İlahi Aşk ve Cezbe, Şehvet, Allah’ın el-Vedûd Guzel İsmi
Tasavvufun temeli aşk ve cezbeye dayanır. Cezbe irade dışı olarak Allah’a (c.c.) doğru cekiliş demektir. Aşk da boyledir. Tasavvufun temeli aşk ve cezbe derken iki kavramı da, yani aşk ve cezbeyi birbirinin yerine kullanmıştık. Gercekte ise aşk gizli iken cezbe acıktadır. Yani ilahi aşk kendisini bedende cezbe ile gosterir. Cezbe ceşitleri ise pek coktur. Tasavvuf kitaplarında cezbenin iki yuzden fazla ceşidi olduğundan soz edilir. Ama ilahi aşkın kaynağı değişmez. Birdir. O da Allah’tır.

Aşk ve cezbe kuldan kaynaklanmaz. Allah’tan gelir. Yani ilahidirler. Zira Allah’ın bir guzel ismi de el-Vedûd’dur. El-Vedûd (Allah [c.c.] muminleri sever; Allah [c.c.] sevilecek asıl varlıktır) guzel ismi, Allah Âşıklarında, ariflerinde ilahi aşk ve cezbe olarak tecelli eder.

Allah (c.c.) neslin devamını kadın ile erkek arasında koyduğu aşk ve sevgiye bağlamıştır. El-Vedûd guzel ismin en buyuk ve dikkati ceken tecellisi burada gorulur. Bu sayede eşler ailenin onca sıkıntısına goğus gererler.

Kuşkusuz insanın Allah’ı (c.c.) sevmesi kadar O’ndan korkması da gerekir. Bazı insanların Allah’ın (c.c.) yasaklarından kacınmadıkları ve emirlerini yerine getirmedikleri halde Allah’ı (c.c.) sevdiklerini iddia etmeleri kuru bir sozdur. Gercek sevgi sevileni memnun etmekten gecer. Oyleleri nefislerine uymanın verdiği bir coşkuyla ve dunyada herhangi bir cezaya carptırılmamış olmanın cureti ve guven duygusu ile boyle bir iddiada bulunmaktadırlar. HÂlbuki dunya bir hikmet ve imtihan yurdudur, ceza ve odul yeri ahirettir. Gerci O’nun yuce hikmeti gereği daha ahirete intikal etmeden de bazı kimselere bu dunyada yaptıklarının bir kısmının cezası tattırılır.

Allah’ı (c.c.) sevmek kuru bir soz olmamalı, O’nun emir ve yasakları ve rızası istikametindeki bir yaşam bicimiyle kanıtlanmalıdır.

Allah’ın haram kıldığı şeyleri işleyen kişiler, Allah’ı (c.c.) değil nefislerini sevmektedirler. Nefis sevgisi ise zamanla insanları tapılacak putlara goturur. Cağımızda insanların en cok taptıkları put ise paradır.

Allah’ın (c.c.) insanı sevmesi ise ayrı bir konudur. Kuran-ı Kerim’de gecen el-Vedûd guzel ismi ile ilgili aşağıdaki ayet-i kerimeler, buna onemli bir ışık tutmaktadırlar. Buyuk bir sırrı da barındırmaktadırlar: “O, cok bağışlayandır, sevendir (Burûc suresi, ayet 14).”, “Rabb’inizden af ve mağfiret dileyin. Sonra gunahlarınıza tovbe edip O’na sığının. O sizi affeder ve korur. Gercekten benim Rabb’im esirgeyendir, sevendir (Hûd suresi, ayet 90).”

Dikkat edilirse her iki ayet-i kerimede de Allah’ın (c.c.) sevgisi, bağışlama (el-Gafûr) ve esirgeme (er-Rahîm) anlamına gelen guzel isimlerinden sonra gecmektedir. Bunlar da kulun Allah’a (c.c.) tovbe edip gunahlarının affı icin sığındığı durumları karşılamaktadır. Demek ki Allah (c.c.), kulun tovbe ile kendisine yonelmesine sevinmekte ve boyle birisini de sevmektedir. Allah’ın (c.c.) sevgisi ise evrendeki en guzel şeydir. Kul icin bundan daha guzel bir şey yoktur.

