[COLOR=1- Kullî ve Cuz'î irade ne demektir, acıklar mısınız? [/COLOR]
İrade: istemek, dilemek, secmek, iki veya daha cok alternatiflerden birine karar vermek demektir.
Allahu Teala'nın "irade" sıfatı vardır. Allahu Teala'nın iradesi demek, Allah'ın, mumkinattan her birini, sonsuz hallerden ve vakitlerden birine tayin ve tahsis buyurması demektir.
Burada gecen "mumkinat"tan maksat, olmasını veya olmamasını, varlığını veya yokluğunu aklın caiz gorduğu şeylerdir. İşte bu şeylerin varlığına veya yokluğuna, olmasına veya olmamasına karar vermek Allahu Teala'nın iradesini ilgilendiren bir husustur; buna karar vermek Allah'ın işidir. Bu kararın kaynağı da Allah'ın "irade" sıfatıdır. Bu iradeye "irade-i ilahiyye=ilahî irade" denir.
Bir de Allah'ın kullarına verdiği bir "irade" vardır ki, kul, kendisini ilgilendiren, kendi yaptığı işlerde bu iradesini kullanarak karar verir. İşte irade-i kulliyye ve irade-i cuz'iyye terimleri, kula ait olan bu irade ile ilgilidir. Şoyle ki:
Kulda bi'l-kuvve mevcut olan irade gucune "kullî irade" denir. Bu irade kullanılmaya hazır olan, ancak henuz kullanılmayan "potansiyel irade" demektir. Bu durumdaki iradenin herhangi bir olaya yonelme, herhangi bir şeyin olmasına veya olmamasına karar verme gibi bir işlevi yoktur; yani bu irade, insanın fiilen kullanmadığı bir iradedir. Dolayısıyla insan, kullanmadığı boyle bir iradeden sorumlu da değildir.
Cuz'î irade ise, kullî iradenin, başka bir ifade ile irade gucunun kullanılmasıdır; yani herhangi bir şeyin yapılması veya yapılmaması şıklarından birinin tercihidir. İşte insanı sorumlu kılan, bu iradedir. Şayet insan kullî iradesini, cuz'î irade haline getirirse, yani, irade gucunu kullanarak herhangi bir şeye karar verirse ve verdiği bu kararın gereğini yaparsa, işte insan bu yaptığından dolayı sevap veya gunah kazanır; yaptığı Allah'ın rızasına uygunsa mukafat gorur; değilse ceza gorur.
Bir de bu terimlere benzer "kudret-i kulliyye" ve "kudret-i cuz'iyye" terimleri vardır ve bunlar da insandaki "kudret" sıfatıyla ilgilidir. Bunlardan "kudret-i kulliyye" insandaki potansiyel kudret sıfatını, yani bu sıfatın herhangi bir olaya yonelmemiş, ortaya cıkmamış halini, kudret-i cuz'iyye de bu kudret sıfatının herhangi bir olayda kullanılma durumunu ifade eder.

2- Ecel nedir? Omur kısalır ya da uzar mı?

Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin muddeti veya bir şeyin muddetinin sonu anlamındadır. Daha sonra bu kelime insan omrunun sonu anlamında kullanılmış ve bu manada meşhur olmuştur. Ecel hayatın son bulması ve olumun gercekleştiği zamandır. Bu anlamı ile her canlı icin tek bir ecel vardır. Bu ecel Allah'ın kaza ve takdiriyle olup, asla değişmez. Belirlenen ecel, vaktinden ne once gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili Kur'an-ı Kerim'de şoyle buyrulmaktadır. "Her ummetin takdir edilmiş bir eceli vardır.
Ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler." (Yunus suresi, ayet: 49)
Ehli Sunnetin goruşune gore oldurulen kişi kendi eceliyle olmuştur. Katilin oldurmesi ile o kişinin eceli değişmiş ve omru kısalmış olmaz. Ecel, hayatın tereddutsuz ve kesin olarak son bulduğu zamandır. Katilin mes'ul olması, Allah'ın kesin olarak yasakladığı cana kıyma yasağını işlemiş olmasındandır.

3- Son nefeste yapılan tevbe makbul mudur?

Butun gunahlardan tevbe etmek ve tevbeyi geciktirmemek gerekir. Fakat tevbe kapısı, can boğaza gelinceye kadar acıktır. Bu konuda Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Bir kul can cekişmeye başlamadıkca Allahu Teala onun tevbesini kabul eder" buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif, ruhu boğazına gelmeden, can cekişmeye başlamadan kulun tevbesinin kabul olunacağını bildirmektedır, Aksi takdirde can boğaza gelip, hayattan umit kesilip ahiret ahvalinin gorulmeğe başlandığı zaman, yapılan tevbe ise gecerli değildir. Bu hususta Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de şoyle buyurmaktadır: "Kotulukleri yapıp yapıp da nihayet olum gelip catınca: "Ben şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak olunler icin (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar icin acıklı bir azap hazırladık." (Nisa, 18)
4- Tecdidi iman ve nikah ne zaman lazımdır?

Dinden olduğu kesinlikle bilinen şeylerden birini inkar veya dini hukumleri alaya almak; dine, imana sovmek... gibi kufru gerektiren soz ve davranışlarda bulunmadıkca "tecdid-i iman ve tecdid-i nikah" gerekmez.
Bir Musluman, Allah korusun, kufru gerektiren bir davranışta bulunursa, tevbe istiğfar ederek imanını ve evli ise nikahını yenilemesi gerekir.

5- Şefaat var mıdır? Nerede ve nasıl olacaktır?


Şefaat, suclu veya yardıma muhtac veya iyiliğe layık olanlar hakkında af, iyilik ve lutuf ricasında bulunmak demektir.
Ahirette şefaatın varlığı, ayet ve tevature varan sahih hadis-i şeriflerle sabittir. (El-Bakara, 123; Taha, 109; Sebe, 23; Gafir, 18; Muharnmed, 19; Muddessir, 48 ve daha bazı ayetler.)
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in kıyamet gununde, butun mahşer halkının, mahşer yerinin şiddet ve dehşetinden kurtulması ve bir an evvel hesabın kolayca gorulmesi icin buyuk ve umumî şefaatı vardır. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in bu buyuk şefaatından başka, azabı haketmiş bazı mu'minlerin cehennemden kurtulması, bazı mu'minlerin hesaba cekilmeden cennete girmesi, cennete giren mu'minlerin derecelerinin yukseltilmesi gibi şefaatleri de olacaktır. Bu şefaatlardan en fazla istifade edeceklerin de kamil ve muhlis mu'minler olduğunda şuphe yoktur.
Mahşerden sonra da her peygambere Cenab-ı Hak tarafından kendi ummeti hakkında şefaat izni verileceği gibi şehitlerin ve salih kişilerin de şefaat etmelerine izin verilecektir. Fiilen cehenneme girmiş gunahkarların cehennemden cıkarılması icin Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in şefaatı olacağı gibi bazı ehl-i cennetin de şefaatleri olacaktır.

6- İslam'ın bazı şartlarını yerine getirmeyene kafir denir mi?

Ehl-i Sunnet inancına gore, amel imandan cuz değildir. Bu itibarla, dinden olduğu kesinlikle bilinen hukumlerin aslını inkar etmemek şartı ile, bir kimsenin dinî hukumlere riayet etmemesi, onu din sınırları dışına cıkarmasa da şuphesiz, dinin emir ve yasaklarına uymayan bu kişi gunahkar olur. Gunahı karşılığında tevbe etmez veya Allah Teala meccanen affetmezse cezasını ceker.

7- Kabir azabı var mıdır? Nasıl izah edile-bilir? Oldukten sonra ruhun durumu?

