OĞRENMEK
NEYE MUHTACIZ?
Bir arıyla insan yavrusunun farkını hic duşundunuz mu? Yirmi gunluk arının cicek cicek ucup bal yapmaya başladığını cok gormuşsunuzdur. Bir insan yavrusu ise iki senede ancak ayağa kalkar, konuşmaya başlar. 6-7 yaşında okula gider. Okumayı, yazmayı oğrenir. Liseyi, universiteyi bitirinceye kadar hep okur, oğrenir, didinir, cabalar. Cunku yaşayabilmek icin hayatı, insanları oğrenmeye muhtactır. KÂrını, zararını oğrenmek zorundadır. Ama bir arı yavrusu oyle mi? Onunla bal yapabilmesi icin ne okuyup oğrenmeye, ne de universite bitirmeye ihtiyacı vardır. Mukemmel olarak gonderilmiştir. Yetiştirilmiştir. Daha petekten cıkar cıkmaz işbaşı yapar. Biz değil yirmi gun veya yirmi sene, hayat boyu oğrenmeye muhtacız. Bunun icindir ki, Beşikten mezara kadar oğrenmemiz emredilmiştir. İnsan kabiliyetlerini ancak okuyup oğrenmekle geliştirir. Bir cekirdeğe benzeyen duyguları bilgiyle kabuğunu catlatır, filiz verip gelişir.
Bilgi gıdadır. Akıl ve kalp onunla doyar.
Bilgi başarıdır. Bilgisizlik yenilgidir.
Bilgi cesarettir. Bilen insan problemler ve olaylar uzerine cesaretle yurur.
Bilgi durbune benzer cetrefilli meseleleri onunla gorur ve cozeriz.
Bilgi enerjidir. Hayatın gucluklerini onunla ustlenir, engelleri onunla aşarız.
Bilgi ışıktır. Yolumuzu onunla aydınlatırız.
Bilgisizlik ise butun kotuluklerin kaynağıdır. Bilgisiz insan en buyuk kotuluğu kendisine yapmış olur.
Bilgisiz insan dik duramayan boş cuvaldan farksızdır. Sadi, bilgisizi, Savaş davuluna benzetir. Sesi cok cıkar, ama ici boştur.
Guzel duşuncelerle, bilgi yumaklarıyla doldurulamayan zihin kutusunu zararlı ve faydasız kırıntılarla meşgul eder.
İnsan ilimle kıymet kazanır. Olaylara dikkatle eğilir. İnceden inceye araştırmayı, titizliği ve becerikliliği oğrenir.
Bilmemek ayıp değil, oğrenmemek ayıptır. İbni Mesud, İnsanın bilmediğini bilmesi de ilimdir. Der. Cunku insan bilmediğini bilirse oğrenmeye yonelir.
Felaketlerin ustesinden bilgiyle gelinir. Hacı Bektaş Veli nin ifadesiyle,
Bilgisizce gidilen yolun hayrı yoktur.
Kazanmak, başarmak, yukselmek isteyenler ilme sarılırlar. Oğrenme aşk ve şevkiyle yanıp kavrulmayanlar ise yerlerinde sayarlar. Dunyayı isteyen ilme sarılsın. Ahireti isteyen yine ilme sarılsın, buyuran Peygamberimiz, bilginin onemini ne kadar guzel anlatır.
İlim oğrenmek sadece okula mahsus değildir. Okul insana anahtar verir. O anahtarla ilim hazinelerini acacak olan, insanın bizzat kendisidir. Ne yaparsa ozel gayretiyle yapar.
Okulu bitirir bitirmez kitabı kalemi bir tarafa fırlatmak ne kadar yanlıştır! Halbuki ilmin ne yaşı, ne zamanı, ne de yeri vardır. Her yaşta, her yerde, her zaman oğrenilir.
İlim en buyuk sermayedir. Ve insan her yaşta, her yerde ve her zaman sermayesini arttırmak ister.
İlimle kendinizi eğitin. Belki gucluklerle karşılaşacaksınız. Bazı zorluklar cekeceksiniz, ama unutmayın;
HANGİ KIYMETLİ ŞEY VARDIR Kİ KOLAYLIKLA ELDE EDİLEBİLSİN?
EN BUYUK ŞEREF
Okumak ve oğrenmek kadar şerefli, lezzetli bir şey duşunulemez.
İlk emri Oku ile başlayan Kur Ân, Bilenlerle Bilmeyenlerin bir olmadığını belirtirken, ilim sahiplerinin derecelerinin yukseltileceğini de bildirir.
İnsan, ilmiyle değer kazanır. Hz. Âdem i (a.s) meleklere ustun kılan sır ilimdi.
Kur anda okuma yazma aracı olan kalem ovulur, bizzat ona ve onun yazdığı satırlara yemin edilir.
Allah;ın kaleme yemin edişi, onun insan hayatındaki yerini ve değerini en guclu bir şekilde ifade eder. Hz.Peygamber bir gun yanındaki HilÂl isimli birine, Kalemin var mı? diye sormuş, Yok cevabını alınca da,
Kalemsiz olmaz ey HilÂl ! buyurmuş ve şoyle devam etmiştir.
Cunku iyilik ondadır. Kıyamete kadar da ona ehil olanlar cıkacak. İnsanlar kalemle ilerleyecekler.
Kalemi elinde tutan Âlimin murekkebi şehitlerin kanıyla denktir.
Yine Peygamberimizin ifadesiyle, ilim sahipleri oluler arasında dolaşan diriler gibidir.
Zubeyir Gunduzalp, Bilgili insan guneşe benzer. Girdiği yeri aydınlatır. Der. Evet, ilim, karanlıkları aydınlatan bir projektordur. Karanlıkta kalan herkes ona muhtactır.
Yukseklere ilim asansoruyle cıkılır. Yukselmek ve olgunlaşmak istiyorsanız ilme sarılın. Hz. Ali İlim alcaklarda kalanları yukseltir. Bilgisizlik de yuksektekileri alcaltır. Der ve ilmin servetten ustun olduğunu ifade ederek şunları soyler.
Cunku serveti sen korursun. İlim ise seni korur.
Resulullahın (s.a.v) dilinde ilmin kapısı olarak isimlendirilen bu buyuk insan.
Biz Allah ın taksimine razıyız. Bize ilmi, duşmanlarımıza da malı verdi. Cunku mal yok olucu, ilim ise ebedidir.
Faydalı ilim, o ilmi bilen kişiyi olumunden sonra da hayırla andırır.
İlim ebedi canlılıktır. Bilgisiz insan daha olmeden oludur. Bilgili insan ise oldukten sonra da diridir! demekten kendisini alamaz.
ZEVK KAYNAĞI
Bu derece ustun ve şerefli olan ilmin o olcude de zevki lezzeti olduğunu bilseydik, bir an icin olsun, yerimizde durabilir miydik?
Onun icindir ki, ilmin zevkine varanlar yerlerinde duramıyorlar, gece gunduz demeden butun vakitlerini ilme adıyorlar. Hatta uykuda yemekte gecen zamanlarını buyuk kayıp olarak goruyorlar. Cunku ilmin tadını başka hicbir şey de bulamıyorlar.
Okumayı hicbir hazineye değişmem diyen E. Gibbon herhalde bu gerceği ifade etmiş olmalı.
Dunyaca unlu İmam-ı Azam ın gozde oğrencisi İmam-ı Muhammed, ilme kendisini oyle kaptırırdı ki anlayıp kavradıkca sevincinden kendisini tutamaz.
Ey padişah ve vezir cocukları! Gelin de cennet lezzetinin zevkini sizde tadın! derdi. Olumunden sonra onu ruyasında goren bir dostu sormuştu.:
Nasıl can verdin?
İlmi bir meseleyle uğraşıyordum. Canımın nasıl cıktığının farkına varmadım.
Buyukler okumayı lezzetli bir meyve gibi gormuşler, temiz havaya benzetmişler. Onu soluk soluğa teneffus edip, sıkıntılarını, dertlerini, acılarını, problemlerini unutmuşlar. Hele okunan şey ruhu doyurucu vasıfta ise. ..