Şu hadis-i şerif de tovbe eden birisine karşı Allah’ın (c.c.) sevincini ve sevgisini acıklaması bakımından değerlidir: “Herhangi biriniz, ıssız bir colde yiyeceklerle yuklu devesi ile birlikte giderken devesi elinden yiyeceklerle birlikte kacsa o durumda ac ve uzuntulu bir halde olumu beklerken aniden devesinin geri geldiğini gorse şaşkınlık ve sevinc icinde şoyle demez misiniz: ‘Allah’ım Sen benim kulumsun, ben de Senin Rabb’inim.’ Yemin olsun ki, tovbe eden kimsenin tovbesinden dolayı yuce Allah’ın (c.c.) sevinci, işte bu kulun sevincinden daha ustundur.”

El-Vedûd guzel ismi ile kula duşen gorev, gunahlarına tovbe ederek Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları ve rızası istikametinde bir yaşam bicimiyle O’nun sevgisine talip olmaktır.

İlahi aşk ve cezbe daima tovbe ve istiğfar halinde olan muminlere tecelli eder. Peygamberimizin (s.a.s) gunde 70 kere (başka bir rivayette 100) kere tovbe ve istiğfar etmesi de boyle bir sırra sahiptir. Bilindiği uzere peygamberler ismet sıfatları icabı gunahlara duşmezler. Ama onların her daim tovbe ve istiğfar etmeleri ilahi aşk ve cezbeyi davet etmekteydi, bu da Allah (c.c.) indindeki derecelerini ve makamlarını yukseltiyordu. Her ulaşılan makam ve derece, bir onceki icin tovbe ve istiğfarı gerekli kılıyordu. Bu boylece devam edip gidiyordu.

Tasavvuf ve tarikat yolu tovbe ve istiğfarla başlar ve devam eder. İlahi aşk ve cezbe de bunun mukÂfatı olarak peşinden gelir. Bunun sonu yoktur. Veliler de bu yolla makam ve derecelerini artırırlar. Nefis pişmanlık ateşi ile erir ve ruh da bu sırada ilahi aşk ve cezbe ile coşar. Pişmanlık ateşi ile erimeyen nefis ruhu hapsetmiştir. Bu yuzden ruhun aşka gelmesi ve coşması imkÂnsız bir hale gelir. Nefis aşk ve cezbe halini yaşayamaz. Aşk ve cezbe hali sadece ruha mahsustur.

Nefis ancak helal dairedeki şehvetle kendisinden gecer, yatışır. Nefis icin şehvetten daha buyuk bir zevk kaynağı yoktur. Bunun icin adeta ona tapar. Şehvet ise bizim hayvanlarla olan ortak yanımızdır. Bizi bu dunyaya bağlar. Dunya hayatının hedefi de onun uzerine kuruludur. Aile kurmamızda ve evlat sahibi olmamızda gerekir. Bu acılardan yararlıdır. Aile hayatını da kucuk gormemek gerekir. Cunku bu dunyada cennet hayatının nuvesi aile hayatıdır. Nefis ancak aile hayatı ile teskin olup huzura erer. Ama şehvetin ilahi aşkla hicbir ilgisi yoktur. İlahi aşkın verdiği zevk yanında o bir hictir. Zevk alma acısından ilahi aşk bir guneşse şehvet ancak bir mumdur. Cunku şehvet ancak kendisi gibi bir nefis olan başka bir nefisle kaynaşırken zevk verir ve insanı tatmin eder, ilahi aşk ise Âlemlerin yaratıcısı Allah’a karşı duyulur. İlahi aşk hicbir zaman tatmin olmaz, gun gectikce daha cok kavurur. Nefis meşru daire dışında şehvet ateşine duştuğu zaman insanı hayvanlardan daha aşağı bir tabakaya indirir. Bu azmış ve bela arayan nefistir. Eğer tovbe nasip olmazsa bela ve musibet hem dunyada hem ahrette bu nefis sahibine mutlaka isabet eder. Hadis-i şeriflerde cehennemin ikinci katının zina edenlere ayrıldığı belirtilmektedir. Allah bundan muhafaza buyursun. Âmin. Şehvetiyle imtihan edilmeyen nefis yoktur. Hele ilahi aşk yolcusu şehvet hususunda elinin rahatlıkla uzanacağı veya bizzat karşı taraftan gelen davetlerle, baştan cıkarmalarla hem ins hem de cin sınıfındaki cok guzel dişilerle imtihan edilmeden ve bu imtihanları da gecmeden Allah dostu mevkisine cıkarılmaz. İnsan boyle bir şehvet karşısında Allah aşkını tercih ederse buyuk bir devlete erer. Gonullerin sultanı olur. Bu da ancak gercek erlerin başarabileceği bir yiğitliktir. Geniş anlamda şehvet bizi dunyaya bağlayan butun bağlara denir. Hak Âşıkı bu bağlara yaşamı icin zaruri nesneler olcusunce değer verir. Onun icin sevgilinin murakabesi dışında hicbir şey değerli değildir.