Kabir azabı vardır ve haktır. Buna delalet eden ayetler olduğu gibi tevatur derecesine varan hadis-i şerifler de vardır. (İbrahim Suresi, 27; Taha Suresi, 24;Mu'min Suresi, 46)
. Kabir hayatı ve kabir azabı sozu ile, cesedin defnedildiği yer ve bu yerde gorduğu azab kasdedilmez. Bundan maksat, olumden sonra mahşerde tekrar dirilişe kadar gececek zaman icindeki mutlu bir hayat veya azaptır. Her olu, ister bir kabre defnedilsin, ister denizlerin derinliklerinde kaybolup gitsin, isterse hayvanlar tarafından parcalanıp yenilsin, mut'aka ya nimetler icinde olacak veya azab gorecektir. Kafirler ve asî olan bazı mu'minler azab gorecekler; salih mu'minler ise Allah Teala'nın dilediği şekilde nimet icinde bulunacaklardır. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de "Allah yolunda oldurulenleri sakın olu sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah'ın lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevincli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar." (Al-i imran, 169) ayeti ile Nuh kavmi hakkındaki: "Onlar, gunahları yuzunden suda boğuldular, ardından da ateşe sokuldular..." (Nuh Suresi, 25) anlamındaki ayetler birer delil teşkil etmektedir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de; "Kabir ya cennet bahcelerinden bir bahce veya cehennem cukurlarından bir cukurdur" diye buyurmuşlardır.
Kabir azabı hem ruha, hem de cesede her ikisine beraber yapılacaktır. Cunku olen insanın ruhunun, kabirdeki cesediyle ilişkili olacağı sahih hadîslerde belirtilmektedir. Nitekim insanın uyku halinde gorduğu guzel veya korkunc ruyalar bunu acıklamaktadır. İnsan korkulu ruya gorunce elem; İyi ruya gorunce de zevk duyuyor. Halbuki bu acı veya tatlı ruyayı gorenlerin yanında bulunanlar, onların ne acılarına ve ne de zevklerine muttali olabiliyorlar. İşte bunun gibi oluler de kabirlerinde ya buyuk bir neşe ve zevk icindedirler, ya da ceşit ceşit azaplara maruz kalıyorlar. Fakat biz onların bu hallerine muttali olamıyoruz.
8- Surekli olarak kocasının ağzına kufreden bir kadının dini nikahı ne olur?
İnsan, "Eşref-i mahlukat", yani yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmıştır. Dinimiz, insanların hem maddî, hem manevî yapısına tecavuz etmeyi gunah saymıştır. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de insana verdiği nimetleri sayarken: "Biz ona iki goz, bir dil, iki dudak vermedik mi?" (El-Beled, 8, 9, 10) buyurarak, bu uzuvların onemini belirtmiştir. Bu itibarla insana ve onun uzuvlarına yakışıksız sozlerle hakaret etmek, buyuk vebali muciptir. .
İslam alimleri Muslumanların ağzı şehadet kelimesinin mahalli olması itibariyle, Musluman’ın ağzına soven kişinin imanla ilişkisinin kesileceğini, hemen tevbe edip imanını yenilemesini ve kelime-i şehadeti getirmesi gerektiğini soylemişlerdir. (Bkz. Damad C. l, s. 705) Şuphesiz bu durum, niyet ve maksada gore değişir. Niyet, kişinin dinine imanına sovmek olmadığı takdirde, kufur de soz konusu olmaz. Bu takdirde nikaha da bir zarar gelmez. Şuphesiz, maksat, dine ve imana sovmek olmasa da, bu tur cirkin sozler soylemenin vebali ağırdır.

9- Avrupa'da işci olabilmek icin, Musluman olmadığını soyleyen bir Musluman dinden cıkar mı?
Bir zaruret olmadıkca kufru yani dinden cıkmayı gerektiren ifadelerin telaffuzu halinde dinden cıkılmış olur. Bu şekilde dinden cıkan kişinin, dini hukumlere gore, eşiyle aralarındaki nikah bağı da kopar.
Ancak, zorlanarak kufru gerektiren sozleri soylemek zorunda kalan kişiler, bu hukmun dışındadırlar. Nitekim Kur'an-ı Kerim Nahl suresi 106. ayetinde: "İmandan sonra Allah'a karşı kufre saparak, -kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlananlar haric-, kufre sinesini acan kimseler ustune muhakkak ki, Allah'tan bir gazap iner ve kendilerine buyuk bir azap vardır" buyurulmuştur.
Ayetin manasıyla uyum icinde olan bir hadisinde Peygamber (S.A.V.): "Ummetimden hata ve unutmak veya zorlama sonucu vuku bulacak gunahlar affolunmuştur" buyurmuştur.
Ayetten ve hadisten anlaşılan, kufru gerektiren sozlerin isteyerek bilincle soylenmesi halinde dinden cıkılacağı, ancak, kalbi imanla dolu olduğu halde zor ve baskı sonucu bu tur sozleri soyleyenin dinden cıkmayacağıdır.
Zorlama, fıkıh dilinde: Bir kimseyi tehdit ve korkutma ile rızası olmaksızın bir sozu soylemeye veya bir işi işlemeye mecbur bırakmaktır. Zorla-yanın, o işi yaptırmaya muktedir olması da şart koşulmuştur.
Avrupa'da işci olabilmek maksadıyle, Musluman olmadığını soylemekte zorlama ile ilgili hukumler mevcut olmadığından bu sozlerin soylenmesi caiz değildir. Zira bu kişi kendi irade ve seceneğiyle bu sozleri soylediğinden imanı hafife atmış ve boylece dinden cıkmış olur.

10- Tevbesi olmayan gunah var mıdır?

İslam; itikad, ibadet ve muamelattan oluşur. itikat kısmının ihlali kufru, diğerlerinin ihlali ise gunahı gerektirir.
Kişi kafir olmadıkca gunah işlemekle dinden cıkmaz. Kufur dışında gunah işleyen kişi, ne kafir ne de munafık olur, imandan cıkmaz. Bu nedenle tevbesi olmayan gunah yoktur. Cenab-ı Allah "Ey iman edenler, samimi bir tevbe ile Allah'a donun" (Tahrim, 66/8) buyurarak gunah işledikleri halde kişilere iman kelimesiyle hitap etmiştir. Ancak, haramları ve helalları yalanlayıp inkar etmemek gerekir.
Tevbe etmekle kul hakkının sorumluluğundan kurtulunmaz. Bunun icin hak sahibinin hakkını odemek ve helallaşmak gerekir.

11- Hangi suclar buyuk gunahlardandır?

Ceşitli hadis-i şeriflerde anaya-babaya asi olmak, yalan yere şahitlik yapmak, yalan yere yemin etmek, haksız yere adam oldurmek, cephe-den kacmak, sihirbazlık yapmak, yetim malı yemek, icki icmek ve peygamberin (S.A.V.) soylemediğini ona isnad etmek gibi gunahlar buyuk gunahlardan sayılmıştır. Bazı alimler bu tur buyuk gunahların kırk'a kadar ulaşacağını beyan etmişlerdir.
Ehli sunnetin goruşune gore, ister buyuk, ister kucuk olsun, gunah ve masiyet, Allah'a şirk koşulmadıkca kişiyi imandan cıkarmaz. Bu gunahları isteyenlerin affedilmesi Allah'ın meşietine bağlıdır. Diterse affeder veya sucları kadar ceza gordukten sonra cennete girerler. Bu gunahları işlerken olenler, haramları helal, helalları haram itikat etmedilerse buyuk gunah işlemiş olurlar; fakat dinden cıkmazlar.
12- Gaybten haber vermek, gelecekten ve olacaktan haber vermek doğru mudur?

Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de mealen: "De ki: Goklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez..." (Nemi: 65) buyurulmuştur. Rasul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (gaybten haber veren kişiye) inanan kimsenin kırk gun namazı kabul olmaz" (Riyazu's-Salihin Tercemesi, 3/219, Hadis No: 1701) "Ona inanan kişi bana indirileni (kitabı ve vahyi) inkar etmiş olur" (Musned-i Ahmed b. Hanbel, 21 429 ve 4/66) buyurmuştur. Bu itibarla ceşitli akıl dışı işlemlerle gelecekteki olaylar hakkında olumlu veya olumsuz haber vermek iddiasına kalkışmak ve bunlara inanmak haramdır.

13- Cocuk iken olen Musluman cocukları ile gayri muslim cocukları ahirette aynı durumda mıdırlar?