Montesquieu, Ceyrek saatlik bir okumayla gideremediğim uzuntum olmamıştır,
Derken bu gerceği dile getirir.
Kısacası, okumaya gıda kadar ihtiyacımız var.
SORU SORMAK
;Soru ilmin anahtarıdır. Demişler. Soru sormak ilim yolculuğumuzda en cok başvurduğumuz bir yol olmalıdır.
Soru kitabın konunun veya dersin daha iyi anlaşılmasını sağlar
Soru ilmimizi arttırır. Cunku sordukca cevabını araştırı.; bilenlere, o konuları anlatan kitaplara yonelmemizi sağlar. Soru sorma, farkında bile olmadan bizi bilgi sahibi yapar.
Ebû Yusufa sormuşlar:
Bu bilgini nereden elde ettin?
Kucuk buyuk ayırd etmeden, bilmediğim sormakla
cevabını vermiş.
Şu kadar var ki, Soru soruyorum& diye, akla gelen olur olmaz her şeyi sormamalı. SORU İNSANIN SEVİYESİNİ DE GOSTERİR. Mantıklı ve enteresan sorular sorulmalı.
YUKSEK SESLE OKUMAK
Yuksek sesle okuma da, uygun şartlarda tatbiki gereken bir metotdur. Cunku okumamızı duzeltir, daha guzel konuşma kabiliyeti kazandırır.
ANLATMAK
Oğrendiklerimizi arkadaşlarımızla muzakere etmek, onlara anlatmak, konuyu kendimize mal etmenin en kolay yollarından biridir. Konu boylece daha iyi oğrenilmiş olacaktır.
Anlatmak ve oğretmek, oğretilecek şeylerin değeri olcusunde kıymet kazanır. İnsan o olcude gayrete gelir.
Oğretmenlik başlı başına bir meslek olmasına rağmen, herkes yer ve zamana gore bu sıfatı ustlenebilir. Aslında omrumuz boyunca oğrencilikten kurtulamadığımız gibi, aynı zamanda oğretici de olmak durumundayız.
İlk oğretici Allah tır. Hz. Adem e eşyanın ilmini oğretmiştir. Peygamberimiz de Ben oğretici olarak gonderildim. Buyuruyor.
NELER OKUMALI
Okumak kadar, okuyacağımız şeyleri tespit etmek de onemlidir.
Okuduğumuz kitaplar bize neler kazandırıyor? Bilgimize yeni bilgiler ekliyor mu? Davranışlarımızda iyiye yonelme sağlayabiliyor ; icimizde huzur, işimizde şevk uyandırıyor mu?
Franz Kafkaya gore, kitap insanda şok tesiri uyandırmalı. O, okuduğumuz kitap bir yumruk gibi bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar? Derken, gercek kitabın ozelliğini anlatır.
Eğer okuduğumuz kitap, iyi ki bu kitabı okudum okumasaydım buyuk eksiklik olurdu, dedirtebiliyorsa, gercekten faydalı bir kitaptır.
Alexandre Pope şoyle der:
-Okuduğunuz eser, sizi fikren yukseltir, icinizi iyi ve mert duygularla doldurursa, onun hakkında karar vermek icin bu duygu yeterlidir.
Alcott a gore,
UMİTLE ACILIP KAZANCLA KAPANAN KİTAP İYİ BİR KİTAPTIR.
Kitaplar insanların ayrılamayacağı kaynaklardır. Akıllarını kitapla beslemeyen, ruhları, onunla doyurmayan insanlar sıkıntılardan kurtulamazlar. Seneca KİTAPSIZ YAŞAMAK KOR, SAĞIR, DİLSİZ YAŞAMAKTIR. Der.
İYİ KİTAPLAR OKUMAYAN ADAMIN, OKUMUŞ OLMASIYLA CAHİL KALMASI ARASINDA HİCBİR FARK YOKTUR. Diyen Mark Twain, iyi kitabın onemi uzerinde durur.
Faydası dokunmayan kitap, en azından vakti oldurduğu icin zararlıdır. İnsanı tembelliğe, başıboşluğa, aylaklığa, ahlÂksızlık ve inancsızlığa iten kitap zehirden farksızdır. Boyle kitaplar insanın maddi ve manevi hayatını oldururler.
Oyleyse her şeyin en iyisini, en faydalısını sectiğimiz gibi, kitapların da en iyi ve en faydalısını secelim. Cunku onlar hayatımıza yon vereceklerdir. Duşunce sistemimiz onlarla şekillenecektir. Eğer secimi iyi yapabilirsek, onlar en iyi dost ve arkadaşımız olacaktır. Dunyamız onlarla aydınlanacaktır. Bu vefalı arkadaşlarla her zaman beraber olmayı istemeli ve Konfucyus gibi.
Allah’ım! Bana kitap dolu bir ev ver! Diye dua etmeliyiz. Unutmayalım ki, kitaptan daha buyuk bir hazine yoktur.
OKUMANIN HEDEFİ NE OLMALI
Allah Resûlu, dualarında faydasız ilimden Allah’a sığınırdı. Peki, faydalı ilim nedir, nasıl olmalıdır?
Faydalı ilim, insanlığın yararına kullanılabilen ilimdir.
Faydalı ilim, uygulanılabilen ilimdir.
Faydalı ilim, oğrenildikce bilgisizliğimizi hissettirip oğrenme şevk ve gayreti veren, kotu huy ve davranışlardan koruyan ilimdir.
Faydalı ilim, bize bizi tanıtan, gercek benliğimizi oğreten ilimdir.
Faydalı ilim bize Yaratıcımızı tanıttıran ilimdir.
İlim ucsuz bucaksız bir deniz, ilim oğrenen de o denizin kıyılarında yuzmeye calışan bir dalgıctır.
“Dunya beni nasıl gorecek, bilemem. Fakat ben kendimi, keşfedilmemiş kocaman bir gercekler okyanusu icinde, kıyıda oyalanan, arada bir, ya daha yumuşak bir taş veya guzel bir deniz kabuğu bulan bir cocuk gibi goruyorum. “ diyen Isaac Newton, ilmin kazandırdığı alcak gonulluluğeburunebilmiş bir ilim adamıdır.
“Butun bildiğim, hicbir şey bilmediğimdir.” Diyen Sokrates, buyuk gerceği dile getiriyor. Oğrenilenler ne kadar cok olursa olsun, oğrenilmeyenler, bilinmeyenler yanında nokta kadar dahi kalmaz.
Diploma almak icin gayret edilebilir. Ama diplomalı olmakla bilgili olmayı karıştırmamalı. Nice yuksek okul bitirmiş kimseler vardır ki, okulu bitirir bitirmez kitabı kalemi bir tarafa atmış, okuma ve oğrenmeden bıkmış, Âdeta okumaya boykot ederek kitaplara duşmanca bir tutum icerisine girmiştir. Boyle olmayalım.
İnsanı gurura, kibire goturen bilginin de faydalı olduğu soylenemez. Bir makam, mevki sahibi olmak, insanlara tepeden bakmak icin ilim oğrenilmez.”Bu meseleyi ben bilirim. Benim saham. Bu konuda benim kadar bilgili kimse yoktur. Siz bunu bilemezsiniz. Ben her şeyi bilirim”. Gibi ifadeler, aslında cehaletin belgesidir. SÂdi, “Ne kadar cok okursan oku, bilgine yaraşır bicimde davranmazsan cahilsin. Bilgisine gore davranmayan insan, uzerine kitap yuklenmiş hayvandan farksızdır.” Derken, boylelerini de aynı sınıfa sokar.
Her şeyi bildiğini soyleyen insan, hicbir şey bilmeyen insandır.
Bilgisine yakışır şekilde hareket edebilen kişi gercekten gercek ten aydındır. Işığıyla etrafını aydınlatır. Her konuda “Biliyorum” havasına giren, bilmediğini itiraf etmekten cekinen yarı aydınlar, insanlığı felaketlere suruklemekten, karanlığa atmaktan başka bir işe yaramazlar.