Nefsin tovbe ve istiğfarla oluşan pişmanlık hali, tasavvufta cok onemlidir. Bazı sofiler tarikata intisaplarında gunahlarına tovbe ve istiğfar ile başlangıcta guzel haller yaşarlar. Sonra tovbe ve istiğfar devrinin bittiğini sanırlar. Artık Allah (c.c.) kendilerini affetmiştir, diye duşunurler. HÂlbuki her ibadetten sonra tovbe ve istiğfar etme tarikat adabındandır. Cunku her ibadette kusurlarımız pek coktur. Allah’a layık ibadet yapmamız mumkun değildir. Ayrıca sofiler virtleri ve ibadetleri sırasındaki tovbe ve istiğfarları gelişiguzel cekerler. İcten bir pişmanlık ateşi duymazlar. Yine şeyhlerine tovbe veya biyat tazeleme sırasında da yureklerinde derin bir pişmanlık ateşi hissetmezler. Cunku onlar pişmanlığın sadece gunahlara mahsus olduğunu duşunurler. Artık gunah işlemediklerine gore pişman olmalarına da gerek yoktur. Oysa tarikat ve tasavvuf yolunda en buyuk gunah, insanın Allah karşısında var olduğunu duşunmesidir. Onun icin peygamberimizin (s.a.s) bir hadis-i şerifi delil olarak mutasavvıflarca cokca soylenir: ‘Varlığın oyle buyuk bir gunahtır ki onunla hic bir gunah mukayese edilemez.’ Bundan başka bu dunyanın meşru nimetleri muminlere helaldir. Yani gunah değildirler. Ama Allah Âşıklarının veya boyle bir adayın bir iddiası vardır: ‘Allah’tan (c.c.) başka sevilecek varlık yoktur. Hatta Allah’tan (c.c.) başka her şey yoktur.’ O yuzden ona yani Hak Âşıkına Allah (c.c.) dışındaki her şey, haramdır, gunahtır. Bunlar icin de, yani gonlunun dunyaya kaymasından da, helal olan şeylerden lezzet duyup saplanıp kalmasından da her tovbe ve istiğfar edişinde derin bir pişmanlık duyması, yureğinde buyuk bir ateş hissetmesi gerekir.

Nefis tovbe ve istiğfar sırasında pişmanlık ateşini duymuyorsa demek ki kendisini buyuk gormektedir. Oysa tasavvuf ve tarikat yolunun amacı nefsi ezmek, hic etmektir. Cunku nefis engeli aşılmadıkca kişiye ilahi lutuflar da erişemez. Gerci bu yolda tek amac sevgilinin hoşnutluğunu ve rızasını elde etmektir. Bu nedenle ilahi lutuflara da kıymet verilmez.