İnsan dunyada hakiki şahsiyeti haiz olabilmek icin bir takım donemlerden gecmektedir. İnsan sağ olarak doğmakla dunyadaki şahsiyeti başlar. Sonra hak edinme ve bu haklardan istifade etme ehliyetini elde eder. Ruşt yaşına erince Allah'a iman ve dini hukumlere uymak ve uygulamakla yukumlu olur. Ancak, buluğ yani teklif cağına gelmeden vefat eden cocuklar, gunahsız sayıldıklarından dolayı ahirette sual olunmazlar ve cennete girerler. Gayri muslim cocukları konusunda İslam bilginleri farklı goruşler ileri surmuşlerdir. Doğru olan, bunların da Muslumanların cocukları hukmunde olmalarıdır. Zira onlar da İslam fıtratı uzerine doğmuş olup, erginlik cağına gelmeden oldukleri icin gunahsızdırlar. Bu yuzden onlar da kabir sualinden muaf olup, cennete girerler. Peygamber (S.A.V.) şoyle buyurmuştur: "Her doğan cocuk İslam fıtratı uzerine doğar. Ancak anne ve babası daha sonra kendi durumlarına gore onları ya Yahudi, ya Hıristiyan, ya da mecusî yaparlar."

14- Hıristiyan ve Yahudilerin mu'minleri cennete girecek mi?

Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz'in peygamber olarak gonderilmesinden sonra, butun insanların ve bilhassa Yahudi ve Hıristiyanların kendi dinî kitapları gereğince Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Peygamberliğini tasdik edip İslam'ı kabul etmeleri gerekir. Aksi takdirde kendi kitaplarını, dinlerini de inkar etmiş olurlar. Bu itibarla Allah'ın birliğine, Hz. Muhammed (S.A.V.)'in O'nun kulu ve elcisi olduğuna ve Kur'an-ı Kerim'deki butun esaslara, olduğu gibi iman etmeyen hic bir kimse İslam inancına gore cennete giremez.

15- Buyuk ve kucuk gunahlar hangileridîr? Bunlar nasıl affolunurlar?

Kucuk ve buyuk gunahların mahiyeti ve buyuk gunahların sayısı konusunda, İslam bilginleri arasında goruş ayrılıkları vardır. Bazı bilginler, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, buyuk suc olduğu beyan edilen fiiller buyuk gunahtır, demişlerdir.-Bazı bilginler ise, ayet ve hadis-i şeriflerde (namaz kılmamak, zekat vermemek gibi) hakkında tehdit ve azap bildirilen şeyler buyuk gunahlardandır, demişlerdir. Bir hadis-i şerifte ise, tevbe edilmeyip, ısrarla işlenen kucuk gunahların da buyuk gunaha donuşeceği, ifade buyrulmuştur. Gercek şu ki;
buyuk ve kucuk gunah izafi terimlerdir. Nitekim sevaplar da boyledir. Daha buyuğu ile karşılaştırılan her şey kucuktur. Daha kucuğu ile karşılaştırılan bir şey ise, karşılaştırıldığı şeye gore buyuktur. Bu itibarla aynı gunah, kendinden kucuğu ile mukayese edilirse, buyuk sayılır; kendisinden buyuğu ile mukayese edilince de kucuk olur. Mutlak ve en buyuk gunah, şirk ve kufurdur. Ondan buyuk gunah yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuk olduğu belirtilen gunahlar: Allah'a şirk koşmak, cana kıymak, sihir yapmak, faizcilik yapmak, yetim malı yemek, zina yapmak, yalan
olarak zina suclamasında bulunmak, savaştan kacmak, hırsızlık yapmak, icki kullanmak, yalancı şahitlik yapmak, yalan yere yemin etmek, başka-sının malını gasbetmek... gibi tiil ve davranışlardır. Buyuk gunahlardan dolayı Allah affetmez ise kul azap gorur. Kucuk gunahlardan dolayı da kulun azap gormesi ehli sunnet goruşune gore caiz gorulmuştur.
Allah'a şirk koşmak dışındaki tum gunahların şartlarına uygun olarak tevbe edilmesi halinde affedileceği bildirilmiştir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şoyle buyrulmuştur:
"Allah'ın rahmetinden umit kesmeyin! Cunku Allah butun gunahlan bağışlar."(Zumer, 53).
"Eğer yasaklandığınız buyuk gunahlardan kacı-nırsanız sizin, kucuk gunahlarınızı orteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız."(Nisa, 31)

16- Madem ki Hz. İsa sağdır, İncil de haktır, o halde yeni bir peygambere ihtiyac var mıydı?

Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de 'Ve Allah elcisi Meryem oğlu İsa'yı oldurduk" demeleri yuzunden (onları lanetledik). Halbuki onu ne oldurduler, ne de astılar; fakat (oldurdukleri kişi) onlara isa gibi gosterildi. Onun hakkında ihtilafa duşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık icindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hic bir sağlam bilgileri yoktur ve kesin olarak onu oldurmediler. Bilakis Allah onu (isa'yı) kendi katına yukseltti. Allah ve izzet ve hikmet sahibidir." (Nisa, 157-158) buyurmak suretiyle Hz. İsa'yı kendi katına yukselterek yahudilerin onu olduremediklerini beyan buyurmaktadır. Gorulduğu uzere, ayet-i kerimede Hz. İsa'nın sağ olduğu soylenmiyor, Onu Yahudilerin olduremediği belirtiliyor.
İslam bilginlerinin coğunluğuna gore Allahu Teala onu manevi semalardaki ozel yerine yukseltmiştir. Bazı İslam bilginlerine gore ise Allahu Teala onu yahudilerden korumuş, yahudiler onu oldurememiş, fakat eceli gelip vefat ettirmiş ve ruhunu ref’etmiştir. Bu itibarla Hz. İsa'yı, bedenen veya ruhen Allah kendi katına yukseltmiştir.
Biz Muslumanlar Allah'ın peygamberlerine ve onlara indirilen suhuf ve kitapların hepsine inanırız. Allah'ın peygamberlerine gonderdiği kitaplar dort tanedir, bunlar Hz. Musa'ya indirilen Tevrat, Hz. Davud'a indirilen Zebur, Hz. İsa'ya indirilen İncil ve son peygamber Hz. Muhammed'e indirilen Kur'an-ı Kerim'dir.
Ancak, Hz. Peygamber'den onceki peygamberler ve kendilerine indirilen kitaplar belli ve hususi bir kavme ve belirli bir zaman icin gonderilmişlerdir. Bu itibarla bu kitapların hukumleri de belirli kavim ve muayyen bir zaman icin gecerlidir. Hz. Peygamber'in peygamberliği ise hususi olma yıp umumidir. Butun insanlığa gonderilmiştir. Tebliğ etmiş olduğu dinin hukumleri, umumi ve kıyamete kadar devam edecektir. Bu itibarla Hz. Peygamber'in din ve şeriatı, kendisinden evvel gecen şeriatlerin Tevrat ve İncil'in hukumlerini kaldırmıştır. Ayrıca bugun elde bulunan Tevrat, İncil, indirildiği şekliyle muhafaza edilmiş değildir. Halen Hıristiyanların elinde bulunan ve "Ahd-i Cedid" adını taşıyan kitaplar, Hz. İsa'ya Allah tarafından indirilen İncil değildir. Bu Ahd-i Cedid mecmuası icinde yazarların isimlerine gore adlandırılan dort incil vardır. Bunlar, Hz. İsa'dan en aşağı yarım asır sonra yazılmıştır ve muhtevaları da birbirinden farklıdır. Bu itibarla; bugun elde bulunan Tevrat, İncil ve Zebur'u Allah'ın peygamberlerine indirdiği ilahî kitaplar olarak kabul edemeyiz. Avrupalı yazar ve ilim adamlarının ileri gelenleri de bu kitapların asıl mukaddes ve ilahî kitaplar olmadığını itiraf etmektedirler. Semavî kitaplar icinde her yonden tağyir ve tahriften uzak, indiği gibi muhafaza edilen ve kıyamete kadar da muhafazası Allahu Teala tarafından garanti altına alınmış olan yegane ilahî kitap, Kur'an-ı Kerim'dir.

17- İslam'da buyu var mıdır? Varsa nasıl korunmalıyız?

