.

İbadet nedir, insanlar nicin ibadetle sorumlu tutulmuşlardır?

İbadet; kulun, Allah-u TeÂlÂ’ya karşı tekbir, hamd, şukur gibi vazifelerini Onun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. İnsan; CenÂb-ı Hakk’ın sonsuz ihsan, ikram ve nimetleriyle beslendiğini duşunerek Ona karşı hamd ve şukur gorevini yerine getirmekle sorumludur. Bu ise, ancak ibadetle olur. İbadet eden insan, bu dunya misafirhanesinde, Allah’ın emri dÂiresinde oturup kalkar, yiyip icer, her turlu fiil ve hareketlerini Onun emirlerine gore tanzim eder. Allah’ın kulu olarak yaşar. Bu kulluk onu, hakiki insaniyete, gercek şerefe kavuşturur. Zaten insanların yaratılış gayesi ibadet ile bu şerefe nÂil olmaktır. Nitekim, CenÂb-ı Hak ZÂriyÂt Sûresinde (Ayet, 56); “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri icin yarattım.” buyurmaktadır. Diğer bir ayet-i kerimede de şoyle buyuruyor:

“Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki takv mertebesine nail olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, Arz’ı size doşek, semÂyı binanıza dam yapmış; ve semÂdan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak uzere yerden meyve ve diğer gıdaları cıkartsın. Oyle ise Allah’a misil ve ortak yapmayınız. (Bilirsiniz ki, Allah’tan başka Ma’bûd ve hÂlıkınız yoktur).” (Bakara Sûresi, 21-22)

Evet, CenÂb-ı Hak, semavatı guneş ve yıldızlarıyla, zemini deniz ve karalarıyla en mukemmel bir sûrette yarattı. İnsanın ruhuna, her biri kÂinattan daha kıymetli lÂtifeler yerleştirdi. Ona her tur guzellikleri seyredebilecek bir goz, yiyeceklerin ayrı ayrı tatlarını zevk edebilecek bir dil verdiği gibi, bu duygularla elde ettiği zevkleri, ilim ve irfana cevirecek bir akıl ihsan etti. Ve insana, gerek kÂinattan suzulerek onun imdadına gonderilen nimetleri ve gerekse kendi vucuduna yerleştirilen maddî ve manevî ihsanları takdir edebilecek bir vicdan lutfetti.

İnsan, kendisine hediye edilen o akıl ile, sadece bu dunya icin yaratılmadığını, kendisinin, vazifesiz ve gayesiz olamayacağını idrÂk eder.

Vicdanıyla, ona yapılan bu sonsuz ihsanlara karşı Rabbine hamd ve şukretmesi gerektiğini bilir. Ubudiyetini yalnız Allah’a hasreder. Ona ortak koşmaz.

Ve kalbiyle ancak Allah’a muhabbet eder; sevilmeye lÂyık butun yaratılmışları da yine Onun icin sever.

Faraza, insan dinen ibadetle sorumlu olmasa bile ondaki akıl, kalp ve vicdan Allah’a ibadeti ve itaati emreder. Zira, bunları ancak ibadet tatmin eder.

Hicbir şeye ihtiyacı olmayan O Ganiyy-i Mutlak’ın bizim ibadetimize ihtiyacı olmadığı acıktır. BilÂkis, biz ibadete muhtacız.

İster istemez varacağımız o mahşer meydanında, o dehşetli hesap gununde, CenÂb-ı Hak biz insanlara: “Ey kullarım! Ben sizleri yoktan var ettim. Sizin sonsuz ihtiyaclarınızı yerine getirmek icin butun kÂinatta olan nimetlerimi size yonelttim. Vakti vaktine ihtiyaclarınızı yerine getirdim. Ben dunyada rahmet ve inÂyetimle sizinle beraber idim. O zaman siz kiminle beraberdiniz? Şukur ve kulluk bana lÂyık iken siz beni unutup şukur ve ubûdiyetinizi kimlere takdim ettiniz?” derse ne cevap vereceğiz? O mukaddes huzurda utanma ve hayÂdan ortaya cıkan manevî azap, Cehennem azabından daha dehşetli olmayacak mıdır? İşte, kÂfirlere; “Keşke toprak olsaydık.” dedirten de bu hÂlden gelen şiddetli utanc duygusu olsa gerektir.

Evet, insan ibadetsiz olmayacağı gibi, İslÂmîyet de ibadetsiz duşunulemez. Bu hakikati şoyle bir ornekle acıklayalım: Bir Musluman koyu duşununuz. Bu koyde ezan okunmasın. Hic kimse - ne bayram, ne cuma, ne de vakit - namazlarını kılmasın. Hicbir fert oruc tutmasın, zekÂt vermesin, hacca gitmesin. O koyde yaşayanlar Kur’an okumasın, haram-helÂl tanımasın, farz-vacip nedir bilmesinler. Kalplerinde Allah’ın sonsuz nimet ve ihsanlarına karşı, hic kimsenin hatırına hamd ve şukur etmek gelmesin...

Boyle bir koyun ahalisi, Kur’an-ı Kerim’in emirlerine, Peygamber Efendimizin (asm.) sahabelerin, evliya ve asfiyanın, muctehitlerin, mufessirlerin, mucedditlerin hayat tarzına ters duşen bir yola girmiş olmaz mı?

Evet, İslÂm sadece teorik ve vicdanî bir sistem değildir. Kur’Ân-ı Kerim’de bircok ayet-i kerimede imandan sonra hemen amel-i salih kavramı kullanılmakta ve salih amelin, imanın bir sonucu olduğu ders verilmektedir.

Evet, peygamberlerin gonderiliş hikmeti, imanın esaslarıyla İslÂm’ın şartlarını insanlara oğretmektir. Yani, onların kalplerine, başta Allah’a iman olmak uzere, butun iman hakikatlerini yerleştirmek ve bu imanlarını kemÂle erdirecek ibadet vazifelerini onlara hakkıyla oğretmektir. İnsanın imanı, ancak bu ibadetlerle olgunlaşır. Bir kulun Allah katındaki değeri, Ona karşı kulluk vazifesinde gostereceği hassasiyet nispetindedir.
__________________