Dunyayı helal nimetleri ile terk etmek kolay değildir. Bunu ancak gercek yiğitler başarabilir. Elbette mesele bunları kalpten cıkarmaktır. Yoksa kalbe girmedikten sonra butun dunyaya sahip olsak da ilahi aşkta bir sıkıntı meydana getirmezler. Ama bunu gercekleştirmek cok zordur. Zira malı ve nufuzu koruma duşuncesi nefsi comert olmaktan alıkor ve bu durum da ilahi aşkı olumsuz yonde engeller. Onun icin tasavvuf ve tarikat yolu genellikle zenginlere ve toplumda nufuz sahibi insanlara pek hitap etmez ve nasip olmaz. Oyle kimselerin bir cemaatle İslami hizmete sarılmaları daha cok tabiatlarına ve meşreplerine uygun duşer. Bu yol da Allah’ın rızasına uygundur. Hele bu devirde tasavvuf ve tarikat yolundan daha onemli bir hale gelmiştir. Onun icin bazı İslam buyukleri devrimizin tasavvuf ve tarikata uygun duşmediğini belirtmişlerdir. Bu sozleri ile tasavvuf ve tarikata karşı cıkmamışlar ama İslam’a hizmetin başka bir cephesinin onemine işaret etmişlerdir. Elbette tabiatı, meşrebi ve durumu tasavvuf ve tarikatlara uygun duşen insanlara kimse bir şey diyemez. Herkes sevdiği, hoşlandığı şeylerde ancak verimli olabilir. Kendisini kurtarıp başkalarına yardım edebilir.


Allah’tan başka kimsesi olmayan veya malı mulku bulunmayanlar, tasavvuf ve tarikat yoluna cok uygundurlar. Şayet boyleleri tovbe ve istiğfar sırasında iclerindeki derin pişmanlık ateşini kaybetmeyip zikre ve rabıtaya yonelirlerse kısa zamanda ilahi aşkın eserlerini duymaya başlarlar. En azından zikir ve rabıtadan buyuk zevk alırlar. Bu durum ise bu yolda buyuk bir devlettir. Allah kimisine mal mulkle, nufuzla comertlik gosterir kimisine de ilahi aşk ve lutuflarla. Onun hikmetinden sual olunmaz.

İlahi aşk elbette Allah’ın (c.c.) zatına karşı duyulur. Ama Allah (c.c.) gorulmez. Zatı da tasarlanamaz. O’nun zatını tasarlamak da hadis-i şeriflerde yasaklanmıştır. Bu yuzden O’nun zatına karşı duyulan ilahi aşk ibadetlerde hissedilir. Orneğin sofi icin zikir ilahi aşkın bir sofrası olur. Doyamaz ve kanamaz. Cezbeye gelir. Onun zevk aldığı en sevimli uğraşısı ve işi haline gelir. Beri tarafta ilahi aşktan zerre kadar nasibi olmayan sofi icin ise zikir uyku ilacı gibi tesir eder. Sofiyi mışıl mışıl uyutur. Bazılarını da vesveseye duşurur. Yani zikir hakkında olumsuz tavırlar takınmaya ve sozler soylemeye yoneltir.

Yalnız şunu unutmamak lazım ki, Allah sabredenleri sevmektedir (bk. Enfal suresi 46). Zikir hususunda ayak direyenler en sonunda gayelerine ulaşabilirler. Yani zikir başlangıcta onlara tatsız tuzsuz gelirken sonradan bundan buyuk bir zevk alabilirler. Bir de insan zikirden zevk almasa da kendisinin yapabileceği belli sayıdaki virdi yerine getirmesi buyuk bir kazanctır. Buna devam etmesi ovulecek bir haslettir. Allah indinde de bu buyuk mukÂfatlar icerir. Her insanın belli bir sayıda zikir edinip cekmesi ve bu sayede Allah rızasına talip olması cok guzel bir davranıştır. İnsanın bunun icin bir tarikata da intisap etmesine gerek yoktur. İnsan kendi başına da belli sayıda faziletli zikirleri edinip cekebilir. Tabii birtakım haller yaşarsa bir murşid-i kÂmilin rehberliğine mutlaka ihtiyac duyacaktır.