Buyu veya sihir, bir takım acaip işler vasıtasıyla, başkaları uzerinde tesirler meydana getirmektir. Sihrin gozbağcılık denilen gercek olmayan ceşitleri yanında, gercek netice ve etkileri olan ceşitleri de vardır.
Ancak,, mahiyeti ve nasıl etki yaptığı bilinememektedir. İslam dini, sihri inkar etmemiş;
fakat itikadı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kotuye kullanıldığı ve kontrolu mumkun olmadığı icin yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerim'de: "Sihir-bazın felah bulmayacağı" (Taha, 69) beyan buyurulmuştur. Sihir ve buyuye karşı korunmak icin, Allah'a sığınmak ve muavvizeteyn denilen Felak ve Nas surelerini okumak tavsiye edilir.

18- Falcılık nedir? Falcıya inanmak caiz midir?

İnsanın guzel bir olayla veya sozle karşılaştığında iyimserliğe; kotu bir hal ile karşılaştığında ise kotumserliğe kapılması, yaratılıştan gelen fıtrî bir hadisedir. Ancak, iyimserlik ve kotumserliğe kapılarak bu gibi hallerin tesiri altında kalmak kişiyi evhama sevk edeceğinden kotu sonuclar doğurabilir.
Arapcadaki "F-E-L" kokunden olan fal sozcuğu iyimserlik ve iyiye yorma manasına gelmektedir. Hayırlı ve hayra teşvik edici sozler de bu kabil-dendir. Bu manadaki fal icin peygamberimiz:
"İslam'da uğursuzluk yoktur. Ancak fal'ı (iyi sozu) beğenmekteyim" buyurmuştur. Gorulduğu uzere bir şeyi uğursuz saymak onun etkisinde kalmak yersiz ve dayanaksızdır. Bilakis umitvar olmak Allah'a guvenip O'ndan guc alarak hayatımızı değerlendirmek her Muslumanın gorevidir.
Gunumuzde halk arasında fai diye ifade edilen ve kahve fincanı veya bir takım şeylere bakarak kişinin geleceği ile ilgili hususlarda hukumler cıkarmak yanlıştır, dinimizde yeri yoktur.
Gunumuzdeki manası ile fal, cahiliyet doneminde muşriklerin uyguladıkları oklarla nasibini tespit etmek ve gelecekle ilgili bilgiler aktarmaktır ki, bunu yapmak ve ona inanmak dinen caiz değildir.

19- Mezhepler nicin ortaya cıkmıştır? Bunlarsız olmaz mı?

Mezhep; gidilecek yol, benimsenen metod, usuI ve goruş demektir. Dinde mezhep, herhangi bir İslam muctehidinin Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden ilmî metodlarla cıkardığı hukumlerdir.
Her Muslumanın dinî meseleleri doğrudan doğruya asıl kaynak olan Kur'an-ı Kerim ve sunnetten oğrenmesi mumkun değildir. Bunu ancak kendilerini dini ilimlere verip, ihtisas sahibi olan muctehid bilginler yapabilirler. Bundan dolayı halk, bolgelerinde yetişen bu muctehid bilginleri acıklamalarını, goruşlerini benimseyip onlara uymuşlardır. Bir muctehidin ictihad ve acıklamaları, geniş halk tabakaları tarafından benimsenince. kendiliğinden o bilginin adıyla bir fıkıh mezhebi ortaya cıkmış oluyor. Sahabeden sonra, Tabiîler ve onlardan sonra gelen devirlerde bir cok muctehid imamlar yetişmiş ve boylece bir cok fıkıh mezhepleri ortaya cıkmıştır. Fakat zamanla bu mezheplerin coğunun mensubu kalmamış ancak dort mezhep hukumlerinin uygulaması devam edegelmiştir.

20- Musluman birisinin mutlaka bir tarikata girmesi "emir'e" bir "şeyh'e" biat etmesi şart mıdır?
Bu hususu acıklar mısınız?


Tarikat, hakka ermek icin tutulan bir takım kuralları ve zikir yontemleri bulunan yol anlamınadır. Bu alanla ilgilenen Muslumanlara saflık ve duruluk anlamına gelen sufi denile gelmiştir. İlk sufiler kendilerinden tecrubeli ve yaşlı ustadlardan geniş olcude faydalanmakla beraber, belli bir tarikat kurmamışlardır. Goruşlerini ve manevi tecrubelerini sohbet yoluyla cevrelerinde toplananlara aktara gelmişlerdir.
Tarikatlar 6-7. asırlarda ortaya cıkmış, zamanla kurumsallaşmışlardır. Tarikatlarda herkes kendi meşrebine, ruh yapısına, dunya goruşune ve manevi zevkine gore bir yol tutar.
Bir tarikata intisab etmek gerekli midir?
İnsan, dinî ve hukukî emirlere karşı mukellef olabilmesi icin bir kac devreden gecer. Bu devreler, cenin, cocukluk, temyiz yaşı ve ruşd devreleridir. Buluğ cağına eren ve reşid olan her Musluman dinî mukellefiyetlerine hic aracı olmadan kendisi muhatap olur. Zira dinî nasslar mukellef bulunan her Musluman’a dolaysız olarak yoneliktir. Bu manadan olmak uzere Peygamberimiz (S.A.V.) İslam'da ruhbanlığın olmadığını bildirmiştir.
Allah Peygamberimize dini insanlara iletme, tebliğ etme ve oğretme gorevi vermiş, kulların iman edip etmemelerinin bile onun yetkisinde olmadığını bildirmiştir. Din bilginleri, tebliğciler, şeyhler ve bu yolda emek verenlerin rolu de, dini ve guzel ahlakı oğretmek ve Muslumanlara bu alanda kılavuz olmaktan ileri gecmez.
Kendisini şeyh olarak sunan kişi, etrafındaki Muslumanlara dini doğru şekilde oğretmeli, kendisinin ancak dini oğreten tebliğ eden ve cevresindekilere yardımcı olan bir kişi olarak bildirmelidir. Bu faaliyetlerinde rehberi ve onderi Kitap ve sahih sunnet olmalıdır. Bu iki kaynağa ters duşen gelişmelere sebebiyet vermemelidir.
Son yıllarda tarikat adına meydana gelen dinin tasvip etmediği gelişmelere cokca rastlamak mumkundur. Bu gelişmeleri gozonunde bulundurarak şunları soylemek gereklidir.
Tarikat uygun tanımıyla alim ve kamil bir murşidin denetiminde ibadet ve zikir yoluna koyularak İslam'da tevhid hakikatine ulaşmak icin tutulan kulluk cizgisidir. Tarikat imamları kendi adlarına birer tarikat kurmamışlar bu calışmalarını guruplaşmalara goturecek bir faaliyet olarak da sunmamışlardır. Ancak, kendilerinden sonra gelen muridler o imamların suluk ettikleri yoldan gittiklerinden bu yol o imamlara (şeyh) nisbet edilmiştir. Bu itibarla, Musluman icin asıl olan, inanmak, ibadet ve muamelat esaslarını ihtiva eden ve Allah tarafından peygambere vahyedilerek insanlara bildirilen hukumlerin tumune bağlı kalmaktır. Hicbir Musluman’ın herhangi bir tarikate girmek gibi bir dini yukumluluğu yoktur.

21- İslam'da rabıta var mıdır? İzah eder misiniz?

