biraz uzun bir yazı KİTAP alıntısıdır..cok değerli yazı olduğuna inanıyorum..

EvvelÂ, yaratana suÂl sorma mevkiinde olmadığımızı, olamayacağımızı bilmek edebin ifadesidir. Varlığın asıl sahibi O'dur; O, dilediğini aziz, dilediğini zelil; istediğini sultan, istediğini dilenci kılar da kimse ona hesap soramaz. Her icraatında cok hikmet ve maslahatların bulunması her işi, akla ve fikre hayret verecek şekilde cereyan etmesi muhakkaktır. Ne var ki, butun işlerindeki gercek mantık ve hikmetleri yine sadece kendisine aittir. Bizim, o fayda ve maslahatlar adına one sureceğimiz her şey, ya onun anlattıklarının bir tekrarı veya idrak edebildiğimizce ortaya atılmış bir kısım tevilciklerdir. Bu turlu te'vil ve tefsir gayretleri, tereddut ve şupheleri gidermeğe yarasa bile, hicbir zaman asıl hakikati ifÂdeye yetmeyecektir.

Bununla beraber, bu hususta soylenmiş ve soylenebilecek bir kısım hakikatleri sıralamada fayda mulahaza ediyoruz:

1. İlk once, ortaya atılan tereddut uzerinde duralım: Allah'ın, (c) mulku ve dunyayı inanmayanlara verip de, butun butun inananları mahrum bıraktığı doğru değildir. Aksine, belli devirlerde ve belli şartlarla inananlar, inanmayanları bir hayli gerilerde bırakacak şekilde ilerlemiş ve dunyayı, maddi, mÂnevi hakimiyetleri altına almışlardır.

Nebiler kumandası altında cok iyi inanmış bir Tevrat toplumu, kitabına ve peygamberine saygılı bir İncil toplumu asırlarca, dunya capında devletler kurmuş ve hukumran olmuşlardır. Ve hele Kur'an toplumu, koklu inanc ve sağlam prensipleri sayesinde, dunyanın ceşitli kıtalarında, ceşitli medeniyetler kurmuş ve asırlarca beşerin kaderine ÂdilÂne hukmetmiştir.

Bu itibarla, bir kısım inkarcı murtecilerin zannettikleri gibi, inkar ve ilhadı ilerletici, inancı da geriletici unsurlar olarak gormeye imkan yoktur. Aksine, toplumların ileri ve mureffeh olmasında imanın rolu her turlu takdirin ustunde ve yeri doldurulamayacak kadar buyuktur. Ancak, hikmetlerin kavranması ve sebeplere riayetin şart koşulduğu bu dunya hayatında, o hikmet ve sebepler dairesi icinde harekete de zaruret vardır.

2. Yuce Yaratıcı, imkÂnlar bahşedip yukseltmek istediği toplumlarda, Âdî şart ve vesileler olarak bir kısım şeylerin yerine getirilmesini ister. Bu şart ve vesilelere riayet edildiği takdirde, o toplumu yukseltir ve mureffeh kılar. Aksine, riayet edilmediği zamanda perişan ve derbeder eder. Bu şart ve vesileler inananlar icin bahis mevzuu olduğu gibi, inanmayanlar icin de her zaman bahis mevzuudur. "Her mu'minin her sıfatının mu'min olması lazım gelmediği gibi, her inancsızın her vasfının da kufur olması lazım gelmez.