İlahi aşkı nefis değil ruh hisseder. Cunku nefis anasır-ı erbadan (toprak, su, hava, ateş) yaratılmışken ruh Allah’tan ilahi bir soluktur. Kuran-ı Kerim’de yuce Allah (c.c.) Hz. Âdem’i topraktan yarattıktan sonra ona ruhundan uflediğini beyan buyurmaktadır (bk. Secde suresi, 9,). Demek ki nefsimiz bu dunyaya, ruhumuz da Allah’a aittir. İlahi aşk Allah’tan gelen ruhun tekrar Allah’a ulaşmak istemesi uzerine duyulan buyuk bir cekiliştir. Tabii bu cekiliş ilahi olduğundan buyuk bir zevk ve kendinden gecme de buna iştirak etmektedir. Vucutta cezbe eserleri bu sayede kendisini gosterir. Bu durum beşeri (mecazi) aşkta da boyledir. Ruh beşeri aşkta da yanar, kavrulur. Boyle birisi daima sevgilisini duşunur. Başka her şey gozunden duşer. Dunyanın hicbir kıymeti kalmadığı gibi kişi kendisini de bir hic olarak gorur. Sadece var olan sevgilisidir. Ruhun karşı cinse aşkı bu yuzden mutasavvıflarca ovulmuş ve ilahi aşka gecişte bir kopru olarak gorulmuştur. Boylelerinin tasavvuf ve tarikat yoluna girdiklerinde mecazi (beşeri) aşktan ilahi (gercek) aşka cok daha kolay gecebileceklerini soylemişledir. Edebiyatımızda mesnevilerin konusu genellikle mecazi aşktan ilahi aşka yukselmedir. Eski devirlerde kadının sosyal hayatta gorulmemesi, ortunmesi, evlilik dışı her turlu ilişkinin (arkadaşlık, flortluk) yasak oluşu bu mecazi aşkları kara sevdaya donuşturmekteydi. Dolayısıyla edebiyat dunyasında mesneviler bir yaşam gercekliğine yararlı olmak amacıyla bu konuyu seciyordu. Mecazi aşka tutulanları ilahi aşka yonlendiriyorlardı.

Bazı şeyler kitaplardan oğrenilmez. Bunların oğrenilmesi icin bir ustat gerekir. İlahi aşkta da durum boyledir. Bir murşid-i kÂmil bu ilahi aşkta ilk adımdır. Murit ilahi aşkı once murşidine karşı yaşar. Cunku murşit ilahi tecelliye mazhardır. Murit onu gorunce cezbeye tutulur. Rabıtada adeta erir. Murşidi bir nur ve feyz kaynağıdır. Bu durum fenafişşeyh (murşidinde yok olma) haline kadar boyle gider. Murşit onu manevi Âlemde Rasulullah’la tanıştırır. Fenafirrasuldan (peygamberde yok olma) sonra fenafillÂh (Allah’ta yok olma) makamı gelir ki o zaman ilahi aşktan soz edilebilir.

Dini kitaplar, guzel manzaralar insanı Allah’la ilgili tefekkure goturebilir. Hak Âşıkı pek tefekkurle meşgul olmaz. Daha doğrusu tefekkur onun ruhunu doyurmaz. Sadece bir değişiklik verir. Ruhu bu acıdan biraz rahatlatır. İştahlandırır. O vaktini daha ziyade murakabe ile gecirir. Daima kendisinin sevgilisi tarafından gozetlendiğini duşunur.

İlahi aşkın insan icin en yararlı şekli kendisini ibadetlerde gosterir. Nefis hicbir ibadeti sevmez. Her ibadet onun zoruna gider. İbadetlerden nefret eder, kacar. Kişi nefsinin bu eğilimine rağmen ibadetlerini yerine getiriyorsa o buyuk bir kahramandır. Musluman’dır. Nefsiyle yaptığı savaşı kazanmıştır. Allah fazl u ikramıyla bu kişiye zamanla ibadetleri sevdirir. Belli ki ruhu nefsin baskısından kurtulup ibadetlere karşı olan aşkını sahibine hissettirmiştir. O kişinin nefsi de buna pek ses cıkarmaz. Bu olgun muminin vasfıdır. Hak Âşıkı ise ibadetlere adeta koşar. Yorulmak nedir bilmez. Hicbir dunya nimeti ibadet kadar ona lezzet vermez. İşte gercek, ilahi aşk da budur. İbadetlere karşı duyulan bu aşk Allah’ın (c.c.) zatına karşı duyulan aşkın bir yansımasından başka bir şey değildir.

Allah (c.c.) lutf u ihsanıyla her birimize ibadetlerine karşı sevgisini ve aşkını nasip eylesin. Âmin.
__________________