Rabıta Arapca "Rabata" kokunden turemiştir. Muslumanların birbirlerine bağlılığını, Allah yolunda sabretmelerini ve bekcilik yapmalarını ifade eder. Daha sonra İslam ulkesi sınırlarında bekleyenlere;
gerek suvari ve gerek piyade olsun, genellikle "murabıt" adı verilmiştir. Fıkıh terminolojisinde, "murabıt" Allah yolunda silah altında bulunan, kışla ve karakollarda duran, nobet bekleyen askerler demektir. Hz. Peygamber (S.A.V.) bu manada;
"Allah yolunda bir gun nobet beklemek, dunya ve icindekilerden hayırlıdır" buyurmuştur.
Bu kelime ile ilgili mana ve yorumlar boyle iken, bazı mutasavvıflar onu değişik manalarda kullanmışlardır. Onlara gore ribat veya Rabıta: Muridin kalben şeyhi ile beraber olması, bağlantı kurması, yani manevi birlikteliktir.
Muridin kendine şeyh olarak sectiği kişiyi yuceltip onun şahsını gonlunde tasavvur edip tazim etmekten ibarettir ki, bazı muridler yeterli temel dinî bilgiden mahrum oldukları icin bu konuda aşırılığa da duşebilmektedir.
Meşayih'in ruhlarından yardım ve medet ummak, onların, menfaatı temin edecek, mazarratları defedecek gucte olduklarına, gaybı bildiklerine inanmak, insanın dunya ve ahiret işlerinde bir takım tasarrufta bulunabileceklerini zannetmek yanlıştır. Bunların kabirlerini aynı inancla ziyaret edip onlara kurban adamak da dinen tehlikeli bir davranıştır.
Alimleri, faziletli insanları, Allah dostlarını sevmek, ilim oğrendiği kişilere karşı saygılı olmak bir Muslumandan beklenilen bir davranıştır.
Ancak, Allah'dan beklenilmesi gerekeni -kim olursa olsun- başkalarından beklemek dinimizin tevhid ruhuna aykırıdır. Bu anlamda rabrta, insanı şirke kadar goturebilir.

22- Peygambere "vahy" gelir derler "vahy" ne demektir?

Arapcada suratle işaret etmek, bir işte surat gostermek, yazı yazmak, elci gondermek, gizlice bir şey soylemek gibi lugat manası taşıyan vahyin dinî manası: Allah'ın, ilim ve hidayet turunden kullarının bilmesini istediği hususları sectiği elcilerine gayrı mu'tad ve gizli yontemle bildirmesi demektir.
Allah'ın Peygamberlerine vasıtasız veya melek-ler aracılığıyla oğutlerini, emir ve yasaklarını bildirmesine vahy denir. Allah'ın meleklerine hitabına da vahy denir. "Rabbin meleklere, şuphesiz ben sizinle beraberim, iman edenlere sebat telkin edin, diye vahyediyordu..."(Enfal, 12)
Kur'an'a gore vahyin muhatabı Peygamberlerdir. "Oncekiler gibi seni de, kendilerinden evvel nice ummetler gelip gecmiş olan bir ummete sana vahyettiklerimizi onlara okuman icin gonderdik." (Ra'd, 30)
Vahyin bir cok kısımları vardır:
a-Allah'ın, aracı olmadan Peygambere vahy etmesi,
b- Elcisinin kalbine ulaştırmak istediği bilgileri ilham yoluyla iletmesi,
c- Sadık ru'ya şekli,
d- Vahy meleği (Cebrail) vasıtasıyla vahyin geliş şekli bunlardandır.
Vahy getiren melek, Peygamber (SAV)'e bazen kendi gercek goruntusuyle, bazen insan suretinde, gelmekteydi.
Kur'an-ı Kerim, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla peygamberimize gonderilen Allah Kelamıdır.
"Onlara de ki: Size. benim yanımda Allah'ın hazineleri var demiyorum. Ben, gaybı bilmem. Size, hakikaten ben bir meleğim de demiyorum. Ben. bana vahyedilenden başkasına uymam." (En'am, 50)
"0 gonderilen, vahiyden başka bir şey değildir;
Onu, muthiş kuvvetlere malik, akıl ve fikir bakımından olgun olan Cebrail oğretti..."(Necm, 4-5)

23- İlham ne demektir? Kimlere gelir?

İlham kelime olarak lokmayı tutturmak veya yutturmak anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, Allah'ın, kulun kalbine feyz yoluyla ilka ettiği (koyduğu) bilgi veya ozel mana demektir.
İnsanın kalbine Allah tarafından ilka edilen manaya "ilham"; Şeytan tarafından ilka edilen tikir ve manaya da "vesvese" denir. Buna gore ilham hayır ve iyilik hissine munhasırdır. Kul bu bilgiyi bir gayret gostermeden elde eder. Gazzali'ye gore ilham'ın kaynağı ya Allah veya melektir.
Allah kullarına yonelik sahiplik ve murşitlik vasfını ya herhangi bir kulunun kalbine bir mana veya fikir ilka ederek veya peygamberlere risalet vermek sureti ile gosterir. Birincisine ilham ikincisine ise vahy denir. Veliler ilhamı almaya daha musaittirler. Zira kalpleri buna onceden hazırlanmıştır. İlham bu suretle, tefekkur ve istidlal yolu ile değil de, gelen ilham'ın nasıl, nereden ve nicin geldiğini soylemesine imkan vermeden, anî olarak kesbedilmesi bakımından, ilm-i aklî'den, ayrılır. Bu, Allah'ın bir feyzi olup, vahyden şu bakımlardan ayrılır: Vahy getiren melek peygamber tarafından gorulebilir ve vahyde mundemic olan mesajlar butun beşeriyete aittir. Halbuki ilham yalnızca buna mazhar olan şahsa mahsustur.
İlham, İslam bilginlerinin coğunluğuna gore, kendisine ilham vaki olan kişi dışındakiler icin, huccet sayılmaz. Ancak ilham peygamberden sadır olmuşsa o takdirde huccet sayılır. Sufilere gore ilham kimden sadır olursa olsun huccettir. '
Cumhurun gerekcesi şudur: Eğer ilham huccet kabul edilirse konu zabtu rabt altına alınamaz ve ceşitli tenakuz ve tezatlar yaşanır.

24- Tenasul uzvundan gelen sıvılar kac ceşittir? Dinî hukumleri nedir?

Tenasul uzvundan gelen sıvılar meni, mezi ve vedi olmak uzere uc ceşittir.
a) Meni: Şehvetle yerinden ayrılıp, şehvetli veya şehvetsiz olarak tenasul uzvundan dışarıya cıkan ve kendine mahsus kokusu olan beyaz renkli koyu bir sıvıdır.
b)Mezi: Tenasul uzvunun intişarından sonra, şehvetsiz olarak gelen beyaz renkli ince sıvıya denir.
c)Vedi: Kucuk abdestten sonra gelen, kokusuz, beyazımsı bulanık yapışkan sıvıdır.
Meni, mezi ve vedi her ucu de necistir. Diğer necasetlerde olduğu gibi, elbiseye bulaşan el ayası kadar olan mikdarı namazın sıhhatine engeldir.
Ancak, mezi ve vedi abdesti bozarsa da gusul yapmayı gerektirmez. Meninin ise şehvetle yerin-den ayrıldıktan sonra, şehvetli veya şehvetsiz olarak dışarıya cıkması ile gusul abdesti gerekir.

25- Saclan bıyıkları boyamanın gusle engel hali var mıdır?

Sacları veya bıyıklan kına ve benzeri, suyun nufuzuna engel olmayacak nitelikteki boyalarla boyamak gusul abdestine mani değildir.

26- Devamlı gozlerden yaş gelmesi abdesti bozar mı?

Gozde bir hastalık olmaksızın, gozden akan yaş abdesti bozmaz. Hastalık sebebiyle olan akıntı abdesti bozar. Bu akıntı devamlı ise, o kişi, sahib-i ozursayılır.
Gozden devamlı gelen yaşın bir hastalık sebebiyle olup olmadığına uzman bir doktor karar verebilir.
Sahib-i ozur sayılan kimse, her namaz vaktinde abdest alır. Ozur dışı sebeplerden dolayı abdesti bozulmadıkca, aynı abdest ile ve aynı vakit icinde, o vakte ait namazdan başka dilediği kadar kaza ve nafile namazları kılabilir. Vaktin cıkması ile ozurlunun abdesti bozulur; vakit girdikten sonra, tekrar abdest alır.

27- İş elbisesi ile narriaz kılmak caiz midir?

