Sevgili Peygamberimiz -sallallÂhu aleyhi ve sellem-, bir gun ashÂb-ı kirÂmın ileri gelenleriyle sohbet ediyorlardı:
"Bana dunyanızdan kadın ve guzel koku sevdirilmiş, namaz da gozumun nuru kılınmıştır." (Nesai, İşreti'n-Nisa, 1; Ahmed b. Hanbel, III, 128,285) buyurdular.
Bunları izah edecek olursak;


1. Guzel koku:

Ciceklerin şahı gul, insanların şahı da Aleyhissalatu vesselam Efendimizdir. O, guzel kokunun menbaıydı. Zira butun guller izafi, o ise aslidir.
Bir yetimin başını okşadığında, o cocuk etrafa yaydığı guzel koku ile diğer cocuklar arasında rahatca fark edilirdi. Yine Peygamber Efendimizle musafaha edenler, onun mubarek teninden yayılan mis kokusunu akşama kadar ellerinde koklayabilirlerdi.
Sevgili Peygamberimizin koku surunmeye ihtiyacı olmadığı halde ummetine fiili kıstas ve "usve-i hasene: en guzel ornek" oldukları icin sık sık guzel koku kullanırlar ve ashabını da buna teşvik ederlerdi.
"Misk, kokuların en guzelidir" (Muslim, Elfaz, 18) buyuran Allah Rasulu, "Bir kimseye reyhan takdim edilirse onu reddetmesin. Zira reyhan taşınması hafif, kokusu guzeldir." (Muslim, Elfaz, 19) buyurarak ashabını da teşvik etmişlerdir. Veda haccında ihramı giymeden once gusul abdesti aldılar, taranıp guzel kokular surduler.
Hazret-i Omer, guzel koku hakkında," malımın onemli bir kısmını guzel kokuya vermeyi israf saymam." buyurmuşlardır.
RuhÂnî varlıklar, melekler de guzel kokuya aşıktır. Guzel koku, muslumanın gonlunun, zÂhire (dışa) aksetmiş şeklidir. Allah Teala da, Kur'an-ı Kerim'de cok tevbe edip cokca temizlenenleri sevdiğini haber vermiştir.


2. Kadın, yani kadına muÂvenet (yardım):


Gercek manası, kadın cinsine saygılı olmak, şefkat gostermek ve iyi davranmak gerektiğini anlatmaktır. Zira o devirde kadınlar toplumun yuz karasıydı. CÂhiliye Araplarında, altı yaşında merhamet ve şefkate muhtac kız cocuğu, annenin yureğinden kopartılarak goturulur, anne yureği cılgına cevrilerek, diri diri toprağa gomulurdu. Bu fÂcianın adı "dayıya gitmek"ti.
SallallÂhu aleyhi ve sellem Efendimiz'le, annelerin yavrularıyla yuzu guldu. "Cennet, annelerin ayaklarının altındadır." buyurdu. Her doğan kız cocuğuna şenlikler yaptı, ziyafetler verdi. Bu adi davranışı yaşayışıyla da reddetti.