Ne tahripci aydın, ne de bilmediğini bilmeyen yarı aydın! İkisi de zararlıdır. Bunlar insanlığın felÂket dellÂlları dır. Birisi, bilgisini yıkmakta kullanır. Diğeri bilmediği halde “Biliyorum” diye yakar, yıkar.
Gercek aydın gazete bilgisiyle, kulaktan dolma duşunceler ve direktiflerle hareket edip hukum vermez. Araştırarak, duşunerek, gerceğe sadık kalarak hareket eder.
Gercek aydın oğrenmenin hedef değil, ,insanlığa hizmet aracı olduğunu bilir. İlmini insanlığın yararına kullanır.
Okumaktan maksat faydalı olmaktır. İlim insanlığa hizmete kullanılabiliyorsa kıymetlidir, faydalıdır. Uygulamaya dokulmeyen bilgi ne kadar faydalı olursa olsun, bir işe yaramaz.
İlim insanı olgunlaştırmalı, beğenilen ve sevilen kişi haline getirmeli.
İlimden maksat kendini bilmektir. İlim ne olcude kendimizi tanımamıza vesile oluyorsa, o olcude faydalıdır. Yunus Emre ne guzel soylemiş :
İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır?”
İnsan Yaratanın harika bir sanat eseridir. İnsanın kendini bilmesi bir yerde SanatkÂrını bilmesi demektir. İnsan sormalı:
“Beni en guzel bir bicimde Yaratan kim? Sayısız nimetlerle besleyip buyuten Kim? Atomdan guneş sistemine kadar her şeyi hizmetime veren kim?
Bu soruların cevabını bulabilen insan, oğrenmenin maksadına ulaşmış demektir.
İlmin gayesi Yaratanı bulmak, Ona inanıp bağlanmaktır. İlimle iman ayrılmaz iki hakikattir. İnanmayı butun hurriyetlerin ustunde goren John Milton.
“Bana butun hurriyetlerden once, bilmek, duşunmek, inanmak ve vicdana gore konuşmak değerlerini kazandırınız.” Derken.” Bir taraftan da ilimle imanın ayrılmazlığına dikkat ceker.
“İlimsiz din kor, dinsiz ilim topaldır” diyen Einstein da, dinle ilmin birbirini tamamladığını ifade eder.
CALIŞMAK
İNCE SIR
“Yer calışsın gok calışsın, sen utanmazsan otur.!”
Bunların hakkında bilmem bahanen var mı? Dur!
Ey butun dunya ve mÂfih (icindekiler) ayaktayken yatan,
Leş mi kesildin, davransana! Bari Allah’tan utan!” diyen Şairimiz, bu mısralarıyla calışmanın onemini anlatmaya calışır.
İnsan calışmak zorundadır. Zerreden yıldızlara kadar her varlığın harıl harıl calıştığı kÂinatta boş durmak insana yakışmaz. Arılar cicek cicek dolaşır. Karıncalar dinlenmek bilmeksizin calışır. Kuşlar daldan dala konar. Sular şırıl şırıl akar. Cicekler acar, hayvanlar koşar, guneş her sabah doğup akşamleyin batar. Eğer kÂinattaki bu duzenli calışma, didinme, gayret olmasaydı ayakta kalabilir miydik?
Bu duzene ayak uyduramayan veya bozmaya calışan insan ne kadar zarardadır!
Her şeyin tekÂmul ettiği, iyiye ve mukemmele doğru gittiği kÂinatta, bu tempoya ayak uyduramayan insan elbet zarardadır.
Halbuki insan yaratılışı gereği calışmak zorundadır. Huzuru buna bağlıdır. Sıkıntılardan ancak boyle kurtulur. Cunku boş insanın başına sıkıntılar, sinekler gibi uşuşur.
Başarının sırrı calışmada saklıdır. Calışan insanlar er gec başarırlar.
Alın terinin, goz nurunun, el emeğinin ulaşamayacağı şey yoktur. Belli noktalara yukselmiş ne kadar buyuk insan varsa, bakın, hepsi de caba ve gayretleriyle o noktaya ermişlerdir. Addison.
“Hicbir başarını rastlantıya borclu değilim. Buluşlarım da rastlantının değil calışmalarımın sonucudur.” Der. Edison da, “Başarılarımın yuzde doksan dokuzu calışma, yuzde biri de zekama ait.” Der.
Herşey calışmayla elde edilir. Hangi değerli iş vardır ki, gayretsiz elde edilmiş olsun? Bilgi de calışmayla kazanılır. Balzac, “Bilginin efendisi olmak isteyen, calışmanın kolesi olmalıdır.” Derken, ilim oğrenmede calşmanın onemini belirtir.
Bedenin sağlıklı olması, gerekli vitamin ve proteinleri almakla olduğu gibi, zihnin kuvvet ve zindeliği de zihni ekzersizlerle calıştırmakla, işletmekle olur.
Zihnen ve bedenen calışmak zorundayız. Cunku durmak yokluğun ikiz kardeşi, hareket ise dirilik, canlılıktır. Durgun suların zaman icinde kokuşup kurtlandığını bilmeyenimiz yoktur.
Atalarımız “İşleyen demir pas tutamz” demişler. Aslında insan hareketli, heyecanlı bir ozellikte yaratılmıştır. Rahatı, huzuru, mutluluğu ancak calışmasıyla mumkundur. Sefahat de, sefalet de calışmayla onlenir.
Belli hedefleri, yuce gayeleri olanlar muhakkak calışmalıdırlar. Yukselebilmek icin calışmak şarttır. Kolayca elde edilen şeylere değil, alın teriyle hak ederek kazanılan şeylere kıymet vermek lÂzımdır.
Hore, “İnsanlar dunyada cabuk yukselenlere değer verirler. Halbuki hicbir şey toz ve tuy kadar cabuk yukselmez. Der. Gucluklere katlanarak, cile cekilerek, dirsek curuterek elde edilen şeylerin tadına doyum olmaz. Peygamberimiz de, “İşlerin en hayırlısı en zor elde edilendir.” Buyururken bize kolaya değil, zora talip olmayı hedef gosterir.
Bunun icindir ki, yorulmalı, didinmeli, cırpınmalı, cile cekmeli , neticeyi oyle elde etmeliyiz. Paranın bile bin bir guclukle kazanıldığı gunumuzde yuce hedeflere kolayca varılamayacağı unutulmamalıdır. “Yukselmek, hayatın sırrını oğrenmekle olur.” Diyen Pasteur, usanma nedir bilmeyen gayretiyle o sırrı bir yonuyle yakalayabilenlerden biridir.
Hangi işte olursak olalım, calışmayı prensip edinelim. Kendimize sorular soralım:
“Dun ne yaptım? Bugun ne yapıyorum? Yarın ne yapacağım!”
Eğer “Bugun en az dunku kadar calıştım. Yarın da aynı tempoyla calışıp bir şeyler yapacağım.” Diyebiliyorsak mutluyuz. O zaman gucluklerin ustesinden gelebilir, engelleri aşabilir, imkanları değerlendirebiliriz.
“İki gunu eşit olan zararda dır..” hadisi rehberimiz olmalı; her gun bir onceki gune muhakkak bir şeyler eklemeliyiz.
Omur boşa gecirilecek, tembellikle heder edilecek kadar değersiz değildir. Vaktini olduren insan kendi kendisine sorabilmelidir:
“Yılan, akrep gibi zararlı yaratıklar oldurulur. Vaktim o kadar zararlımı ki, onu oldurmeye calışıyor... “Aman vakit gecmiyor! Ah vah! Demekle kendimi sıkıntılara atıyorum?
Bu soruya vereceğimiz “hayır! Cevabı, herhalde bizi calışmaya itecek kadar tesirli olacaktır.