Namazın şartlarından birisi de necasetten (pislikten) taharettir. Kan, idrar, şarap, dışkı ve benzeri necasetler, namaz kılacak kişinin elbi-sesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde kesinlikle bulunmamalıdır.
Kişinin iş elbisesinde bu tur pislikler yoksa, namazın sıhhati yonunden, temiz hukmundedir. İşin cinsine gore iş elbisesinde bulunan badana, boya, madenî yağlar, pas, kir ve benzerleri namazın sıhhatine manî değildir.
Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kur'an-ı Kerim'in emridir. Orf, adet ve medeniyet gereği olarak camiye veya cemaate giden kimsenin en guzel elbiselerini giymesi cemaate saygının bir gereğidir. Aksini yapmak hoş değildir. Gerek evde, gerek diğer yerlerde tek başına da olsa namazların temiz ve guzel bir kıyafetle kılınması, şuphesiz daha iyidir.

28- Sabah namazının başlangıc ve bitiş vakti ne zamandır?

Fecr-i Sadık yani takvimlerde imsak vakti olarak gosterilen saatte sabah namazının vakti girer. Guneşin doğmaya başlaması ile sabah namazının vakti cıkmış olur. Bu sure icinde kılınmayan namaz kazaya kalmış olur ve kaza niyyetiyle kılınır. 0 gunun sabah namazı oğleden once kaza edilirse sunnetiyle birlikte kaza edilir.

29- İmsaktan hemen sonra sabah namazı kılınabilir mi?

İmsak vaktinin girmesi ile yatsı vakti cıkmış, sabah namazı vakti girmiş olur. Bu itibarla imsak vakti girince (yani Fecr-i sadık denilen tan yerinin ağarması olayı başlayınca) sabah namazı kılınabilir.

30- Sabah namazı kuşluk vaktinde nasıl kılınır? Eda mı kaza mı?

Guneşin doğmaya başlaması ile sabah namazının vakti cıkmış olur. Daha sonra, o gun oğle vaktinden once kılınmış da olsa artık o namaz eda değil, kazadır. Ancak aynı gun oğle vaktinden once kaza edildiği takdirde sabah namazı sunneti ile birlikte kaza edilir. Daha sonra kaza edildiği takdirde artık sunnet kılınmaz.

31- Hoparlorle ezan okumak, namazda imama uymak caiz midir?

Hoparlor sesin kuvvetini artırıcı bir alettir. Hoparlorden cıkan ses, aksi seda (yankı) değil;
mikrofon başında okuyan veya konuşan kişinin kendi sesidir. Bu itibarla, daha uzaklardan duyulması icin ezanın mikrofondan okunmasında; vaiz, imam ve muezzinin sesinin caminin her tarafından duyulması icin camilere hoparlor konulmasında ve cami icinde imamın hoparlorden duyulan sesine iktida edilmesinde dinen bir sakınca yoktur.

32- Ezanı muteakip okunan ezan duası imam tarafından okunup cemaat "Amin" dese; caiz mi?

Ezanın sonunda, hem muezzin, hem de ezanı işitenlerin, salavat-ı şerife okuyup vesile duasında bulunmaları mustehaptır. Bunu da kendi başlarına ve kendilerinin işitecekleri seviyede yapmalıdırlar.
Cemaatten birinin yuksek sesle "vesile duasını" okuması cemaatin de "amin" demesinin adet haline getirilmesi bid'attır. Cemaatin bu duayı ezberlemesi gorevlilerce sağlanmalı, bunu bilmeyenlerin başka salat-u selamları okuyabilecekleri de unutulmamalıdır.

33- Namazdan sonra beraberce tesbih cekmenin bid'at olduğunu, tesbihin sunnet olmadığı,daha sonra bid'at olarak ortaya cıktığını soyluyorlar. Siz ne dersiniz?

Namazların sonunda yapılan tesbihat mustehaptır. Cemaatle toplu halde yapılabileceği gibi, tek başına da yapılabilir. Sozkonusu tesbihatın mustehaplığı hadis-i şerifle sabittir.

34- Camiye giren oradakilere selam vermeli midir?

Meşguliyet nedeniyle verilen selamı alma imkanı olmayanlara selam verilmez. Mesela, yemek yiyen, abdest bozan, zikır, tesbih, ezan ve ikametle meşgul bulunanlara, namaz kılanlara, vaaz ve nasihatta bulunanlara ve bunları dinle-yenlere selam vermek mekruhtur.
Bunlardan biriyle meşgul olmayıp, verilen selamı alma imkanı bulunan kimselere, cami icinde de olsa, selam vermekte bir sakınca yoktur.

35- Namazda herkes imam olabilir mi? İmametin şartları nelerdir?

Cemaatle namaz kılmak erkekler icin sunnet-i muekkededir. Cemaatle kılınan namaz, munferit olarak kılınan namazdan yirmibeş veya yirmiyedi derece efdaldir. Cemaatle namaz kılabilmek icin, bir imam gereklidir. İmamlık yapacak kişilerde şu şartlar aranır:
1. Musluman olması,
2. Akıllı olması,
3. Buluğ cağına ermiş olması,
4. Erkekolması,
5. Namaz sahih olacak olcude Kur'an-ı Kerim'i okuyabilmesi,
6. Kekemelik, pepelik, abdest tutamamak gibi, imamlığa engel bir ozrunun bulunmaması.
Yukarıdaki nitelikleri taşıyan, her Muslumanın arkasında, namaz kılmak caizdir. Aynı derecede ummî olanlar birbirlerine İmamlık yapabilirler.

36- İmama uyan kimse kendi hatası icin sehiv secdesi yapar mı?

Cemaatten birinin imama uyarak kıldığı namaz-da; kendi yaptığı sehvden dolayı ne kendisi ne de İmam icin sehiv secdesi gerekmez.

37- Cemaat imama, caminin alt, ust ve yan odalarından iktida edebilir mi?

Bir mescidin icerisi ve avlusu mescid olduğu gibi bitişik muştemilatı, alt ve ust katları da, imama iktida bakımından mescit hukmundedir. Keza mescitlerin "Fina-i mescit" denilen etrafı, yani kendilerine bitişik olup aralarında yol bulunmayan sahaları da imama iktida hususunda mescit hukmundedir. Bu itibarla, saflar adı gecen yerlere kadar uzanmasa bile, buralardan imama iktida sahihtir.
38- Cami icinde saflar dolmadan, muezzin yanından, yani arkadan imama uymak caiz midir?

Cami icinde on taraflarda boşluk varken, zaru-ret bulunmadıkca gerilerden imama uymak caiz ise de mekruhtur.

39- Camide ozel bir yeri sahiplenmek, seccade sermek doğru mudur?

Bir kimsenin cami ve mescitlerde kendisi icin ozel bir yer tayin ve tahsis ederek namazları daima orada kılması mekruhtur.

40- Helal olmayan bir para ile yapılan camide ibadet makbul mudur?

Dinen haram olan işleri yapmak suretiyle elde editen kazancın, karşılığında sevap beklemeden (yol, kopru, ceşme... gibi yerlere sarfedilerek) elden cıkarılması gerekir. Bu tur kazancların cami ve mescid gibi mukaddesatla ilgili yerlere sarfı İslam bilginlerince mekruh gorulmuştur. Ancak meşru yoldan elde edilmeyen para ile cami yapıt-dığı takdirde bu camide namaz kılınır, kılınan namazların iadesi gerekmez.

41- İşyerinde namaz kılmak icin işverenin izni şart mıdır?

Musluman bir işcinin calıştığı yerde namaz kılması icin iş disiplini ve duzeni acısından işverenin veya amirinin iznini alması uygun olur. Yine aynı şekilde işverenin veya iş yerinde sorumluluk alan kimsenin Musluman işci calıştırması halinde onların gunluk dini gorevi olan namazlarını kılabilme imkanını sağlaması gerekir.
İşcinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla işveren bilhassa farz ve vacip namazların kılınmasından işcisini men edemez. Cunku Allah'a isyan konusunda mahluka itaat yoktur. Aksi halde işcinin, ibadetini yapabileceği başka bir iş bulması gerekir.

42- Secde ayeti okununca hemen secde etmek şart mıdır?