Nice kimseler vardır ki, dupduru ve tertemiz inanclarıyla beraber, boylarınca bÂtıl vasıflar ve kotu hasletler icindedirler. İnandığı halde haram yiyen, yalan soyleyen, tembellik ve atalet icinde bulunan, tefekkurden hoşlanmayıp, ilmi sevmeyen insanların sayısı hic de az değildir. Ve, yine nice kimseler vardır ki, inanmadığı halde, ilme aşıktır. Duşunmeyi sever. Başkalarının hukukuna karşı saygılı ve riÂyetkardır. Yalan nedir bilmez. Boş oturma ve boş konuşmadan nefret eder. Evvelkisi, kafir sıfatlarını taşıyan bir inanclı, ikincisi de mu'min sıfatlarım taşıyan bir inancsız.. Butun alemlerin Rabbi olan Yuce Yaratıcı, vasıf ve hasletlere gore hukum verdiği icin, mu'min vasıflarıyla serfiraz olanı, bu dunya hayatında yukseltecek ve bir bakıma mesut edecek, diğerlerini de, yine bu hayat itibariyle perişan ve sefil kılacaktır. Diyelim ki Cenabı Hak, sistemli duşunmeyi, ilmî gayreti, calışma ve yorulmayı, hususiyle metotlu calışmayı seviyor. Ve bunların aksi olan, duşunmemeyi, ilimle uğraşmamayı, tembellik ve uyuşukluğu ve calıştığı zaman da sistemsiz ve metotsuz calışmayı sevmiyor. Şimdi, buna gore O, yukseltmek ve alcaltmak; aziz ve zelil etmek istediklerini, yukarıda bir kısmını sıraladığımız vasıflara ve hasletlere gore yukseltecek, alcaltacak; aziz ve zelil kılacaktır. Zira O, hukumlerini vasıflara gore vermektedir. Kim, taşıdığı sıfatlarıyla, sonsuz kudret ve inayetle munasebete gecerse, herkesin hukukunu gorup gozeten Erhamurrahimin tarafından te'yid gorur ve ilerler.

Evet, hangi toplum sistematik duşunuyor, hangi millette ilim aşkı var; hangi topluluk gayretli ve calışkan ise, o topluluk inancsız dahi olsa, bu guzel hasletlerinden oturu, muvakkat dunya hayatında mutlu ve mureffeh olacaktır. Aksine ise, bir şey soylemek oldukca zordur..

Boyle bir muvazenede imanın kendine has ağırlığı ise, gonulden inanmışlar icin ebedî saadete vesile olma gibi bir mazhariyettir ki; her mu'min inancının semeresini kat kat gorecek demektir.

3. Maddi terakkî ve teknik ustunluk, bir zamanlar bizde de olduğu gibi, halihazırdaki nesle intikal eden mirasın, cok iyi değerlendirilmesine; iş bolumu ve mesailerin tanzimine; atÂlet ve miskinlikle mucadeleye bağlıdır. Bir toplum, gecmişini inkar ediyor ve kendine intikal eden mirası hor goruyorsa; keza, herkes her işe karışıyor ve umum işler ehil olmayanların elinde kalıyorsa, o toplumun terakki etmesi asla duşunulemez.

Oysaki, bugun ileri gorduğumuz dunya, kendisine intikal eden mîrası cok iyi değerlendirdi ve asla gecmişi tahkirle uğraşmadı. Tahkirle uğraşmak şoyle dursun, gecmişle, hali, yan yana getirdi ve terkiplerini ondan cıkardı.

Bu dunyada, halihazırdaki parlak durumu ve gelişmiş teknolojiyi, esas ve kıstas kabul ederek, gecmişini inkar eden, onu hakir goren tek ferde rastlayamazsınız. Galileo, butun hatalarına rağmen Copernik'i saygıyla yad eder; Einstein, yanlışlarını ıslah ettiği Newton'u hurmetle anar. Ve bu anlayış daha sonraki nesillere, onları ve eserlerini muşterek mutalaa etme fikrini ilham eder.

Ah, benim Gazalim, İbn-i Sina'm, El-Cabir'im, Eb-ul Heysem'im, Eb-ullz'im.! (vs) sizi kameti kıymetinize gore tanıyamadık. Bıraktığınız muhteşem mirası batıya kaptırdık ve şimdi onun istirdat [1] yollarını araştırıyoruz. Hayır hayır istirdat değil; batının bin bir akrobatlığı karşısında, şaşkın, beceriksiz, mahkur [2], mezmum [3], menfur [4] ve merdut [5] bir topluluk gibi hediye ve ulufe bekliyoruz.