Peygamberimizin boş oturan insana selam vermediğini duşunelim. Calışmanın insan hayatındaki onemini bir kere daha anlarız. “dolu vakit gelmeden once boş vaktin kıymeti bilin! Buyuran bir peygamberin yolunda olanlar icin calışmanın hicbir mazereti yoktur. Hele dini gorevlerini yaptıktan sonra, calışmanın da ibadet olduğunu bilirsek.
Elbette ki, bir takım şikayetlerle, problemlerle karşı karşıya kalabiliriz. Noksanlarımız, kusurlarımız olabilir. Bunları bir tespit edelim. “Bunların ustesinden geleceğim! Diye azmedelim ve şevkle, gayretle calışalım İnanın, hepsinin ustesinden geleceğiz. Kur’ an, “İnsan icin calıştığından başka bir şey yoktur.” Buyurduktan sonra daha fazla soze ne hacet! Calışalım, muhakkak neticesini goreceğiz.
Ne var ki, rastgele calışamayız. Her şeyin planlandığı, proğramlandığı gunumuzde derli toplu, duzenli, planlı programlı olmayan calışmaların verimli olmayacağını da akıldan cıkarmamalıyız.
Calışmalarımızda başarılı olabilmemiz icin kanun şeklinde bir kısım prensiplere sarılmalı, bazı engelleri aşmalıyız. İsterseniz, bunların birkacını hatırlayalım.
TEMBELLİĞİ YENMEK
Tembellik hakkında soylenmiş bir cok kıymetli soz vardır. Hz. Ali “İnsanı vaktinden once yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir . ’der. Tembel ve calışkan iki yaşıt insana bakın! Vecizenin doğruluğunu anlamakta gecikmeyeceksiniz. Calışkan daha genc ve dinc, tembel ise hayattan bıkmış ve yıpranmıştır. Tembelliğin verdiği can sıkıntısıyla kahvehanelerde sigara dumanları icerisinde gecen bir omur hic yıpratmaz mı?
Namık Kemal’in gozunde, tembellik olumun kucuk kardeşidir. Tembel insan ha vardır, ha yoktur. Varlığıyla yokluğu arasında fark yoktur. Tembelliği yoklukla eş manada goren Bediuzzaman ise, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve doşeklerinde rahat rahat uzananların, calışanlardan daha cok zahmet ve sıkıntı cektiklerini belirtir ve tembellerin daima omurlerinin cabuk gecmesini istediklerini soyler.”Calışan şukreder, hamd eder. Omrunun gecmesini istemez” der ve şu kaideyi zikreder:
“rahat zahmette, zahmet rahattadır.”
Bu gerceği kavrayan La Bruyere de, can sıkıntısının tembellikle birlikte dunyaya geldiğini soyler. O can sıkıntısında ki, bircok insanı kumarhanelere, meyhanelere, hastahanelere ve hapishanelere atmıştır.
İnsan bu dunyaya keyif surmeye gelmemiştir. Ne kadar istese de, eksik olmayan acılar, uzuntuler, sıkıntılar buna fırsat vermez. O halde, insan rahatı rahat yaşamada aramamalıdır. İster istemez başını ağrıtan cilelere, zahmetlere goğus germeli, rahatı bunda bulmalıdır. Rahatı rahatsızlıkta arayanlar icin, rahatsızlık diye bir şey yoktur.
Hep zaman yokluğundan dert yanıp dururuz. Acaba gercekten mi zamanımız yok., yoksa zamanımızı değerlendirmemekten mi sıkıntı cekiyoruz?
Ozel sohbetlerimizde, televizyon başında, yemede, icmede, gezip eğlenmede harcadığımız saatlerin bir hesabını tutsak, senede birkac bin saati bulur.
Sadece televizyon seyretmeye harcadığımız bir-iki saati kitap okumaya verebilseydik, senede en az 30-40 kitap okurduk. Televizyondan oğrendiklerimizle kitaplardan oğrendiklerimizi bir karşılaştırsak, kitaplardan ne kadar cok faydalandığımızı anlamakta gecikmeyiz. Demek ki, zaman yokluğu değil, tembellik soz konusu. En buyuk duşmanımız olan tembelliği bir yıkabilsek, başaramayacağımız iş olmaz.
Şevk ve gayreti sonduren, bukalemun gibi ceşitli kılıklarla karşımıza cıkan tembelliği yenmek, en buyuk gayemiz olmalı. O hain tembellik ki, bazen cazip sakızları ağza verir ve gevşeklik bıkkınlık, usangaclık, yorgunluk, hastalık, başıboşluk, havailik gibi ceşitli tuzaklarla insanları ağına duşurmeye calışır. Şoyle dedirtir.
“Bugun cok calıştın, birkac gun dinlenmelisin”
“Uzme tatlı canını, calışıp da ne olacaksın! Calışanlar ne olmuş ki!”
“Fazla calışma kafanı bozarsın”
“Calışanda bir calışmayanda. Testiyi getiren de bir, getirmeyen de
Amma da inekliyorsun.
“Pinekledin de ne oldu sanki”
“şansın var mı kardeşim? Varsa talih kuşu başına konar. Yoksa kuş olup ucsan da bir şey yapamazsın.”
Daha bir suru sozlerle insanı belaya atar ve musibetine ortak arattırır. Ta ki, tembeller coğalsın da ozurler hafiflesin, tembelliğe kılıf uydurulsun.
Yol iki gorunuyor: Ya bu ve buna benzer tembel silahlarına hedef olup kendimizi butun meşakkatlerin anası ve rezaletlerin yuvası olan tembelliğin kucağına atmak!
Ya da ilerlemenin, başarının anahtarı, huzurun esası olan calışmaya dort elle sarılıp dunyada ahirette mutlu olmak!
METODLU VE PLANLI CALIŞMAK
“Bugun amam da calıştım. Sabahtan akşama kadar başımı hic kaldırmadım!” diyen kişi, bu sozleriyle belki de sevincini bildirmiş oluyor. Ne var ki ! cok calışmak gerekli, ama yeterli, değil.
En az cok calışmak kadar onemli olan, metodlu, planlı ve proğramlı olabilmektir. Bunu da, elde edilen verim gosterir. Ne kadar verimli olabilmişsek, o derece plÂnlı proğramlı olabilmişiz demektir.
Dexscartes , “Plansız calışan bir kimse, ulke ulke dolaşıp hazine arayan bir insana benzer,” der. Ve yine Descartes toplumların ilerilik ve geriliğinin zek ve akılları olcusunde değil, metodlu ve akıllı calışıp calışmamalarıyla olacağını belirtir. Bu sozler Avrupa’da sistematik calışmanın temellerini atan bir bilgine ait.
Sistematik calışmayla kısa zamanda hedefe varılır, buyuk hamleler gercekleştirilir. Gerek kişi ve gerekse toplumlar bununla maksatlarına ulaşırlar.
Buyuk işler başarmış, yuzlerce eser vermiş, isim yapmış insanların calışmalarına bakın. Duzenli, plÂnlı ve proğramlı olmayı prensip edindiklerini goreceksiniz. 576 eser veren CelÂleddin Sûyuti’nin bu verimliliğinde, şuphesiz, aynı duygu yatmaktaydı.
Nice kabiliyetli, akıllı insanlar da vardır ki, plÂnsızlıklarından, butun işleri yarım yamalak kalmakta, bir turlu neticeye ulaşamamaktadır.
Kendimize bir proğram yapalım . Neyi ne yapacağımızı tespit edelim. Ve her gun o plan uzerinde calışalım. Belki başlangıcta %60 başaracağız. Ama sebatla devam edelim. % 80, % 100 uygulamak icin gayret edelim. Bakın, nasıl başaracağız?
ENERJİYLE DOLMAK
Arabanın tekerinden direksiyonuna, akusunden radyatorune kadar butun aksamı tamamdır tamam olmasına da, bir turlu hareket ettiremiyorsunuz. Cunku yakıtı yok. Yakıtsız arabanın yol alması nasıl hayalse, calışmak icin gerekli olan merak, şevk, heyecan ve cesaret duygularından mahrum olan kimselerin de mesafe almaları duşunulemez.