Kur'an-ı Kerim'de 14 secde ayeti vardır. Bunlar-dan birini okuyan veya işiten her mukellefin secde etmesi icap eder. Namaz dışında secde ayeti okunur-okunmaz hemen secde edilmesi vacip değildir. Daha sonra musait bir zamanda yapılabilir. Ancak, zaruret bulunmadıkca tehir edilmemesi uygun olur.
Namazda okunduğu takdirde ise, secde ayetin-den sonra, uc ayetten daha cok okunacaksa, hemen secde edilir ve kıyama kalkıp kıraate devam edilir. Secde ayetinden sonra, ancak uc ayet veya daha az okunacak ise namazda yapacağı ruku' ve secde ile tilavet secdesi de yerine getirilmiş olur; ayrıca secde gerekmez.

43- Namaz esnasında alın secdede iken, ayakların yere değmesi nasıl olmalıdır?

Bir hadis-i şerifte "yuz (alın) iki eller, iki dizler ve iki ayak ucları olmak uzere yedi aza uzerine secde etmekle emrolundum" buyrulmuştur. Bu itibarla namaz kılan kişi secdede alnını burnunu, iki ayağını ve iki eli ile iki dizini yere veya yere bitişik bir şey uzerine koyar. İki ayağın veya en az bir ayağın parmakları yere konulmadıkca secde sahih olmaz.
44- Namazda secde edilen yer ayağın bastığı yerden ne kadar yuksek olursa secde sahih olmaz?

