İslÂm’ı Secen Ortodoks Papaz
POLOSIN SERGHEYEVICH


1956 yılında Moskova’da doğdum. Dinsiz bir ailede yetişmeme rağmen, hayatımın hatırlayabildiğim cok erken donemlerinden itibaren Tanrı’ya yurekten inanan biri olduğumu soyleyebilirim. Tanrı kavramı benim icin bir bilinmezdi belki ancak, O’nun her şeye gucu yeten ve kendisine sığınanlara her an yardım etmeye hazır bir Tanrı olduğunu duşunuyordum. Genclik yıllarımda yuz yuze geldiğim ceşitli zorluklar, benim hayat karşısında ancak bir noktaya kadar guc yetirebileceğimi anlamamı sağladı. Bundan sonra tum kalbimle Tanrı’ya yoneldim ve her şey daha iyi olmaya başladı.
Aslında bu surec doğal olarak gelişti ve Tanrı gerceğini oğrenmek amacıyla Moskova Devlet Universitesi Felsefe Bolumu’nde okumaya karar verdim. Sosyoloji alanında Max Weber’in Kapitalizmim Ruhu teorisinin Eleştirisi adlı bir calışmam oldu. Bu calışmamda Protestan reform hareketinin piyasa ekonomisinin gelişmesine etkilerini irdelemeye calıştım. İşte bu yıllarda ilk kez Kitab-ı Mukaddes’i okuma fırsatım oldu.
Ne yazık ki bu okumalarım bende celişkili bir izlenim bıraktı. Aslında kutsal kitabın bazı kısımları gercekten Tanrı vahyi gibi gorunuyordu, ancak Tanrı’ya atfedilen bazı kısımlarda insanlığın coğunluğunu yok etmeye yonelik bir istekten bahsedilmesi veya “Tanrı’nın eli,” “Tanrı’nın vucudu” ve “Tanrı’nın nesli” vesaire gibi ifadelerin yer alması, celişkili bir durumdu.
Fakat 1970’ler Moskova’sında komunist ideoloji karşısında tek alternatif Rus Ortodoks Kilisesi idi. Bu nedenle on dokuz yaşında bir genc olarak Ortodoks Katedrali’ne ilk kez geldiğimde eski bir geleneği keşfettiğimi duşunmuş ve Tanrı’yı oven Hıristiyan ilahilerinin guzelliğinden cok etkilenmiştim. O anda daha derin ve kapsamlı bir ilahiyat bilgisi almam gerektiğine karar vermiştim. Bu duşuncelerle İlahiyat Fakultesine başladım. Aslında belirli bir dini, bilincli olarak tercih etmek durumunda değildim. Cunku Ortodoksluğu kendisiyle mukayese edebileceğim başka bir dinin varlığı soz konusu değildi. Oncelikle Tanrı’yı reddeden yanlış bir anlayışa karşı onceden belirlenmiş kesin bir karar almış olmam onemliydi. O sırada mevcut bulunan tek dini muesseseye boylece adım atmış oluyordum.

Hıristiyanlık’ın temel esaslarını oğrendikten sonra 1983’te rahip oldum. Bulunduğum mevki Tanrı tanımazlık karşısında manevi ve entelektuel mucadeleyi temsil ediyordu. Bu nedenle de kendimi Tanrı’nın bir savaşcısı olarak goruyordum. Fakat ne yazık ki resmen goreve başladığımda ruhsal ve entelektuel gorevlerimi yapmak yerine coğunlukla bÂtıl inancları olan insanların istedikleri bir takım rituelleri yurutmek zorunluluğu ile karşı karşıya kaldım. Bu gibi rituellerin aslında putpereslik doneminde yapılanlardan anlamca pek farklı olmadıklarını bildiğim halde, bunlardan kacamadım ve Hıristiyan dini uygulamalarının bir parcası hÂline geldim. Bu hÂlim ister istemez şahsî inancımla kamusal gorevim arasında bir zıtlık meydana getirmişti.
1983 – 1985 yılları arasında Orta Asya’da calıştım. Duşanbe şehrindeki gorevim sırasında amirlerimce emre itaatsizlik sebebiyle bolgeden uzaklaştırıldım. Burada ilk kez Muslumanlarla karşılaşmıştım ve İslÂm kelimesine bir şekilde ilgi duyar olmuştum. Başımdan gecen ilginc bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Bir keresinde iyi giyimli bir Tacik ihtiyar, kiliseme geldi. İnsanlar onun aslında gizli bir şeyh (ermiş ) olduğuna inanıyorlardı. Kısa bir konuşmadan sonra birdenbire “Sen Musluman gozlere sahipsin Musluman olmak senin kaderin!” deyiverdi. Bunlar ne kadar şaşırtıcı ifadelerdi. Bir Ortodoks kilisesinde, bir Ortodoks rahibine soylenen bu sozlere karşı gelmem veya direnc gostermem beklenirdi. Ama hicbir tepkide bulunmadım. Yaşlı zÂtın sozleri Âdeta yureğime işlemişti.
1988 – 1990 yıllarında ateizmle mucadele artık gecmişin bir meselesi hÂline gelmişti. Ortodoks Kilisesi ise daha cok yeni ek binaların yapımı, eğitim alanında daha kÂr getiren kural ve duzenlemelerin yapılması gibi işlere oncelik tanır olmuştu. Artık kendimi Tanrı’nın bir savaşcısıymışım gibi hissetmiyordum. Aksine kendisinden sadece sihirli, buyulu torenleri duzenlemesi beklenen bir ceşit resmi sihirbaz veya buyucu konumunda gibiydim. Beni son derece rahatsız eden bu durum nedeniyle 1991’de kilise personelinden ayrıldım.
Kilise torenlerinin gercek inancla ne şekilde ortuştuğunun teolojik bir acıklamasını bulurum duşuncesiyle kilise tarihi, kilise hizmetleri tarihi ve teoloji tarihi gibi ilk donem Hıristiyan kaynakları uzerinde calışmaya karar verdim. Bu konularda yaptığım kapsamlı calışmalar, beni, icerisinde cok miktarda eski putperest ibadet anlayışından alıntılar bulunan Roma Bizans kilise hizmetlerine şuphe ile bakma noktasına getirdi. Bunu anladıktan sonra 1995 yılında tamamen kilise gorevinden ayrıldım.
Hz. İsa’ya atfedilen ulûhiyet, tek ve bir Tanrı inancını anlamayı ne kadar zorlaştırıyordu. Oysa bu son derece basit ve net bir prensipti. O zamanlar İslÂm gerceğini tam olarak bilmiyordum. Cunku elimde bulunan Krachkovski’nin Rusca Kur’an meali yanlışlarla doluydu. Daha sonra Kur’an hakkında genel bir bilgi ve İslÂm’ın Hz. İsa yorumu ile zenginleştirilmiş olan Porokhovaya’nın acıklamalı mealini okuduğumda İslÂm’a dair butun şuphe ve tereddutlerim sona erdi. Esirgeyen ve Bağışlayan Allah bu yolda ilerlemem icin bana guc verdi ve sonunda eşimle birlikte Tek bir Allah’a inandığımızı kamuoyuna acıkladık. Zaten son nebi Hz. Muhammed (SAV) tum insanların İslÂm uzere doğduklarını bildirmiyor mu? Bizler de yetiştirilme tarzımız nedeniyle fıtratımızdan bir sure uzak yaşamıştık. Ama sonucta Allah’ın yardımıyla doğru yola eriştirilmiştik. Elhamdulillahi Rabbil Âlemin.

Ayten YadigÂr (Zafer Dergisi)
__________________