Bunlar arabanın yakıtı gibidir. İnsana hız verir. İtici guclerdir. Enerjidir. Onemli olan, insandaki calışma arzusunu harekete gecirebilmektir.
MERAK EDEBİLMEK
Kendimizi yokladığımızda, icimizde merak denilen bir duygunun yetiştirilmiş olduğunu goruruz. Kabiliyet toprağımıza ekilmiş bu duyguyu geliştirmek, inkişaf ettirmek elimizdedir.
Etrafımızda olup biten olayların sebeplerini, nicinlerini oğrenme arzusu o konuda bizi bilgili olmaya itecektir.
“Bu nicin boyle ? Sebepleri nelerdir? Gibisinden sorduğumuz sorular bizi harekete gecirip mesafe aldıracaktır.
İnsanlar bu merak duygusuyla dağları deler, denizlerin dibine iner, Ay’a cıkarlar.
Unlu bilgin Einstein’ı izafiyet teorisini bulmaya iten saik, daha cocukluğundayken kendi kendisine araştırıp durduğu şu sorulara cevap bulmak arzusuydu:
“İki olayın aynı anda vuku bulması ne demektir? İnsan bir ışık demetinin uzerine binip seyahat etse ne olurdu?...
Merak ilmin projektorudur. Kullanabildiğimiz surece yolumuzu aydınlatacaktır.
SEVEREK CALIŞMAK
İnsan yaptığı işi severek yapmalı. İstemeyerek, benimsemeyerek yapılan işlerin hayrı yoktur. İnsan ne nisbette severek calışırsa o olcude başarılı olur.
Bunun icinde, severek yapabileceğimiz işlere yonelmeliyiz. Mesleğimizi secerken dikkatli davranmalıyız. Hoşlanmayacağımız bir meslek bizi omur boyu huzursuz edebilir., verimli olmamızı onleyebilir.
Kendimizi yoklayalım.”Kabiliyetlerimiz nedir? Oğretmen, anne, baba ve yakınlarımızın oğutlerine dikkat etmekte elbet bizim icin faydalar var. Onlar bizim kotuluğumuzu istemezler. Ne var ki, bizi en iyi tanıyan yine biziz. Kabiliyetlerimizi Dikkate almadan sırf bazı tavsiyelere uymak icin biş işe girmek veya bir mesleğe yonelmek, bizi sonunda pişman edebilir. Once aklımıza danışalım. Başarabileceğimize, faydalı olabileceğimize inanıyorsak ondan sonra secelim.
Şu da var ki, icinde bulunduğumuz şartlar da arzumuza kavuşmamıza engel olabilir. İstemeyerek, hoşlanmayarak da olsa bir işin icerisine girmiş olabiliriz. Bu durumda yapacağımız şey şu olmalı. Eğer işimiz meşru ve faydalı bir iş olmasına rağmen bize zor geliyorsa sabretmeli, onu sevmeye calışmalıyız. Bu duyguyla hareket edersek, goreceğiz ki, sonunda başarılı olacağız.
ŞEVK, GAYRET, HEYECAN
Kainatta atomdan guneş sistemine kadar bıkma usanma bilmez bir gayret hakimdir. Atomun etrafında saniyede yuzlerce, binlerce kilometre hızla hareket eden elektronlarda o şevkin işareti var. Guneşin etrafında baş dondurucu bir hızla Mevlevi gibi donene gezeğenlerde aynı sır saklı. Yağmur o şevkle yağıyor, cicekler o şevkle acıyor; guneş o şevkle doğup batıyor, gulumsemeleriyle bize selam veriyor.
Şevk ve heyecan yuklu bir kervana yeryuzunun hakimi durumundaki insanın, başı cekerek katılması gerek. Bu duygu olmazsa butun işler alt ust olur.
Şevk ve gayret insanı yerinde durduramayacak kadar lezzetli dir.. “Bilseniz ki, gayret ne kadar kıymetlidir; bir dakika boş durmazdınız. “ diyen Bediuzzaman Hazretleri ne guzel soylemiş. Başka bir şeye gerek yok; gayretin, şevkin bizzat kendi icindeki lezzet bizi kamcılamaya yeter. Zaten şevk ve gayret ruhun kamcısıdır. Yine hayatın bir faaliyet ve hareketten ibaret olduğunu belirten Bediuzzaman, “Şevk ise bineğidir.” Der. Bu bakımdan, şevk bineğine gayretle binip hayat meydanına atılmalıyız.
En verimli calışmalar, şevk, gayret ve heyecanla yapılan calışmalardır. Bu duyguları daima canlı tutmalıyız. Bu enerji dolu duygularla hep, “Başaracağım, yapacağım, ustesinden geleceğim! Demeliyiz ve başarmalıyız.
Şevk mutluluktur, enerjidir, gayrettir. Onun icin, “Ben calışmak istiyorum, ama bir turlu yapamıyorum. Arzum var, fakat enerjim yok. Diyen insana inanmayınız. Başka işlere vakit bulabilen insanın bu sozleri, nefsin avukatlığı icin soylenmiş sozlerden başka bir şey değildir. O insan isteseydi başkalarına olduğu ona da zaman ve enerji bulabilirdi.
Şevkimizi sonduren gayretimizi olduren bir duygu bir olay mı var? Onları derhal bertaraf etmeli, şevk ve gayret kazandırıcı fikir veya kitapları devreye sokmalıyız.
Yaptığımız işerin ve yuklendiğimiz vazifenin buyukluğu, bizi gayrete getirmeye yetmelidir.
Maddi beş-on kuruşluk kazanc uğruna sabahın erken saatlerinde kalkıp işine koşan insanın kazancından daha mı az kazanclıyız? Manevi kazancımızın eşşizliği, bizi gun doğmadan kaldırmalı, yerine gore gece kararıncaya kadar da calıştırmalı.
Biz yıkım icin değil, yapım icin varız.
Biz kin, duşmanlık ve kotuluk icin değil; sevgi, kardeşlik ve iyilik icin varız.
Var oluşumuzun sebepleri bizi gayrete getirmeye yetmiyor mu?
Bu duyguyla hareket ettiğimiz muddetce, okuduğumuz kitaptan, calıştığımız dersten ve işten, ustlendiğimiz vazifeden zevk alırız. Şevkle ve gayretle ona yoneliriz.
İş ve vazifemizin yuceliği bizi donukluktan, sonuklukten, olulukten kurtaracak; son ana kadar şevk, gayret ve heyecanla dolu olarak yaşayacaktır.
DİKKATLE EGİLMEK
İnsan ne olcude kendisini işine verir, dikkatini onun uzerinde toplar, duygularını da yardımcı kılarsa, o olcude başarılı olur.
İnsan butun varlığıyla işine yonelmeli. Âdeta kendisinden gecmeli. Bu, bedenle yapılan calışmalarda olduğu kadar fikri calışmalarda da onemlidir.
Başarısızlıkların en onemli sebeplerinden biri, insanın o işe kendisini dikkatle verememesi,gevşek ve uşengec bir tavırla eğilmesidir.
Calışmalarımızda guneş ışınları toplayan mercek, savaşta nobet bekleyen er gibi dikkatli olmalıyız. Dikkat ve titizliğin verimli calışmanın temel esaslarından olduğunu unutmamalıyız.
Bu ozellikler bizde zayıf olabilir. Ceşitli sıkıntı, uzuntu,iş ve ızdıraplarla aklımız allak bullak olabilir. Birbirine zıt arzularla karşılaşıp zaman zaman kararsız olabiliriz. Ama şunu unutmayalım ki, insan aklı butun bunların ustesinden gelebilecek guctedir. Akılda oyle bir guc vardır ki, William Multon’un ifadesiyle, o akıl, sağlam ve keskin bir şekilde bir noktaya yoneltildiği zaman cok muthiş bir alet olabilmektedir.