Secde edilen yerle namaza durulan yerin aynı
yukseklikte olması asıldır. Secde edilen yerin yuksekliği, ayak basılan yerden, on iki parmak (yaklaşık 23 cm)'1an daha yuksek olmamalıdır. Secde yeri daha fazla yukseklikte olursa, secde sahih olmaz.
Cemaatin kalabalık olması nedeniyle arka safta bulunanlar, on saftakilerin sırtına secde ederek namaz kılmaya mecbur kalırlarsa; (secde eden ve sırtında secde edilen kimseler aynı namazı cemaatle kılmış olmak şartı ile) yuksekliğe itibar edilmez; secde ve namaz sahihtir.
45- Kadınlar başı acık namaz kılabilirler mi? Cuma namazı kılabilirler mi?
a) Kadınların el, yuz ve ayakları haric butun uzuvları avrettir. Yani ortulmesi farzdır. Bu itibarla kadınların baş acık namaz kılmaları caiz değildir.
b) Kadınlara cuma namazı farz değildir. Bunun-la beraber camiye gidip cemaatle cuma namazını kılarlarsa, o vaktin farzını eda etmiş olurlar. Bu takdirde o gunun oğle namazını kılmaları gerekmez.
46- Kadının imameti caiz midir?
Kadının kadına imameti caiz, fakat mekruhtur. Eğer kadınlar kendi aralarında cemaatle namaz kılacak olurlarsa, imam olacak kadın, erkekler gibi one gecmez. Safın arasında durur. One gecmesi mekruhtur.
47- Bir hanım namaz kıldıktan sonra sacını acarsa abdesti bozulur mu?
Gerek namazdan once, gerek namazdan sonra, bir hanımın başını veya başka bir uzvunu acması ile abdesti bozulmaz. Başı ve ortulu olması gereken diğer uzuvları ortulu olarak kıldığı namazı sahihtir. Ancak, hanımların, namaz dışında da (el, ayak ve yuz haric) dinen kapalı bulunması gereken uzuvlarını, aralarında evlilik caiz olan yabancı erkekter yanında acık bulundurmaları haramdır.
48- Musluman bir kadın pantolon giyebilir mi? Bununla namaz kılabilir mi?
Namaz icin ozel bir kıyafet yoktur. Tesetturu sağlayan teni gosterecek derecede ince, şeffaf ve vucut hatlarını belirtecek derecede dar olmayan her temiz elbise ile namaz kılmak caizdir.
Bu itibarla dar olmayan pantolon veya herhangi bir elbise ile hanımların namaz kılmasında dinen bir sakınca yoktur. Ancak hanımların, hanımlara mahsus kıyafetleri, erkeklerin de kendilerine mahsus giyim ve kıyafet şekillerini tercih etmeleri gerekir.
49- Erkeklerin kendilerini goreceği yerlerde,
kadınların namaz kılarken kıyamı terketmeleri yani namazı oturarak kılmaları caiz midir?
Farz namazlarda kıyam, namazın farzlarındandır. "Erkekler goruyor" gerekcesiyle hanımların farz olan kıyamı terkedip, oturarak namaz kılmaları caiz değildir.
50- Kadınların vakit namazlarında camiye gitmeleri caiz midir?
Kadınların namazlarını evlerinde kılmaları efdal ise de; namaz vakitlerinde mescide giderek, kendilerine ayrılan bolumlerde namazlarını kılmalarında vaaz ve nasihat dinlemelerinde dinen bir sakınca yoktur
51- Kadınlar teravih namazına camiye gitmekle daha cok sevap mı kazanırlar?
Kadınların, namazlarını evlerinde kılmaları daha faziletli olmakla birlikte, gunumuzde camide va'z dinleyerek, bilmedikleri şeyleri oğrenmeleri, imamın arkasında namaz kılarken, hatalı okuyuşlarını duzeltme imkanı elde etmeleri ve cemaat faziletini kazanmaları bakımından, tesettur ve İslamî adaba riayet ederek teravih namazı icin cami ve cemaate gitmelerinde bir sakınca yoktur.
52- Teravih namazı ne kadar suratli kılınabilir?
Teravih namazı Ramazan-ı şerife mahsus yirmi rek'at, sunneti muekkede bir namazdır. İki rek'atte bir selam verildiği takdirde akşam namazının sunneti gibi dort rek'atta bir selam verildiği zaman yatsı namazının dort rek'at ilk sunneti gibi kılınır. Hangi namaz olursa olsun, daima tadil-i erkana riayet edilmesi gerekir.
Teravih namazı, cemaat halinde kılındığı zaman imamın cemaatı bıktıracak olcude uzun kıraat yapması uygun olmadığı gibi Fatiha'dan sonra kısa bir sure veya uc kısa ayetten noksan okunması da uygun değildir. Harflerin hakkı verilmeli, suratli okuyacağım diye harfler birbirine karıştırılmamalıdır. Oturuşlarda Tehiyyattan sonra salli, barikler de tam okunarak kılınmalıdır.
53- Teravih sekiz rek'at kılınır mı?
Teravih namazı Ramazan-ı şerife mahsus yirmi rekattan ibaret sunneti muekkede bir namazdır. Sekiz rek'at kılan bir kimse bu namazı tam kılmış sayılrnaz. Zaruri bir durum bulunmadıkca 20 rek'atın tam kılınması uygun olur. Ancak sekiz rek'at kılan kimse de kıldığı kadarının sevabını alır.
54- Kandil gecelerinde ozel bir namaz var mıdır?
Kandil gecelerine ait ozel bir namaz yoktur. Fakat bu mubarek geceleri, kaza namazı veya nafile namaz kılarak, Kur'an okuyarak, tevbe istiğfar ederek ve diğer ibadetlerle değerlendirmek uygun olur.
55- Kabir namazı diye bir namaz var mıdır?
Hz, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in kıldığı ve kılınmasını tavsiye ettiği namazlar arasında "kabir namazı" adıyla bir namaz yoktur.
Fazla sevap kazanmak maksadıyla bir kimse istediği kadar Allah rızası icin nafile namaz kılabilir.
Fakat, dinin aslında olmayan bir isim ile namaz ihdas etmek doğru olmaz.
56- Sunnet namazlar terkedilir mi?
Sunnet namazlar, sunnet-i muekkede, sunnet-i gayri muekkede olmak uzere ikiye ayrılır.
Sunnet-i Muekkede olan namazlar, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in devamlı kılıp pek az terketmiş oldukları sunnetlerdir. Bu sunnetlerin yapılması sevaptır. Kasten terk edilmesine azap yok ise de; itap (azar) vardır. Ancak aşırı yorgunluk, hastalık ve benzeri durumlarda sunnet namazlar terk edilebileceği gibi yolculuk esnasında seferi durum da da terk edilebilir.
Sunnet-i gayri muekkede; Peygamber Efendimiz'in ibadet maksadı ile ara-sıra yapmış oldukları şeylerdir. Bu sunnetlerin yapılması guzeldir. Sevaba ve Peygamberimiz'in şefaatine vesiledir. Kılanlar, sevabını alırlar; terk edilmesi ise azarlanmayı gerektirmez.
57- Namaz borcu olan kimselerin, sunnet yerine kaza namazı kılmaları mı,
yoksa sunnetleri terketmemeleri mi daha iyidir?
Hanefi mezhebine gore, uzerinde namaz borcu olan kimselerin, kaza namazı kılmaları beş vakit namazın farzlarından once ve sonra kılınmakta olan revatib sunnetleri ile, teravih, duha ve tesbih namazı gibi kılınması hakkında Rasulullah (S.A.V.)'in emir ve tavsiyesi olan namazlar mustesna- diğer nafile namazları kılmalarından efdaldir. Yani uzerinde namaz borcu olanlar, uzerimde kaza namazım var diye revatip olan sunnetleri terketmezler. Hem bu sunnetleri eda ederler, hem de fırsat buldukca vaktinde kılamadıkları namazları kaza ederler.
Rasulullah (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:
"Kutun kıyamet gunu ilk hesaba cekileceği konu, farz namaztardır. Eğer bu tamamsa işi kolaylaşmıştır. Aksi hatde, "bakın bakalım, nafileden, bir şeyi var mı?" denir. Nafile ile farz eksikleri tamamlanır.."buyurmuştur.
Malikî, Şafiî ve Hanbeli mezheplerine gore ise namaz borcu olan kimselerin sabah namazının sunneti dışında, revatip'ten olsun, olmasın, nafile namaz ile meşgul olmaları uygun değildir. Bir an once borclarını kaza etmeleri gerekir.
58- Kaza namazlarının her namazın arkasında kılınması şart mıdır?
Kazaya kalmış farz ve vacip butun namazlar kerahet vakitlerinin dışında her zaman kılınabilir. Bunlar icin belirli bir vakit yoktur. Ancak, duzenli bir şekilde namaz borclarını tamamlamak icin, kaza namazlarını vakit namazlarının peşinden kılmayı prensip haline getirmek guzel bir hare-kettir.
59- Kaza namazını emreden ayet ve hadisler var mıdır?
Namazları vaktinde kılmak farz olduğu gibi vaktinde kılınamayan farz namazların kazası farz; vacip namazların kazası ise vaciptir. Kur'an-ı Kerim'de gecen "namazı kılın" emri, edaya şamil olduğu gibi kaza namazlarına da şamildir. Cunku emredilen bir şey, eda veya kaza edilmedikce yerine getirilmiş olmadığından zimmetten sakıt olmaz. Bu emir, Kur'an-ı Kerim'in yuz kusur yerin-de gecmektedir. Bu itibarla kaza namazları Kur'an'da yoktur demek yanlıştır. Ayrıca bu konuda bir cok hadis-i şerif vardır. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz; "Uyku veya unutkanlık sebebiyle namazını vaktinde kılamayan, hatırladığı zaman hemen kılsın" buyurmuştur. Asrı saadetten beri de buna muhalefet eden hicbir kimse bulunmamıştır. Şu halde namazların kaza edilmesi kitap, sunnet ve icma-i ummetle sabittir.
60- İkamet ettiği yerle işyeri arası (90) kilometreden fazla olsa,
her gun gidip gelse bu kişi yolda ve işyerinde devamlı seferi mi olur?
Bir kimse ikamet ettiği yerden en az 90 km. uzağındaki iş yerine her gun gidip geliyorsa o kimse icin her iki yer de Vatan-ı aslî sayılır. Her iki yerde de namazlarını, dort rek'at olarak kılar. Bu iki yer arasındaki yolculuk esnasında ise dort rek'atlı farzları iki rek'at olarak kılar.
61- Seferilikte veya yeraltında madende calı-şan bir kimse cem-i takdim veya cem-i tehir yapabilir mi?
Hac mevsiminde Arafat'da oğle vaktinde oğle ile ikindi namazlarını Muzdelife'de yatsı vaktinde akşam ile yatsıyı cem etmenin dışında, Hanefi mezhebinde cem-i takdim veya tehir yapmak caiz değildir. Şafii mezhebinde ise sefer halinde cem-i takdim ve cem-i tehir caiz gorulmuştur. Gerektiğinde Şafiî mezhebindeki ictihatla amel edilebilir.
62- Cuma namazı misafire farz mıdır? Misafir kişi cuma namazı kıldırabilir mi?
Cuma namazının farz olmasının şartlarından biri de mukim olmaktır. Dinen misafir sayılan kimselere cuma namazı farz değildir. Ancak, kıldık-ları takdirde farz olarak sahih olur ve ayrıca oğle namazını kılmaları gerekmez.
Misafir olan bir kimse, cuma namazında mukim olan cemaate imam olabilir. Uzerine cuma namazı farz olmayan kimseler cuma namazını kıldıkları takdirde uzerlerinden o gunun farz olan oğle namazı sakıt olur.
63- Cuma gunu imam minberde iken camiye gelen kimse, cumanın ilk sunnetine başlayacak mı?
Cuma gunu imamın minbere cıkmasından itiba-ren, hutbeyi bitirinceye kadar, namaz kılmak, konuşmak, konuşana sus demek, selam alıp vermek, Kur'an okumak, tesbih cekmek, dua edene "amin" aksırana "yerhamukallah" demek caiz değildir.
Camiye, imam minbere cıktıktan sonra gelenler, oturup ezanı ve hutbeyi dinlemeli, cumanın ilk sunnetini farzdan sonra kılmalıdırlar.
64- Turkiye Daru'l-İslam mıdır? Bazı kimseler Turkiye'de cuma namazı kılınmaz diyorlar ne dersiniz?
İslamî hukumlerin acıkca icra edildiği veya Muslumanların İslamî hukumleri icra imkanına sahip olduğu ulkelere "daru'l-İslam"; bunun aksi olan ulkelere de "daru'l-harb" denir. Nufusunun ekserisi Musluman olan ulkeler de "Daru'1-Harp" sayılmaz.
Ayrıca; nufusunun tamamı veya coğunluğu Musluman olmasa bile, islamî hukumlerin icra edilebildiği memleketler "daru'l-İslam" sayılır. Bu itibarla, Turkiye "daru'l-İslam"dır; "Daru'1-harb" değildir. Aksini iddia dinî hukumlere aykırıdır, insafsızlıktır. Bu itibarla Turkiye'de cuma namazının kılınması farzdır.
65- Kilisede namaz kılınabilir mi?
Zaruret bulunmadıkca kilisede namaz kılmak mekruhtur. Ancak namaz kılınacak uygun başka bir yer bulunamadığı takdirde, temiz olmak kaydıyle orada namaz kılınmasında dinen bir sakınca yoktur. Kilise, Havra vb. gayri muslimlere ait ibadet yerleri satın alınarak veya başka yollarla cami haline getirilirse mescit hukmunu alır. Artık o yerde namaz kılmakta hicbir sakınca kalmaz.
66- Pijama ve sabahlık ile kılınan namaz caiz midir?
Setr-u avrete riayet etmek ve temiz olmak şartı ile ev kıyafeti olan pijama ve sabahlıkla namaz kılmak caizdir.
67- Kısa kollu gomlekle, dar pantolonla namaz kılmak caiz midir?
a) Erkeklerin uzun kollu gomlekle kollarını sıva-***** namaz kılmaiarı mekruh ise de kısa kollu gomlekle namaz kılmaları mekruh değildir.
b)Tesetturu sağlayan temiz her elbise ile namaz kılmak caizdir. Ancak uzuvlar belli olacak şekilde dar pantofonla namaz kılmak mekruhtur.
68- Namaz icinde bazıları el hareketi goz hareketi yaparlar, elbiseleriyle oynarlar.
Boyle kılınan namaz kabuf olur mu?
Namaz kılan insan Allah huzurunda bulunuyor demektir. Namazla ilgisi olmayan ve namazı ıslaha
yonelik olmayan bazı hareketler namazı bozar. Şoyle ki:
a)Namaz icinde yapılan hareketi karşıdan goren birisi o hareketi yapanın namazda olmadığı kanaatına varırsa -buna "amel-i kesîr" denir ki- bu hareketi yapan kişinin namazı bozulmuş olur. Namaz k&#