Ve, yine bu ileri dunya, mesailerin tanzimine, iş bolumune ve ihtisasa ehemmiyet verdi. Kim, hangi işi yapacaksa, daha başlangıcta o yola girdi ve o istikamette melekelerini geliştirdi. Butun bir omrunu boyle belli bir yonde tuketen ve himmetini belli bir noktaya teksif edenin ilerleyip muvaffak olmasından daha tabii ne olabilir? Yoksa, ucunculuğu kabul eden bir dunyada olduğu gibi, sabah deve cobanı; oğlene doğru zurra [6]; akşam ustu sanayici ve yatarken de idareye talip olanların teşkil ettiği bir toplumda ne memleket kalkınmasından, ne de maddî refah dan bahsetmeye imkÂn yoktur.

4. Yuce Yaratıcının iki kitap ve iki ceşit kanun mecmuası vardır:

Her bir meselesi bir ilme mevzu olan şu kÂinat kitabı,

Bu muhteşem kÂinat sarayını kuran zÂtın kÂinat ve onun seyircileriyle alakalı beyanlarını ihtiva eden Kur'an-ı Kerim.

Birinci kitapta eşya ve hadiseler konuşur. İkinci kitapta ise, soz ve kelimelerle, birinci kitabın şerh ve izahı; seyircilerin vazife, mesuliyet ve gidecekleri yer anlatılır.

Birinci kitap, fizik, kimya, astronomi gibi dillerle kendini bize tanıttırır . Ve elektronlardan nebulozlere kadar geniş bir sahada dersini takrir eder. İkinci kitap, bu dağınıklığı derler, toparlar, ulvî bir bÂtının zahirî ve yuce bir hedefin vesilesi haline getirir.

Her iki kitabın kısmen farklı, kısmen de muşterek ahkÂmı vardır. Beşer bu iki kitabın ahkÂmına da uyma mecburiyetindedir. Her iki kitabın ahkÂmına uymanın mukafatı, muhalefetin de cezası vardır. Ancak kÂinat kitabına uymamanın cezası ekseriyet itibariyle dunyada, Furkan-ı Mubin'e uymamanın cezası da, umumiyet itibariyle ahirette verilmektedir. Buna gore, her iki cihanın saadeti de, her iki kitabın ahkÂmını inceden inceye tetkik edip kavramaya ve o cizgide hareket etmeye vabestedir.

Şimdi, bir toplum, eşya ve hadiseleri didik didik edercesine, tabiat kitabını okuyor ve onun ahkÂmına uyuyorsa, dunyada butun varlıklara merhamet eden Alemlerin Rabbi, O toplumu, bu muvakkat hayatta başarıya ulaştıracak ve yukseltecektir. Aksine, eşya ve hadiselere karşı kor ve sağır yaşayanları da, bu hayatta zelil ve perişan kılacaktır.

Evet, bir toplum, istenildiği gibi ve sıhhatli bir imana sahipse, onun ebediyen mesut olacağında kuşkuya mahal yoktur; ancak, dunya mutluluğu icin gerekli olan malzemeyi değerlendirip kullanmadığı zaman da dunya hayatı itibariyle tokat yiyeceği muhakkaktır.

5. Maddî terakkî ve ustunluk, bazen, ruhen yukselememiş toplumları, azdırır ve saldırgan kılar. Gunumuzdeki super devletlerin, insanlığın kaderiyle oynamaları; ictimaî coğrafyayı değiştirip durmaları, maddî guc ve refah seviyelerine gore, kalbî ve ruhî hayatları yukselmemiş butun toplumların, nasıl birer felaket toplumu olduklarını gostermesi bakımından cok manidardır.