İşimizin başına gectiğimiz zaman her şeyi unutup aklımızı o noktaya yoneltirsek ne sıkıntı kalır, ne de zihnimizin allak bullaklığı. Belki bu ilk anda zor olur. Eksersizlere ihtiyac duyarız. Bir kere, iki kere, on kere, yirmi kere, hatta elli kere, yuz kere bu eksersizleri... Bunun icin de, dikkati dağıtıcı sebepleri mumkun mertebe uzaklaştırmaya calışmamız gerekir.
Biz genellikle dahi insanların, bu ozelliklerini doğuştan getirdiğine inanırız. Bunun boyle olmadığını soyleyen unlu psikolog William James
Asıl farkın dahilerin konu ve gayeleri icin sarf ettikleri gayrette ve zihinlerinin butun guclerini toplayarak belli bir noktaya yoneltmelerinde olduğunu soyler.
Kendimize guvenelim ve gorevi şevkle omuzlayalım. Dahiler kadar olmasa bile, buyuk olcude dikkatimizi bir noktaya toplayabilecek; okuduğumuz kitabı daha iyi anladığımızı, işimizi daha iyi yaptığımızı goreceği. Zihnin guclenmesi icin de bu şarttır. Unutmayalım ki, insan hangi noktaya kendisini verirse o noktada gelişir.
SABIR VE DEVAMLILIK
Peygamberimiz, “Acelecilik şeytandan, akıllıca ve ihtiyatla duşunerek hareket etmek ise Rahman ’dandır.” Buyurur.
Acelecilik tabiatın işleyişine, kainatın duzenine, kısacası, yaratılışa ters duşer. Kışın ortasında baharın gelmesini isteyeceğimiz, gelişini beklemek zorunda olduğumuz gibi, işlerimizin zamanında bitmesi icin de beklememiz lazımdır. Buna sabır diyoruz.
Acelecilik bir işin vaktinden once olmasını istemek, sabır ,ise zamanı beklemek demektir.
Calışmalarımızda da sabra ve devamlılığa cok muhtacız. Sabır belki başlangıcta zor gelecek, ama acı ilac gibi faydasını sonra gosterecektir.
Hz.İsa, “Hoşlanmadığına sabretmedikce hoşlandığını ele geciremezsin,” der. Gercekten hoşlanmadığımız zora katlanmadıkca, hoşlandığımız sonucu elde edemeyiz.
Ozellikle ilmi calışmalarda sabrın buyuk onemi vardır.
Calışmalarımızda elbette bir kısım sıkıntı ve darlıklarla karşılaşacağız. Bunların ustesinden ancak sabırla gelebiliriz. “Sabır ferahlığın anahtarıdır” demişler.
Bir anda bir cok şeyleri anlamaya, oğrenmeye kalkmak sabırsızlıktır. Sindire sindire anlaya anlaya hareket etmek ise akıllılıktır.
İlim sabır ,işidir. Her iş sabır ister.
Bir işten netice almadan diğerine başlamak boşu boşuna kurek sallamaktır. Başladığımız işi bitirelim. Birini bitirmeden diğerine başlamak, unutkanlığa yol acar.
Bir anda bircok kitabı okumaya, bircok konu ve dersi almaya kalkan, hicbirinde başarılı olamaz. Bolum bolum calışmalı. Biri oğrenilmeden diğerine gecilmemeli Buyuk İslam alimi İmam-ı Gazal, meşhur İhya-ı Ulumid-Din eserini bir zamanda tek bir bolum, bir konu uzerinde calışmak suretiyle tamamlamıştır.
Yarım kalan işte hayır yoktur. Radyoyu bulan Marconi bir işe kendisini verdiği zaman netice alıncaya kadar bırakmazdı. Ampulu bulan Edison, bu keşfini gercekleştirebilmek icin gece gunduz demeden tam yirmi bin deney yapmıştı.
Devamlılık sabırdır. Az, fakat devamlı olan işin hayırlı olduğunu bildiren Peygamberimiz s.a.v, netice alıcı ve devam edici olmamızı ister. Devamlı yanan kandil bir anda parlayıp sonen yıldızdan daha iyidir.
Devamlılık başarının ilk adımıdır. Sonuca goturucu bir adımdır bu. Samuel Johnson, buyuk eserlerin sadece calışmakla değil, sabırla elde edileceğini soyler. Eserleriyle başlar ustunde tutulan tanınmış İslam bilgini İbni Hacer’i başarıya ulaştıran sebep de, sabırlı, sebatla okuluna devam edişi olmuştu. “Kafam almıyor. Ben beceremem “ diye koyune donerken uğradığı mağarada gorduğu olay ona kamcı olmuştu. Gormuştu ki, mağaranın tavanından sızmakta olan damlalar alttaki taşa vurmaktaydı. O sert taş zamanla bu damlalarla delinmişti. Bu yumuşak damlanın sert kayaya karşı zaferi idi. Bunun uzerine İbni Hacer, “Benim kafam taştan daha sert, daha kalın olamaz! Demiş, didinip cırpınmış,sebat etmişti. Ve nihayet bu kararlığı onu bir numaralı oğrenci haline getirmiş, sonraları da ciltlerce eser vermesini sağlamıştı.
Ebu Yusuf isimli buyuk bilginin başarılarında da bu sır vardı. Bir gun hocası ona şoyle demişti:
“Sen onceleri dersi pek anlamazdın. Fakat devam ettin. Zeki ve calışkan oldun.”
“Doktorların sultanı” olarak bilinen, eserleri 600 sene Avrupa universitelerinde okutulan İbni Sina meşhur Kitabu’ş-şifa’sını devamlı calışmasına borcludur. Eserini kaleme alabilmek icin her sabah namazından sonra muntazaman iki saat calışması yeterli olmuştur.
Unlu İngiliz filozofu Spencer de gunde iki saat calışmakla buyuk kulliyatını kaleme almıştı. Senede 1200 sayfa yazan Fransız edibi Emile Zola ’ ya sormuşlar:
“Başarını neye borclusun?”
“Gunde iki-uc saat calışıp yazmaya borcluyum,” cevabını vermiş.
Az gibi gorulen bir-iki saatlik surede bile, devamlılık varsa, neler yapılabileceğinin en acık ornekleridir bunlar.
Oyleyse calışmaya, hizmete, okumaya devam!
ZAMANI İYİ DEĞERLENDİRMEK
Zaman en buyuk sermayemizdir. Edison’un deyişiyle, yeğane sermayemizdir.
Onemli olan, paha bicilmez bu sermayeyi yerli yerinde ve kıymetine uygun bir şekilde kullanabilmektir. Su gibi akan, en buyuk sermayelerle bile geri getirilemeyen zamanı acaba gerektiği gibi değerlendire biliyor muyuz?
Her kes vicdanına bu soruyu sormalı.
Calışkan insanın omrunde boş vakit yoktur. Yoktur ki, sacıp savursun. O hep didinir, cırpınır, koşar. Kotuluk duşunemez. Hz.Ali
“Calışanlar kotuluk duşunmeye bile vakit bulamazlar,”der. Calışmayanların ise kendilerini kotulukten kurtaramayacaklarını belirtir.
Kotulukler hep boş kalışın, vakti değerlendiremeyişin neticesidir. Allah Resulunun dilinde, değeri bilinemeyen iki nimetten birisi sağlık, biriside boş vakittir. Asr suresinde anlatıldığı gibi, boyle insanlar hep zarardadır, kaybetmektedir.
Calışmak icin uykudan, yiyip icmekten, gezmekten tasarrufa kalkanların hayatında boş vakit yoktur. Onlar gerektiği gibi vakitlerini değerlendirmenin cabası icerisindedirler.
İflas etmiş bir insana buyuk bir sermaye verilse nasıl sevinir; gecmişteki hatalarını duzeltmeye, işini yeni baştan duzenlemeye nasıl gayret gosterir; yanlışlara duşmemek icin nasıl didinir; bilirsiniz. Gecmişini iyi değerlendiremeyen insanlar icin, onundeki saatler yeni bir fırsattır. Bulunduğu anı iyi değerlendiremeyenler parlak bir geleceğe layık değillerdir.
