten seviyor olsaydınız her şeyim size sevimli gelirdi. Verdiğim sıkıntıdan da kacmazdınız, sabrederdiniz.”
İşte buyuk sûfi bu yaptığı ile AllÂh’ı sevdiğini iddia eden, O’nun hukmune razı gorunen kulların bela ve musibetlere de sabretmesi gerektiğine dair carpıcı bir ders veriyor.
İsmail Fakirullah Hazretleri, İbrahim Hakkı Hazretleri’ne şoyle demiştir: “Molla İbrahim! Manevi marifet makamlarının ilki, AllÂh-u Te‛ÂlÂ’nın muradına, takdirine sabır, ortası muradına razı olmak, sonu ise muradıyla birlikte olmaktır.
Molla! Arifin kalbindeki manevi marifet nuru Âlemdeki guneş gibidir. İtaat ve manevi marifet kulu sultan yapar. Tam zıttı olan isyan ve cehalet ise sultanı kole yapar. Molla! Nefsini duşuk ve fakir bilirsen, Rabbinin aziz ve her şeye kadir olduğunu bilirsin. Rabbini bilirsen sakin ve huzurlu olursun. İlahi marifet iki dunya saadetidir. Muhabbet ise gozbebeğidir.
Molla! Kalp semasında ilk parıldayan, hikmet yıldızıdır. Sonra ilim ayı, sonra Marifet-i ilahiye (ilahi bilgi) guneşidir. Hikmet yıldızının ışığıyla yaratılmışların hakikatini, ilim ayının ışığıyla mana Âlemini, manevi marifet guneşinin ışığıyla MevlÂ’nın tecellilerini muşahede edersin.
Molla! AllÂh-u Te‛Âl gibi sevgilisi olan başkasına nasıl bakar, nasıl iltifat eder?! Onun gibi tabibi olan başkasına nasıl guvenir?! Onun gibi dostu, sahibi olan başkasından nasıl korkar ve başkasıyla nasıl meşgul olur?! Onun gibi guzeli olan başkasına nasıl gonul verir?!”
Rabbim cumlemizi bu nasihatlerle Âmil eylesin. Âmin! YÂ Mu‛în!
Cubbeli Ahmet Hocaefendi'nin 18 Ekim 2012 Perşembe Metris Cezaevinden Sevenlerine Yazmış Olduğu Mektup..
__________________