Bu itibarla, inanmış dahi olsa,bir toplum, kendini keşfedeceği, benlik sırlarına ereceği, yani insanlık meleke ve kabiliyetlerini inkişaf ettireceği ana kadar hikmet eli, ona bahşedeceği şeyleri belli olcude verecek ve onu azdırmayacaktır. Bu husus inancsız bir toplum icin, her zaman bahis mevzuu olmasa bile, inanclı bir toplum icin daima soz konusu olur.

6. Toplumun, taban ve tavanı kendi aralarında "uyum" temin edecekleri Âna kadar, ehil olmayanların şımarmalarına, kuvvet ve hakimiyet kazanmalarına meydan vermemek icin, yukseltme hukmu kısmen imhÂl [7] edilir; ama, katiyen ihmÂl edilmez.

Sen'in hikmetin ne kadar guzel, hukmun ne kadar tatlı..!

7. Değişen dunya, yenilenen şartlar ve umumî ahval muvacehesinde, aklın ve ruhun harekete gecirilmesi; bize ait kaynakların yeniden ele alınması ve gunun ışığı altında didik didik edercesine bir kere daha gozden gecirilmeleri, evet butun bunlar icin, toplumumuzun hayat ve kultur seviyesi muvakkaten duşuruldu. Yani, aldatıcı ticarî emtiaya ve kalp paralara, gecici olarak pazar ve piyasaya cıkma izni verildi. Ta, asırlardan beri karanlık izbelerde ve ufunetli dehlizlerde terkedilmiş bulunan eşsiz elmaslar, sahihleri tarafından, yuzlerindeki tozu toprağı alınarak, saykıllanarak kalp paraların yerine piyasaya surulsun ..

Diğer bir ifade ile, toplumumuz, bu mağlubiyet doneminde, hasımlarının ceşitli hokkabazlıklarıyla karşı karşıya bırakıldı ve tagalluplerin, tahakkumlerin, tasallutların en acılan, kendisine tattırıldı. Ta, ilerideki dunyasını, duşmanları ve onların entrikalarını bilmişlik uzerine kursun ve o dunya icin vÂrid olan tehlikelerin ortaya cıkacağı delikleri şimdiden tıkamış olsun...

8. Ayrıca, her inanan insan, yuce hedefine doğru giderken, yuruyeceği yolun ve kullanacağı vesilelerin de hak olması lazımdır. Zira, batıl yol ve vesilelerle hak hedefe ulaşılamaz. Oysaki, gunumuzde makyavelist duşunce o kadar yaygınlaştı ki, inanan insanlar arasında bile, başkalarını aldatmak, yalan soylemek, olduğundan başka gorunmek ve hedefine varabilmek icin her vesileyi meşru saymak, artık normal gorulmekte ve normal kabul edilmekte.. Bu sevimsiz vasıflarından oturu de, Yuce Yaratıcı, onları terbiye ediyor ve kendilerine gelmeleri icin uyarıyor. HattÂ, gecici olarak hasımlarına ezdiriyor. Ama, er gec, gonlunu hakka verenlerin, doğru duşunup doğru yaşayanların, yanî ezilen milletlerin de gunu gelecektir. Bu donemin sonu, başından daha hayırlı olacak ve rahmeti bol Yaratıcı, verdikce verip bu toplumu hoşnutluğa erdirecektir.[*]


[1] İstirdat: Geri almak, Geri almayı istemek
[2] Mahkur: Hakir gorulen. Hakarete uğramış
[3] Mezmun: Zemm olunmuş, kotu
[4] Menfur: Nefret edilen, sevilmeyen
[5] Merdud: Reddolunmuş, kabul edilmemiş, kovulmuş
[6] Zurra: Ekinciler, ziraatciler
[7] İmhÂl: Muhlet verme[*] Sızıntı, Ağustos 1981, Cilt 3, Sayı 31, Sayfa 19


Copy/paste to Link
__________________