Bir gun Umm-i Eymen carşıya doğru suratle koşarken Suleyme'ye carptı. Suleyme bağırdı:
"-Ne var boyle koşacak?"
"-Muhammedu'l-Emin'e mujde goturuyorum."
"-Ne mujdesi?"
"-Dorduncu kızı doğdu."
Hayret ve şaşkınlık icinde Suleyme'nin gozleri sanki canağından fırladı:
"-Ona dorduncu kızını mı muştulayacaksın?"
"-Evet."
Suleyme, Umm-i Eymen'e yaklaştı, hafif ve korkulu bir sesle:
"-Bereke (Umm-i Eymen) bana doğruyu soyle!"
"-Hangi konuda?"
"-Efendin, tekrar kızı olduğu haberini acaba nasıl karşılayacak?"
Bereke guldu ve dedi ki:
"-Senin bu suÂlin bana ilk kızı Zeyneb'in doğduğu gunu hatırlattı. Bana o zaman da bu haberi ona goturmemi emrettiler. Ben ona gittim. Fakat korkudan titriyordum. Yeni doğan kız cocuğu ile beni bir cukura koyup uzerimizi toprakla kapayacağını zannediyordum. Fakat ben oyle bir durumla değil, hic ummadığım ve beni dehşete duşuren bir hareketle karşılaştım.
"-Nasıl yani?"
"-Kızı olduğunu duyar duymaz yuzu sevincle parladı. Gitti onu alıp optu ve bağrına bastı. Kızının anasını bu sebeple tebrik etti. Sonra kurbanlar kesti ve doğumunu herkese yemekler vererek kutladı."
Suleyme hayretten donakalmış bir şekilde bekliyordu. Cunku o uc defa evlad acısı tatmış olduğu icin boyle bir şeyi aklı almıyordu. Kocası, her kızı doğdukca goturup onları diri diri gommuştu. Bu şefkatli babanın dorduncu kızı Hazret-i Fatıma'ydı.
Yine Medine'de torunu Zeyneb'i omuz başına alarak mihraba gecip namaz kıldırdı. Secdeye giderken cocuğu omzundan yere indiriyor, kalkarken tekrar omzuna alıyordu. Namaz bittikten sonra ashab, bu yaptığının sebebini sordular. Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki:
"Kızım Zeyneb benden cok ayrı kaldı. Mekke'de muşriklerin elinde cok mağdur oldu. Boylece onun gonlunu almış oluyorum."
Sevgili Peygamberimiz bu cevaplarıyla yalnız torunu Zeyneb'i değil, butun Zeynebleri, kadın cinsini kast etmekteydi. Burada işaret edilen nokta şuydu:
"Ey Cahiliyye devrinin insanları! Sizin dipdiri gomduğunuz varlığı ben, benim icin mîrac olan ibadette, Allah'ın huzurunda bile omzumda taşıyorum, demek istiyordu.


3.Gozumun nûru olan namaza riÂyet:

Sevgili Peygamberimiz, gozumun nuru olarak buyurdukları namazı da cok severlerdi. Geceleri pek az uyur, sabaha kadar namaz kılarlardı. Uzun saatler Cenab-ı Hakk'ın huzurunda durmaktan ayakları fazlasıyla şişerdi. Gerci aşağıdaki Âyet-i kerime ile, kendilerine teheccud namazı emrolunmuştu:
"(Ey Rasulum!) sana mahsus fazla bir namaz olarak, gece uykudan kalk da Kur'an ile teheccud kıl. Rabbinin seni bir makam-ı Mahmuda gondermesi yakındır." (İsra 17/79)
Teheccud namazı iki rekattan en fazla on iki rekata kadardır. Halbuki Rasulullah Efendimiz ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılardı. Bazen iki rekat, bazen dort rekat namazda Kur'an-ı Kerim'i hatmederlerdi. Bir gun Aişe validemiz dayanamayarak sordu:
"-Ya Rasulallah! Rabbin sana gelmiş, gecmiş ve gelecekteki gunahlarının bile afv olunduğunu bildirdiği halde, kendini niye bu kadar uzuyorsun?"
Rasulullah Efendimiz ise:
"-Ya Aişe! Rabbime şukreden bir kul olmayayım mı?" buyurdular.
Yine Aişe -radıyallahu anha- şoyle anlatır:
"-Biz Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile oturur, konuşurduk. Birlikte sohbet ederdik. Namaz zamanı gelince, birbirimizi tanımıyormuşuz gibi olurdu."
Ebu Suleyman Darani, "İki rekat namaz kılmak mı istersin, Firdevs'e girmek mi?" diye soracak olsalar, iki rekat namaz kılmayı secerdim. Cunku Firdevs'e girmek nefsin hoşlanacağı bir istektir. Fakat iki rekat namaz kılarsam Rabbimle beraber bulunmuş olurum." buyurmuştur.
Bu misaller, zirvelerden birer numunedir. Biz bu zirveye ne kadar yaklaşabilirsek!..

__________________