Sabah kalkıştan akşam yatışa kadar gunumuzu plÂnlayalım. Ne zaman ne yapacağımızı tespit edelim. Ve bu planı en yuksek seviyede uygulamaya calışalım.
En değerli işlerimizi en verimli saatlere bırakalım. Bazıları akşamleyin, daha randımanlı calışır. O vakitleri belirleyelim. Resulullahın, “Erken hareket, bereket ve başarıdır.” Hadislerinde belirttiği gibi, bilhassa sabah saatlerini en guzel şekilde değerlendirelim. Gun doğmadan sağlam temellere oturttuğumuz işlerimiz o olcude kolaylaşacak ve başarılı olacaktır.
Bazıları calışmak icin uygun zaman ve zemin bulamadığından dert yanarlar. Calışmayı alışkanlık edinenler icin ise bu bir problem değildir. Aslında onlar icin her yer ve her zaman, en uygun şekilde değerlendirilebilecek ozelliktedir.
Her gunun kendisine gore işi vardır. Buğunun işini yarına bırakmak, omurden bir gun calmak demektir. Cunku yarının da kendisine gore işi vardır. Halbuki iki gunu eşit olan zarardadır.
İŞİ İYİ YAPMAK
İş olsun kabilinden, rastgele, gelişi guzel, baştan savma yapılan işlerden hayır beklenmez. İnsan ektiğini bicer. Emek verelim ki, değerli olsun. Uzerine eğilelim ki, kıymetlensin.
İnsan yaptığı işi once kendisi beğenmeli. Kendi beğenmediği bir şeyi başkalarının beğenmesini istemeye de hakkı olmamalı.
Guzel, iyi, sağlam, temiz, duzgun yapılan işler herkesce beğenilir. Allah Resulu de, “Allah işini duzgun ve sağlam yapan kulunu sever.” Buyurmuştur.
Tabiata bakın, Hic cirkin, dağınık, duzensiz bir şey gorecek misiniz? İnsan eli karışmamış her şey ter temiz, duzgun ve derli topludur. İnsan bu duzenden ders almalı, değil mi?
TECRUBELERDEN FAYDALANMAK
Gunumuzun medeniyeti, birbirini takip eden ve tamamlayan tecrubelerin urun-udur. Bir cekirdek olarak ortaya atılan fikir ve goruş zamanla geliştirir, keşifler yapılır, yeni yeni hamleler gercekleştirilir.
Tecrubeler elimizde hazır dokumandır. Buyuklerin seneler boyu elde ettikleri neticeler birer kultur kaynağıdır. Tecrube edilmiş birşeyi tekrar denemeye kalkmak zaman kaybından başka bir şey değildir.
Tecrube hayat okuludur. İnsan ondan cok şey oğrenir. Bazıları vardır ki, altın oğutlerdir.
Acılar ve mutluluklar her gun yaşanır. Başımızdan veya başkalarının başından gecer, Bunlardan gereken dersi alabilen, o tecrubeden hakkıyla faydalanabilen insandır.
Akıl tecrubeyle guclenir, beslenir.
Tecrube insanın en buyuk yardımcısıdır. Boyle yardımcılardan uzak kalmak buyuk kayıptır.
Tecrubelerden yararlanmasını bilenler, geleceğe guvenle bakabilirler.
DİNLENMEYE ZAMANA AYIRMAK
Devamlı calışan insanın vucudu ve zihni zamanla yorulur, yıpranır; dinlenmeye ihtiyac duyar.
Dinlenen insan dincleşir, zindeleşir. Yapacağı işler icin taze enerji kazanır.
Aşırıya kacmamak şartıyla spor yapılabilir. Spor hem zihnen hem bedenen faydalıdır.
Muzikten de istifade edilebilir. “Muzik ruhun gıdasıdır.” Demişler. İnsanın ulvi duygularını harekete geciren muzik elbette gıdadır. Ama bayağı duygulara hitap eden muziğin ise tek kelimeyle felaket olduğu, insanı tembelliğe ve sefahate attığı unutulmamalı.
Yoksa, yuce duygulara yonelik musiki, Hugo ’nun da belirttiği gibi, insan ruhunu dalgalandıran, okşayan, ona ince zevkler tattıran ustun bir sanattır.
Dinlenmek bir ihtiyactır. İnsan dinlenmesini de en iyi şekilde
Değerlendirebilmeli. Calışmayı alışkanlık haline getiren insanlar icin dinlenme, belki tempoda biraz yavaşlamayla mumkun kılınabilir veya işi değiştirip o an icin başka meşguliyetler bulmakla da olabilir.
Bir işten canımız sıkıldığı zaman hoşlanacağımız diğer bir işe girişebilmeli, yorgunluğumuzu boylece gidermeye calışabilmeliyiz.
BAŞARMAK
Bir oğrenci, bir memur, bir iş adamı, makam ve mevki tutmuş bir kişi olabiliriz. Ne olursak olalım, gonlumuzde bir arslan vardır:
Başarılı olmak!
Yaptığımız ve yapacağımız iş ve gorev ne ilk, ne de son yapılan iş ve gorevdir. Bu yoldan niceleri gecmiştir. Başarmışlardır veya başaramamışlardır.
Onlara bakacağız. Başaranlar nasıl başarmış? Başaramayanlar nicin başaramamış?
BAŞARANLAR,
*Duzenli, plÂnlı, programlı bir calışma icindedirler.
* Duşunerek hareket ediyorlar, once kÂrını, zararını hesaplıyor, sonrada adımlarını ona gore atıyorlar.
*Cok okuyor işlerini bilerek yapıyorlar.
*Atılgan girgin becerikli cesur ve akıllıca hareket ediyorlar.
*Ben başaramam, beceremem, yapamam ! diye bıkkınlık yılgınlık ve usanc gostermiyor, şevk ve lezzetle meselenin uzerine yuruyorlar.
*Hedeflerini cok iyi tespit edip emin adımlarla sukûnetle ilerliyorlar.
*Gucluklerden korkmuyor, metanetle omuzluyorlar.
*İşlerini zamanında, eksiksiz ve sağlam yapıyorlar.
*Olaylara ibretle bakıp, en iyi şekilde değerlendiriyorlar.
*Başaranın ve başaramayanların tecrubelerinden faydalanmasını biliyorlar.
*Başarıya ulaşınca şukrediyor, gurura kapılmıyorlar.
*Başarısız olunca uzulmuyor, umitsizliğe kapılmıyor, kusur ve hatayı başkalarında değil kendilerinde arayıp , aynı hataya duşmemeye calışıyorlar.
*Korku, telaş, endişe tedirginlik guvensizlik şuphe ve vesveseye kapılmadan problemlerin uzerine yuruyorlar.
*Her turlu haksız kazanctan uzak kalıyor, ruşvet, iltimas, adam kayırma, tepeden inme gibi yanlış yollara başvurmuyor, zehirli bal hukmunde olan yalancı şohrete kavuşmak icin inanclardan maddi ve manevi duygulardan fedakarlık etmiyor, durustluğu alın akı ve alın teriyle kazanmayı prensip ediniyorlar.
*Başarısızlıklarını ne şans ve talihlerine, ne cevrelerine bağlıyorlar. Sadece akıl ve iradeyle hareket ediyorlar. Cevrelerini de suclamaya kalkmıyorlar.
*İstişareyi ihmal etmiyorlar, istişare ettikleri muddetce de yanlışlıklardan kurtuluyorlar.
*Azim, umit gayret, sebat, sadakat ve fedakarlıktan ayrılmıyorlar. En guzel huy ve duygularla dopdolu yaşıyorlar.
İşte, onların başarılarının sırrı bunlarda saklıdır. Şimdiye kadar saydığımız ve sayacağımız her husus onların başarı basamaklarından birkacıdır. Başaramayanlar ise bu ozelliklerden buyuk olcude mahrumlar.
Sahip olduğumuz guc, başarının onune gerilmiş her turlu engeli aşabilecek guctedir. Yeter ki başlayalım . İşe başlamak, bitirmek demektir. “İyi bir başlangıc yarı yarıya başarıdır.” Demişler. Esasen buyuk işleri başaranlar, kucuk işleri başarmakla işe başlamışlardır.
“Gencliğin parlak sozluğunde, başarısızlık diye bir kelime yoktur.” Diyen Bulwer-Lytton, şuphesiz, insandaki bu bitmez tukenmez enerjiyi gorup de soylemiş olmalıdır.
Birincisinde başaramadıysanız ikincisinde mutlaka başaracaksınız. Kıbrıs Turkunun bağımsızlığına hayatını adayan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, “Başaracağım de ve başar.” Derken, gencliğe azim ve gayretin yaşanmış zaferini gosteriyor.
Başarınızı engelleyecek sebeplere meydan vermeyin. Vazifenizi muhakkak zamanında bitirin. Hatta zamanından once. “Butun başarılarımı işlerimi vaktinden once bitirmeye borcluyum.” Diyen Nelson bu gerceği ifade eder.
Sebat da cok onemli. Ancak hak bildiğiniz yolda sebat ederek zafere erebilirsiniz.
Bu hususlara dikkat ettiğiniz muddetce başarılar peş peşe gelecektir. Olgunlaştıkca olgunlaşacaksınız.
Başarı ustune başarı kazanmak kadar guzel ne olabilir? Fakat bu arada unutmayın ki, başarılar şukurle ayakta durur. Gurur onları yıkar.
Buyuk başarıların sahipleri her ağırbaşlılık, vakar ve alcak gonulluluk ortusune burunmuşlerdir. Hatırlayın ki, Allah Resulu Mekke’yi fethedip icerisine girdiği zaman her zamanki tevazuundan hicbir şey kaybetmemişti.
Bir zafer donuşu Kanuni’nin şehre girişini goren Batılı tarihci Busbecq,
“padişahın yuzunde hic de zafer kazanmış bir hukumdarın sevinci yoktu. Ordunun en sonunda gelen Padişah, cenaze merasiminden donen bir insan gibi ciddi ve ağırbaşlıydı.”der.
Yavuz da bir zafer donuşu halkın coşkunlukla karşılama hazırlıklarına girdiğini oğrenince onlara gorunmemek icin gece sabaha yakın sessizce şehre girmişti.
Başarının insanları şımartıp, onları tembel, bencin, ovungen yaptığı yolundaki yaygın kanaat, aslında yanlıştır.” Diyen Somerset Maugham, tam aksine, başarının insanları yumuşak başlı iyi yurekli ve hoşgorulu yaptığını, kişileri kırıcı ve sert yapanın yenilgi olduğunu soyler.
Kendisini bilen insan icin oyledir. Aslında yenilgi de kırıcı ve sert yapmaz, yapmamalı da. Cunku yenilgi bir son değil, bir başlangıctır. Acı bir tecrubedir., ama gayretli insanlar icin başarının da başlangıcıdır.
BAŞARININ DORT TEMEL UNSURU
UMİT
Hayat faaliyet ve harekettir. Onu yuruten ise şevktir. Şevk dolu bir ruhla hayat meydanına atılan insan, yeis, yani umitsizlik adı verilen korkunc duşmanla karşılaşır. Bu duşman onun ayağını kaydırıp duşurmeye calışır.
“Aman sen de! Bu işi senden başka yapacak kimse yok mu ki? Hem sen bunu başaramazsın. Başkaları yapamadıktan sonra sen mi yapacaksın!” daha bir suru bahanelerle insanı yolundan dondurmek ister.
Eğer moral bozulur, maneviyat sarsılırsa insanın bir adım ilerlemesi soz konusu olamaz. Onun icindir ki, bu azılı duşmana karşı,
“Allah’tan umit kesmeyeniz!” buyuran Rabbimiz den yardım istemeliyiz. O mujdeli silahı kullanmalıyız.
Umitsizlik ancak bu silahla yenilir. İnsanlığı kemiren yeis, ancak umitle yıkılır. Cemiyetlerin kangreni olan bu hastalık sadece umitle mağlup edilir.
Umitsizlik oldurucu zehirdir. Hayata saplanan bir bıcaktır. Ahlaka kasteder.
Umitsizlikle toplumun faydası kalkar, yerini şahsi cıkarcılık alır. İnsan sadece kendisini duşunmeye başlar. İnsanlar kotu orneklerden delil getirmeye calışırlar. Tembellere bakıp.
“Ne yapalım. Herkes benim gibi. Calışıp da ne olacak? Alemi ben mi duzelteceğim? Neme lÂzım “ der. Yan gelip yatarlar.
Yine yukselişin ayak bağı olan umitsizliğe yakalananlar, ideal, guzel ve ustun orneklere bakıp,
“Ben nasıl olsa onlar gibi olamam. Ben kimim, bu işleri yapmak kim?” gibi desiselerle kendilerini avutmaya calışır. Tembelliğe bahaneler sayıp dokerler.”
Şu gercek kulağımıza kupe olmalı. “Yola cıkmayan ilerleyip yol alamaz.” Umitsizliklerle bir yere varılmaz. “Bir şey tamamen ele gecirilmezse tamamen de terk edilmez.” Buyuran Peygamberimiz.(S.A.V)
Bir defa yola cıkmamızı istiyor. Giriştiğimiz işi yuzde yuz başaramazsak da %70 başaralım. Olsun Hic başaramamaktan, yapamamaktansa, yarı yarıya da olsa başarmak kazanctır.
Umitsizlik başarının birinci engelidir. O engel aşılmadıkca duzluğe cıkılamaz. Sut kazanına duşen iki kurbağanın hikayesini bilirsiniz. “Nasıl olsa kurtulamam.” Diye umitsizliğe duşen kurbağa boğulup giderken, diğeri umidini yitirmemiş, cırpınmış, cırpındıkca bir yağ tabakası meydana gelmiş, uzerine cıkıp kurtulmuş. Umitle, guvenle geleceğe baktığımız muddetce aşamayacağımız yokuş yoktur. Mehmet Akif ne guzel dile getirmiş:
“Atiyi (geleceği) karanlık gorerek azmi bırakmak,
Alcak bir olum varsa, eminim budur ancak.
.......
Ey dip diri meyyit(olu) İki el bir baş icindir.
Davransana... Ellerde senin, baş da senindir.”
“Noksan olur, hata yaparım veya guzel yapamam !” diye işten, hizmetten, bir şeyler yapmaktan kacmak da nefsin aldatmacasıdır.
Vicdanımıza sormalı, yapabileceğimiz bir şeyse mazeret bulup gorevden kacmak yerine, “İnşallah başarmaya calışacağım. Gucum olcusunde yaparım” demeli, vazifeyi şevkle ustlenmeliyiz.
Karıncadan ibret almalı. Hz. İbrahim’ i ateşe attıklarında, karınca ağzına aldığı suyla ateşe ilerliyormuş. Sormuşlar:
“Nereye boyle karınca kardeş?”
“Nereye olacak? İbrahim Peygamberi Nemrut ateşe attı. Ona su goturuyorum.”
Gulmuşler.
“Bu azıcık suyla mı ateşi sondureceksin?”
“Benim gorevim ateşe su taşımak. Goturebildiğim kadarınca gotururum. Gerisine karışmam. Ateşi sondurup sondurmemek benim vazifem değil. Allah’a ait. Ben ona karışmam.”
Biz de oyle yapmalı, vazifemizi en iyi şekilde yapıp gerisine karışmamalıyız.
İRADE
Arkadaşınız cok başarılı, cok da terbiyeli. Babanız hep Âmirlerin takdirini kazanıyor. Anneniz işini cok temiz yapar, herkesin sevip saydığı bir hanım. Komşunuzun buyuk oğlu universitede okuyor ve sınıflarını takıntısız geciyor. Belediye başkanınız gibisi yok. Secim olsa % 90 oyla yine secilir.
Gencliğe Mesaj
Dini Bilgiler0 Mesaj
●26 Görüntüleme